18. Uluslararası Kürt Kültür Festivali’nin yeri ve tarihi değişti.


18. Uluslararası Kürt Kültür Festivali’nin yeri ve tarihi değişti. Buna göre Festival, 18 Eylül Cumartesi günü Köln’de yapılacak.

Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM), bu yıl 18.’sini organize ettikleri Uluslararası Kürt Kültür Festivali’ne ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, daha önce 11 Eylül Cumartesi günü Almanya’nın Duisburg kentindeki Dinslaken’de yapılması planlanan Festivalin yeri ve tarihinde değişikliğe gidildiği belirtildi. Buna göre, Festival 18 Eylül Cumartesi günü yine Almanya’nın bir diğer kenti Köln’de, Rhein Energie Stadyumu’nda gerçekleşecek.

Açıklamada, yer ve tarih değişikliğinin gerekçesi hakkında da bilgilendirmede bulunuldu. Açıklamada, daha önce festivalin planlandığı yer olan Duisburg kentinde geçtiğimiz ay, 21 kişinin yaşamını yitirdiği yüzlerce kişinin de yaralandığı Teknofestivalde yaşanan izdiham nedeniyle ortaya çıkan teknik ve bürokratik sorunlardan kaynaklı olarak, yer ve tarih değişikliğine gitmek zorunda kalındığı belirtildi.

HAZIRLIKLAR YENİ YER VE TARİHE GÖRE YAPILMALI

Yer ve tarih değişikliği dışında festivalin program ve içeriğinin olduğu gibi korunduğunu duyuran YEK-KOM, bu zorunlu değişiklik nedeniyle Kürt halkı ve dostlarından da özür dileyerek, anlayış bekledi. YEK-KOM ayrıca, ulaşım sorunları ve diğer hazırlıklar konusunda da, Kürdistanlıların yeni yer ve tarihe göre kendilerini planlamalarının önemini vurgulayarak, ilgili herkesi göreve çağırdı. Bu yılki festivalin aynı zamanda, Demokratik Toplum Kongesi (DTK)’nin kararlaştırdığı Demokratik Özerkliği selamlama anlamını taşıdığına vurgu yapan YEK-KOM, bu nedenle tüm Kürtler ile dostlarına, 18 Eylül Cumartesi günü Köln’de buluşma çağrısını yaptı.

ANF NEWS AGENCY

PSK’nin ‘evet’ toplantısı fiyasko oldu


PSK’nin ‘evet’ toplantısı fiyasko oldu

AKP ile Kürdistan Sosyalis Partisi (PSK)’nin Almanya’nın Köln kentinde düzenlediği referandum konulu toplantı fiyasko ile sonuçlandı.

PSK’ya bağlı KOMKAR’ın Avrupa genelinde davet ettiği 150 Kürt aydın ve sanatçıdan sadece 17 kişi katıldı. Kürt aydınları ‘referandum toplantısına’, PSK’nın ‘evet’ ten yana tutumu ve AKP ile işbirliği nedeniyle katılmadı.

AKP’nin himayesinde düzenlenenen toplantıya katılanlardan 14’ü de PSK taraftarlarından oluşurken, 3’ü de geçmişte PKK kurumlarında çalışıp ayrılan kişiler olduğu öğrenildi.

28-29 Ağustos günlerinde Almanya’nın Köln kentinde düzenlenen toplantının ardından yapılan açıklamada, 12 Eylül günü yapılacak anayasa paketi oylamasında ‘evet’ oyu verilmesi istendi.

KOMAR ARŞVİNİ SATIŞA ÇIKARTMIŞTI

Kemal Burkay’ın partisi PSK’nin kitle örgütü olan KOMKAR, ilgisizlik yüzünden kapanma aşamasında gelmişti. KOMKAR bu yüzden geçtiğimiz yıllarda arşivini satışa çıkarmıştı.

Kürt halkının boykot tavrı yüzünden zor günler geçiren AKP Hükümeti, Kürt halkı nezdinci ciddi bir ağırlığı olmayan Burkay’ı ve KOMKAR’ı kullanması da işe yarayacak gibi görünmüyor.

Köln toplantısının katılım düzeyi de zaten bunu gösteriyor…

ANF NEWS AGENCY

“Boykot”un Demokrasiye Katkısı


“Boykot”un Demokrasiye Katkısı

Şeyhmus Diken

“İnsanın değeri bayağı kesire benzer: Pay gerçek değerini gösterir, payda kendisini ne zannettiğini. Paydanın değeri arttıkça kesrin değeri azalır.”
Lev TOLSTOY

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Kürt Sorunu ile ilgilendiğini düşündüğü tarihten beri kendini Kürtlerin “siyasal temsilcisi” olarak görüyor. Hatta sıkça ve pervasızca bu role soyunduğunun ifşaatlarını da yapıyor. En başta, partilerinde 75 Kürt milletvekili olduğunu vurgulayarak!

Buna kendini epeycedir inandıran bir siyasal varoluş içinde AKP. Kürt siyasal hareketine hırçınca tavır alışı bu perspektiften kaynaklanıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) “demokratlığı” ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) “ırkçı-milliyetçiliği”ni partisinin içinde barındırdığını varsaydığı gibi, Kürt damarının da adı geçen “Kürt milletvekilleri” ile varlık bulduğuna iyiden iyiye inanıyor AKP.

İşte bu nedenlerle de olsa Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) AKP’nin siyasal rakibi olarak toplum nezdinde görünür bir aktör şeklinde zuhur etmesi çok anlamlı ve gerçekçi oluyor…

“Boykot, siyaseten etik bir tavırdır”

AKP, 12 Eylül 2010’daki kısmi Anayasa değişikliğini gerekçe göstererek aslında “anayasa”yı değil, parti olarak kendini ve liderini oyluyor. Alenen “Bu anayasa oylaması nedeniyle de olsa benim politikalarımı onaylayın, yoksa sonuçlarına katlanırsınız” demeye getirerek “aba altından sopa gösteriyor”.

Bu tehdide pabuç bırakmamak saikıyla da olsa, AKP’nin siyasetine “boykot” tavrıyla karşı durmak, bırakınız bilinen tabiriyle “devrimciliği”, sıradan kavramla “asgari demokratlığın” ön koşulu olmakla eşdeğer.

Bugün AKP’ye “sizin Kürt politikanızı onaylamıyor, bu nedenle içinde olmadığımız bir anayasanın oylandığı sandığa da gitmiyoruz” demek en azından 2011’deki genel seçimlere elde güçlü bir kozla ve cidden bir siyasal karşı duruş ve demokratik tavır alışla “siyasette varız” demenin cesur ve devrimci bir adımıdır.

“Boykot” tavrı, siyaseten etik bir tavırdır. Türkiye genelinde de iktidara meydan okuyan bir siyasal varoluşun diğer adıdır. Yani sadece Kürt coğrafyasında varlık gösterisinde bulunduğu ve dikkate alındığı varsayılan Kürt siyasetçisinin değil, aynı zamanda Türkiye’deki devrimci-demokratlarla buluşma ve birlikte politika geliştirme şansının da diğer adıdır “boykot”.

Eğer “sünnetçi” Cemil ile “soy-sop” testçisi Erdoğan siyasetine karşı bugün tavır alınmazsa yarın seçimlerde diyecek söz kalmaz.

“Anadilde eğitim, olmazsa olmaz”

Belki birkaç cümle de şu vesileyle etmek doğru olur: Aslında bu Anayasa değişiklikleri asgari koşullardaki demokrasi talepkârlığına kısmi bir cevap gibi de algılanabilir. Avrupa Birliği’nin (AB) kapısına dayanmayı onur meselesi addeden ve ilke kararı sayan herhangi bir “AB’ye aday ülke” bu türden (ana)yasa değişikliklerini bu denli “gürültü-patırtı” yaratmadan da sesiz-sedasız hayata geçirebilirdi / geçirmeliydi.

Ama bu olmadı. Hükümet, kendini refere etmeye yeltenen bir “meydan kavgası”na dönüştürdü işi. Bu durumda elbette ciddi bir “siyasal rakip” olarak Kürt siyaseti en amiyane tabiriyle bu “zarfı” yiyemezdi.

Adına “demokratik değişiklik” denen hiçbir ana / yasa düzenlemesi, eğer içinde “Anadilde Eğitim” kararını dercetmiyorsa Kürtler açısından zerre kadar anlam ifade etmez.

Partilerin kapatılmasını imkânsızlaştırmak (En çok Kürt partileri kapatıldığı ve hâla kapatılma tehdidi yaşadıkları halde!), seçim barajını tümüyle kaldırmak ya da düşürmek (en çok Kürt siyaseti yüzde on seçim barajının mağduru olduğu halde) bile Anadil meselesinin yanında bir anlam ifade etmez / etmiyor. Baraj ve parti kapatma mevzuları zaten asgari demokratlığın gereği artık. Ama anadil meselesi Kürtler açısından olmazsa olmaz!

“Başbakan Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalacak”

Şimdi 3 Eylül 2010 Cuma günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Kürtlerin Kalbi” Diyarbakır’da olacak. Belki Kürtlerin “ağzına bir parmak bal çalacak”.

Şimdiden söyleyeyim bu Kürtleri kesmez / kesmemeli! En sıradan tabiriyle Başbakan 3 Eylül’de, Diyarbakır’da “Yeni ve demokratik bir Anayasa” sözü verse bile-ki yeni bir Anayasayı 13 Eylül sabahı vaat edeceğinin ipuçları var-, bu zaten böyle bir istencin kenarından, köşesinden dahi geçmeyen CHP ve MHP gibi zayıf aktörleri olan “Hayır”cıların sayesinde olmayacaktır. Olsa olsa BDP’nin ve Kürt siyasetinin “boykot” direncine karşılık bir “gaz alma” operasyonuna siyaseten takoz koyma olacaktır.

Böyle bir duruma karşılık elbette Kürt siyasetçileri yeni durumu “lehlerine” olacak şekilde çok akıllıca kullanmak durumunda olmalı ve “Biz boykotta direttik, hükümet de yola geldi” gibi bir tavır alışa yönelmeli ve 2011’deki seçim için ciddi bir altyapı oluşturmalıdır.

İş dünyası örgütleri ve sivil toplum

Belki birkaç cümle de güncel olması nedeniyle son günlerde ortalığı hayli bulandıran Diyarbakırlı ve adı “stk” olan kurumlar için etmekte yarar var. (Stk’larla ilgili ayrı bir yazı yazma düşüncemi belirterek.)

Anayasanın (tabii ki 1961 Anayasasından devralınan 1982 Anayasa’sında da yer alan) 135. Maddesine göre ticaret odası, esnaf odası, mimar mühendis odaları gibi örgütler “kamu kurumu niteliğindeki” yarı resmi örgütlerdir.

Devletin yasal emriyle üye kabul eden ve mecburen üyelik aidatı tahsil eden kurumlardır. Bunların, sivil toplumculuğun “Hükümet Dışı Organizasyon-NGO” temel ilkesiyle uzaktan yakından bir ilgileri yoktur.

Stk statüsünde olsun ya da olmasın, kendine stk formatını yakıştıran örgütlenmeler; elbette ülkenin siyasal gidişatı, hatta sorunların çözümüne dair görüş geliştirip tavır alabilirler. Ama Anayasa maddelerinin değişikliği gibi siyasal partiler arasında neredeyse “kan davası”na dönüşmüş bir tavır alışta “niyet” belirleyemezler. Belirlerlerse bu amacını aşan bir tavır alış olur. Ve ciddi kırılmalara sebep olur.

İşte Diyarbakır’da ağırlıklı olarak DTSO, GÜNSİAD, DESOB, Eczacılar Odası ve diğerleri gibi “iş dünyası” mensuplarının “Evet”çi tavrı buna delalet ediyor. Sonuç da mensupları bir siyasal partideki homojen üyelik gibi değildir. Her siyasal eğiliminden ama sırf işleri nedeniyle meslek odasına üyelikleri söz konusudur.

Kanımca bu uygunsuz “Evet”çi tavrı dile getirip hem kitle tabanlarından ciddi eleştiri alan Diyarbakır’ın “iş dünyası” örgütleri, aynı zamanda siyaseten de kendilerini güç durumda bırakan bir hale büründüler.

Bu tavrın artık “siyasal anlamda” da geri dönüşünün olmadığı kanısındayım. Çünkü karşılıklı olarak ciddi kırılmalar yaşandı ve söylenmeyecek sözler edildi. “Ahlaksızlık”, “Pol Pot’çuluk”, “Talimatla gelen, tekmeyle gider” en hafifinden siyasal olarak ajandada not düşülmesi ve demokratik toplumlarda siyasal tercih gereği vakti zamanı gelince unutulmaması gereken cümleler.

Ve tabii ki son bir belirleme; büyük bir sürpriz yaşanmaz ise Diyarbakır’ın “Evet”çi stk’larını, Ankara’nın siyasal güzergâhında bir ön durak olarak gördükleri 3 Eylül günü AKP’nin Diyarbakır mitingi akabinde Başbakanın “İftar sofrasında” görmek şimdiden müneccimlik sayılmamalı… (ŞD/BB)

bianet

Hanefi Avcı, PKK militanlarına hayran!


Hanefi Avcı, PKK militanlarına hayran!
Hadi ÖZIŞIK :

Hanefi Avcı, “cemaat”e kızgın ama…

Teröristlere hayran!

Avcı, hayranlığını kitabının bir çok bölümünde açık açık yazıyor.

Sayfa 129…

-(…) Terör örgütlerinin mensupları benim en çok uğraştığım insanlardı ve onların yaşamları, faaliyet tarzları, davalarına olan samimi inaçları, olayları anlatmada gösterdikleri olağanüstü ifade yetenekleri dolayısıyla onlara hayranlık duyuyordum.

Sayfa 130…

-(…) Asıl önemli olan kısıtlı kuvvetleriyle bizim karşımızda, güçlü ve dirençli olmalarını sağlayan, onları büyüten o büyük huru, o büyük düşünceyi getiren şeydi. O insanların okumaları, yazmaları ve kendi davaları ile ilgili öğrendikleri şeydi. Bunu çok önemsiyordum. Bir PKK mensubu kolaylıkla rapor yazabilir, dünyayı ve dünyada yaşanan gelişmeleri tahlil edebilir, saptadığı siyasi ve sosyal gelişmelerin ülkemize nasıl yansıyacağını, ülkemize yansıyan bu gelişmelerin nasıl bir ortam yaratacağını, bunun sonucunda kendi örgütlerinin nasıl hareket etmesi gerektiğini ve en niyatinde kendisine düşen görevin ne olduğunu, bu görevi nasıl yerine getireceğini tüm ayrıntılarıyla anlatabilir.

PKK terör örgütünün elemanlarından övgüyle söz eden Avcı, bakın meslektaşları için neler yazıyor:

-Güvenlik kuvvetleri olarak biz bu kadar güçlü bir tahlil yeteneğine ve dünyadaki meselelere bu gözle bakan bir anlayışa sahip değiliz. Bu bakış açısını ve değerlendirme becerisini devletin memurlarında görmek mümkün değildir.

***

Avcı, azılı iki teröristi, risk alarak yakaladıklarını vurguluyor ve ekliyor:

-(…) Güneydoğudaki olayların bu kadar uzun süre devam etmesinin altında yatan sebebin de bu riski göze alamayan aşırı sağlamcı anlayışın olduğunu düşünüyorum.

Bu taş askere…

***

Peki…

Hanefi Avcı’nın akan kanın durması için bir çözümü var mı?

Var!

Avcı, kitabında bölge halkının taleplerinin verilmesinden yana.

Diyor ki:

-(…) Güneydoğu olaylarını ve burada yaşayan halkın durumunu anlayabilmek için, buradaki sorunlara yönelik çözüm önerileri getirirken, biran için Diyarbakır’da, Mardin’de, Van’da, Siirt’te doğmuş olduğumuzu düşünelim. Acaba oralarda doğmuş ve o bölgedeki olayları yaşamış olsaydık, nasıl etkilenirdik, ne düşünürdük, dağdaki insanlara nasıl bakardık, o bölgedeki polisi, jandarmayı nasıl görürdük. Bu sorulara vicdani bir cevap verdiğimiz gün, güneydoğu sorununa makul çözümler üretebiliriz.

Avcı empati yapmamızı istiyor daha sonra:

-Balkanlar’da ve Kafkaslar’da yaşayan Türkler/soydaşlarımız için istediklerimizi, oralardaki mücadeleleri nasıl desteklediğimizi hatırlayıp empati kurarak, bölge halkının taleplerini ona göre yorumlamalıyız.

***

Kitap sürükleyici…

Tane tane okuyor ve not alıyorum.

Mesela Hanefi Avcı’nın bir “mafya lideri”yle işbirliği yapması çok enteresan geldi bana.

O “mafya babası”nın Avcı’nın isteğiyle, bir Ağır Ceza Hakimi’ne nasıl baskı yaptığı anlatılıyor.

Ve daha neler neler…

Devam edeceğim.

Evetçiler


Evetçiler

Hasan Bildirici

Bizim de yaşadığımız İslam ülkeleri coğrafyasında her gün, beş vakit, onbinlerce camide imamlar insanlık, iyilik, hak, adalet konusunda vaazlar verirler. İslam cemaatleri bu vaazları baş sallayarak, dua ederek ve çoğu zaman da kendilerinden geçmiş ilahi bir eğrilikle dinlerler. Buna rağmen en çok insan hakkı çiğneme, işkence, zulüm ve adaletsizlik bizim coğrafyalarda yaşanır. Bundan tümünden din sorumludur diyemeyiz, fakat iktidara, kişisel çıkara, zulme, yalan ve dolana bulaştırılmış her din zamanla kirlenir ve ilk çıkış idealleriyle ilgisiz dünyevi bir aldatma aracına dönüşür. Bu ülkelerin her cephedeki siyasetleri de zamanla benzer bir özellik alır…

Türk, Arap ve Acem hakimiyeti altında yaşayan Kürt ulusalcılığı da zamanla bağlı bulunduğu ırksal ve dinsel sömürgeciliğin bir alt kültürü, karakteri, geri bir kopyasına dönüştü.

12 Eylül’de uyduruk bir halk oylaması yapılacak. Bir yanda CHP ve MHP’liler; öte yanda AKP, Saadet Partisi ve Alperen Ocakları… Türkün yüzyıllık iktidar kapışmasının arasına balıklama dalan bazı Kürtler:

“Yetmez, ama evet” diyecek.

Batı’nın demokratik anayasa değerlerine sahip üç kişilik uzmanlar ekibine Türk anayasası ve oylanacak olan ilgili maddeleri bir zahmet bir inceletilsin bakalım. Eğer bu anaysa, uzman ekip tarafından ırkçı ve faşist bir anayasa olarak nitelenmezse, bizler insanlıktan nasibimizi almamışız demektir. Eskiden “tam bağımsızlıkçı” olan Kürtler, hiçbir ideallerini gerçekleştirememiş olarak Türk devletinin ve Türk basınının ayakları dibine kan ter içinde düşmüş olmaktan dolayıdır ki:

“Yetmez, ama evet” diyorlar.

Evet dedikleri nedir? Botan’da, Diyarbakır’da, Van’da CHP ve MHP’ mi vardır? Hayır cephesinin bu iki partisinin Kürdistan’daki toplam oyları yüzde bir kaçı bile geçmemektedir. PKK, Kürdistan’ın bir çok alanında MHP ve CHP ekolünü bitirmiştir… Kürdistan’da bitmeyen ve her dönem iktidar olan güç bellidir: Bu güç, Adnan menderes döneminde Demokrat Parti, Demirel Döneminde Adalet Partisi, Erbakan Döneminde Milli Selamet Partisi, Özal Döneminde ANAP, Çiller Döneminde DYP, Erdoğan döneminde AKP’dir… Bu güç, Türk sömürgeciliğinin kendisidir. Kürdistan’da yarattığı kitle tabanıdır. Ordu, Kürdistan’da her zaman bu güce dayanarak hükümranlığını sürdürmüştür.

Diyarbakır Ticaret Borsası Başkanı Fahrettin Akyıl ve Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu’nun başını çektiği 14 sivil örgüt referandum oylamasında “evet” oyu kullanacaklarmış. Bunlar Türk sömürgeciliğine her zaman “evet” diyorlar. JİTEM cinayetlerini işleten Tansu Çiller’in partisini de desteklemişlerdi. Bunlar, sivil toplum örgütü değil, Türk sömürgeciliğine doğrudan bağlı güçlerdir. İş adamlığı, zenginlik, para kazanmak bir kültürdür. Yaşadığı topraklara saygıyı ve onun kültürünü sahiplenmeyi gerektirir. Bunlar, kendi çocuklarının ana dil sorununu dahi çözemedikleri bir pazarın çerçileridir. Çalıştırdıkları işçilerin çocuklarına Kürtçe bir ana okulu açamayacak kadar doğup büyüdükleri topraklara yabancıdırlar…

İsrail devletini tanımamak, suçtur. Cezası, İsrail mahkemeleri tarafından ağır ceza olarak belirlenmiştir. Ermeni soykırımını ret etmek İsviçre’de suçtur. Doğu Perinçek, İsviçre’de yaptığı bir konuşmada Ermeni soykırımını ret ettiği için altı ay hapis cezasına çarptırılmıştır.

Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlulları ve Diyarbakır Ticaret Borsası Başkanı Fahrettin Akyıllar’ın Kürt ve Kürdistan değerleriyle bağı nedir? Bunlar ana dillerini savunmaktan aciz, ülkeleri Kürdistan’nın adını kullanmaktan korkan, yaşamlarını Ankara’dan gelecek rant paralarını paylaşmakla geçiren kimliksiz insanlardır. Bunların işadamlığı yaptığı Kürdistan nüfusunun yüzde doksanı açlık sınırı altında yaşamaktadır… Bunlar sivil toplum örgütü değil, sömürünün, talanın, yalan, dolan ve kirli ilişkilerin örgütüdür. Normal ulusal değerlerin hakim olduğu bir toplumda bunlar sokakta mendil satıcısı bile olamaz…

Kendi toplumunun ulusal değerleriyle çatışan bir iş adamlığı ve zenginlik de olmaz.

“Yetmez, ama yan cebime koy.”

Bu aynı zamanda, alt bir insan kültürünü ifade ediyor.

“Yan cebime koy”un ucuz hikayesi yüzünden Kürtler hala anadillerinde okullarına gidememekte, kendi ülkelerinin adını anmaktan korkmaktadırlar.

Uyduruk bir referandumu bu kadar abartmanın lüzumu yoktur. “Hayır” veya “Evet” oylarından hangisinin baskın çıkacağının da bir değeri yoktur.

Evet diyenler Kürdistan’da ve Türkiye’de yüzyıldır İmparatorluğun ve Kemalist diktatörlüğün tetikçiliğini yapanlara evet diyeceklerdir. Kürdistan’a sahip olan Cemil Çiçek türü Türk muhafazakarlığıyla, Abdulkadir Aksu türü katil Kürtlüğü onaylayacaklardır. Bu tespit benim vicdanımdır. Bilgimdir, tecrübemdir, tanıklığımdır…

DTP’nin boykot edip etmemesi veya son anda tavır değiştirip evet demesi de benim bu düşüncelerimi değiştirmeyecektir.

Kürdistan’da oylanan, Kürdün adının geçmediği Sömürgeci Türk anayasasıdır… Bu anayasa oylaması Türkiye kesiminde bir iktidar kavgası olarak sürerken, Kürdistan’da sömürge anayasasını boykot veya kabul şeklinde olacaktır…

Size şimdiden referandum oylamasının sonuçlarını söyleyeyim. Eğer gerçekten BDP referandumu boykot ederse, En yüksek “evet oyu” Kürdistan’da çıkacaktır. Çünkü Kürdistan’da “hayırcılar” yoktur. Türkiye’de ise en yüksek “evet” oyu Türk gericiliğinin hakim olduğu Sakarya, Konya, Trabzon, Gümüşhane, Rize, Bursa… gibi yerlerden çıkacaktır…

Her yer Sakarya olacaktır yani. Bu nasıl oluyor demeyeceksiniz. Bu, Türk egemenliğinin ve ona bağlı kimliksiz Kürt işbirlikçilerinin Türk ve Kürt halkının kafasına geçirdiği hileli bir çoraptır.

Sömürgeci Türk anayasasının yeni maddeleri, aynı sandıkta “evet” oyu kullanacak olan köy korucuları, Jitem elamanları, Abdulkadir Aksular, Cemil Çiçek, Domuzbağlı kontra elemanlarına ve bütün umudunu, inancını ve taraftarlığını yitirip, sömürgeci Türk yönetiminin ayakları altına düşen “eski Kürtçüler”e hayırlı olsun…

Hepsini yeniden Türk yapan sömürge anayasası onaylandığı gün, bu anayasayı boşa çıkarıp sahiplerinin suratına çarpma işi yine direniş halindeki Kürdistan halkına ait olacaktır…

Halkım benim, bu sahtekarıklardan dolayı bin yıldır ne acılar çektin…

****

Nûbihar’dan Kürt klasikleri dizisi


Nûbihar’dan Kürt klasikleri dizisi
Nûbihar, Bütün Kürt klasiklerini yeniden gözden geçirilerek ve tahkikat yaparak set halinde yeniden yayınladı.Nûbihar yayınları, yeni bir tasarım ve yeni bir çalışmayla Kürt klasiklerini yayınlıyor.

Bilindiği gibi Nûbihar 1992 yılından bu yana hem dergi hemde yayınevi olarak çalışmalarını sürdürüyor. Şu ana kadar sadece Kürtçe yayın yapan 111 sayı dergi ve 65’e yakın Kürtçe kitap yayınlandı.

Nûbihar dergisinin içeriği ağırlıklı olarak Kürt edebiyatı, kültürü, sanatı ve dili üzerine yapılan çalışmalardan oluşuyor. Yayınladığı kitaplar da genel olarak bu minval üzerine yazılmış kitaplar. Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Baba Tahirê Uryan, Ehmedê Xanî gibi bir çok Kürt şairin çalışmalarının yanısıra dini kitapları da yayınlıyor. Çil Hedîs, Pêxemberê Ummetê, Nimêj Dikim, Rîsale-i Nur Tercümeleri, Riyazüs Salihin tercümesi ve yayınladığı Kürtçe meallerle, Kürtlerin dinlerini kendi dilleriyle öğrenebilmesi için zengin bir kaynak sunuyor.

Bütün Kürt klasiklerinin yeniden gözden geçirilerek ve tahkikat yapılarak set halinde yayınlanması ise Nûbihar’ın son projesi. Bu çalışma doğrultusunda şu ana kadar bunlardan 5 tanesini yayınlayan yayınevi, geri kalanları da kısa bir süre içinde okuyucularına ulaşırmayı hedefliyor. Şu ana kadar yayınlananlar ise şunlar:

Feqiyê Teyran

Feqıyê Teyran, Kürtler arasında kuş dilini bilen ve tabiatla hemhal olan bir halk ozanı olarak tanınır ve bilinir.

Feqiyê Teyran’ın şiirleri ve manzum şekilde anlattığı hikayeleri tüm Kürtler arasında meşhurdur. En çok bilinenler Zembilfıroş, Bersisê Abid, Şêx Sen’an, Kela Dimdim, Ey av û av, Ey Dilberê, Feqe û Bilbil, Feqî û Mela ( Melayê Cizîrî ile birbirlerine karşı övgü ve medhiyeleridir) olarak sırlalanabilir.

Bunlar Kürtler arasında; bir çok kişi tarafından bilinenleridir. Feqiyê Teyran’ın şu ana kadar tesbit edilen bütün şiirleri, hikayeleri ve ona dair anlatılan menkibeleri dördüncü baskısı yapılan bu eserin içinde yer almaktadır.

Feqiyê Teyran’ın yaşadığı tarih hakkında muhtelif rivayetler mevcuttur. Kabul gören bir görüşe göre Feqiyê Teyran’ın yaşadığı tarih 1590/1660 yılları arasındadır.

Melayê Cizîrî

Kürt edebiyatı’nın zirve noktası olarak kabul edilen Melayê Cizîrî, bütün Kürtler arasında tanınan ve sevilip sayılan bir şahsiyettir.

Melayê Cizîrî’nin şu ana kadar bilinen tek eseri bu Divan’dır. Cizîrî’nin divanı, yıllar boyu medrese hocalarının ve talebelerinin yanından ayırmadığı ve başucu kitabı olarak kullandığı nadir eserlerden bir tanesidir.

Bunun yanında medreselerde ders kitabı olarak okutulan bu divan’ın şiirleri talebeler tarafından ezberlenip büyük bir aşkla söylenegelmiştir.

Şark dünyasının bir çok müellifi gibi Melayê Cizîrî’nin de hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımızı belirtmeliyiz.

Bu biraz da şark dünyasının gizemli bir hayata olan aşinalığından kaynaklanmış olsa gerek. Üzerinde ittifaka varılmış olmasa da bir rivayete göre Cizîrî: 1567/1640 yılları arasında yaşamıştır. Kürtçe’sinin yanında Türkçe tercümenin de yer aldığı bu eserin üçüncü baskısı çıktı.

Mela Huseynê Bateyî

Mela Huseynê Bateyî klasik Kürt edebiyatında Ehmedê Xani’den sonra çok önemli bir konuma sahiptir. Çünkü hazreti Peygamberin mevlüdünü ilk defa Kürtçe yazan O’dur. O zamana kadar İbnul Hacer el-Heytemi’nin arapça yazmış olduğu mevlüt okunuyordu Kürtler arasında. Melayê Bateyî onu Kürtçe yazdıktan sonra, Kürtler artık onu okumaya başladılar ve Kürdistan medreselerinde de Kur’an’dan sonra okunan sıra kitaplar arasına girdi. Mela Huseynê Bateyi’nin hayatı, eserleri ve şiirlerinin yer aldığı bu çalışma Feqiyê Teyran’ı da hazırlayan araştırmacı yazar M. Xalid Sadînî tarafından hazırlanmış. Bu değerli çalışmada, mevlüdün yanısıra Melayê Bateyi’nin ele geçen bütün şiirleri de yer alıyor.

Bu çalışma sayesinde, Kürt okuyucuları klasik Kürt edebiyatına dair olan bilgilerini zenginleştirecek. Bunun yanında klasik kültür de daha iyi anlaşılacak.

Subh û êvarî şeva tarî şemala kê yî tu
Leyletul qedr û berat û nûrê mala kê yî tu
Çîçeka baxê îrem şox bejn û bala kê yî tu
Bo Xwedê key bêje min kanî şepala kê yî tu
Dêm kitêb e zulf e haşî şerhi xala kê yî tu

Adat û Rusûmatnameê Ekradiye
Mela Mehmûdê Bayezîdî

Mela Mehmûdê Bayezîdî 19. yüzyıl Kürt rönesansının öncülerinden bir tanesidir. Aynı zamanda Kürt edebiyatında düz yazıyla ilk metin yazan kişi Mela Mehmûdê Bayezîdî’dir. Kürtçe nesirin temeli O’nun eliyle atıldı. Mela Mehmûd denemeleri ve değerli ansiklopedik yazılarıyla Kürt edebiyatının yönünü değiştirdi. Kürt edebiyata yeni bir tarz getirdi û nesirle yeni bir süreci başlatmak istedi. Mela Mehmûd’a kadar Kürt edebiyat tarihi sadece şiirden oluşuyordu. Fakat onunla birlikte, artık şiir yerini yavaş yavaş nesire bırakıyor.

Kürtlerin Örf ve Adetleri ismini taşıyan bu eser, dönemin Erzurum Rus Konsolosu Aleksandr Jaba’nın teşvik ve desteğiyle Mela Mehmûd tarafından yazılmıştır. Bu eser, Kürtlerin örf ve adetlerine dair yazılmış bir eser olarak kendi alanında ilktir ve büyük bir tarihi öneme sahiptir.

Eser’in el yazmaları Aleksandr Jaba tarafından korunmuş olup onun sayesinde günümüze ulaşmıştır.

Bu değerli eser yazar ve araştırmacı Jan Dost tarafından yayına hazırlanmış ve notlandırılmış. Arapça harflerle yazılmış orijinal metin de kitapta yer alıyor.

Seyid Eliyê Findikî

Seyid Eliyê Findikî Cizreye bağlı Fındık köyünde dünyaya geldi ve ilk medrese eğitimini dönemin büyük alimi Mela Huseynê Kiçik’ın yanında gördü.

Seyid Elî hoşsohbet ve tatlı dilli bir insandı ve şiirdeki üslubu da çok sadedir. Şiirlerinde kullandığı dil herkes tarafından rahatlıkla anlaşılabilecek bir dildir. Bundan dolayı Seyid Eli halk tarafından sevilen ve şiirleri feqiler tarafından ezberlenen şairlerdendir. Dördüncü baskısı yapılan bu divanın konusu genellikle tövbe, günahlardan uzaklaşma, dünya sevgisini terketme, muhlis ve vefakar olmayan dostlardan şikayet, kul hakkını tavsiye ve bidatlardan uzaklaşma şeklindedir. Alimlere asıl vazifelerine dönmelerini tembihliyor ve halkın malını hileyle yemeyi bırakıp muskayla kandırmayı terk etmelerini öğütlüyor.

Di dunyayê heçî rabê
Feqîr u şeyx û axa bê
Ji ber mirnê xilas nabê
Di şerq û hem di xerbê da

Buraya çöp döken sünnetsiz komünisttir!


Buraya çöp döken sünnetsiz komünisttir!
ecetem@hotmail.com

Evet, bu da oldu:

Siyaset, “Buraya çöp döken eşektir!” formatına bağlandı. Sıcaklar, oruç, referandum hezeyanı derken makara hepten boşaldı.

Kayseri’de, ferah feza konuşuyor Tayyip Bey:

“Anayasaya hayır diyenler kimleeeer?! CHP, MHP, Türkiye Komünist Partisi!”

Alan, galeyana geliyor:

“Yuuuuh!”

Cümlede yuhalanacak sözcük malumunuzdur herhalde. Kemal Sunal’ın bir filminde dediği gibi “P..t, p…k gibi bir şey” demek olan komünist sözcüğü halkımızda beklenen, hasretle özlenen coşkulu öfkeyi yaratıyor. Tayyip Bey, muhafazakâr İslami kesimin komünist avının yılmaz neferleri olduğu o eski, güzel soğuk savaş günlerine bir gidip geliyor. Nostaljik!

TERAKKİPERVER CEMİL BEY

Aynı esnada “ırkçılık” kalesinde… Cemil Çiçek, “Teröristler, çok affedersiniz sünnetsiz” diyor. Tam bir TÖRERİST! Demek ki bazı arkadaşlar öldürdükleri adamların, çok affedersiniz Cemil Bey, şeylerine bakıyorlar. Siz de Cemil Bey, çok pardon, ölü insanların şeylerine bakan bu şeylerin laflarını şey ediyorsunuz. Tebrikler! “Flört eden kızlar fahişedir” dediğiniz o eski günleri hatırlayınca… Muazzam bir terakki!

VAZİYET ŞOKELLA!

İşler biraz karışıyor mu, yoksa bana mı öyle geliyor. Yani mesela referandum 12 Eylül günü değil de birkaç hafta daha sonra olsa, bu gerilim biraz daha artsa, herkes özündeki “ezberine” dönmeye başlasa basbayağı enteresanlaşacak durum. Hatta şimdiden hava döndü gibi. Hayır oyu verecek ya da boykot edecek insanlar üzerindeki baskı arttıkça tereddütler dağılıyor gibi görünüyor. “Referandumda hayır oyu verenler eşektir” denmesine beş var. Karşılığında da “Ben eşeksem sen de eşşoğ…” gibi bir tepki yükseliyor. İkisi de birbirinden şokella!

Hele Kürt siyasetinin oturduğu tehlikeli pazarlık masası var ki… Neyse…

Onu zamanı gelince yazacağım. Çok söyleyecek lafım var. Muhtemelen “Taşa çaldım namusumu arımı” türküsünden alıntıyla koyacağım başlığını. Şimdilik “Allah yazdırmasın!” diyor ve geçiyorum.

BIKANLAR ORDUSU

İşte birde bu işten topyekûn sıkılanlar ordusu var. Ben kendimi orada mütevazı bir nefer olarak görüyorum. Bıkanlar kitlesinin kendi halinde bir parçası. Vapurlarda TV 24’ten bağırtılan Başbakan’ı her akşam eve giderken dinlemek zorunda kalanlar mesela… Gitmediği mitinglerde okunan, “Beraber yürüdük biz bu yollarda… ” andına maruz kalanlar… Gazeteyi okumasa, televizyonu izlemese, radyoyu duymasa bile bir biçimde kulağına çalınmak suretiyle müptezellikten haberdar olma talihsizliğine mahkûm olanlar… Hırstan ağzı köpürmüş tarafların yüzlerini, gözünün takılması sebebiyle görmek gafletinden kurtulamayanlar… “Oh yes!” demediği için haysiyetinden fıtratına kadar her şeyi masaya yatırılanlar… İnsanı acayipleştiren bu acayipliğin dışında kalmak için her yola başvurup da dermansız düşenler… Statükocu, şeytan kulağına kurşun darbeci olmaktan başını yeni almışken şimdi bir de, Allah muhafaza, sünnetsiz ve komünist durumuna düşürülenler… Onlar ne diyor?

HAYAT SON SÖZÜ SÖYLER AMA…

“Tehlikenin farkında mısınız?” diye soruyorlar. Sormak isterim ben de. Bu rezilleşmenin taraflarından biri olmaya karar verdikten sonra geri dönüş yolu çok uzun: Tehlikenin farkında mısınız? Kırıp döktüklerinizin tamiri mümkün değil, en çok kendinizde. Bu 12 Eylül’-ün birde 13 Eylül’ü var. Bu dilin parçası olduktan sonra insanın ağzından kiri gitmez, pası geçmez. Sen artık o dili konuşan bir insan olursun, o sözcükleri sarf etmiş bir insan. “Söz olur semaya karışır” deme, biliyor musun kardeş, ses kaybolmuyor uzayda. Hepimizin sesleri dolaşıp duruyor göklerde. Sesin keskin kenarının kesiği, kâğıt kesiği… Bunların yarası kolay geçmiyor. Hep çift taraflıdır bu bıçaklar, seni de kesiyor.

Bu dönem öyle bir dönem ki, sadece referandum süreciyle ilgili değil, daha geniş bir zaman dilimi için söylüyorum bunu, mesele haysiyetini korumak, dilini esirgemek, dirayetini sakınmak. Bunun için “kıyıda” durmak gerekiyorsa, evet, kıyıda durmak! Bunun için “etkisiz eleman” olmaksa evet olmak! Funda Arar’ın dediği gibi:

“Evet hayat son sözü söyler ama… Benim de cümlelerim var!”

Azadiya Welat gazetesi 8. kez kapatıldi.


Azadiya Welat gazetesi 8. kez kapatıldi.
Türkiye’de günlük yayın yapan tek Kürtçe gazete olan Azadiya Welat, 8. kez bir ay süreyle kapatıldı
Azadiya Welat gazetesi, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ‘PKK / KONGRA-GEL propagandası yaptığı’ iddiasıyla bir ay süreyle kapatıldı. Mahkemenin kapatma gerekçesinde ise şöyle denildi: ‘İstanbul ilinde basılıp yayınlanan Azadiya Welat isimli gazetenin 21 Ağustos 2010 tarih ve 1252 nüshasında yer alan PKK / KONGRA-GEL örgütünün propagandasını ve suçluları övme içeren yazıları nedeniyle, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 6/son maddesi gereğince yayınının 1 ay süreyle durdurulmasına ve 5187 Sayılı Basın Kanunu’nun 25/2 maddesi gereğince söz konusu gazetenin belirtilen sayısının nüshalarının tamamına el konulmasına karar verildi.’