Dersimliler Derneği: Özür yetmez, sıra diğer taleplerde
Ankara – Ankara Dersimliler Derneği Başkanı Av. Bülent Akdağ, Başbakan Erdoğan’ın Dersim katliamı için özür dilemesinin önemli ancak yetersiz olduğunu belirterek, Dersim adının iade edilmesi, devlet arşivlerinin açılması, Seyit Rıza’nın mezar yerinin açıklanması gibi taleplerinin de kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Erdoğan’ın CHP’yi sorumlu göstererek devletin rolünü gizleme yönünde bir yaklaşım içinde olduğuna dikkat çeken Akdağ, CHP’nin katliamın tek sorumlusu olmamakla birlikte mevcut tutumuyla sorumluluğu üstlendiğini ifade etti.

Dersim katliamı için parlamentoda Araştırma Komisyonu kurulması taleplerine en büyük desteğin BDP’den geldiğini kaydeden Akdağ, “Dersim katliamıyla ilgili bir Araştırma Komisyonu kurulur ve sonuçları da kamuoyuyla paylaşılırsa, sistemin daha neler yapmış olabileceği düşünülerek diğer katliamlar ve faili meçhul cinayetler de araştırılır” dedi Mustafa Kemal’in katliamdan haberdar olmadığı iddiasının mantıklı olmadığını vurgulayan Akdağ, Alevilerin bundan sonra Kemalizm, devlet ve CHP’yle ilişkilerini sorgulayacağını, CHP’nin mevcut tutumunu sürdürmesi halinde Alevileri kaybedeceğini söyledi.

Av. Bülent Akdağ, ANF’nin sorularını yanıtladı:

* CHP Dersim milletvekili Hüseyin Aygün’ün açıklamalarıyla bir kez daha gündeme gelen Dersim katliamı üzerine Başbakan Erdoğan özür diledi, siz bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Bu konu bizim için yıllardır gündemdeydi ama Türkiye kamuoyunun gündemine gelmesi CHP’li Onur Öymen’in Mecliste yaptığı konuşmada, “Dersimde analar ağlamadı mı” sözüyle gündeme gelmişti. Ondan sonra Başbakan Erdoğan, “Dersim katliamı” ifadesini kullandı. Geçen 10 Kasım’da da Hüseyin Aygün’ün bir gazeteye yaptığı açıklamayla tekrar gündeme geldi. Biz Sayın Başbakanın özür dilemesini olumlu buluyoruz. Hükümetin başında olan, devleti temsil eden bir kişi olarak Dersim halkından özür dilemesi olumludur ama yeterli değildir. Somut adımların atılmasını, diğer taleplerimizin de karşılanmasını istiyoruz.

DİĞER TALEPLERİMİZ DE KABUL EDİLMELİ

* Madde madde sıralarsak nedir talepleriniz?

– Taleplerimizin birinci maddesi özür dilenmesiydi. Diğer taleplerimizi ise Dersim adının iade edilmesi, Genelkurmay ve devlet arşivlerinin açılması, Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklanması, katliamdan sonra evlatlık alınan kız çocukları ve diğer kayıpların akıbeti hakkında bilgi verilmesi, Dersim katliamının ikinci versiyonu olarak gördüğümüz Munzur barajlar projesinden vazgeçilmesi, dilimiz ve Alevi-Kızılbaş inancımız üzerindeki baskıların kaldırılması ve cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi olarak sıralayabilirim. Tabi başka taleplerimiz de var ama başlıca taleplerimiz bunlar.

* Bu talepleriniz için parlamentoda grubu bulanan partilerden AKP, CHP ve BDP’ye görüştünüz, taleplerinizi nasıl karşıladılar?

– İlk görüşmeyi CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi’yle yaptık, bizi sadece dinledi ve taleplerimizi genel başkana ileteceğini söyledi. Daha sonra AKP Grup Başkanvekili Ahmet Aydın’la görüştük, kendisi, taleplerimizin bir çoğunun karşılanabileceğini, partiler arasında konsensüs oluşması halinde Dersim katliamıyla ilgili araştırma komisyonu kurulmasına destek verebileceklerini söyledi. Daha sonra BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan, İstanbul milletvekili Levent Tüzel ve Muş milletvekili Sırrı Sakık’la görüştük. En sıcak ilgiyi BDP gösterdi, zaten daha önce de Araştırma Önergesi vermişti BDP, yine Dersim eski milletvekili Şerafettin Halis, Dersim adının iadesi için yasa teklifi vermişti. Araştırma Komisyonu kurulması için önerge de vereceklerini söylediler.

CHP KATLİAMIN SORUMLULUĞUNU ÜSTLENMİŞ OLDU

* Genel Başkanı Dersimli olan ve Dersim’den 2 vekil çıkaran CHP’nin bu mesafeli tutumu ve katliama yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz?

– Biz Dersim meselesinin siyaset üstü, partiler üstü bir mesele olarak ele alınmasını istiyoruz. CHP’nin tutumu yanlış. Hem yeni CHP diyorlar, hem seçim programına alıyorlar ama konu gündeme gelince devletçi reflekslere bürünerek sorumlu olmadıklarını açıklamaya çalışıyorlar. CHP, şunu demeliydi, “CHP yerine başka parti de iktidarda olsaydı yine katliam olacaktı çünkü katliam bir devlet politikasıydı. Başbakanın tavrı olumludur, devlet bu sorunla yüzleşecekse biz de katkı veririz.” CHP mevcut tutumuyla katliamın sorumluluğunu üstlenmiş oldu. Ancak bizce bu katliamın tek sorumlusu CHP değildir. Bunun kanıtı ise bugüne kadar kurulan hiçbir hükümetin meselenin üstüne gitmemesidir. Bu durum da katliamın devletin devamlılığı politikası ile ilgili olduğunu gösteriyor.

* Başbakan Erdoğan, CHP’yi sorumlu göstererek, devleti aklamaya mı çalışıyor?

– Öyle bir yaklaşım var, buradan CHP’ye de vurmak istiyor. Ama başbakanın niyetini sorgulamak için vakit erken. Biz bundan sonraki adımlara bakacağız, somut adımlar atılmazsa niyet sorgulaması yapacağız. Dersim katliamı araştırılırsa bu işlenen binlerce faili meçhul cinayet ve diğer katliamların da araştırılması için bir milat olabilir. Siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin, kamuoyunun bunu iyi değerlendirmesi gerekir.

* Bunun için ne yapılmalı?

– Dersim katliamıyla ilgili bir Araştırma Komisyonu kurulur ve sonuçları da kamuoyuyla paylaşılırsa, sistemin daha neler yapmış olabileceği düşünülerek diğer katliamlar ve faili meçhul cinayetler de araştırılır. Dersim öyle bir vahşet ki, başbakan 13 bin kişi öldü diyor ama bizim bilgilerimiz bu sayının çok daha fazla olduğu yönünde. Bunlar açığa çıkarsa, diğerleri de açığa çıkarılsın diye bir mantık oluşur. Bir de Dersimliler mitinglerle, basın açıklamalarıyla taleplerini dile getiriyorlar, bu diğerleri için ön ayak olabilir.

ATATÜRK’ÜN HABERSİZ OLMASI MANTIKLI DEĞİL

* Tartışılan bir nokta da Mustafa Kemal Atatürk’ün katliamdan haberi olup olmadığı meselesi, sizin görüşünüz ne?

– Yeni bir Cumhuriyet kuruluyor, Atatürk de cumhurbaşkanı. Dersim’e çok büyük askeri güç sevkediliyor, hava bombardımanı yapılıyor ve bu 2 yıl sürüyor. Cumhurbaşkanının haberi olması bir yana onayı olmadan böyle bir hareket yapılması pek mantıklı durmuyor. Ama kesin yargıya arşivlerin açılmasından sonra varabiliriz.

CHP ALEVİLERİ KAYBEDEBİLİR

* Son gelişmeler Alevilerin Kemalizm ve devletle ilişkilerini sorgulamaya yol açar mı?

– Bence açar.

Nasıl bir sorgulama olur, ne gibi sonuçlar doğar?

* Alevilerin bugüne kadar CHP’yi desteklemelerinin nedenlerinden biri laikliğe sahip çıkması. Aleviler artık devlet ve onu temsil eden partileri sorgulamaya başlayacaklar. Bundan sonra daha demokratik tutum sergileyen siyasetlere yöneleceklerdir. Eğer CHP bu sorunla yüzleşmez, “evet hata yapılmıştır, artık bu ülkenin demokratikleşerek barışa, özgürlüğe ve refaha kavuşacağını düşünüyoruz” demezse Alevileri kaybetmesi muhtemeldir.

ANF NEWS AGENCY

İstanbul’da 33 avukat ve bir gazeteci tutuklandı


İstanbul’da 33 avukat ve bir gazeteci tutuklandı

İstanbul – Müdafilerinin boykot etmesinin ardından avukatsız İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilen 41’i avukat 43 kişinin mahkeme sorgusu tamamlandı. 8’i avukat 9 kişi serbest bırakıldı, gazeteci Cengiz Kapmaz ile 33 avukat tutuklandı.

Tutuklanma talebiyle İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 41 avukatının müdafiliğini üstlenen 100’ü aşkın avukatın mahkemeyi boykot etmesinin ardından avukatsız süren mahkeme sona erdi. Sonuçlanan mahkemede 8’i avukat 9 kişi serbest bırakıldı, aralarında gazeteci Cengiz Kapmaz’ın da bulunduğu 34 kişi tutuklandı. Avukatların tutanakları imzalamadığı öğrenildi.

Cuma günü 46 kişi adliyeye çıkarılmış, avukat İrfan Dündar ve iki şoför serbest bırakılmıştı.

AVUKATLAR AÇISINDAN DÜNYANIN EN BÜYÜK CEZAEVİ

22 Kasım’da 16 ilde yapılan eş zamanlı operasyonlarda 50’ye yakını avukat olmak üzere 100’ü aşkın kişi gözaltına alındı.

AKP hükümeti, gazeteciler, seçilmişler, öğretmenler, öğrenciler, sendikacılar, çocuklar ve insan hakları savunucuları ardından avukatlar açısından da Türkiye’yi dünyanın en büyük cezaevine dönüştürdü.

7 AYDA 4500 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

BDP Hukuk Komisyonuna göre 14 Nisan 2009 tarihinde Kürt legal siyasetine karşı başlatılan “KCK” operasyonları çerçevesinde son 7 ayda 4 bin 547 kişi gözaltına alındı, bunlardan bin 838’i tutuklandı. Tutuklananların listesine avukatlar dahil değil.

BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, 24 Kasım’da yaptığı açıklamada “AKP’nin politikalarını onaylamayan, bağımsız tavır almak isteyen yargıçların da hiçbir güvenceleri kalmamıştır” dedi.

İNSAN HAKLARI İHLALLERİ ŞAMPİYONU

Türkiye bugün her alanda insan hakları ihlalleri şampiyonu ülke haline geldi. AKP hükümeti 9 yılda cezaevlerindeki insanların sayısını 40 binlerden 130 bine çıkardı. Kadına şiddet görülmemiş boyutlara ulaştı. 70’i aşkın gazeteci ve yazar, 500 öğrenci, 18’i belediye başkanı ve 8’i milletvekili olmak üzere yüzlerce seçilmiş, 21’i öğretmen 40 dolayında sendikacı, onlarca insan hakları savunucusu bugün cezaevlerinde.

ANF NEWS AGENCY


Kürt Dostu Danielle Mitterrand hayatını kaybetti

Kürt dostu Mitterand Kuzey Kürdistan sorunuyla da yakından ilgileniyordu. 1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan, Roma’ya geldiğinde Mitterand, şöyle demişti: “Öcalan’ın Roma’ya gelişi İtalyanlara verilmiş bir hediyedir.”

Danielle Mitterrand hayatını kaybetti

Fransa eski First Lady’si ve aynı zamanda Kürt dostu Danielle Mitterrand, 87 yaşında hayatını kaybetti. Mitterrand, geçtiğimiz Cuma gününden beri Paris’te bir hastanede tedavi görüyordu.

Paris’teki Georges-Pompidou hastanesine Cuma günü kaldırılan 87 yaşındaki Danielle Mitterrand, pazartesi gecesi hayata gözlerini yumdu.

Danielle Mitterrand’in ismi 21 Mayıs 1981’den bu yana François Mitterrand’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte Fransız tarihine geçti. Mitterrand, uluslar arası sahnede sol görüşleri ile açık bir siyasi pozisyon alan ilk First Lady oldu.

1986’da Özgürlükler Vakfı’nı kurdu. Bu vakıf dünya genelinde ezilen kadın ve erkekleri savunuyor.

KIRMIZI HALILAR GÖZÜMÜ KAMAŞTIRMADI

Eski Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın dul eşi Danielle Mitterand, geçtiğimiz 21 Ekim’de Özgürlükler Vakfı’nın 25. kuruluş yıldönümü etkinliğinde yer almıştı.

Vakıf adına o gün yaptığı yazılı açıklamada Mitterand şunları söylüyordu: “Yaşam, zaman içinde uzun bir yol kat etmemi istedi. Kader bana çok ayıda kırmızı hali üzerinde yürüme ve dünya büyükleriyle karşılaşma fırsatı verdi. Ama her şeyden önce tüm kıtalardan halklara yakın olmamı, yaşama mutluluğundan unutulmuş ve sefaletten beli bükülmüş erkek ve kadınların tanıklıklarını dinlememi sağladı.”

Mitterand şöyle devam ediyordu: “Cumhurbaşkanlığının kırmızı hali seyahatleri benim yolumu şaşırtmadı, parıltılar da gözümü kamaştırmadı (…) Özgürlükler Vakfı’nın kurduktan 25 yıl sonra, vakıf olmanın nedenleri halen geçerlidir…” Bu nedenler, yoksulluk, baskı ve zenginliklerin adaletsiz paylaşımı…

“KÜRT DOSTU”

Kürt dostu olarak da tanınan Danielle Mitterand’ın heykeli Mart 2010’da Güney Kürdistan’ın Halepçe kentine dikilmişti. Mitterand, 2009’da Federal Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Hewler’deki Kürt parlamentosunda yaptığı bir konuşmada “Kürdistan benim ikinci vatanım” demişti. Mitterrand, 1989’da da mülteci kamplarında yaşayan 200 Kürt aileyi ülkesine götürmüş ve Güney Kürdistan’ın uçuşa yasak bölge ilan edilmesinde rol oynamıştı.

Mitterand Kuzey Kürdistan sorunuyla da yakından ilgileniyordu. 1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan, Roma’ya geldiğinde Mitterand, şöyle demişti: “Öcalan’ın Roma’ya gelişi İtalyanlara verilmiş bir hediyedir. Böylece bütün dünyaya Kürt sorunu tanıtıldı. Bütün Kürtler ve Öcalan benim kalbimde. Kurduğum vakıfla yıllardır onların mücadelesine yardım etmeye çalışıyorum. Ben onların mücadelesi için sahaya iniyorum. Öcalan, terörist değil bir özgürlük savaşçısı.”

ANF NEWS AGENCY

Akılla Dünyayı Harabeye Çeviren Adam NURİ DERSİMİ


Akılla Dünyayı Harabeye Çeviren Adam NURİ DERSİMİ

Hakan ADAY

Çocukluğum, babam Halil Aday’ın anlattığı ‘mesel’lerle geçti. Şimdi hayatta olmayan büyüklerimizden bahsetmesi hoşumuza giderdi. Tarlada, harmanda, evde fırsat buldukça uzun uzun anlatırdı. Kekıl ve Seydo’nun maceralarından hoşlanırdım. Ama favorim Apé Memo hikayeleriydi.

Hozat tarafından gelip Pertek’e yerleşen, sonradan Sünniliği ve Türklüğü benimseyen Hember Beg’in (Enver Dalokay) bizim olan bir araziyi, devletin gücünü de kullanarak zapt etme uğraşı en çok dinlediğim meseldi. Babamın, Hember Beg’le olan mahkemesi yaklaştığında, hakim ve savcıların canı bizim kuzuları çekerdi. Babam kuzulardan en güzelini alıp onlara götürürdü. Ben gözüm gibi baktığım kuzuların ardından gizli gizli ağlardım.

Lise yıllarında, çocukken dinlediğim naif mesellerin yerini siyasileri almaya başlamıştı. 93 Harbi, Koçgiri Olayları, 38 Katliamı, Alişér Bey, Seyit Rıza ve Baytar Nuri gibi isimlerin geçtiği meseller ilgimi çekiyordu.

Babam, Nuri Dersimi için ‘‘Baytar Nuri, bi aqlê xwe dinê xira kırî bu’’ (Aklıyla dünyayı harabeye çevirmişti) derdi. Yöremizde söylenen birçok klamın Nuri Dersimi tarafından söylendiği anlatılır. Örneğin ‘‘Hasan Hayri’’ ve ‘‘Çiçega Pilvankê’’ klamlarının Dersimi’ye ait olduğunu söyler babam.

Yakın tarihimizin en popüler kişilerinden biri olan Nuri Dersimi’nin özel hayatı bu güne değin açığa çıkmış değil. ‘‘Kürdistan Tarihinde Dersim’’ ve ‘‘Hatıratım’’ isimli kitapları dışında aile hayatına ait bilgimiz yok denecek kadar azdır. Koçgiri ve Dersim olaylarının aktörlerinden birinin bütün yaşadıkları, kitaplarında ve bu iki tarihi olayı yaşayanların anlattıklarından ibaret olamazdı. Kürdistan tarihi için bu denli önemli bir şahsiyetin akrabaları mutlaka vardı ve birilerinin onları bulması gerekiyordu. Kısa süre önce sanatçı Sena Dersimi’den, Nuri Dersimi’nin yeğenlerinden birinin Dersim’de yaşadığını öğrendim. Tarihsel bir kişilik olan Dersimi’ye ait bir şeyler bulmanın ve öğrenmenin heyecanıyla yeğen Gülseren Aytaç’la bir söyleşi yaptım. Çok değerli anılara ve fotoğraflara sahipti yeğen Dersimi. Ömrünün büyük kısmını sürgünde geçiren Nuri Dersimi’nin ailesinin de benzeri göçler ve sürgünler yaşadığına tanık olacaksınız.

Hakan ADAY: Gülseren Hanım bize kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Nuri Dersimi’nin yeğeniyim. Eşim Kureyşan’lı. Ankara’da tanıştık, Konya’da evlendik. Doğma büyüme Mersin’liyim. 38 hareketi daha başlarken annemi özel sebeplerden dolayı Mersin’e, polis olan dayım Hüseyin Karar’ın yanına gönderiyorlar. Annemim babası ile dayımın babası Milla İbrahim ama anneler farklı. Annem Sarısaltık’lıdır. İki dayım 38’de vuruluyor.

Nuri Dersimi’nin kitabında bahsettiği, Pertek çıkışında, Mercimek Virajları’nda kurşuna dizilen kardeşleri olmalı.

Evet öyle. Birinin adı Rıza, diğeri Haydar. Daha sonra anneannem de Mersin’e gönderiliyor. O da orada vefat ediyor.
Bu sıralarda dayımı Elazığ valisi Cemal Bardakçı yanına çağırıyor. Diyor ki ‘‘Baytar, ya bu işleri bırak, uğraşma, ya da kaç. Seni yakalayıp asacaklar. Bunu iyi bil. ’’Bu görüşmeden evvel Atatürk, Dayım Nuri ile görüşüyor, ona altın bir dolmakalem hediye edip, yanına çekmek istiyor. Xolfenk’te (Şahinkaya) Keban yolu üzerinde, sağda bir çiftlik hediye ediliyor. İçinde kilise var.

Ben Xolfenk’e gittim. Bir yapı var. Ama Kilise değil de Manastır olduğu söyleniyor.

Biz öyle biliyoruz. Manastır olabilir. İpler kopunca dayım Mersin’e, annemin yanına gidiyor. Anneme diyor ki ‘Ben gidiyorum. Benim Ziraat Bankası’na dört bin lira borcum var. O parayı öde, çiftlik sana kalsın.’’ Çiftlik sonraları Elazığ il encümenliğinin yaptığı ihale sonucu satılıyor. Elazığ’lı işadamı Sadık Erzen tarafından satın alınıyor. Daha sonra o da satıyor. Bu arada 38 harekatı sona ermiş, annem sürgüne gönderilenleri ağırlıyor. Alanya tarafından gelenler var. Selvi Hatun adında bir kadın varmış, üstü başı kanlı. Annem onu görünce çıldırmış.

Bahsettiğiniz Selvi Hatun, Poxters’ten alınıp, Hozat’ın İn Deresi’nde öldürülen kafileden sağ kurtulan kadın olmalı. Nuri dayınızın eşi değil.

Evet, tabi. Yengem değil. Neyse bu aralar dayımdan bir haber geliyor. ‘‘Ben iyiyim’’ diye. Önce İsviçre’ye gidiyor. Oradan Beyrut’a. Beyrut’tan da Şam’a geçiyor. En son da Halep’e yerleşiyor.

Elazığ’daki eşini Selvi hanımı Suriye’ye götürmek istiyor ama kadının ailesi izin vermiyor.

Bu olayı ikinci eşi Pertek’li (Çuçke – Xesir) Hatun Hanım, 1993’te Özgür Gündem’de Nesimi Aday’a şöyle anlatmıştı: ‘‘Nuri Bey, ‘Ben gidiyorum. Bir iki ay sonra size falanca yere gelin diye haber gönderirim, gelirsiniz. Ama haberim gelmezse başınızın çaresine bakın’ dedi. Sonra haber çıkmadı.

Suriye’de Karabal aşiretinden olan Feride adında bir hanımla evleniyor. 38 de vurulan dayılarımın çocuklarını yanına almak istiyor. Bir gün bize bir kadın geldi. ‘Beni Baytar gönderdi’ diye. Annem önce inanmadı, korktu. Çünkü Mersin’deyken polis sık sık bizi rahatsız ediyordu. Sürekli dayımı soruyorlardı. Söylemezseniz size şöyle işkence yaparız, böyle işkence yaparız diye tehdit ediyorlardı. Bir gün annem dayanamadı emniyet müdürlüğüne çıktı ne istiyorsunuz benden, yeter sizin yaptığınız, yerini bilmiyorum diye tepki göstermişti.

Gelen kadın, sizden ne istiyordu?

Kadın dayım Nuri’nin resmini gösterdi. ‘‘Sizi Halep’e götürmeye geldim’’ dedi. ‘‘Şu tarihte, şu saatte Antep’te olun, oradan gideceksiniz’’ dedi. Bir miktar para yollamış dayım, onu bıraktı ve gitti.

Siz ne yaptınız, kadına ne cevap verdiniz?

Hatırlıyorum annem resmi görünce çok ağladı. Aradan bir zaman geçtikten sonra, biz annemle Antep’e gittik. Bir gece orda kaldık. Dayım adamlarını yollamış Nusaybin’e. Biz de gece yola çıkıp Nusaybin’e gittik. Dayımın adamları bizi taksiyle Suriye’ye götürdü. Orda dayım bizi karşıladı. Dayım sürekli anneme ‘neler oldu anlat bana’ diye sorular soruyor, olan biteni öğrenmeye çalışıyordu. Bir müddet sonra dayım, anneme ‘‘Sana para vereyim git o yetimleri de getir’’ dedi. Biri Rıza’nın oğlu Mustafa, biri Haydar dayımın çocukları Hasan, Hüseyin ve kız kardeşleri Aslı. Aslı, Türkiye’de kalmış. Annesi vermemiş. Ama Hasan, Hüseyin ve Mustafa Suriye’ye getirildi.

Suriye’deki günleriniz nasıl geçti, sonra neler oldu?

Dayım orda hepimizi okula gönderdi. Ama annem Türkiye’ye dönmek istiyordu. Dayım ise bırakmıyordu, sinirli ve otoriter bir insandı. Sen gidersen bir daha görüşemeyiz, irtibatımız kopar diyordu. Annemi Suriye’de isteyenler oldu. Ama annem istemedi. Ben hastalandım Şam’a, Beyrut’a hastanelere tedaviye gittim. Karaciğerimden rahatsızlanmıştım. Annemle Mersin’e döndük. Rahmetli üvey babamın tayini Konya’ya çıkmıştı. Konya’ya gittik yerleştik. Antakya Kırıkhan’da dayımın Dersimli arkadaşları vardı, soyadı Göçmen olan, orda Dağyeli gazetesini çıkarıyorlardı. Dayım onlara diyor ki benim hatırım için kızı (beni kastediyor) sakın bir Türk’e vermesinler. Dayımın düşüncesi ise beni Rıza dayımın oğlu Mustafa’yla evlendirmekti. Biz Kırıkhan’a misafirliğe gittik, iletişimdeyiz dayımla. Benim düğün kıyafeti ölçülerimi alıyor, bilek ölçümümü soruyor, bilezik ve yüzük almak için. Ben nasıl ağlıyorum. Evlenmek istemiyordum. Kırıkhan’da nişan Suriye’de de düğün yapmak niyetindeydi dayım.

Bu arada Mustafa, Suriye’den kaçıp geldi Türkiye’ye. Annem onu tekrar Suriye ye yolladı. Dayımla mektuplaşıyoruz birkaç mektubumuz birbirimize ulaştı. Sonra ben eşimle Ankara’da tanışıp Konya’da evlendim.

Böylece dayınızla ilişkiniz kesildi mi?

Evet. Sonraki mektupları eşi dayıma vermiyor, irtibatımız kesildi. Bu arada Hüseyin Suriye’den gezmeye gelir Axzunig’e. Biz de o sırada Ankara’ya gitmiştik. Elazığ’a uğramış bizi sormuş ama bulamayınca Suriye’ye geri dönmüş.

1973 olmalı dayımın ölüm haberini aldık. Yemeğini falan verdik. Elazığ’da Rasim ve Ahmet Küçükel’ler vardı, onlar da aslen Pertek Corovanlı, sizin köylüler. Onlar bize yardımcı oldular. Rasim Küçükel’le dayım Elazığ’dan tanışıyorlar. 1960 ihtilali olunca, Rasim Küçükel Suriye’ye kaçıyor. Dayımın yanında kalıyor. Ben Elazığ’da tapuda çalışırken Rasim Küçükel geldi yanıma. ‘‘Dayın benim kirvem olur, herhangi bir sorununuz varsa biz kirveyiz haberimiz olsun dedi.’’

Nuri dayınızın ölümünden sonra, kuzenlerinizle ilişkiniz tamamen kesildi mi?

Mustafa her yıl Türkiye’ye gelirdi. Aslı şimdi Dersim merkezde yaşıyor. Hasan da sonradan Elazığ huzurevinde kalmaya başladı. Bir dönem kayboldu. Sağlık sorunlarından dolayı askerlikten muaftı. Biz Konya’dayken polis bir akrabanız sizi arıyor dedi. Bir geldi ki Hasan. Uzun boyluydu Hasan, kanepeye sığmıyordu. Bizde kaldıktan sonra ‘‘Ben Elazığ’a gideceğim’’ dedi. Biletini ayarladık gitti. Ama Elazığ’a gitmemiş.

Dayınız ‘‘Kürdistan Tarihinde Dersim’’ kitabında, Hasan’ın ince dal gibi bir çocukluk fotoğrafını kullanmış ve altına şöyle yazmış: ‘‘Gözü önünde babası öldürülen Dersim muhacirlerinden birader zadem Hasan’’. Peki Ya Hüseyin’e ne oldu?

Hüseyin’i ise Suriye’de siyasal denginde bir okula vermişti dayım. Dayım onu eşinin kız kardeşi olan Jale ile evlendirdi. Sonra ondan boşanınca, dayım ona çok kızmış. Suriye’de Kürt Dağı var. Hüseyin boşandıktan sonra orda bir ağanın kızıyla evleniyor. Hala Suriye’de yaşıyor. Dayım öldükten sonra eşi Feride, Hüseyin’nin oğlunu kendi kaydına alıyor. Sonra kadın da öldü.

Gülseren Hanım, dayınızın gelen gideni çok olur muydu, kimleri hatırlıyorsunuz?

Türkiye ile Suriye arasında kaçakçılık yapan insanlar gelirdi. Onun dışına özellikle Ermeniler çok gelirdi. Dayım onlardan Türkiye ile ilgili bilgi alışverişinde bulunurdu. Doktor Nazif ve Bedirxanlar’la da sık sık görüşürdü. Türkiye’den gelenlerin çoğunu dayım misafir eder, yedirir içirir, durumu zayıf olanlara para da verirdi.

Dayımın basılı olan kitaplarından birini 12 Eylül’de evin arkasındaki taşlıkta saklamıştım. İzmir dönüşünde bulamadım. Belediye orayı kazmıştı çünkü.

Bir de odasını hatırlıyorum dayımın. Sürekli odasında yazı yazardı. Kitaplardan odanın duvarları görünmüyordu. Yaşarken kitaplarını bir yere bağışlamış. Ama yer konusunda tam bilgim yok. Bir de çok güzel saz çalardı. Hatırladığım ve annemin anlattıklarından bildiklerim bunlar.

****

NURİ DERSİMİ’NİN KÖYÜNE ZİYARET

Gülseren Aytaç’la görüştükten bir gün sonra Müslüm Karakuş ile Elazığ Xolfeng’e (Şahinkaya), Nuri Dersimi’nin çok konuşulan konağını görmeye gittik. Müslüm Karakuş 1993 yılında bu çiftliği satın almak istemiş. Görüşmeler yapılmış fakat son anda varislerden biri çiftliği satmaktan vazgeçmiş. Müslüm Ağabey, 1993’te konakta yaşayan yaşlı bir adama konğın kime ait olduğunu sormuş. Adam ‘konağın, vatan hayini Baytar Nuri adında bir kaçağa ait olduğunu’ söylemiş.

Çiftliğe yaklaştığımızda bakımsız ağaçlar dikkatimizi çekti. Sahipsiz görünüyordu. Seslendik ama kimseler yoktu. Terk edilmişti. Az ileride kesme taşlardan yapılmış çeşmenin halini görünce, ikimiz de çok üzüldük. Çeşmenin üstündeki Baytar Nuri Dersimi ismi kazınmış, geriye ‘‘…Selvi Sayar bu akardan içenlere sağlıklar diler. 01.08.1936 yazısı ve tarihi kalmıştı. Birileri itinayla Nuri Dersimi’nin ismini çeşmeden silmişti.

Daha sonra çeşmenin alt tarafındaki bahçeyi gezdik. Muhtemelen Nuri Dersimi tarafından dikilen dut ağaçlarının altından geçerek, hemen yan tarafındaki manastıra gittik. Hazine arayıcıları manastırdaki taş sutunları bile tahrip etmişlerdi.

Geri dönüp çeşmeden yaklaşık elli metre yukarıda olan tek katlı konaga gittik. 1993 yılında konağı ziyaret eden Müslüm Karakuş, iki katlı olan konağın üst katının ya yandığını ya da yıkılmış olabileceğini söyledi. Gerçekten de yapının üst kısmında yer yer yanık izleri görülüyordu.

Xolfenk’ten dönerken aklıma Nuri Dersimi’nin kendi sesiyle haykırdığı ‘isyanı’ anımsadım.

İSYAN

Ne kadar uzuyor yollar
Geçtiğim yollar
Güzergahında ben, neler bıraktım neler
Asfalt yerine kanımı yollara serdim
Yollara serdim ki sen geçesin ey yarının nesli
Eğilmeyen başların başında yürüdüm
Yürüdüm ki bana bakasın
Benden ilham alasın
Ben ilhamımı asırlardan aldım
Arnuslar’dan, Spartaküsler’den
Bütün büyük asilerden
Zillete boyun eğmeyen
Büyüklerden aldım

Anlımdan akan kanlarla
Kendime şeref tacı yaptım
Yürüdüm…
Yürüyorum
Kutup Yıldızı’na bakarak
Zulma ıslık çalarak
Girdaplar kenarından
Şafaklara
Aydın şafağa bakarak
Yürüdüm.. yürüyorum…

Yolum budur değişmez
İnsanlığı yarına
Yarının güneşine götüren yola bir köprü gerek
Ben o köprüyü kemikleriyle kurmak isteyenlerin yoldaşıyım
Ruhumda volkanlar var
Köleliği yakmak isterim
Her şeyi eritip yeni bir dünya
Yeni bir insanlık yaratmak isterim
Öyle bir dünya ki unutulsun gözyaşı
Herkesin güleceği bir dünya
Dünya.. Dünya ah o dünya…

Açlar bulunmayan
Öksüzlük bilmeyen
Boyun eğmeyen
Riya yapmayan bir dünya
Dünya.. Dünya işte o dünya…

Şimdiki dünyanın tamamen aksine bir dünya
İşte ben o yenidünya için vatansızım, yersizim
Kovulur dövülürüm
Élden éle sürülürüm

Yürürüm…
Yürürüm aydın şafağa bakarak
Hürriyet türküsü söyleyerek
İsyanımı haykırarak
Yürürüm.. yürüyorum.. yürüyeceğim…

Dersim Gazetesinin Kasım sayısında yayınlanmıştır.

Fethullah’ın Duruşu, Türk Devleti’nin yeniden çöplüğe yönelmesi..II


Fethullah’ın Duruşu, Türk Devleti’nin yeniden çöplüğe yönelmesi..II

Fethullah’ın duruşu aslında Türk Devleti’nin ve müttefiklerinin yeni Ortadoğu’daki “duruşu”dur. Barbarlar, müttefiklerinin desteğinde bu kez bütün güçlerini ortaya koyarak uygarlığın Ortadoğu’daki son kalesi olan Kürdistan’ı da yerle bir etme iradelerini ortaya koymuşlardır. Bu yolda ilerlerken, kendilerini vicdanlı davranmaya davet eden dünya halklarına da adeta meydan okuyan bir yönelim içindedirler.

Bu yazı Türk Devleti’ni eleştirme falan gibi bir amaç gütmüyor. Çünkü Türk Barbarları’nın şu an itibarı ile dinleyecekleri tek güç ABD’dir. Erdoğan boyunu aşan tehdit ve şantajların kapsamını oldukça geniş tutuyor. Bu durumda Türk İslami faşist yönetimi’nin savaş diline taviz vermemek, bu dile her ne pahasına olursa olsun gerekli cevabı vermek gerekiyor.

“Faşizm” veya “Türk İslami faşizmi” tabirini doğru kullanmak gerekiyor. Son kuşak bu konuda oldukça eksik bilgi ile hareket ediyor, yanlış şeyleri faşizm olarak niteliyor. Bence Türk olsun, Kürt olsun, günün insanı birer okuma tembeli haline gelmişlerdir. 1968 kuşağının bilgi deryası haline gelmiş olan insanları bugün yok.. Bundan dolayı mesela Türkler arasından bir Mahir, bir Deniz çıkmıyor. Faşizmin olmazsa olmazının temelini bilmek için dayandığı ekonomik güçten hareket edilmelidir. AKP Faşizmi, İslami denilen “Anadolu aslanları” sermeye yoğunluklarına dayanan bir şiddet rejimidir. Bu sermayenin önde gelen ismi Fethullahçı sermayedir. Türk işçi sınıfı, entellektüelleri ve bazı aydınları bu faşizmin kendilerine doğru da adım adım yaklaştığını gördükleri halde tavır alamamaktadırlar. Büyük bir çoğunluk, faşizmi Kürtler’e karşı ırkçı sloganlarla yürütülen mücadeledeki “faşizm”in kendisi sanmaktadırlar. Oysa ırkçı sloganlar faşizmin kitleleri kazanmak için kullandığı ikinci dereceden bir araçtır. Ama önemsenmeyecek cinsten değil.

Dolayısı ile ırkçılığı faşizm ile özdeş saymak, mücadeleyi somut alandan soyut alana çeker.

Fethullah, Türk Faşistleri’nin iktidara yürüyüşünün ideolologudur, ama ideologluğun gerektirdiği bilgi silahından yoksundur. Bu eksiğini onu sahaya iten gücün suflörlüğü ile kapatmak zorundadır. Okyanus ötesindeki o büyük gücü tanıyanlar, bu gücün istemediği bir eylemlilik içinde bulunanları asla ülkelerinde barındırmadıklarını bilirler. Filistinli görme özürlü imam buna örnektir. İşte Fethullah denilen ve bütün gücünü sahip olduğu dolarlardan ve istismar ettiği dini duygulardan alan bu unsurun bütün malvarlığı hedefte olmalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun bu adamın yönettiği sermaye ile kurulan okulların, üniversitelerin ve fabrikaların ve halk düşmanı unsurların finansmanında kullanılan o malvarlığının işletilmesi risk haline getirilmelidir.

Türk Faşizmi’nin Kürdistan’daki dostları ve maşaları olan devrimci eskisi kişilikler, kitlelerini kaybetmiş olan parti sekreterleri ve köy korucuları güruhunu peşlerine takan feodallerdir. Ben bu takıma bir bütün halinde “çöplük” diyorum. Erdoğan bu çöplükte işe yarar unsurlar aramaya yeniden hız vermiş bulunuyor. Bunlardan en şatafatlı karşılananı ve ağırlananı Burkay’dır. Geçen günlerde TRT-1’de bir “tanıtma” programına çıkarılan bu zat ilginç bir kişiliğe sahiptir. Bunun yanına Bay Güçlü’yü kattık mı iş tamam.. Bu ikili gibi daha bir çok unsur da sayılabilir. Ama Bay Güçlü deyince bu adamın PKK düşmanlığının derecesini hayretle takip ediyorum. Adam Mikronezya’da bir hadise olursa bunu (olumsuz anlamda) PKK’ye mal etmek için elinden geleni yapar. Düşünün Suriye’deki Kürt Düşmanı Esad rejiminin sallantıya girdiği bu günlerde, Bay Güçlü, “PKK Suriye rejimini destekliyor” türünden yazılar yazıyor. Sanki kendisi Suriye’de iken rejimin muhaberatı tarafından yakalandığında cebindeki “adem taarruz” denilen kağıdı çıkarıp “refiq, refiq” diye bağıran kişilik değilmiş gibi..

Bu yazının amacı sabotaj değildir. Ama işbirlikçiliği de teşhir etmeyecek değiliz. Burkay-Güçlü “ikilisi”nin anlaştığı bazı noktalar, AKP’nin de çok hoşlandığı noktalardır. Bu tezlerden biri; BDP’nin (onlar bunu PKK olarak gösteriyorlar) Kürdistan’da Kürtler’i temsil etmediğidir. Söz konusu görüşlerini “seçim” sonuçlarına dayandırmakta bir sakınca gördükleri yoktur. AKP de aynı iddiada bulunuyor. Yani düşman ile temsil konusunda anlaşmak bu sekreter eskilerinin kitleyi inandırmak istedikleri ilk noktadır. Düşman bunları neden bağrına basmasın? Psikolojik savaşta böylesine bir silaha paha biçilemez..

İkinci nokta; PKK halka şiddet uygulayarak oy almaktadır.. Bu da AKP’nin tezidir ve Bay Güçlü ile Burkay tarafından dillendirilmektedir. Buna bağlı olarak PKK’nin bir devlet projesi olarak ortaya çıktığını israrla iddia ederler. Şu paragraf Bay Güçlü’ye aittir:

“PKK, bir devlet projesi olarak yapılanmaya başladığı günden itibaren, sorunları silah ve şiddetle çözmeyi metod olarak benimsedi. PKK’nın varlık koşulları ve silahlı metodu 12 Eylül 1980 Askeri Darbesini hazırlayan koşullardan biri oldu.”

Aynı mealde bir çok yazı ve demeç Burkay tarafından da yazılmış veya verilmiştir. TAK eylemleri “tu kaka” edilirken, Türk Devleti’nin çok daha ağır ve katliama yönelik eylemleri ya çok hafif geçiştiriliyor, ya da görmezden geliniyor. Öte yandan “Hakkari-Çukurca”da cereyan çatışmada Türk Askerleri’nin 100’ün üstünde kayıp vermesini bahane ederek PKK’ye çok sert kelimelerle saldıran Burkay, “Kürtler, PKK’ye isyan edecek..” derken aslında AKP Faşizmi’nin tezlerini dile getiriyor.

Son zamanlarda özellikle Bay Güçlü “PKK Suriye işbirliğinin canlandırılması”ndan bahseder oldu. Bu unsur söz konusu iddiada bulunurken Türk kaynaklarını esas almıştır, ki başkaca kaynak yoktur. Öncelikle şunu söyleyeyim; ben ulusal konular söz konusu olduğunda İblis ile bile işbirliği yapılmasından yanayım. Çevremizi saran ilhakçı, inkarcı devletler biribirleri ile ve uzak yakın tüm güçlerle ilişki geliştirirken, bizim Don Kişot’ça hareket etmemiz elbette enayiliktir. Ama söz konusu Suriye ise Güney-Batı’yı unutmamamız, oraya zarar vermememiz gerektiği ortada.

Peki kazın ayağı öyle mi? Türk Devleti’nin Suriye’yi vurma planı yok mu? Elbette var. Bunun işaretleri verilmiştir. Öyleyse bir soru daha; Türk Devleti en başta kimi vuracaktır? Elbette Aleviler’i ve Kürtler’i.. PKK teslim olsa dahi Türkler’in Faşist yöneticileri Kürtler’i yine de vurmayacaklar mı? Kuşku götürmez bir şekilde Kürt’ün ezilmesi söz konusudur. O halde ne istiyor bu iki unsur (Burkay-Güçlü)?

Bence bunun bir adı vardır. Bunu siz koyun!

Kürt Halkı;

sadece bizim için değil, bütün dünya için söylüyorum; genel bir savaş havası ortalığı sarmıştır. Bir genel savaş durumu bütün dehşeti ile kendisini belli ediyor. Bu savaşa en iyi hazırlanan güç NATO’dur. Gorbaçov döneminde başlayan geri çekilme ile savunma hattını Berlin’den Moskova önlerine kadar çeken Rusya ise, şu anda göründüğü kadarı ile, sınıfta kalmış durumdadır. Bundan dolayı Batı, direkt müdahale lüzumu görmeden pis işlerini Türk Devleti gibi ruhunu daha satmış olan maşalara yaptırıyor. Libya’da, Afganistan’da, Ortadoğu’da (Suriye-Irak) cereyan eden hadiseleri anlamak için bu savaş durumunu iyi anlamak gerekir. Türk Devleti bugün yasak silahlarla Kürt katliamına hazırlanıyorsa sebebi bu savaş durumudur. Fethullah eğer “vurun Kürtler’i, göreceksiniz kimsenin kılı bile kıpırdamayacaktır” anlamına gelen sözler söylüyorsa, bunu ona söyleten kaygan zemini bilmek gerek..

Yazımı bitirirken daha önce söylediklerimi tekrarlıyorum: Silah, davasına inananları yenemez.. İç pisliklere rağmen bu böyledir..

2011-11-09

A Sirac Kekuyon

FETVA


FETVA
ADİL BAYRAM

TV ekranlarına düşen görüntü ve seslere göre, Amerika’ya sığınmış olan Fethullah Gülen isimli zat, Kürtlere yönelik çok tehlikeli ve kan dondurucu sözler söylüyor. Sözde PKK’ye karşı mücadelenin otuz yıldır neden başarılamadığını eleştiriyor ve yol gösteriyor. “Beş yüz mü, beş bin mi, haydi ellibin olsunlar, seninde elinde bir milyon var, oralarda etraflarını kuşat ve yok et” diyor. “Köklerini kes, kurut ve işlerini bitir” diye buyuruyor. “Evlerin ateşe verilmesi”ni istiyor.
Bunların Kürt katliamına ilişkin şimdiye kadar söylenmiş en açık ve korkunç sözler olduğu ortada. Söyleyenin Türkiye’yi yönettiği söylenen bir cemaatın lideri olduğu dikkate alınırsa, bunun bir “Fetva” olduğu açık. İçeriğine bakıldığında da bunun Kürtlere yönelik bir “Soykırım fetvası” olduğu net olarak görülüyor.
Amerika’da oturan ve AKP hükümetinin düşünsel yöneticisi olan bir kişi, Kürtlerin “Kökünün kurutulmasını” istiyor. O halde Kürt sorununun neden çözülemediği, bunu kimlerin engellediği ve günümüzde yaşanan sert çatışmaları başlatıp geliştirenin de kim ya da kimler olduğu böylece netleşmiş oluyor.
Kuşkusuz bu durum Kürtler açısından çok, ama çok büyük bir tehdit ve tehlike oluşturuyor. Fakat sadece Kürtler mi? Hayır! Çünkü ortada soykırım gibi bir insanlık suçu için fetva var. Bu nedenle, bu tehdit kendine “İnsanım” diyen herkesi ilgilendiriyor ve tehdit ediyor. Bir insanlık sorunu olarak ortaya çıkıyor.
Bu tehdit ve tehlikeyi Kürtlerin giderek daha çok algıladıkları ve tartıştıkları gözleniyor. Çünkü sadece duymuyorlar, her an birebir yaşıyorlar da. Fakat nedense iktidardaki AKP, diğer partiler, medya, çeşitli aydın ve yazarlar adeta görmezden geliyorlar, “yok” sayıyorlar. Hatta gündemi değiştirip üzerini kapatmak isteyenler bile var. Ancak bu tür yaklaşımlarla sözkonusu tehdidin üzeri örtülemez. Herkes bu soykırım fetvası karşısındaki görüşünü, duruşunu, tutumunu açıklamak ve ortaya koymak zorundadır. Bu fetvanın yanında mı, karşısında mıdır? Herkes insanlık suçu karşısındaki yerini belirlemelidir.
Elbette bu noktada ilk tutum belirlemesi gereken ABD yönetimi oluyor. Çünkü Kürt soykırımını öngören bu fetva Amerika’dan veriliyor. Fetvayı veren kişi Amerika’da oturuyor. Hatta ABD vatandaşı olduğu bile söyleniyor. Bu kişi halen de Amerika’da yaşamaya devam ediyor.
Peki kendini “Demokrasi öncüsü” sayan ABD yönetimi bu duruma ne diyor? Kürt soykırımı fetvası verdikten sonra Fethullah Gülen’e bir şey yaptımı veya yapmayı düşünüyor mu? Kürt özgürlüğünden mi, yoksa Kürt soykırımından mı yana? Örneğin, “Terör örgütü” diyerek PKK’nin mal varlığını dondurmuş olan ABD Dışişleri Bakanlığı, Fethullah Gülen’e de “Terörist” deyip benzer uygulamalar geliştirecek mi?
İkinci tutum açıklaması gereken, kuşkusuz “Fettullahçılar” denen cemaatın kendisi oluyor. Çünkü bu fetva cemaat adına ve cemaata veriliyor. Kaldıki bu cemaat kendisini “Nurculuk”un bir devamı olarak görüyor. “Nurculuk tarikatı”nı yaratan Said-i Nursi’nin bir Kürt olduğu ve kimliğini gizlemediği biliniyor. Yine Nurcuların “Kürt kimliğinin kabulü temelinde Kürt sorununun çözülmesini” istediği de biliniyor.
Peki böyle bir geçmişten gelen cemaat mensupları, şimdi Fethullah Gülen’in Kürt soykırımını isteyen fetvası için ne diyor? Özellikle cemaat içinde yer alan Kürtler şimdi ne düşünüyor? Kaldıki cemaat içinde son dönemlerde bir tartışmanın yaşandığı ve farklı görüşlerin olduğu da görülüyor. Bir kısım bu fetvaya aynen katılırken ve “Tamiller gibi Kürtler de ezilsin” derken, bazılarının da farklı düşündüğü anlaşılıyor.
Cemaatın bu fetva karşısında tutum belirlemesi önemlidir. Çünkü, soykırım gibi bir insanlık suçunun neresinde olduğu açığa çıkacaktır. Çünkü bu fetva kendilerine verilmiştir, uygulaması kendilerinden istenmektedir. Bu fetvaya uygun davranıp Kürt katliamı yapacak mıdırlar, yoksa red mi edecekler? Ülkemizde olayların gelişimini biraz da bu soruya verilecek cevap belirleyecektir.
Üçüncü olarak, Fethullah Gülen fetvası karşısında siyasi iktidarı elinde tutan AKP tutumunu açıklamalıdır. Kürt soykırımı fetvasının yanında mı, karşısında mı, ortaya koymalıdır. AKP yönetimi altında yaşanan çözümsüzlük ve tırmanan savaş bununla bağlantılımıdır, değilmidir, kamuoyunu aydınlatmalıdır.
Çünkü bu konuda üzerinde şaibe var. Aceba Necdet Özel’in yönettiği kuşatma harekâtları bu fetvanın gereği mi oluyor? Aceba “KCK operasyonu” adıyla yapılan siyasi tutuklamalar bu fetvadaki “Kök kurutma” emrinin yerine getirilmesini mi ifade ediyor? AKP, Kürt sorununu niye çözmüyor da, “Ezeceğim, bitireceğim” diyor? Herkes bu sorulara cevap istiyor.
Yoksa Fethullah Gülen emrediyor, AKP de bu emri hayata mı geçiriyor? Devri Osmanlı’da Şeyhülislam fetva verir, padişah da bunu hayata geçirirdi. Devri AKP’nin fetva vereni de Fethullah Gülen mi oluyor? Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen’in talimatlarını mı uyguluyor? Bu hususların artık netleştirilmesi gerekiyor. AKP’lilerin ve destekçilerinin “Bu işe ne dedikleri”nin artık bilinmesi gerekiyor.
Dördüncü olarak da tüm medyanın, aydın ve yazarların bu soykırım fetvası karşısında tutumlarını açıklamaları lazım. Mademki dördüncü kuvvetler, o halde güçlerini göstermeliler. Özellikle tırmanan savaşın nedenlerini araştıran Taraf, Zaman, Radikal gibi gazeteler niye susuyorlar? “Kürt dostu” olduklarını övünerek ifade eden liberaller, gerçek Müslümanlar ne güne duruyorlar? Fethullahçı fetva karşısında ne düşünüyorlar? Her olayda PKK’yi suçlamak kolay da, Fethullah Gülen’in soykırım fetvasına ne diyorlar?
Gerçek Kürt dostluğu şimdi bu sorulara verilecek cevapta görülecek. Herkes bilsin ki, başka türlü Kürtleri ikna etmek mümkün olmayacak. Kürt halkına, demokrasi ve insan haklarından yana olan herkese gelince, onlar sözkonusu tehdit ve tehlikenin bilincine daha derinden varmak ve daha sıkı örgütlenerek aktif mücadele etmek zorundadırlar. Kürtlerin nasıl bir soykırım kıskacında olduğu şimdi daha iyi açığa çıkmıştır. İttihatçıların 1915’de (Birinci dünya savaşı içinde) Ermenilere yaptıklarının bir benzerini, şimdi (Üçüncü dünya savaşı içinde) AKP Kürtlere yapmak istemektedir. Fethullah Gülen’in AKP’ye fetvası bunu ifade etmektedir.
O halde bu gerçeği iyi görmek ve öncelikle çok yaygın bir biçimde teşhir etmek gerekir. Dünyadaki tüm Kürtlere ve demokrat çevrelere bu fetvayı taşımak ve tutum istemek gerekiyor. Buna bağlı olarak da birliği ve mücadeleyi yükseltmek lazım. Beyni sulanmış zatın insanlık dışı bu fetvası ancak böyle boşa çıkartılır.

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Kendimi gözden geçiriyorum


Kendimi gözden geçiriyorum

azaman@htgazete.com.tr

BAŞBAKAN Erdoğan, geçtiğimiz gün KCK operasyonlarına yönelik eleştiride bulunan gazetecilere “Kendilerini gözden geçirsinler” demiş. Anayasa hukukçusu Prof. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu’nun KCK davası kapsamında kargatulumba evlerinden alınıp tutuklanmaları karşısında kimi gazeteciler arasında yükselen infialden söz ediyordu Başbakan Erdoğan.

Aleyhlerindeki iddianame ortaya çıkınca gerçekleri anlayacağımızı belirten Erdoğan’ın sözünü dinlemeye karar verdim ve kendimi, daha doğrusu uzun zamandır tertiplemeye niyetlendiğim not defterlerimi ve resim arşivimi şöyle gözden geçirdim. Akabinde “Eyvah yandım” dedim. Zira “Kürdistan”, “Özerklik”, “Önderlik”, kısacası PKK lügatinin neredeyse tüm sözcükleri not defterlerimin orasında burasında sivilce gibi patlıyordu. Fotoğraflardan hiç bahsetmeyelim. Hele Murat Karayılan ile geçen sene Kandil’de verdiğim poz… Bakınca Muhteşem Yüzyıl’daki Sümbül Ağa’nın gırtlağındaki derinliklerden çıkardığı seslerin benzerleri bir anda benden de çıkıverdi. Bu delilleri derhal yok etmeliyim. Çünkü baksanıza, Büşra Hoca’nın terörist olduğunu kanıtlayabilecek türden deliller arasında benzer ifadeler içeren not defteri varmış. Oysa dün Alper Görmüş’ün Taraf Gazetesi’nde belirttiği gibi büyük ihtimalle Büşra Hoca, tıpkı benim gibi görüştüğü çeşitli insanların (illa Kürt olmaları gerekmez) anlattıklarını not almıştı. Ama savcıya göre bu bir suç.

Sorgulama sırasında hazır bulunan Avukat Hülya Gülbahar’a göre savcı, Büşra Hoca’ya sormuş: “Notlarınızda ‘kendi kaderinizi belirleme hakkı’ yazılı. Bunu niçin yazdınız?” Kadıncağız da, “Burada yazılı olan Türkiye’nin imzalayıp onayladığı BM sözleşmelerinde yazılı olan ‘halkların kendi kaderini belirleme hakkı’dır. Burada o vurgulanmaktadır” demiş. Hızını alamayan savcı bu kez, “Burada ‘İspanya örneği’ yazmaktadır bu ne demek?” demiş. Prof. Ersanlı’nın cevabı: “Bizzat değişik dönemlerde hükümetler (Tansu Çiller’i kastediyor) ve mevcut hükümet de İspanya, İngiltere örneklerinde etnik sorunun çözülmesiyle ilgili incelemeler, araştırmalar yapmadılar mı? Halen de yapılmıyor mu? Bu sorunun da iddia edilen suçla delil olarak en ufak ilgisi yok.”

Elbette yok ama gel de derdini anlat. Terörle Mücadele Kanunu’muzun maşallah kolları öyle bir geniş ki, diyelim ki Kamerun milli futbol takımının hastasısınız, formasını aldınız, haydi kodese. Çünkü Kamerun bayrağı tıpkı PKK bayrağı gibi sarı-kırmızıyeşil. Sahi Cumhurbaşkanı’yla geçen yıl Kamerun’a gittiğimde formalarını almıştım. Tam dünya kupası öncesi. Onu da derhal yok etmeliyim.

Demem o ki, Terörle Mücadele Kanunu’nun mevcut haliyle hepimiz potansiyel terörist konumundayız. Mesele sadece Ersanlı veya Ragıp Zarakolu değil. Yani “Bizlerden birine nasıl dokunursunuz, bu kadarı da fazla” meselesi değil. Ezgi Başaran’ın Radikal Gazetesi’ndeki köşesinde yayınladığı “Anonim türkü: Bir insan nasıl terörist olur?” başlıklı yazısı, anlatmak istediğimi fevkalade özetliyor.

Hopa’da Metin Lokumcu’nun ölümünü Ankara’da protesto ettiği için tutuklanan ODTÜ öğrencisi Ömür Çağdaş Ersoy’un dramını anlatan yazı, Ersanlı ve Zarakolu’nun durumunda olan yüzlerce, belki de binlerce ismini cismini duymadığımız insanların TMK’nın ağlarına nasıl yakalandığına işaret ediyor. Ersoy’un tutuklandığından aylar sonra çıkan iddianameye göre kendisi THKP-C terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyor. Aynı davadan yargılanan 23 öğrencinin “suç aletleri” flama, plastik çubuk (flamanın takıldığı plastik çubuk söz konusu) ve taş. Başaran’ın aktardığına göre evlerinde yapılan aramalar sonucunda bulunan deliller ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan fotoğrafları, posterleri, Mahir Çayan’ın toplu yazıları, Irak Savaşı’nı protesto sırasında kullanılan dövizler. “Dilenci değil yoksuluz, köle değil halkız” yazan bir pankart, Marx’ın yaşamöyküsü kitabı ve benzer sol yayınlar. Şimdi kütüphaneme göz gezdiriyorum. Marx’ın Komünist Manifesto’su bende de var. Onu da yok edeceğim.

Bir de İmralı duruşmaları sırasında Öcalan’a bakarak çizdiğim portre. Galiba onu da yakmam gerekecek. Belli olmaz bu gidişle Mesud Barzani’nin bana hediye ettiği imzalı fotoğrafı da, işi garantiye almak için Atatürk posterimi de… Evet ben üzerime düşeni yapıp kendimi gözden geçirdim. Şimdi rica sırası bende. Hükümetimiz de şu Terörle Mücadele Kanunu’nu bir zahmet gözden geçirse de ortada bir yerlerde buluşsak. Yoksa çok mu fazla şey istiyorum?


N.Ç.’nin tecavüzcüleri AKP’li çıktı!

Bahoz Deniz

Mardin’de 13 yaşındaki N.Ç’ye tecavüz skandalının altından AKP’li bir grup çıktı. Ceza alan tecavüzcülerden birinin AKP İlçe Başkanı Halit Denli’nin oğlu Nizam Denli, birinin bir dönem ilçe başkan yardımcılığı yapan Sabri Ajak, diğer ikisinin de AKP içinde aktif çalışan Selman Aydın ve Selahhatin Kuray olduğu ortaya çıktı.

Kamuoyunda infial yaratan Mardin’de 13 yaşındaki kız çocuğu N.Ç’ye tecavüz davasının ayrıntılar ortaya çıkmaya başladı. Önceki gün Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altay’lı tarafında açıklanan tecavüzcü listesinde, aralarında Yüzbaşı, İlköğretim Okulu Müdür Yardımcısı da olan ve çoğu kamu görevlisi 26 isim yer aldı. Bu isimlerden biri de Nizam Denli. Nizam Denli, Mardin’in Mazıdağı ilçesinde 3 dönemdir AKP İlçe Başkanlığı görevini yürüten Halit Denli’nin oğlu. Yakın çevresinden edindiğimiz bilgilere göre Nizam Denli, Mazıdağı’nda ‘Oto Yıkama ve Yağlama’ işiyle uğraşıyor.

TECAVÜZDEN SONRA HACCA GİTTİ

Araba tamircisi olan yakın arkadaşı Sabri Ajak ile birlikte ilçedeki bir kadın satıcısı aracığıyla 2002 yıllında 13 yaşındaki N.Ç’ye defalarca tecavüz etti. Sabri Ajak’ın da bir dönem AKP İlçe başkan yardımcısı olarak faaliyet yürüttüğü belirlendi. Tecavüz olayından sonra hacca gidip dindar bir imaj edinmeye çalışan Denli’nin, daha sonra da Menzil tarikatına girdiği öğrenildi.

Bu arada, Denli’nin ticaret hayatında da önemli gelişme kaydederek ekonomik olarak büyüdüğü ifade edildi. Kız çocuğuna tecavüz suçundan ceza almasına rağmen hiçbir şey olmamış gibi AKP’nin siyaset koltuğunda oturmaya devam eden ilçe başkanı Halit Denli gibi oğlu Nizam Denli’nin de, sosyal çevresinde çok rahat hareket etmesi ise dikkat çekiyor.

TARİKATA GİRDİ ELHAMDÜLİLLAH!

Telefonla ulaştığımız AKP ilçe başkanı Halit Denli olayla ilgili olarak “O olaydan sonra oğlumla konuşmuyorum. Oğlum yanlış arkadaş kurbanı oldu. Siyasi olarak bana komplo kurmak için oğlumu kullandılar. Oğlum olaydan sonra hacı gitti ve tarikata girdi elhamdülillah” şeklinde görüş belirtti.

Listede adı geçenlerden Selahattin Kuray ise Nizam Denli’nin kayınbiraderi. Diğer bir isimde son seçimde AKP’den belediye başkan adayı olan İsmail Aydın’ın amcaoğlu Selman Aydın. Bu iki kişi ilçede AKP için yaptıkları yoğun siyasi çalışmalarla tanınıyor.

Söz konusu dört şahıs da mahkeme tarafından 13 yaşındaki kız çocuğu N.Ç’ye tecavüz suçundan 4 yıl 2’er ay hapis cezasıyla cezalandırılmıştı.

N.Ç. 2002’de 13 yaşındayken, Mardin’de aralarında yüzbaşı, kaymakamlık yazıişleri müdürü, ziraat odası başkanı, muhtar ve korucuların da bulunduğu 26 kişinin aylarca cinsel istismar ve tecavüzüne maruz kalmıştı. Olayla ilgili Yargıtay 14. Ceza Dairesi, Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26 sanığa, “15 yaşından küçük kızla rızasıyla birlikte olmak” suçundan 4 yıl 2 ay ceza veren kararının bir bölümünü onamıştı. AİHM’e taşınan bu tartışmalı karar, kamuoyunda yoğun tepki çekmeye devam ediyor.

ANF NEWS AGENCY

AKP faşizminin yerleşmesinde evetçi aydınların rolü


AKP faşizminin yerleşmesinde evetçi aydınların rolü

AKP faşizminin devleti ve toplumu tümden ele geçirmesini kolaylaştıran 12 Eylül Anayasa referandumunda hatırlarsanız PKK karşıtı Kürtler, liberaller, bir kısım aydın ve yazarlar “evet” oyu vereceklerini açıklamış, Kürt sitelerinde, televizyonlarda, Türk basınında “EVET” oyu vermeleri için topluma çağrı üstüne çağrı yapmışlardı. Biz o zaman Türkler arası silah ve devlet değiş tokuşunun Kürtlere onaylatılmasına “hayır” demiştik. Yıllardır bağımsız birleşik Kürdistan fikrinin savunuculuğunu yapan ve bu yolda epeyi bedel ödeyen İsmail Beşikçi de referandumda Kürtlerin adının geçmediği sömürgeci anayasa maddelerine “evet” oyu verilmesini isteyenlerdendi.

Türkiye ve Kürdistan’da ilericilikle muhafazakarlığın; iktidarla muhalifliğin makasını daraltıp bundan Cemaat ve kendisi için iktidar çıkaran AKP’ye inanan sadece İsmail Beşikçi değildi. İsim yapmış nice insan “bir oyum var onu da AKP”ye vereceğim demişti.

AKP’ye inanan başkaları da vardı. Bu başkalarının içinde bir isyanı baştan çıkarıp, kendi köşesine çekilenler de bulunuyordu. Dişlerimizi dudaklarımıza kanatırcasına gömerek, ölçüsüz AKP destekçiliğinin Türklüğün yüzyıllık yalanlarına kanmaktan başka bir şey olmadığını anlatan yazılarımızı İsmail Beşikçi “Şımarık yazılar” olarak değerlendirmişti. İyi ve kötü Kürt ayrımında “cinayetleri sorgulanmayan PKK” yi ve “şımarık yazılar yazan” beni kötü Kürt kategorisine; “Kemal Burkay, iyi aile reisi olarak adlandırdığı Ümit Fırat, Muhsin Kızılkaya ve Orhan Miroğlu’nu “iyi Kürt” kategorisine sokmuştu.

AKP, Fethullah Gülen Cemaati ve bunların Kürt uzantıları deyim yerindeyse, kale gibi aydınların zihnini darmadağın etmişti.

AKP’nin bugünkü kanlı ve cüretkar iktidarını sürdürmesinde AKP anayasasına evet diyip, onun iktidarını öven aydınların payı büyüktür.

Önceki gün Belge Yayınları sahibi Ragıp Zarakolu’nun AKP iktidarına bağlı savcılar tarafından tutuklanması bende karmakarışık duygu ve düşüncelerin boy vermesine neden oldu. Ragıp Zarakolu, 2002 yılında vefat eden Ayşe Nur Zarakolu’nun eşidir. Ayşe Nur Zarakolu’nu kelimeler anlatmaya yetmez. Ben şahsen o güzel kadını överken incitmekten korkuyorum. Onu güler yüzünün yeryüzünden çekilmesine ağlamak istiyor, ağlayamıyorum. Övmek istiyorum övemiyorum. Ayşe Nur ve Ragıp Zarakolu aynı zamanda İsmail Beşikçi’nin ilk kitaplarını basan kişilerdir. Bunun için yayınevleri basıldı. Kitaplar toplatıldı. Ayşe Nur Zarakolu Beşikçi ile birlikte defalarca mahkemelere çıktı.

Ayşe’nin eşi Ragıp Zarakolu ve oğlu Deniz şu anda büyük bir aydın kesim tarafından anayasasına evet denen ve icraatları övülen AKP fazşizminin zindanlarındadır…

AKP’nin icraatlarını en çok övenlerden biri de Kemal Burkay’dır. Kemal Burkay ve çevresi de anayasa referandumunda PKK’ye karşı AKP’yi desteklemiş, kendilerinin desteklediği parti ve kuruluşlar o günlerde AKP’nin Kürdistan şubesi gibi çalışmışlardı:

“Yetmez, ama evet” görüşü onlarındı. Bir çok yerde de Kürtçe pankart açılmıştı:

“Erê, Erê, Erê, Hezar carî Erê” diyorlardı.

PKK gerillalarına ve BDP’li siyasetçilere yönelik zalimce saldırılardan kısa bir süre önce devlet töreniyle İstanbul havaalanından alınan ve benim de hakkında “şımarıkça yazılar yazdığım” Kemal Burkay’ı kaldığı Taksim Hil Hotel’de ilk ziyaret edenler arasında İsmail Beşikçi de vardı. 12 mertekarelik bir alana sıkıştırılmış tutsak Öcalan’ın İmralı duruşunu eleştiren Beşikçi, otuz yıllık sürgünden devlet töreniyle getirilen Kemal Burkay’a övgüler dizyordu.

AKP faşizminin iktidarıyla birlikte Kürt ve Türk kartları yeniden karıldı. Türk cephesinde klasik kemalizm yerine, Kemalizmin sağ kanadı olan ve benim doksan yıldır Kemalist devletin sokak tetikçiliğini yapan dediğim ve aynı zamanda iktidar açlığı içinde kıvranan Türkçü ve islamcı kanat devlet olarak oturtuldu. Bu kesim iktidara otururken, PKK karşıtı Kürt kesimlerin desteği alındı.

Hiç bir kitlesel tabanı olmayan, sigortalı kişisel Kürtçülüğü temel alan ve Türk devletinin gösterdiği rıza çerçevesinin dışında hiç bir girişimci özelliği olmayan bir kaç yüz yazar, aydın ve siyasetçinin özgürlüğü AKP fazşimi tarafından Kürt özgürlüğü yolunda atılmış adımlar olarak yutturuldu.

Beşikçi’nin de içinde olduğu aydınların AKP’de olumlu bulduğu şey işte budur.

PKK karşıtı Kürtlerin özgürlüğüdür.

Kemal Burkay’ların ve diğerlerinin “PKK ve Öcalan ile görüşülsün” söylemleri, PKK’yi tasfiye etme niyetini gizlemeye çalışmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.

PKK’nin ittifak yapmak istediği Kemalizmin sol kanadı, ordudan, devlet kurumlarından ve büyük ölçüde siyasetin içinden AKP ve Fethullah Gülen cemaati tarafından tasviye edilmiştir. Kemalist solculuğun ve ordu mensupluğunun en serseri unsurları şimdi cezavelerindedir. AKP faşizmini zorlayacak tek güç artık PKK’dir. AKP ve cemaatin PKK’ye bu kadar yüklenmesi bundandır.

Şimdi tekrar başa dönmekte fayda vardır. Cemaat hakimiyetli yeni Türk devletinde Kürt ve Türk kartları yeniden karılmıştır. Seçimlerde ve referandumda AKP’nin desteklenip, ona demokratik anlamlar yüklenmesi bir icraatın ürünü değil, siyasal bir tercihin ve kuşatılmışlığın sonucudur.

Kürtler bu durumu tartışmadılar. Muhafazakar Türklükle ittifak yapanlar yeni devletten rakipleri için zulüm, kendileri için şefkat beklediler. Kürtler adına yazarlık ve aydın vazifesi yapanlar da, açık siyasal tercihlerine rağmen birbirleriyle tartışma cesareti gösteremeyip, her cepheden arkadaş kalmayı tercih ettiler.

Türk aydınlarının ve liberallerinin kafası karışık olacaktı da onların geri bir pro tipi olan Kürt aydınlarının mı kafası karışık olmayacaktı?

Kürt halkına karşı 12 Eylül Faşist Cuntasından daha şidetli ve bilinçli bir savaş sürdüren AKP faşizminin icraatlarını gördükten ve yeri de geldikten sonra kendimce açık bir tespitte bulunmanın gerekli olduğuna inanıyorum:

AKP faşizminin kanlı icraatlarından AKP’yi destekleyen ve onun uygulamalarını olumlayan Kürt aydınları ve siyasetçileri de sorumludur…

Türkiye ve Kürdistan’da bize yutturulan herkesin saf aydını dönemi kapanmıştır.

Siyasallaşmış aydın dönemi başlamıştır. Siyasallaşmış ve çıkar ilişkilerine bulaşmış aydınların özgürlük talebiyle kıvranan direniş halinde Kürt halkına verebilecekleri bir şey kalmamıştır.

AKP faşizmini Kürt halkının başına musaalat eden aydın ve siyasetçilerin Kürt halkına ve tarihe karşı özür borçludurlar.

AKP faşizminin zulümü arrtıkça sorumluluk payı olanlara günahlarını v e borçlarını hatırlatmaya devam edeceğiz.

bildiricihasan@hotmail.com

Korkuyorsun!


Korkuyorsun!

Partin olan AKP’nin grup toplantısında çekilen filmdeki yüz hatlarını oldukça iyi tahlil ettim. Bir doktor olarak psikolojini, psikolojik savaş (PS) konusunda yayınlanmamış bir kitabı olan “yarı uzman” biri olarak mimiklerini, söz seçimindeki zavallılığını, Delil kullanmaktaki endişelerini defalarca inceledim. Sonuçta şu teşhiste bulundum: Endişe her tarafından dökülüyor! Korkuyorsun!

Bütün diktatörler aslında korkaktırlar. Halktan ve haktan korkar onlar. Geceleri yataklarına girdiklerinde, yani günahları ile başbaşa kaldıklarında titrerler. Ertesi gün uyandıklarında ise “bir gün daha geçti, şükürler olsun” diye dua ederler. Sen onların en son örneğisin..

Su katılmamış bir faşistsin. Dayandığın sermaye bellidir. Hükmettiğin Türk Devleti’nde mahkemeleri canhıraş bir mücadele ile ele geçirdiğinden beri yargıçları adeta vardiyaya bağladın. “Gözlerinin üstünde kaşların var” diyen herkesi içeri attırman çıldırma noktasına geldiğini gösterir.

Kendi faşist iktidarının akibetinden korktuğun için iplerini elinde sımsıkı tuttuğun ordu, MİT, kontralar, yeniden inşa ettiğin polis teşkilatı veya diğer adı ile “imamın ordusu” sana yetmiyor. Şu anda en büyük silah olarak Kürt Savaşı’na yönelmen senin hem umudunur, hem de, bilmiyorsun ama, sonun olacaktır.

Öte yandan senin PS uzmanı uşaklarından Emre Uslu gibilerin gayretleri de kurtulmana yetmiyor, yetmeyecektir. Adam açık bir şekilde kimyasal silah, napalm veya eldeki bütün yasak silahların kullanılmasını savunmanın ötesinde teşvik ediyor. Sonuç al, nasıl alırsan al! Bu iğrenç alçak, devrin değiştiğini, açık deyimi ile Türk Devleti’ne dur diyen hiç bir güç kalmadığını söylemek suretiyle korku salmaya çalışıyorsa da yetmiyor. Şehit gerilla sayısı abartmaya çalışması bile senin korkunu bastırmaya yetmiyor..

Halktan, özellikle Kürt Halkı’ndan korktuğun için, yapıştığın o kirli koltuğun nimetlerini kaybetmekten korktuğun için gün geçtikçe saldırganlığının dozunu arttırıyorsun (Gure har).

Obama gibi bilgisiz, cahil bir Lider’in gölgesinde şu anda gerçekten elini kolunu sallaya sallaya istediğin silahı kullanıyorsun. Bu silahların kullanılmasının işaretini sen, RTE olarak “yakında yüzer yüzer ölüm haberlerini alacaksınız” cümlesi ile vermiştin. Bu silahları kullanmakta tereddüt etmedin. İlk saldırıda kitleyi korkutacağını ve sindireceğini sanmıştın. Ama tam tersine halk militanlaştı. Gerilla anası: “geride kalan 8 oğlumu da teker teker dağa yollayacağım” dediğini duyduğunda yanında olmak isterdim.. Bir diktatörün korkusunu canlı yaşamak bir ömre bedeldir.

Şimdi Merkel gibi Obama’ya bağımlı ve Almanya’ya yakışmayan liderlere bağırıp çağırıyor, onur kırıcı bir tarzla, Avrupa’da onurlarını koruyan Kürtler’e karşı sonuç almaya çalışıyorsun.

Varsın Emre Uslu gibiler Gerilla’ya Bahar aylarına kadar ömür biçsin. Varsın bu vicdansız dünya sessiz kalmakla Türk Devleti’nin katliamlarını desteklesin.

İnanıyorum, bir başka anlam yükleyerekten; bir gün “hak gelecek, batıl zail olacaktır”..

Kürt Milleti!

Eğer ilerde köle gibi aşağılanmak istemiyorsan, eğer kendin olarak kalmak istiyorsan, Gerilla’yı öz canın gibi destekle!

2011-11-02

A Sirac Kekuyon