Amed Newroz’u 2010’a damgasını vuracak


Amed Newroz’u 2010’a damgasını vuracak

NUDEM ATEŞ / ANF08:35 / 22 Mart 2010 AMED – Kürdistan’da ve batı illerinde 17 Mart tarihinde startı verilen Newroz kutlamalarının finali Diyarbakır’da yüzbinlerin katılımıyla milyonu aştı. Diyarbakır’daki kutlamaların en ilginci belki de gizlice gelen korucuların kutlamalara katılması oldu.

Özgürlük seslerinin yüzbinlerin ağzından haykırıldığı Diyarbakır’daki Newroz, her yıl artan coşkusu ve katılımının fazlalığıyla da 2010 yılına damgasını şimdiden vurdu denilebilir.

Diyarbakır’da hazırlıklarına Şubat ayı sonlarına doğru BDP öncülüğünde başlayan Newroz, milyona varan bir finalle olaysız bir şekilde sona erdi.

Tertip komitesinin haftalar önceden kent genelinde yürüttüğü çalışmalar sonucunda sadece Diyarbakır’dan değil, batı illerinden İstanbul, İzmir, Aydın, Konya, Kocaeli, Ankara’dan, Van’dan, Ağrı’dan ve yurtdışından gelen konuklarıyla Diyarbakır’a Newroz’u her yönüyle bu yıla damgasını vurdu.

Sabahın erken saatlerinden itibaren Diyarbakır’da her yıl Newroz sabahı yaşanan hareketlilik bu kez daha bir canlıydı. Gerilla kıyafetleri giyen genç kız ve delikanlılar ile Botan yöresine has Şal u Şepik giyen erkekler ve yine aynı yöreye has rengarenk giysilerini giyen kadınlar otobüs, minibüs, özel otomobilleriyle, bunları bulamayanlar ise yürüyerek Newroz alanına akın etti öğlen saatlerine kadar.

Öğlen saatlerine kadar her pazar günü hareketli olan Diyarbakır sokakları bir anda boşaldı. Birçok mahallede kurulan semt pazarlarının çoğu da tezgahlarını kapatarak Newroz alanına koştu.

Büyükşehir Belediyesi’nin tahsis ettiği otobüsler kentin 12 ayrı noktasından Newroz alanına insanları ücretsiz taşırken, duraklarda giysileri, taşıdıkları bayrak ve flamalarıyla Newroz alanına gittikleri belli olan binlerce kişi ise Balıkçılar Başı ve Dağ Kapı hat minibüsleri tarafından ücretsiz olarak Newroz alanına yakın Kuruçeşme semtine kadar taşıdılar.

Newroz alanında yaşanan en önemli ayrıntı ise herhalde korucuların da katılmasına tanık olmamız oldu. Şırnak ve Diyarbakır’ın ilçelerinden tanıdığımız bazı korucular da bu mahşeri kalabalığı kaçırmak istememiş ve yaptıkları işin utancını bir kenara bırakarak bir günde bile olsa Kürtlüklerini unutmamışlardı.

Sabahın erken saatlerinde başlayan insan akını öğlene doğru alanı insanlardan oluşan kocaman bir denize dönüştürdü. Platforma çıkan konuşmacıları dinleyenler, konuşmalara ara verilince yada müzik çalınca küçük gruplar halinde halay çekerek, slogan atarak Newroz coşkusuna kattılar kendilerini.

Newroz alanının hemen yanı ise bir panayırı andırmıyordu. Hemencecik hazırlanan yüzlerce tezgahta kimi ekmek arası döner, kimi simit, kimi yayık ayranı, kimi demli kaçak çay, kimi hediyelik eşya, kimi yeşil-kırmızı-sarı fular, kimi bandaj ve eşarp katarak bu kadar müşteri potansiyeli bol olan insan denizi kaçırmak istememişlerdi.

Ve belki en önemlisi de milyonu aşan Kürdün kendilerine ‘terörist’, ‘saldırgan’ diyenlere verdiği cevaptı.

Kimi ilçelerde yada küçük batı kentlerinde kutlamalara katılanların sayıları kadar polisin güvenlik önlemi almasına rağmen Newroz alanına polisleri yaklaşmaması gerginliği de bir anlamda en alt seviyeye indirdi.

Öğlen saatlerine kadar kimi otobüs, minibüs, kamyonet, kamyon, kimide yürüyerek alana akın eden yüzbinler Newroz alanında bir araya geldiğinde ve kutlamalar sona erene kadar herhangi bir kavga, polise taş atma, saldırı olmadı.

Kürtler, kendilerine hakaret edilmediği, saldırılmadığı, aşağılanmadığı zaman binler, onbinler, yüzbinler değil, milyonu aşan sayıya ulaştıklarında bile çatışma istemediklerini gösterdiler.

Telsizlerden polislere sık sık kitlenin 200 metre uzağına çekilmeleri uyarısında bulunulurken, alanın çevresinde güvenlik önlemi alan polis sayısının bin katından fazla olan kitle bu zamanda bile polisle bir gerginlik yaşamadı.

Kürtler, tahrik edilmedikleri zaman milyonu aşsalar bile taleplerini özgürce haykırmalarına engel olunmadığı zaman olay çıkarmayacağını tüm dünyaya gösterdiler.

Hep bir ağızdan özgürlük için slogan atan Kürtler hem özgürlüklerinden ödün vermeyeceklerini, hem de barışa olan özlemlerini haykırdılar hem Ankara’ya, hem de dünyaya.

ANF NEWS AGENCY

Gegen Krieg und Kolonialismus – für Frieden, Demokratie und Selbstbestimmung in Kurdistan und im Nahen Osten


Gegen Krieg und Kolonialismus – für Frieden, Demokratie und Selbstbestimmung in Kurdistan und im Nahen Osten

Am 21. März feiern die Völker des Mittleren Ostens das Friedens‐ und Neujahrsfest „Newroz“. Nach
langem hartem Winter, wenn durch die Wärme der Frühlingssonne Eis und Schnee schmelzen, neues
Leben in Halme und Zweige strömen, das Leben wieder seine volle Kraft entfaltet und die gesamte Natur
bereit für ein Neubeginn ist, feiern auch die Kurden „Newroz“ den neuen Tag.

Das Newroz‐ Fest ist nicht nur ein Fest, sondern auch das Synonym für Freiheit und der Befreiung. Deshalb
werden Millionen von Kurden an diesem Tag erneut ihre Forderungen nach einer politischen Lösung der
kurdischen Frage und der Anerkennung ihrer demokratischen Rechte zum Ausdruck bringen.
Die Ankündigung der türkischen Regierung, eine „demokratische Öffnung“ zur friedlichen Beilegung der
Kurdischen Frage zu starten, hatte im vergangenen Jahr große Hoffnungen geweckt. Stattdessen endete
das Jahr mit dem Verbot der von Millionen Kurden zur stärksten Kraft in den kurdischen Landesteilen
gewählten Partei für eine Demokratische Gesellschaft, der DTP. Die AKP Regierung verfolgt das Ziel, die
Kurden aus dem politischen System mit Parteiverboten und Unterdrückung zu verdrängen. Die
PolitikerInnen des kurdischen Volkes jedoch ‐ halten an einer politischen Lösung fest, deshalb sind sie der
Partei für Frieden und Demokratie, der BDP beigetreten. Bereits nach kurzer Zeit folgten weitere Razzien
und Verhaftungen gegen die PolitikerInnen der BDP. BürgermeisterInnen wurden in Handschellen
abgeführt, zahlreiche sind immer noch im Gefängnis.

Während die türkische Armee mit Hilfe der USA ihre Bombardierungen kurdischer Gebiete fortsetzt, geht
die Polizei in Italien, Frankreich, Belgien und Deutschland koordiniert gegen die kurdische
zivilgesellschaftliche Selbstorganisation vor. Am 04. März wurden zeitgleich der kurdische Fernsehsender
Roj TV und das Büro des Kurdistan Nationalkongresses KNK durchsucht. Es handelt sich bei Roj‐TV und
den “kurdischen Nationalkongress” (KNK) um legale Einrichtungen. Anstatt den Dialog mit den
Betroffenen zu suchen, drangen hunderte vermummte Beamte der Antiterroreinheiten in die kurdischen
Einrichtungen ein, als handle es sich bei den verdächtigten Kurden um gemeingefährliche
Schwerverbrecher, die schwer bewaffnet in ihren Büros sitzen.

Die Sendestudios von Roj TV – dessen Programme in türkischer und kurdischer Sprache täglich von
Millionen Menschen in Europa und dem Nahen Osten gesehen werden, wurden auf martialistische Art
und Weise verwüstet. Politische Repräsentanten der kurdischen Freiheitsbewegung, ihre Pressevertreter
und Journalisten wurden verhaftet. ROJ‐TV ist die Stimme des kurdischen Volkes. Die KurdInnen sind
wieder einmal mehr, den internationalen Interessen zum Opfer gefallen. Wir haben bis heute unseren Ruf
nach Freiheit und Gerechtigkeit bewahrt und werden dies auch in Zukunft tun.

Trotz dieser grenzüberschreitenden Verfolgung der kurdischen Freiheitsbewegung durch die NATO ‐
Staaten wollen wir mit einer fröhlichen und zugleich revolutionären Stimmung durchführen, und unseren Wunsch nach Frieden, Demokratie und Selbstbestimmung erneut zum Ausdruck bringen.

Lassen Sie uns gemeinsam das Fest des Friedens, der Freundschaft und der Völkerverständigung
feiern!

Cehalet ve Alcaklik bir arada:Ver parayı, al küçük gelini!


Şanlıurfa’da 18 suçtan sabıkası bulunan 35 yaşındaki Abdülhakim Tapan’ın, 32 bin TL başlık parasıyla aldığı 12 yaşındaki Suriyeli Bedia Amori’nin, 20 gün sonra işkenceye uğradığını öne sürerek geri dönmesi, bölgedeki acı gerçeği de gözler önüne serdi.

Şanlıurfa’da, 5 bin liradan başlayıp 35 bin liraya kadar çıkan başlık paralarıyla satılan yüzlerce Suriyeli gelin var. Şehitlik Polis Merkezi’ne geçen hafta başvuran Suriyeli bir aile, 20 gün önce, 35 yaşındaki Abdülhakim Tapan’la evlendirdikleri 12 yaşındaki kızları Bedia Amori’nin kocasından işkence gördüğünü öne sürerek yardım istedi.

Sabah Gazetesi’nin haberine göre Tapan’ın evini basan jandarma küçük gelini kurtardı. Bedia Amori ifadesinde, 20 gün önce evlendiği eşinin alkol aldığını, kendisine zorla esrar içirip porno film izlettirdiğini, karşı koyunca da dövdüğünü söyledi. Ailesi de, doktor olduğunu söyleyen Halil Taş aracılığıyla tanıştıkları Tapan’ın namaz kıldığını görünce, başlık parası karşılığında kızlarını verdiklerini anlattı.

Uyuşturucu, adam yaralama, gasp ve hırsızlık gibi suçlardan 18 ayrı sabıkası bulunduğu belirlenen ve gözaltına alınan Tapan, savcılık tarafından serbest bırakıldı. Suriyeli aile de işlemlerinin tamamlanmasının ardından kızlarını alıp ülkelerine döndü.

‘BAŞKASINA SATARLAR’

Damat Abdülhakim Tapan’ın annesi Hatice Tapan ise, Bedia Amori’nin ailesinin nikâhtan önce Şanlıurfa’ya gelip araştırma yaptığını öne sürerek, “Aile düğüne geldi. Misafir ettik, Balıklıgöl’ü ve kenti gezdirdik. Hatta annesi 15 gün burada kaldı. Babası da haftada bir gelip gidiyordu. Başlık parası olarak 32 bin TL verdik. 5 burma bilezik ve 7 Cumhuriyet altını aldım. Pasaportu yoktu, onu da biz çıkarttık. Giderken altınları da götürmüşler. Verdiğimiz başlık parası, altınlar ve düğünde yaptığımız masraflar boşa gitti. Dövdüğümüz iddiaları da yalan. O da bizim kızımız olmuştu, niye dövelim? Bizi dolandırdılar. Şimdi kızlarını Suriye’de bir daha satacaklar” dedi.

YÜZLERCE BEDİA VAR

Bu olay, bölgedeki acı bir gerçeği de ortaya çıkardı. Şanlıurfa’da, özellikle de Harran ve Akçakale’de, Bedia gibi 5 bin liradan başlayıp 35 bin liraya kadar çıkan başlık paralarıyla satılan yüzlerce Suriyeli gelin var. Ülkelerinde küçük yaştaki kızların evlenmesine izin verilen Suriyeli aileler, damadın yaşına ve kaç eşinin olduğuna değil, alacakları başlık parasına bakarak kızlarını veriyor. Bölgede, parası olan birçok kişi imam nikâhıyla 2’nci, hatta 3’üncü eş olarak Suriyeli kızlarla evleniyor. İmam nikâhıyla evli olanlar, çoluk çocuğa karışmasına rağmen, süresi dolduğunda Suriye’ye giriş-çıkış yapıp Şanlıurfa’ya geri dönüyor. Resmi nikâhla evlenebilenler ise 3 yılı doldurduktan sonra başvuruda bulunarak Türk vatandaşlığına geçiyor.

De Standaart: Belçika Kürdistan’ında gerginlik


De Standaart: Belçika Kürdistan’ında gerginlik

ANF12:13 / 13 Mart 2010 BRÜKSEL – Belçika De Standaart gazetesi, Belçika polisinin 4 Mart günü Kürt kurumlarına yönelik düzenlediği baskının Brüksel’de yaşayan Kürt ve Türkler arasında gerginliğin artmasına neden olduğunu yazdı.

“Belçika Kürdistan’ında gerginlik” başlıklı Lieven Sioen imzalı haberde, “Kürt yanlısı kurumlar aktivist mi yoksa terörist mi?” sorusuna cevap aranıyor. Baskından bir hafta sonra Roj Tv stüdyolarında, “hayal kırıklığı”, “kızgınlık” ve “mücadele” azminin hakim olduğu kaydedilen haberde, stüdyoların birinde bağış için canlı yayın yapılırken, büro kısmında çalışanların yardımda bulunmak isteyenl,erin telefonlarını yanıtladıkları belirtilerek, “Buna karşı redaksiyon salonu oldukça sesiz. Masaların altında bunun nedenini görüyorum: tüm bilgisayarlara el konulmuş” denildi.

GÜNBAT: BİZİ SUSTURMAK İSTİYORLARDI

Gazeteye konuşan televizyon çalışanlarından gazeteci Mazhar Günbat, “Bizi susturmak istiyorlardı. Ancak şimdiden bunda başarısız oldular. Hemen bir canlı yayın aracı kiraladık. Aramalardan birkaç saat sonra yeniden yayındaydık. Ve bugünkü yayınla Roj NV’nin (Roj Tv’ye program üreten şirket) paralarının gerçekten nereden geldiğini göstermek istiyoruz. Haraç ve kriminal aktivitelerden değil, dünyanın dört bir yanında, Roj Tv’yi Kürdistan’daki gelişmeler konusunda Kürt bakış açısıyla kendilerini bilgilendiren tek kanal olarak gördükleri için bize gönüllü bağışta bulunan Kürtlerden geldiğini göstermek istiyoruz” dedi.

UZUN: AMAÇ KÜRTLERİ TERÖRİZE ETMEK

Takibe alınan Kürt örgütleri ile sempatizanlarının operasyonun Türk hükümeti ile gerçekleştirilmiş siyasal bir eylem olduğu konusunda net oldukları belirtilen haberde, baskınların yapıldığı yerlerden birinin KNK olduğuna dikkat çekildi. Haberde KNK sözcüsü Adem Uzun’un açıklamalarına da yer verildi. Operasyonun amacının Kürtleri terörize etmek olduğunu belirten Uzun, “Kürtleri daha da marjinal etmek mi istiyorlar? Tek alternatifin silahlı mücadele olduğu sinyalini mi verilmeye çalışılıyor?” diye sordu.

Federal savcılığın Türkiye’nin girişimlerinin sonucu yönlendirildikleri söylemlerine dokunulmuş şekilde yanıt verdiğini kaydeden gazete, savcılıktan bir kaynağın, “Bu soruşturma tamamen kendi inisiyatifimiz sonucudur” iddiasına yer verdi. Aynı kaynak, baskınlarda Türk polislerinin de yer aldığını reddederek, daha önce basın toplantısında PKK’ye yönelik ileri sürülen iddiaları tekrarladı.

ŞİDDETLİ TEPKİLER

“Dava’nın ne kadar yerinde olup olmadığı, ve siyasal eylem ile kriminel aktivite arasındaki ince bağın nerede bulunduğu mahkemede netleşecek” diyen gazete her halükarda ince bağın Belçika’daki “Kürt ve Türk milliyetçileri arasında şiddetli tepkilere, bazen de şiddetli çatışmalara neden olduğu”nu ifade etti.

Haberde, PKK’nin 2007 yılında askeri bir konvoya düzenlediği saldırı ardından, Türk gençlerinin Brüksel’in Sint-Yoost-Ten-Node semtinde sokaklara dökülerek polisle çatıştıkları, bir Kürt müzik dükkanını tahrip ettikleri belirtildi. Bunun, Türk milliyetçilerinin saldırılarına hedef olduklarının ilki olmadığını belirten Brüksel Kürt Enstitüsü Başkanı Derviş Ferho, “Bizim merkezimizde yakıldı. Türkiye’de her gerginlik olduğunda, Türk aşırılar Kürtler karşı kışkırtılıyorlar” dedi.

Haberde, “Bunu kimin tam olarak yaptığı, net değildir” denilerek, Sint-Joost semtinde Türk geçlerini PKK’ye karşı eylem yapma SMS mesajlarının yine dolaştığı ve Kürt derneklerine göre bunun arkasında Bozkurtların olduğu belirtildi.

IRKÇI TÜRK FEDERASYONUNUN TEHDİDİ

Kendilerinin MHP ile ideolojik bağları olduğunu söyleyen Belçika Türk Federasyonu Başkanı Mithat Öztürk, Kürtlere karşı saldırıların arkasında oldukları yönündeki iddiaları reddederek, faşist olmakla itham edildikleri için devletten yardım alamamaktan şikayet ediyor.

Belçika’nın değişik dillerden oluşan modelini Türkiye için uygun görmeyen Özgürk, Türk devletinin “tek”lerini sıralayarak, Kürtlerin otonomi taleplerine her hangi bir tavizde bulunmanın Türkiye devletinin yıkılmasının kapısını açacağını ileri sürdü. Özgürk, “Ancak yıkılacak olan Türkiye olmayacak” diyerek Kürtleri tehdit etmekten geri durmadı.

Türk federasyonu gibi derneklerin Türk toplumu arasında milliyetçi duyguları canlı tutuğuna dikkat çekilen haberde, Roj TV çalışanlarından Özcan’ın, “ Geçmişimle gurur duymam gerektiği düşüncesiyle büyüdüm. Ancak bir gün okul arkadaşlarıma Kürdüm dediğimde her şey değişti. Sanki birden terörist dostu etiketini taşıyordum” dedi.

ÖZGÜDEN: TÜRK DEVLETİ MİLLİYETÇİLİĞİ TEŞVİK EDİYOR

İnfo Türk sahibi gazeteci Doğan Özgüden, Türk devletinin milliyetçiliği teşvik ettiğini söyledi. Ermeni soykırımının tarihsel bir gerçek olduğunu, bundan dolayı da Kürt, Asuri ve Ermeni azınlıkların haklı olarak hakları için mücadele verdiklerini belirten Özgüden, “1980 darbesi ardından ordu Kürtlere karşı acımasız saldırı başlattı. PKK’yi yaratan o şiddetle bastırmadır” dedi. Darbe ardından Kürt siyasi mültecilerin Belçika’nın yolunu tutarak burada bulunan Kürt göçmen işçilere katılmaya başladıklarını belirten Özgüden, “Siyasal duyarlılıkları gelişti. Kendilerini örgütlemeye başladılar ve Belçika’nın barış içinde bir arada yaşayan iki halklı modelinden ilham aldılar” diye konuştu.

Türk derneklerinin çoğunun iki eğilimden oluştuğunu ve bunların sağ milliyetçi MHP ile dinci milliyetçi Milli Görüş olduğunu belirten Özgüden, “Türk hükümeti Avrupa’da güçlü Türk yanlısı bir lobiyi oluşturmak için bunları teşvik ediyor” ifadelerini kullandı.

Özgüden, askeri cuntanın, diasporadaki muhalefete denge oluşturmak ve Türk çıkarlarını korumak için, 1984’ten sonra Türklerin bulundukları ülkelerin vatandaşı olmalarını siyasal hayatına katılmalarını desteklediğini söyledi.

Gazeteye konuşan Brüksel Türk elçiliği yetkilileri ise, tüm Kürt kurumlarını, Türk devletinin bilinen suçlamaları ile itham ederek, Belçika’yı Kürt derneklerine fazla hareket sahası sunmakla suçladı.

“PKK’Yİ DESTEKLEME BİR REALİTEDİR”

Gazeteci Mazhar Günbat, “Biz Kürt halkının sesi olduğumuzu söylüyoruz. İzleyicilerimizin çoğunun PKK’yi destekledikleri bir realitedir. Buna gözümüzü yumarsak, inandırıcılığımızı kaybederiz” dedi.

Benzer sesin Kürt Enstitüsünde de dillendirildiğini kaydeden gazete, Derviş Ferho’nun, “Biz PKK’yi, diyalog için fazla bir alan bırakılmadığı için silaha sarılan kurtuluş hareketi olarak görmeye devam ediyoruz” sözlerini aktardı.

Baba ve annesi hiç aydınlatılmamış koşullarda birkaç yıl önce öldürülen Ferho, “Eğer polis soruşturmasında suç işlendiğini gösteren deliller ortaya çıkarsa bunu mahkum edecek ilk kişi ben olurum. Ama bizden PKK’yi mahkum etmemizi beklemeyin, çünkü biz o zaman milyonlarca Kürtlerin gözlerinin içine bakamayız” şeklinde konuştu.

ANF NEWS AGENCY

ASKERİ CEZAEVİNDE YAŞANANLAR, AYDINLATILMALIDIR


ASKERİ CEZAEVİNDE YAŞANANLAR, AYDINLATILMALIDIR.

RÖPORTAJLAR III.BÖLÜM

Meclis bünyesinde kurulan ‘insan hakları’komisyonu, son dönemlerde yapmış oldugu açıklamalarına bakılırsa, kendilerini gerçekleri manipule etmekle yükümlü kılmışlar. En son Eskişehir Askeri cezaevini ziyaret eden komisyon, Askeri cezaevlerini çok iyi gördüklerini, olumlu izlenimlerle ayrıldıklarını belirtmişler. Askeri cezaevlerini bilen ve orda yaşatılmak zorunda bırakılanların tüylerini diken diken eden bir açıklamaydı,bu. Toplumda dahi kanıksanmış, kışlalarda askerlerin kabusu olarak anılan askeri cezaevlerini temize çıkarmak ancak böyle ucuz bir yaklaşımın ürünü olurdu. Komisyon güvenilirliğini yitirmiştir. Bizler de onların aksine kamuoyuna,askeri cezaevlerinde yaşanan-yaşatılan,işkenceleri-hak gasplarını,belgelerle olayın canlı tanıkları ve anlatımlarıyla afişe etmeye devam edecegiz. Kışlalarda, askeri cezaevlerinde yaşananları belgeleriyle tartışmaya açmaya devam edecegiz.

İbrahim Yaylalı gönüllü olarak Şırnak’a savaşmak için gitti. Kısa bir süre sonra PKK’nin eline esir olarak düştü. İki yıl gerillaların elinde kaldı. Yapılan girişimlerin ardından serbest bırakıldı. Devlet tarafından kimi gerekçeler gösterilerek tutuklandı,askeri cezaevine kondu. İşkencelere maruz bırakıldı. Yaşadıklarını biz sorduk o anlattı.

Son olarak söylediği şu sözlerinin altınıda çizmekte yarar görüyorum.’’ Bunu kolay bir süreç oldugunu düşünmüyorum fakat savaş mağdurları ve işkenceye maruz kalan insanlarımızın bilmesi gereken yalnız olmadığımızdır ve adım adım korkularımızı yaratanlarla hesaplaşmamız, hem bunun kaynagını kurutmaya yararken, en önemlisi sağlıklarına kavuşacak ve vicdani yaralanmalarını da halletmiş olacaklar’’

1-) Sizi tanımakla başlayalım sohbetimize, kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Nerelisiniz?

– 1974 yili Samsun-Bafra doğumluyum, askerlik sürecine kadar Bafra `da oturuyordum. Askerlik-PKK ve cezaevi sürecinden sonra yine yaşamıma Bafra`da devam ederim diye düşünüyordum ; fakat polisin sürekli beni rahatsız etmesi ve yaşam koşullarımın kalmaması üzerine Bafra’dan çıkmak zorunda kaldım.

2-) Ne zaman askere alındınız?

-1994`ün baharında askere alındım.

3-) Askerlik yaptırdıkları zaman zarfında, etnik kimliğinizden yada dini inancinizdan dolayı bir ayrımcılıga ugradınız mı?

– Anne tarafından Türk, baba tarafından Rum tabiatına sahibim. Tabii Rumluk (Helen-Yunan) Anadolu’da söylenirse dönmelik de denilebilir. Helen-Yunan, nufusu itibariyle mubadele öncesi Bafra yoğun yaşanılan bir yerdi. Tabii geç uluslaşmanın getirdiği sert bir tekleştirme, bizim bölgemizde de yoğun yaşandı. Dedemde bu dönemde yetim kalmış ve bir Türk ailesinin yanında Türkleştirilmiştir. Ailem de yoğun bir şekilde bunun etkisini yaşamış ve tamamen asimile olup, bizi de o şekilde yetiştirdikleri için bununla ilgili bir sorun yaşamadım

4.-Askerliği yaparken nelerle karsılastınız? Kışlalarda neler oluyor ?Savaşın en yoğun oldugu bölgede askerlik yapıyordunuz? Bu konuda belirtmek istediginiz hususlar var mı?

-Benim askerliği yaptığım dönem kirli savaşın, faiili mechul cinayetlerin en yoğun olarak yaşandığı bunun gereği olan aktörlerin tüm kurum ve kuruluşlarda köşe tuttuğu bir dönemdi. Tansu Çiller, Mehmet Ağar, İbrahim Şahinler, Çevik Birler vs. Bir çok bireyi ve hususu sayabilirim, fakat en çok görülmediği ya da anlaşılamadığı için en çok üzüldüğüm profesyonel askerlerin, adı “devrecilik”denilen halk çocuklarının, aynı tabiattan gelen insanlara uygulattıkları kişiliksizleştirme, psikolojik olarak bireyi tamemen teslim alan, biat kültürünün oturtulmasında büyük etkisinin oldugunu düşündüğüm, bu sistemin farkına varılmadan bir büyük oyunun parçası durumuna gelinmesi var. O dönemde bu o kadar ağırdı ki inanın şunu düşündüm, kışla da kalıp bu sistemin parçası olmaktansa dağa çıkar orada ölürüm düşüncesi bile, bunun o dönem ne kadar katı şekilde orada uygulatıldığını ortaya koyması açısından önemlidir. Hatta yeni birliğe teslim olmuşuz ve dagıtımlarımız oluyor, tugay içerisinde beni de bir savaş taburuna verdiler, birinci haftamızda orada askerliği bitmek üzere olan bir er vardı. Bizse yeni gelmiş bir kaç askerdik. O zaman psikolojik sorunu olan bir asker vardı ve kendi dönem askerlerinide yanlarına almış kendisini kanıtlamak, üstünlüğünü göstermek için onun bizi tokatlamasını, bizim de buna rıza göstermemizi istemişti ve hatta bizi aşağılamak için bunu devam ettirip kendi özel eşyalarını yıkayacak olanları bile aramızdan seçmeye kalkmıştı. Buna rıza göstermeyince üzerimize çullanmışlar bizi dövmeye kalkmışlardı, bunları şikayet etmeye kalktığımızda da bizi subay-astsubay ; “Siz ihbarcı mısınız?”deyip bayagı azarlamışlardı. Tabii o gün bunun bir tür kişiliksizleştirme mekanizmasının parçası olabilecegini bir bütün göremediğimizden dolayı bilince çıkaramamış olup, sadece bir an önce nasıl dağa gidebiliriz bunu düşünmeye başlamıştık. Oysa nasıl yetiştirilmiştik, bizim en kutsalımızda duruyordu ordu. Yetiştiğimiz yer itbariyle; bayrak-devlet,ordu,millet bizim en kutsalımızdı. Sonrasında anlıyacaktık bu büyük mekanizmanın ne işe yaradığını, bunu bilince çıkarmam için PKK`nin eline esir olarak düşmem gerekiyormuş.

5-) 1994 yılında PKK tarafından esir alındınız ? İki yıl gerilalarla birlikte kaldınız, bu döneme ilişkin anlatmak istediginiz bir şeyler var mı?

– Ben 1994`ün sonbaharında yaklaşık dört beş aylık asker iken bir taciz atışı sonrası geri çekilirken, yüsek bir yerden düşüp bağlı bulunduğum birlikten koparak PKK`nin eline gectim. Düştüğüm yer Sırnak Uludere`de Kele memed denilen bölge. (O bölge de daha önce, ordu PKK ile girdiği çatışmada 29 asker kayıp veriyor ve bir asteğmeni de PKK yaralı esir alıyor, bizde oraya müdahale olarak Gabar dağından kayrılılan birliğe dahiliz.) Düşmeden önce yine Şırnak tarafında olan Gabar dagında düşme anıma kadar görev yaptım. Orada taciz atışları hariç PKK`li gerillalarla birebir çatışmaya girmedim. Köy aramalarina çıkıyor, bizi çatışmalara motive etmeye çalışıyorlardı. Hatta bir seferinde konuşmadığı için, helikopterden yaralı bir PKK`linin atıldığını, sonrasında ise o PKK `li gerilla cesetinin teşhirini yapmışlardı bize. Bunu da motive olmamızı sağlamak için yaptıklarını açıklıyorlardı. Zafer nidaları ile o gün neler neler söylememişlerdi ki bize… Benim ise hatırladığım ; organları çıkmış, her tarafı parçalanmış cesetin ardından, mide krapmları içinde, içimdeki her şeyi boşaltığımdı. Ben “Nasıl bir şeyin içine girdim?”diyordum. Oradaki bütün bu sahnelere alışmış eski ve profesyonel askerler benimle bayagı dalga geçmişlerdi. Bu bir histeri haline gelmişti bende. Her fırsatta buna benzer sözüm ona –törenler- gerçekleştiriliyordu. Profesyonel olmayıp da normal erlerin kahkaha ve bağırmalarını gördüğümde de “Ben nasıl ve ne zaman bu kadar dayanıklı olabileceğim?” diye kendime kaç sefer sormuştum. Eski askerler cesetten ganimet toplar, gibi burun kulak topluyor ve boyunlarına asıyorlardı. O zaman iyi hatırlıyorum bir çavuşumuz vardı, daha önceki cesetlerden bir ikişer anı diye kulak toplamıştı ve o kararmış kulakların birer birer anısını övünerek bize anlatırdı, benim ise o günlerde üzerinde en çok durduğum şey ben çok zayıfım, bütün bunlara neden gülemiyorum ? Her fırsatta neden mide krampları şeklinde bir köşeye yığılıyorum ? Oysa bunun için gelmiştim bu savaş bölgesine, seçmelerde Isparta`da Kıbrıs`a el kaldırsam gidebileceğim halde egitimini küçüklükten beri aldığımız bayrak-millet-ordu ve dışarıdan üzerimize çullandırılmış bir örgütle savaşmayı yeğlemiştim. O zaman bu zayıflık da neydi ?? Bir keresinde de köy taraması yapilması için Gabar`da ismini şu an hatırlamadığım hala içerisinde insanların olduğu bir köye gitmiştik, aslında o köy bulunduğumuz yere yakın bir köydü, kaçak kaçak da o köye gider yiyecek bal, badem gibi şeyler alırdık yani bildiğimiz bir köydü. Bir seferinde o kadar ısrarımıza rağmen paramızı kabul etmeyerek gördüğüm kışlık bir çorabı almıştım. Bir çifti ise, eşiğin üzerinde kapıda asılı kalmıştı onuda aslında almak istiyordum, fakat bu kadar yüzsüzlükte yapmak istemediğim için vazgeçmiştim.O köyü sadece arayıp çıkacağımızı zannediyordum fakat köyü boşaltmaları istendi, zannederim gitmeye yerleri olmadığı içinde boşaltmak istememişler, o zamanda köydekilerin zorla oradan uzaklaştırilması icin köyün yakılma talimatı gelmiş. Baktığım heryer de köylüler feryat halinde ve her tarafta dipçik sesleri… Köylüleri uzaklaştırmaya başladık. Arkamızdaki time baktığımda, boşaltılan evleri yakmaya başlamışlardı. Bir ara amcayı hatırladım, bir çift yanmış çorabı görünce… ama düşünmemize bile fırsat vermiyorları bir o evde idik, bir bu bahçeyi tarumar ediyorduk. O sırada bir yerde anne feryatı duydum, arkalarıdan geliyordu, yanında korucular vardı, bir şeyler anlatmaya çalışyor, ama korucular sadece subaya söylüyordu. Ne söylediğini sonra coçuk çığlığı ile anladık ki yanan evde çocuğu kalmış, o an dona kaldım. Bağrıltılar, yanan evler, çığlık, her şey sanki sessiz bir film kareleri gibi gözümün önünden geçiyordu. İnanın bana çok kötü zamanlardı. Benim için orada yaşayan insanlar içinde… Benim için yıllarca uykularımda kabus olarak kalacak, orada ise evlerini yurtlarını ve cocuklarını kaybeden anneler,babalar bunun yıllarca travmasını yaşayacaklar..

Sonra tabii tüm geçmişimde aldığım terbiye ile ve burada yaşadıklarımla yarı baygın bir halde küçük bir magara da beni küçük bir bayan gerilla görüp aşagıya seslenerek, burada bir asker var deyip yarı baygın, flu şekilde bize anlatılmışlığın dışında silahlı bir bayan gerilayı görecektim. O kadar halsizdim ki elimi uzatacak halim yoktu, artık tek düşüncem eziyet gösterilmeden ölmek için dua ediyordum. Doldurulmuş bir bilinç ile bize işkence ederek öldürüleceğimizdi. Fakat üç dört kişi beni kaldırarak aşagıya götürdü, orada kırk yada elli kişiye yakın bir bir insan topluluğu gördüm. İçlerinden biri bana yaklaşarak bir şeyler söylemeye başladı. Ben ise ne zaman ölecegimi düşünüyordum, bir şeyler yiyorlardı bana ikram ettiler, ama yemek yiyecek durumum yoktu. Onlar kendilerini anlatıyorlardı, bir de haklarımı söylüyorlardı, bir Cenvre sözleşmesi, bir ölüm bir yemek, bir de neden hala bir şeyler yapmıyorlar düşüncesi gelip gidiyordu. Doktor olan bir gerilla ayagıma bakacagını söyledi. Önce çekildim, sonra karşı koymadım. Destekler koyup ayağımı bagladı, orada o gün yattıktan sonra bölge sorumlusu ile görüştürülecegimi, sonra da bırakılacagım güne kadar güney kürdistan(k- Irak geçirilecegim söylendi.) Sonrasında altıncı-yedinci ayıma kadar acaba soruları aklımdan gelip geçti neden öldürmediler? Ama oradaki sosyal yaşamı izlediğimde bu zamana kadar anlatılanların dışına bir şeyler olabileceği sorusu kafamda oluştu, uyuşturucu, fuhuş ve benzeri şeyleri orada görmedim. Benzeri bir sürü daha şey işlenmiştı kafamıza buraya gelinceye kadar. İnsanlar sohbet ediyorlar, okuyorlar tartışıyorlar, askeride olmadığı gibi bayagı üst rütbelilerde sosyal yaşamda görevi olan ihtiyaç çalışmalarına katılıyor, o dönemde kafam allak bullak olmuştu. Bütün bunlar eski yaşadıklarımız bize gösterilenler, burada yaşadıklarımız, birde üstelik bir süre sonra orada bir bayana, Sarya diye bir bayan gerillaya sevdalan. Hemde düşmanın diye yemeğini yemezken, duygular yok derken, mübtalılar diye düşünürken, ağzın açık kalacak bilgisiyle saryaya sevdalan… Evet o dönemler ve geçmişim çatışma haline girmişti. Bayrak-devlet,ordu mititarizim, Gerilla-PKK,aşk sevda…çok şey daha söyleyebilirim… Gerilla, dağ ve bu esaretlik süreci bana küfür diye algılatılan kürt halkı ve gerçegi noktasında eski verili doğmatik yanımla hesaplaşmam konusunda ve bu coğrafyanın en çok hesaplaşması gereken militarizm gerçeği ve etkileri konusunda benim kendimi görmemde büyük etkisi olmuştur.

6.-Pkk tarafından serbest bırakıldıktan sonra yaklaşık dört ay askeri cezaevine konuldunuz nedenini anlatırmısınız?

– Bugün hala tabu ve yasalarla koruma altında tutulan savaş karşıtlığı nedeniyle bir kaç basın kuruluşuyla bu savaş gerçekliği üzerine yaptığım röportajlar üzerine diyarbakır DGM ve Diyarbakır Askeri mahkemenin açtığı ayrı ayrı mahkenmler nedeniyle biri yurt dışına firar ettiğim gerekçesiyle, biri de örgüt propagandası yaptığım iddasıyla… Her ikisi de maddi delil yetersizliği ile uzun süren mahkemeler sonrası düştü..O zaman yanlış hatırlamıyorsam Orhan karadeniz miydi yedek mahkeme hakimi neydi. inanamazsınız beni daha kapıdan girer girmez bilmem seni bilmen ne yapacagım PKK li felan diyerek karşıladı. Sonra bir çok şey saydı ve tutuklu yargılanmam diyerek asker olmam da göz önünde bulundurularak Diyarbakır Askeri Hapishanesine gönderildim…

7.-Diyarbakır askeri cezaevini anlatırmısınız? Mimari ve iç işleyişini?

U şeklinde, tek katlı er erbaş ve subay-astsubayların kalma yerleri ayrılmış, ortasında ortak havlandırması olan bir yer

8-Sizin askeri cezaevinde kaldığınız dönemde, müdür kimdi ismini hatırlıyormusunuz?

inanın hatırlamıyorum, o dönemin kayıtlarına bakmak gerekiyor

9.-Diyarbakır askeri cezaevinde Yaşamış oldugunuz hak gasplarını ve de şahid oldugunuz olayları anlatırmısınız?

Orhan Karadeniz(DGM hakimi) beni askeri hapishaneye götürülmem için havacı astsubay erkan a teslim etti. “bu çocuğa iyi bakın” diye tembih de bulundu. Acaba göz dagı vermek için mi böyle küfür ve hakaret etti acaba diye düşündüm. Baksana dedim adam iyi davranın dedi. Tabii hapishanenin kapısından girince anladım ki o iyi davranın kötü davranının kodlu haliymiiş. Hapishane kapısının yüzüme çarpmasıyla beraber içeride üzerime yumruklarla, sopalarla çullanmaları bir oldu. Dedim karşılanmam böyle ise ben buradan çıkamam. Birde o dönem basın kamuoyu varken böyle yapılıyor. Gerçi bu dağlıca olayında olduğu gibi “yaşadıklarına sevinemedim” diyen”siyasetçiler de durmuyor çalışıyor. Karşılama dayagından sonra herkes bana orada PKK li muamelesi yapıyor senin kim ne yaptığını anlamak yerine hakim görüşe şirin gözükmek için gardiyanlardan daha çok sana yüklenmeye çalışıyor. Kimse kimseyle zaten gün boyunca konuşulamıyor,kimse kimsenin yüzüne uzun süre bakamıyor,gardiyanların yüzüne uzun süre bakılması yasak . Eger yüzünde bir duygu görsünler kendilerine ait bu dayak bahanesi, istiklal marşını okumadım diye kalaslarla dövüldüğümü biliyorum. Yatagımın üzerinde para zıplamadı diye tüm yatakhaneyi sürünerek sildigimi hatırlıyorum..Dahası o kadar kötüydü ki durum, bir seferinde o kadar kötü davranıyorlar ki tamamen psikolojik olarak beni teslim almak istiyorlar ki bir asker kaçağı var, aynı yerde kaldığım, onu ajanlaştırıyorlar, beni kötü muameleye karşı bir şeyler yapmak için teşvik ediyor.Yanımda olacagı izlenimi veriyor ben bir şey yapmaya kalktığımda ise bunu götürüp gardiyanlara götürecek, onlar da beni yine dövmek için bahene bulacaklar . Gerçi ben onu etrafımdan uzaklaştırınca bu sefer de onun için dövdüler. Uygun adım yürüyüşü kabul etmediğim için yine dayak yemiştim. Bir seferinde inanın bana koridoru suluyorlar ve bana diyorlar ki al bu permatiği şu sürede çek imkanı yok o sürede çekilmez dedim, alın direkt dövün benii. Bir kez bir PKK asker kaçagını yakaladık ondan laf alıp bize getireceksin bir tür ajanlık önerisi oldu .Bunu kabul etmeyincede bir gece gelip iş ocakları denilen yere götürüp kalaslarla dövdüler ki cigerlerimin elimde kalcagını düşündüm

10.- İşkencenin etkilerini günlük yaşamınızda hisediyor musunuz?

-Öncelikle savaşta yaşadıklarım,ölümler yakımlar,kişiliksizleştirme seansları hapishaneye girerken bütün bu dönem uzun süre kabuslarla uyanmama neden oldu. Hapishanede mesala askeri üs de vardı, oraya bir helikopter inmek için yaklaştığında bilinçsizce kendimi yere atmışım ve bayılmışım. Biz dagda iken helikopter saldırlıları, uçak bombalamaları ve top atışları bu uzun süre yoğun bir ses suyduğumda bir an istemsiz kendimi ya yerde yada bir an boşlukta hissetmemi sağlıyordu. Bugün ise bir çoğundan kurtuldum sayılır. Bir tek ani sinirlenmeler,küçük tahammülsüzlükler üzerimde etki olarak kaldı. Bu yanımı fark ettiğim için böyle zamanlarda kısa süreliğine yanımda bulunan insanlardan uzaklaşarak yürümeyi yeğliyorum, sakinleşince tekrar yaşamıma kaldıgım yerden devam ediyorum.

11-Şimdi nelerle ugraşıyorsunuz?

Bunu iş olarak soruyorsanız bir çok zorluk çıkarmalarına rağmen, bir çok kez polisin beni işimden etmesine rağmen, hayata tutunmaya çalışıyorum. En son bir tv progrmının halkla ilişkileri ile ilgileniyordum program yayından kaldırılınca yine issiz kaldım.

12.-Vicdani red üzerine ne düşünüyorsunuz ?

Devlet aygıtı olarak militarizmin en güçlü olduğu bir coğrafya da yaşıyoruz, “ordu-millet” diye mirasını geçmiş devlet biçimleriyle perçinlemiş ve bunu topluma yedirmesini zor ve propaganda yoluyla kabul ettirmiş bir gerçekliğin içinde vicdani reddin hiç de kolay bir mücadele biçimi olmadığını, bunun kısa bir süreç de de sonuç vermeyeceğinin farkındayım. Fakat böylesi bir mücadelenin sadece bu coğrafya da da verilmediğini, verilen yerlerde de kazanılan hakların kolay elde edilmediğini, fakat bir çok şeyi ğögüsleyerek militarizmi nasıl güçlü şekilde teşhir edebilceğini araştırmalarım sonucu gördüm, militarizm ve burjuva savaşların ve çıkarların insanlığı nasıl duygusuzlaştığını bir süre sonra iyiden iyiye halkları birbirine yabancılaştırdığını, kendi rant ve çıkarları için bir çok psikolojik enstrumanı da kullanarak insanın nasıl kendisine yabancılaştığının herhalde benim kadar birebir örneği olamaz.

Bu yabancılaşmayı da yenebilmenin yolunun nasıl onlar kendi çıkarları olunca yanyana gelip bir coğrafyayı komple lal etmek için birliklerini sağlamlaştırıyorlarsa bizde bu yabancılaşmayı sağlayan ve bunun sayesinde kendi çıkar ve rantlarını gizleyen bu mekanizmayı ellerinden alabilecek ve bu cografyanın ruhunu ve tekrardan vicdaninı ortaya çıkarabilecek ve bir avuç egemenin oyunu bozacak, tüm emekçi halkların, muhaliflerin ve savaş karşıtlarının bir araya gelerek elimizden alınmaya çalışan değerlenin birliğini sağlamak ve bunu sağlamlaştırmak için eilimzen geleni yapmamız gerekiyor. Ya vicdanımızı ve ruhumuzu yok ederlerken seyirci kalıp bizi teslim almalarına izin vereceğiz bu aynı zamanda tüm insanı degerlerimizin yok olmasına seyirci olmamız demek, ya da tüm yabancılaşma karşıtları militarizm ve sermaye egemenliği karşıtların en az onların bizi bu halde tutmaya çalışanların birliği kadar birliğimizi güçlendirip, tüm bu coğrafyayı vicdansızlaştırmaya ve insanlığın ruhunu bir avuç dolar euro ve borsa ile denk sayanların egemenliğini değeştirebilir imkanı bulabiliriz .

son söz yerine

-Bütün bunları yaşadıktan ve bir çok şeye sahit olduktan sonra bunları hiç yaşanmamış saymak, olan bitenler üzerine sessiz kalmak nasıl olacaktı. Önceleri itiraf etmek gerekirse bir çok şeyi yok saymadım değil, çünkü yarattıkları korku birey üzerinde normal bir şey değildi, seni bir çok enstrumanı kullanarak bu korku sarmalının içinde kör-sağır dilsiz kılmaya çalışıyor, ben de bir çok insan gibi bu sarmalın parçası haline getirilmiştim, bunun etkisinden kurtulmak için çok çaba sarf ettim. Bir taraftan kaba anlamda insanların vicdanlarını sağırlaştıran bir çok şeye tabii tutulmuştum(işkence,yok sayma,psikolojik baskı vs) yani vicdani yabancılaşmayı sağlamak için kullandıkları kaba metodlarıyla yüzleşmiştim. Şimdi iyi biliyorum ki bu benim vicdanımı sağırlaştırmaya yönelik metotlardan sadece biriymiş, daha bunun gibi sayılamıyacak kadar bu coğrafya insanlarının vicdanlarını körleştirecek metodlara hakim olduklarını öğrendim. Bir tarafta ise tüm bu savaş gerçeğinin altında sadece bir avuç savaş ağası ve egemenlerin çıkarları için bu coğrafya da binlerce yıllardır sömürü ve talana uğratılmaya çalışılan kürt halkı gerçeği ve kürt halkının maruz bırakıldığı bir çok insanlık dışı muameleye sahit oluyorsun. Yani bir taraftan sağırlaştırılmaya çalışılan bir vicdan bir taraftan da gördügün, yaşadığın, gerçekler karşısınsa yeniden tüm saldırılara ragmen vicdanınla yüzleşmek zorunda kalıyorsun. Körleştirilmeye,sağırlaştırılmaya çalışılan vicdanını kazandığında senin onun çağrısına karşı sessiz kalamayacagımı anladım. Bütün bu süreç benim için çok sancılıydı. Asla kimse kolay sanmasın, önceleri bütün sorumluluklarımdan kaçmayı denemedim değil, fakat inanın bana geceleri terlemeyle, kaç sene kabuslu kalktığımı bilseniz; ya bir işkence seyansı ile uyanıyordum ya da parçalanmış gerilla cesetleri ya da yanında etrafında ölen asker cesetleri ile uyanıyordum. Sonraları bunu aşabilmemin bütün her şeyle yüzleşmem gerektiği, özellikle işkencecilerimle ve bu metodu hakim kılanlarla,çünkü beni savaşa gönderende bu işkenceyi yapanlarda aynı anlayışın ürünüydü. onların oyununa geldiğimi ve onların istediği gibi kendi içimde sağlıksız ve günden güne yok olan birisine dönüşüyordum ve en çok hissettiğim şey ise kendimi hep yanlız hissetme ve bana yapılanlar sanki sadece bana özel bir durumdu, bende bir problem olmalıydı düşüncesi. Fakat böyle olmadığını işkenceye uğruyanın sadece ben olmadığımı, ama aynı metodla yalnızlaştırılmaya çalışıldığımızı fark ettim. Aynı zaman da bunu kırmaya çalışan insanların varlığını öğrendim.Bunun sonucunda gördüm ki günden güne beni yalnız kılmak isteyenlere (sorumluluları işkenceyi de savaşa da beni gönderenlerdir ) karşı yanyana duruşumuzu büyüttükçe bu yürüyüşümüzün sonucunda ise ilk fark ettiğim şey artık eskisi gibi kabuslarla uyanmalarım azaldı ve korkularımın ise günden güne bir özgüvene dönüşmeye başladı. Yani sağlıksız, kendi içinde çürüme noktasından tekrar sağlıklı hareket etme noktasına kadar beni taşıdı. Zannederim benim durumumu bir çok insan yaşıyor ama bu durumunu saklayan insanların sayısı çok fazla. Eğer benim durumumdan bir ders çıkaracak olursak eğer bu durumu kabullenip günden güne çürüyüp ya intiharla yada bir çok pisişik sorunla yaşamaya devam etmeyi sececeksiniz yada işkencecinle hesaplaşıp çok daha sağlıklı yaşamaya devam edeceksin. Bunu kolay bir süreç oldugunu düşünmüyorum, fakat savaş mağdurları ve işkenceye maruz kalan insanlarımızın bilmesi gereken yalnız olmadığımızdır ve adım adım korkularımızı yaratanlarla hesaplaşmamız hem bunun kaynagını kurutmaya yararken beraberinde en önemli şeylerine saglıklarına ve vicdani yaralanmalarını da halletmiş olacaklar

Metin AYDIN (Vicdani redci)

Iletisim :kurd.vicdani.red.insiyatifi@gmail.com

Bejan ve diaspora


Bejan ve diaspora

Hasan Bildirici

Tarih: 11 Mart 2010 Perşembe

26 Şubat tarihinde Paris’te, Paris Kürt Enstitüsü’nün öncülüğünde “Demokratikleşme ve Avrupa Birliği’ne katılım Perspektifi” konulu bir konferans düzenlenmişti. Konferansın katılımcılarından biri de Zaman Gazetesi yazarı Bejan Matur’du. Bejan Matur, konferanstan memnun ayrılmamış olacak ki, döndüğü Türkiye’de, Zaman Gazetesi’nde, kendisine ait köşede, “Türkiye’ye Fransız Kalmak” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı haberler içinde bulabilirsiniz… Sizinde okuyacağınız gibi Bejan Matur, Avrupa Kürtlüğünden ve Fransız gazetecilerden rahatsız olmuş…

Bu konuda yanlış bir şeyler yazmamak için, konferansa katılan Hülya Yetişen arkadaşımıza telefon açıp, konferansın havasını sordum. Hülya Yetişen, konferansın gayet güzel geçtiğini, konferansın olumlu havasını Bejan Matur’un sürekli AKP’yi savunan tavırlarının farklılaştırdığını söyledi. Bir başka arkadaş ise, Bejan Matur’un aşırı AKP savunuculuğunun Faransız gazetecileri ve Kürt dinleyicileri gerdiğini anlattı. Bejan Matur’un aşırı AKP savunuculuğuna içerleyen bir Kürt gencinin Fransızca yaptığı konuşmanın bütün salon tarafından alkışlanması, Bejan Matur’un gerilmesine, el ve ayaklarının titremesine ve konferans içinde yalnızlaşmasına neden olmuş.

Konferanstan alınmış olarak Türkiye’ye dönen Bejan Matur yukarıda sözünü ettiğim gibi, aşağıdaki yazıyı kalem almış.

Bejan Matur, Siyasal İslam’ı destekleyen tavırlarını gözden kaçırmak için olay ve olguları keyfince çarpıtıyor ve bunu da yutmamızı bekliyor.

Kendisi Zaman Gazetesi’nin yazarıdır. Zaman Gazetesi, Fethullah Gülen’in gazetesidir. Zaman Gazetesi, Kürt ulusal mücadelesine karşı amansız bir iftira ve Kürtleri birbirine karşı güvensiz kılma mücadelesi sürdürmektedir. Bejan Matur’un Fethullahçı olanaklarla geçindiğini, Diyarbakır’da da bu nedenle bulunduğunu bilmeyen yoktur. Herhangi bir Kürt kuruluşu tarafından davet edildiğinde, o kuruluş, Bejan Matur’un AKP ve Fethullah Gülen savunuculuğu yapacağını peşinen bilmek zorundadır. Kürt ve Alevi diyerek davet edilen Bejan Matur’un “Kürt açılımı” lafından nefret ettiğini ayrıca belirtmek gerekmektedir.

Bu bir suç değildir, fakat bir duruştur. Karşınızdaki hanımefendinin Türkiye’deki iktidar olanaklarıyla yaşadığını bilerek onunla ilişkiye geçeceksiniz…

Bejan Matur’un, Hrant Dink’in de yurt dışındaki muhalifler ve Ermeniler tarafından sevilmediğini söylemesi; Kürtler, Aleviler ve demokrasi güçler karşısındaki hileli duruşunu gözden kaçırmak için başvurduğu bir oyundur. Hrant Dink’i, Avrupa veya Türkiye’deki solcu muhalifler veya Kürtler değil, kendisinin yazarlığını yaptığı Zaman Gazetesi’nin de içinde olduğu Türk-İslam sentezi yetiştirmesi bir militanı öldürmüştür. Danıştay’ı türban kararı nedeniyle basan da Türk-İslam Sentezi yetiştirmesidir. Malatya’da, yayınevinde üç Hıristiyan’ı kesen de onlardır. Trabzon’daki rahibi de onlar öldürmüş, Maraş ve Çorum’u onlar kana bulamıştır… Başkalarının onları kullanmış olması bu gerçeği değiştirmez. Hrant Dink için hiç üzülmeyecek bir kesim varsa onlar da Türk İslam milliyetçiliğidir. Bejan Matur, yüz yıldır Kemalizmin sokak tetikçiliğini yapan bu ideolojinin şemsiyesi altına sığınmış, oradan da Kürtleri ve Alevileri kullanmaya çalışmakla ayıp etmiştir.

Kürt ve Türk muhaliflerin Türkiye’yi Avrupa kapılarına şikayet etme hikayesi de bir Bejan Matur uydurmasıdır. Avrupa’da yaşamakta olan Kürt nüfusunun yüzde sekseni, Türk devletinin mağdurlarıdır. Köyleri yıkılmış, yakınları öldürülmüş, işkence görmüş, takip altında kalmış kimselerdir. Ben de dahil bu insanları çoğu, bırakalım Türkiye’yi şikayet edecek bir makam bulmayı, kendi sorunlarını anlatacakları bir Avrupalı memur dahi bulamamaktadırlar… Aksine Avrupa’daki Kürtleri baskı altına almak, tutuklamak, kurum ve kuruluşlarını dağıtmak için her tür devlet, istihbarat teşkilatı, kurum ve kuruluşla iş birliği yapan AKP ve Türk devletidir… 4 Marttan bu yana Avrupalıların ROJ TV ve diğer Kürt kurumlarına yaptığı insanlık dışı operasyonları birlikte takip ediyoruz.

Bejan Matur, yazısının başlığını “Türkiye’ye Fransız kalmak” diye atmış…

Konferansta Fransız gazetecinin kendisine yönelik eleştirilerinin içeriğini de öğrendim. Bejan Hanım’ın hükümetin ve Siyasal İslam’ın icraatlarını öven konuşmalarından rahatsızlık duymuşlar ve kendisini bir gazeteci ve yazar olarak dinlemek istediklerini söylemişler… Demek Bejan Hanım bu Fransız dersini hazmedemedi ve yazısının başlığını “Türkiye’ye Fransız kalmak” olarak attı.

Doğrudur, Diaspora Kürtlüğü olaylara artık biraz İngiliz, Alman, Fransız bakıyor… Her halde yaşadıkları ülkelerin suyundan ve ekmeğindendir…

Kendisi Türkiye’ye ve Kürt sorununa nasıl bakıyor sahi?

Biraz AKP, Biraz Zaman, biraz Fethullahçılık….

Demokrat olabilmemiz için illa Siyasal İslam’ı mı desteklememiz gerektiği iddiası bir safsatadır. Siyasal İslam’ın Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde en ufak bir katkısı yoktur. Aksine Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin mücadeleleriyle çürüttüğü iktidara AKP konmuştur.

Yani demem o ki, dünyanın en berbat işi iktidar nimetlerinden geçinen yazar, şair ve ressam olmaktır… Onlar sağlıklarında biraz paralı falan yaşarlar, fakat bu hayattan göçtükten sonra da iktidar projelerinin ihalecileri olarak anılmaktan kurtulamazlar…

Bejan Matur’un her panel, konferans ve toplantıda titreyip mahcup kalmasından üzüntü duyuyorum…

Alevi ve Kürt bir kadına, gerçeğin alın çatına saç tellerini özgürce savurmak yakışırdı…

Çünkü özgürlük bir tutkudur… Yüksek yüreklerin ve vicdanların işidir… Özgürlüğün kısrak başını, iktidarların yanaşmaları değil, her türlü menfaat ve iktidar ilişkilerinden arınmış kişiler tutar…

Özgürlüğün ve gerçeğin sesi, Bejan Matur’un hileli duruşuna dokunuyor.

Bejan Matur’un rahatsızlığının hikayesi bundan ibarettir…

****

Luzernde 100. Yil Bulusmasi


Luzern de Kadinlar 8 Mart dünya emekci kadinlar gününün 100.yilini etkinlikle kutladi.Luzern de yasayan Kürt kadinlarinin bir araya geldigi kutlama Luzern Kürt Kültür ve entegrasyon Derneginde yapildi.
Luzern Halk meclisi Kadin komisyonu adina yapilan aciklamada kisaca 8 Martin tarihcesi ve Kürdistan özgürlük mücadeleseyle birlikte Kürt kadininin geldigi düzey degerlendirildi.
Siir,kisa skec ve sinevizyon gösterimiyle biten kutlamanin sonunda Luzern halk meclisi Kadin komusyonu iki yil önce vefat eden Luzern Kürt Kültür ve Entegrasyon Derneginin eski baskani Ali Polatin Esi Gülsen Polata tüm kadinlar adina cicek sundu.Lüzern Kürt Kültür ve entegrasyon dernegide ayrica tüm kadinlara gül dagitarak 100.Yil vesilesiyle Kürdistan ve Dünya emekci kadinlar gününü kutladi.

Komeleya Cand u Integrasyona Kürd den bas sagligi mesaji


Tarihinde büyük acılar yaşamış olan Kürdistan halkı en son olarak Elazığ-Karakoçan’da gerçekleşen depremde yeni acılar ve ağır kayıplar yaşamıştır. Özellikle Karakoçan ve yöresinde yaşanan bu afette en çokta fakir ve yurtsever Kürt köylüleri ağır insan kayıpları olmuş ve zarar görmüştür. Bu temelde depremde kayıpları olan yöre halkına sabır ve başsağlığı diliyoruz.

FEKAR Kongresinde Belçika’ya tepki


FEKAR Kongresinde Belçika’ya tepki

ANF19:21 / 07 Mart 2010 ZÜRİH – İsviçre Kürt Halk Dernekleri Konfederasyonu (FEKAR) 18. Dönem Kongresi Solothurn kentinde bulunan Kulturarena konferans merkezinde gerçekleşti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın dev posteri ile KCK ve PKK bayraklarının asılı olduğu salonda ayrıca Özgür Kimlik, Özgür Önderlik, Demokratik Özerklik yazılı pankartta asıldı. 15 Şubat Komplosu’nu protesto amacıyla bedenini ateşe veren Ebumüslüm Doğan’a adanan kongrenin açılışını FEKAR 17. Dönem Eşbaşkanı Bahattin Altuntaş yaptı.

Divan seçiminin ardından Kürdistan devrim şehitleri adına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın görüşme notları Biji Serok Apo sloganları arasında delegeler tarafından ayakta alkışlandı. Kon Kurd’dan bir temsilcinin de katıldığı kongrede İsviçre Med Kültür Merkezi ile YEK- KOM’un mesajları da okundu. Kongrenin devamında sürece ilişkin tartışmalara yürütüldü. Roj TV’ye yönelik olarak Belçika Polisi’nin düzenlediği operasyon ile Kürt siyasetçilerine yönelik olarak hem Türkiye’de hemde Avrupa genelinde yapılan operasyonlara değinen delegeler Kürt kurumlarının topluca direnişe geçmesi gerektiğini belirttiler.

Verilen kısa aranın ardından kongre FEKAR yönetimi tarafından İsviçre’de faaliyet yürüten Kürt derneklerinin, Kürt dilinin geliştirilmesi, halkla ilişkiler, lobi-sivil toplum ve proje alanında başarılı çalışmalar yürüten derneklere teşekkür plaketi sundu. Ardından FEKAR 17. Dönem Yönetimi tarafından hazırlanan faaliyet raporu ve mali rapor okundu.

Raporların tartışılmasının ardından yeni yönetimin seçimine gidildi. Yapılan seçimlerde yeni yönetime Mehmet Tali, Sevim Tutar, Cevdet Demir, Mehmet İlkan, Ahmet Yaman, Yusuf Korkmaz ve Ömer Reşitoğlu seçildi.

FOTOĞRAFLAR: RÜŞTÜ DEMİRKAYA

ANF NEWS AGENCY