Nazım ALPMAN: Şükürler olsun, Kürt sorunu varmış


PKK Lideri Abdullah Öcalan 15 Ağustos’ta Kürt Sorunu çözümünde neler yapılabileceği konusunda bir yol haritası açıklayacak.

Son bir haftadır ülke gündemini Öcalan’ın yapacağı açıklamalar meşgul ediyor. Henüz onun ağzından çıkmış bir şey yok. Ama “Güneydoğu’da savaşa devam” cephesi alarma geçti:

-Apo’nun söyleyeceklerine hayır! kampanyası başlattı.

Daha bir şey demedi ki!

Öcalan’ın sunacağı yol haritasının kendince bir hedefi var:

-Silahların susması ve kalıcı barışı temin etmek!

İşte buna karşı çıkılmasını kavramak kolay değil.

Savaş sürsün…

Karşılıklı olarak Türk ve Kürt gençleri ölsünler…

Zaten 25 yıldır ölüyorlar…

Bunun ülkeye nasıl bir faydası var?

Kim bilir belki bu ülkede iyi şeyler de olabilir.

Savaş olmadan da Türkiye’de yaşanabilir.

Bayraklı tabutlara konulmuş şehitlerin arkasından paralanan analar, eşler, kardeşler, çocuklar, arkadaşlar, yakınlar, vatandaşların yürek yakan görüntüleri her akşam televizyon ekranlarından uzaklaştırabiliriz.

Ekranlara pek yansımayan ama aynı acıları benzer biçimlerde yaşayan Kürt anaları, kardeşleri, eşleri, çocukları, arkadaşları, yakınları olduğunu biliyoruz. Güneydoğu kentlerinde devamlı olarak kitlesellik yaşayan “Taziye Evleri”nde sadece eceliyle hayata gözlerini yummuş insanlar için başsağlığı dilekleri kabul edilir.

Ne olur gençlerimiz hayatta kalsalar?

Çok şey istemek midir?

Belki bir gün barış olur diye beklemiş olanların umutları filizlenir.

Barış olmasın diye kendilerini parçalayanların dün neler söylediklerini hatırlıyor musunuz?

Hatırlayanlar var, hatırlatalım:

-Kürt Sorunu diye bir sorun yoktur.

Daha gerilerde dil vardı:

-Kürtçe diye bir dil yoktur!

Onun bir adım arkasında ise daha acısı yer alıyordu:

-Kürt yoktur, dağ Türkleri vardır! Sertleşmiş kartlara bastıklarında kart-kurt diye ses çıkartırlar. Bu yüzden de kendilerinin (kart-kurttan dolayı) Kürt olduklarını sanırlar.

Bu ilkel görüşün sahipleri şimdi TRT-6’yı izlerlerken acaba kalp krizi geçiriyorlar mıdır?

Oysa hayat başka bir nehir yatağında akmaya devam ediyor.

Kart-kurt yoktur: Kürt vardır!

Kürtler de Kürtçe konuşurlar. Aralarında lehçe farklılığından doğan çeşitlilik yaşanır. Şarkıları, türküleri, şiirleri, edebiyatı, kültürü, sanatı, yemekleri, örf ve adetleri vardır. Bir de dertleri vardır:

-Kürt sorunu!

Türkiye’nin en geri kalmış kafaları şimdi bu durağa geldi, bunu da şükürler olsun.

Nazım ALPMAN / internethaber
nazim@internethaber.com

Öcalan: Erdoğan süreci yürütemiyor


42530fe2beİSTANBUL – Öcalan, “Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Meclis Başkanlığı siz de olacak, yine çözmeyeceksiniz, o zaman bu bir oyalamadır. Mesele demokratik bir anayasa ile çözülebilir, niye yapmıyorsunuz? Erdoğan bu süreci yürütemiyor” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Kürt sorunu önündeki engel zihniyet ve yapıları değerlendiren Öcalan, “Türkiye’deki yaklaşık beş altı bin akademisyenin yüzde sekseninin ulusalcı ve milliyetçi olduğu söyleniyor. Yüz elli yıldır böyle yaşamaya alışmışlar. Böyle bir zihniyet var, kendiliğinden alışılagelmiş bir faşist zihniyettir. Ama bu aşılacak ve aşılmak zorunda. Bu kesimler örgütlü değillerdir ama zihniyetleri bu. Ancak zaman zaman bunlar örgütlendirilerek çeşitli amaçlar için kullanılmışlardır” dedi.

BAYKAL BOZGUNCULUK YAPIYOR

Öcalan, şöyle devam etti: “Baykal ve CHP bozgunculuk yapıyor. CHP, son üç yıldır AKP’ye alternatif olabilirdi ancak nedense olamadı. Baykal ve CHP iktidar olmak istemiyor. CHP’nin mantığı, “kontrolümde olsun, iktidar olmasam da olur” Adeta böyle arkadan gizlice yönetme çabasındadır, gizli iktidarını koruma derdindedir. Ergenekon ve ordu arasında gidip geliyor, darbecilerle işbirliği yapıyor. Bu zihniyet 1880’lerden bu yana 130 yıldır devam etmektedir. Bu ittihatçı zihniyetidir, komitacı, darbeci bir zihniyettir. Bu ta Abdulhamit’e kadar gidiyor. Bunlar önce Abdülhamit sonra Abdulaziz’i hatta Mustafa Kemal’i de bu şekilde kuşatmaya almışlardır. Abdülhamit nasıl kuşatıldıysa Mustafa Kemal de öyle kuşatıldı. Yine bu anlayış Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Ecevit’i de kuşattı. Menderes’i ipe götürdüler, Özal’ı da götürdüler. Uzunca bir müddet Demirel’i kullandılar, gidip gelmeleri oldu, Demirel Türkiye’nin Cossiga’sıdır. Bir müddet Erbakan’ı kullandılar, işleri bitince alıp kenara attılar. Ecevit, biraz daha dürüsttü ancak onu da kullandılar.”

SOLDA CİDDİ BOŞLUK VAR

Çatı partisi girişimini değerlendiren Öcalan, şu hususlara dikkat çekti: “Çatı partisi salt Kürt sorununu çözme partisi değildir. Genel anlamıyla Türkiye’nin demokratikleşme hareketidir. Türkiye’nin birçok sorununu çözme hedefi olan bir projedir. Türkiye’nin en önemli sorunu demokratikleşme sorunudur. Çatı Partisinin ismi önemli değil. Türkiye’de sol, sosyalist ve emek cephesinde ciddi anlamda bir boşluk var. Sendikalar basit bir ücret sorununu dahi çözemeyen bir konumdadırlar. Kürt ve DTP tarafında ise nispeten bizim doldurduğumuz bir öz var, iki üç milyon oy alıyorlar. Belli etkileri var, sınırlı bir başarı söz konusudur. Esasen sol, sosyalist kesimin Türkiye’nin demokratikleşmesinde öncü olması gerekiyor. Boşluk devam ediyor. Halen bunu dolduran bir kesim yok. Bizim bunlara hükmetmemiz mümkün değil, kaldı ki DTP’ye dahi hükmetmiyoruz. Şunu yap, bunu yap demiyoruz, bu doğru da değil, önerilerde bulunuyorum.”

ALEVİLİĞİ BİLMİYORLAR

Öcalan, şöyle devam etti: “Yöneticilik demek koltuğa kurulmak değildir. Partiyi büyütmeyeceksin, kadro kazandırmayacaksın, bir Akademiyi dahi kuramayacaksın, geliştiremeyeceksin, demokratik belediyecilik anlayışını geliştiremeyeceksin, doğru düzgün bir örgütlenme yapmayacaksın, böyle olmaz. Hazır oyları dahi toplayamayacaksın, Diyarbakır’da, Dersim’de kültür evleri açılmalı. Dersim’de demokratik belediyecilik önemli. Demokratik belediyecilik anlayışı gelişmelidir. Alevilik diyorlar, aleviliğin ne olduğunu, kökenini bilmiyorlar. Aleviliği doğru düzgün tartışan iki alevi aydını görmedim. Halen bir akademi, kent meclisleri kurulabilmiş değil. AKP yüze yakın akademi kurdu. AKP, benim söylediklerimi alıp pratikleştirmeye çalışıyor ama aynı çaba DTP’de yok. Bana önderlik falan diyorlar, ama ben önderlik için, bir önderin yapabileceği her şeyi yaptım. Binlerce konferansım var, kitaplarım var, eserlerim var. Bunlar her şeyi yeterince açıklıyor. Bunları alıp okumalıdırlar, uygulamalıdırlar.”

HERKES BENDEN BİR ŞEYLER BEKLİYOR

Öcalan, açıklayacağı yol haritası ile ilgili şu bilgileri verdi: “Açıklayacağım yol haritasında akil adamlara değineceğim, aydınlara da rol düşüyor. Türkiye’deki radikal demokratlara sesleniyorum. Görev ve sorumluluk alsınlar. Türkiye’de üç çeşit demokrat var. Liberal, Muhafazakâr ve Radikal demokratlar. Ben radikal demokratım. Çözümün öncülüğünü radikal demokratlar yapacaktır. Tarihi günler yaşıyoruz, tarihi bir süreçten geçiyoruz. Bir, bir buçuk ay sonra süreç değişebilir. Ben yol haritasını Ağustos 15’ine kadar yetiştireceğim. Herkes benden birşeyler bekliyor, rol almamı istiyor.

MİSAK-I MİLLİ

Misak’ı Milli’nin içerisinde şu anki bilinen Türkiye sınırları değil, Musul-Kerkük ve Suriye’deki Kürtler de dahildir. Misak-ı Milli, o dönem Meclisin aldığı bir karardır. Misak-ı Milli, milli ant demektir. Misak-ı Milli derken sınırların kalkmasından, değişmesinden söz etmiyorum. Günümüz şartlarında zaten sınırların kalkmasına gerek yok. Misak-ı Milli Kürt Türk birlikteliğini ifade ediyor. Kurtuluş savaşı Türkler ve Kürtlerin ortak savaşıdır. 10 Şubat 1922 tarihinde Meclis’in gizli oturumlu 18 maddelik bir kararı var. Bu karar 64 red oyuna karşılık 373 kabul oyuyla kabul edilmiş bir yasadır. Dikkat edilirse 64’e 373! Bu, Meclis arşivlerinde mevcuttur, devlet yetkilileri bunu biliyorlar. Bu kararla Kürdistan’a başta özerklik olmak üzere birçok hak tanınmış. Benim bu tarihli oturumdaki karardan haberim yoktu, bilmiyordum. Mektup yazan arkadaşa teşekkür ediyorum. Yine 1921 Anayasası var. Bu ülkenin ve Cumhuriyetin kuruluş aşamasında hazırlanan bir anayasadır. Bunun uygulanmasını istiyoruz. Diyoruz ki, bu kararı sizin meclisiniz aldı, bunu uygulayın.”

ERDOĞAN BU SÜRECİ YÖNETEMİYOR

“Gül ve Erdoğan’a daha önce defalarca mektup yazdım. Yedi yıldır sabrediyorum. Önemli açıklamalar yapıyorlar, hadi buyrun yapın. Çözeceğiz diyorsunuz niye çözmüyorsunuz? Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Meclis Başkanlığı siz de olacak, devletin en önemli üç yetkilisi sizden olacak, yine de siz çözmeyeceksiniz, o zaman bu bir oyalamadır. Anayasa yapacağız, hazırlayacağız diyorsunuz, yapmıyorsunuz. Yapsanıza demokratik anayasayı, çıkarsanıza. Mesele demokratik bir anayasa ile çözülebilir, niye yapmıyorsunuz? Erdoğan bu süreci yürütemiyor. Kürt sorunun çözümünde bir ekonomi diyorlar, bir siyaset diyorlar. Olmadı, ekonomiyi başa alalım diyorlar. Bunların siyaset biliminden de haberi yok, siyasi sorun çözülmeden, diğer sorunlar çözülemez. CHP, Baykal ve Bahçeli ile ağız dalaşına girmekle sorunlar çözülemez. Urumçi-Türkistan sorununda dahi bir şey yapamadılar, sözleri geçmiyor. Halkları yöneten kişilerin büyük sorumlulukla hareket etmeleri gerekir. Devlet adamlığı bunu gerektirir. Başörtüsünü açalım mı kapatalım mı, askeri sivil mahkemede yargılayalım yargılamayalımla olmaz. Hepsi demokratik anayasa ile çözülür. Bask deniliyor, İspanyollar Franco rejimini demokratik bir anayasa ile aştılar. Batı’yı eleştiriyoruz ama onların aydınları vardı, entelektüel düzeyleri yüksekti. Bunu başardılar. Başbakan bu örneği alsın, okusun, öğrensin. Yine Fransa’da De Gaulle örneği var, Fransa şu anda Beşinci Cumhuriyeti kuruyor.”

BARIŞ OLMAZSA KÜRTLER BU STATÜYÜ KABUL ETMEZ

“Halen de ABD ve İngiltere benim sırtımdan siyaset yapmaya devam ediyor, bize karşı daha tehlikeli ve etkili liderler çıkarabilirler, komplo devam ediyor. Bu beni çok rahatsız ediyor. Bu sorumluluğu tek başıma üstlenmek istemiyorum. Tam 11 yıldır sabrediyorum. Barış olacaksa adam gibi barış, savaş olacaksa adam gibi bir savaş olmalı. Geçmişte aklımın hayalimin almadığı olaylar oldu. Bir korucu yüzünden ailesini tasfiye etme gibi olaylar yaşandı. Bu benim yöntemim değil, hayat felsefemde de böyle bir şeye yer yoktur. Şimdi de onların yaptıklarını korucular yapıyor. Bilge köyü dahil birçok yerde yaptılar, yapıyorlar., Dörtlü Çeteden sıkça bahsetmiştim. Çözüm gelişmezse ben aradan çekileceğim. Bir-bir buçuk ay sonra süreç farklı bir yöne de evrilebilir. Sonbahara kadar çok şey değişebilir. Savaş olursa Kürdistan kopuşa gider. Biz ısrarla barışı savunuyoruz, barışı getirmeyenler sorumlu olur. Türkiye’deki mevcut statüyü Kürtler kabul etmez, bu statü kabul edilemez. Savaş her iki tarafa da kaybettirir, savaş halklara kaybettirir. Afganistan, Pakistan’ın durumu ortada. İran, Suriye, Irak durumları ortada. İran bozgunculuk yapabilir. Irak’ta, Musul-Kerkük’te, Telafer’de hergün bombalar patlıyor, onlarca insan hayatını kaybediyor. Bu işler Maliki gibilerle olmaz, çözülmez.”

DEMOKRATİK HALK KONGRESİ YAPILABİLİR

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Kürtlerin birliği konusunda dört pratik beş teorik ilke sunmuştum. Bunu daha da geliştirebilirler. Bunu Güney’de yapılması düşünülen Konferans için de önermiştim. Eğer Konferans yapılamıyorsa, yine tüm Kürt çevrelerinin katılacağı bir Kongre tarzında da olabilir. Demokratik Halk Kongresi adı altında da olabilir. Bu Kongre, 15 Ağustos veya Ağustos sonuna kadar yapılmalıdır. Cezaevindeki arkadaşlara, halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Ölümünün tam zamanıydı


Ölümünün tam zamanıydı-Y .Turker-Radikal2

Michael Jackson’ın ölümü, bana kalırsa kimseyi şaşırtmadı. Dünyanın gözleri önünde ‘cereyan eden’ hayatının gelmiş olduğu nokta artık gösterişli bir son istiyordu. O da, kendinden önce gelen popüler kültür efsaneleri gibi bir gün evinde ölü bulundu. O da insana ait takvimin boyunduruğundan çoktan kurtulmuş; tuhaf, benzersiz bir varoluş serüveninde yalpalayıp duruyordu. Ağrı kesicilere bağımlılığı vardı. Hayatı zordu.
Jackson’ın hayatı, adeta mitolojik bir lanetin pençelerinde biçimlenmişti.
Çocukluğu olmadı. Hırstan gözü dönmüş yoksul bir babanın ağır işkencesi altında yaşadı.
Ününün doruklarındayken çocukluk grubundan kardeşi Tito, onun olağanüstü dansının provasına babasının yumruklarından kaçmaya çalışırken başladığını söyleyecekti.
Babası, durumun abartıldığını, Michael’ı çocukken yalnız ağaç dalı ve kemerle dövdüğünü, ama asla dayak atmadığını, dayağın sopayla atıldığını söylüyordu. Çocuklarını ağır işkence altında star yaptığıyla da övünüyordu.
Jackson’ın hayatının ironisi, nihai çöküşünü başlatan çocuk tacizi davası oldu. Çünkü onun hayatı başlıbaşına bir çocuk tacizi örneğiydi.
Bundan birkaç yüzyıl önce çocuklara yapılan ona da yapılmıştı. Devşirilmiş, iğdiş edilmiş, çocukluğundan ve hayatından kapı dışarı edilmişti. Doğduğu gün eğlence sektörüne satılmıştı.
Daha altı yaşında, Jackson Five’ın solisti olarak günde üç saati şan eğitimiyle, en az on saati kayıt ve provalarla geçiyordu. 69-75 arası 13 albüm çıkardılar.
Sonraki yükselişine bütün dünyayı tanık etti.
Tuhaf dönüşümüne de.
Besbelli kendi tuhaf varoluşuna bir kelebek kanadı yakıştırıyordu.
Siyahtan beyaza döndü, erkekten uzaylıya.
Cildi şeffaf, dünyalılarınkine benzemeyen bir uçuculuk edindi. Son estetik ameliyatları sonrası garip burnu ve yeni dudaklarıyla artık neredeyse bir çizgi kahramandı.
Yaşamadığı çocukluğundan edindiği şaşaalı sığınak, alameti farikası olmuştu. Dünyanın gözleri üstündeydi. 40’ına geldiğinde dünya ondan sıkılmaya başlamıştı.
Bu eşsiz popüler kültür ikonunu bir onyılın rafına kaldırmanın zamanı gelmişti.
Çocuklara yönelik taciz davaları yardıma koştu.
Cinsel ve ırksal kimliklerin dünyasında ne beyaz ne siyah, ne kadın ne erkek, ne çocuk ne yetişkin olarak asılı kalmış olan bu yaratığın maskesini indirmenin tam zamanıydı.
Starları kurup inşa ederken duyulan şehvet, parçalarına ayırırken de duyulur. Popüler şöhret hikâyelerinde mutlaka gürültülü bir çöküş vardır.
Nitekim makyajı akmaya başlayan bu Peter Pan’ın rüyası da, kucaktaki bir bebeğe gülümseseniz size neredeyse çocuk tacizcisi muamelesini uygun gören bir toplumda, ancak 40 yaşında edinebildiği ruh akranlarıyla evde kamp kurup sabahladığı için hoyratça paramparça edilecekti.
O gün hızlandı çürümesi bedeninin.
Dorian Gray’in portresi gibi kısa zamanda beli büküldü. Saçlarının dökülmüş olduğu, dünyaya otopsi raporuyla birlikte sunuldu.
Otopsi raporu bile tarihi bir belge olarak kamusallaştırıldı.
Bütün şanı ve maddi gücü ile kendine çoktan yitip gitmiş, ıskalanmış çocukluğunu yeniden, içinde kalmış olduğu gibi kurmak istemişti. Çocuk tacizcisi olarak gitti.
Bütün çağ starları gibi efsaneyle mumyalanıp katafalkına yerleştirildi.
Herkesin gençliğinin, çocukluğunun bir anısı oluverdi.
Onun ölümüyle sanki dünya bir an soluklanıp regresyona girdi. Ardında bırakmış olduğu son 40 yıla hüzünle yandı.
Hayat boyu büyümemiş bu adam, herkesin yitirilmiş çocukluğu oldu.
Şan şöhret sektörü, fanfarlar eşliğinde, gözümüzün önünde bir çocuğu kurban etti.
İnceden bir vicdan sızısı olabilir mi şimdi herkesi hüzünlendiren?

Ölümünün tam zamanıydı

Yazar Kutsiye Bozoklar hayatını kaybetti


HABER MERKEZİ – Yazar Kutsiye Bozoklar hastalığı nedeniyle kaldırıldığı Ankara Başkent Hastanesi’nde bugün yaşama gözlerini yumdu.

Kaldırıldığı hastanede yoğun bakım ünitesine alınan Atılım Gazetesi yazarı Kutsiye Bozoklar, hayata gözlerini yumdu. Yazar, Atılım gazetesinde Işık Kutlu imzasıyla yazıyordu. Yazarın ölüm haberi Atılım gazetesi tarafından duyuruldu.

Atılım gazetesi Bozoklar’a ilişkin şu açıklamayı yaptı: “Hastalığı nedeniyle 15 Haziran’da Ankara Başkent Hastanesi’ne kaldırılan Kutsiye Bozoklar, bugün aramızdan ayrıldı. Yoğun bakım ünitesinde kalan yazarımız, yaşamı boyunca yürüttüğü çetin ve direngen kavgalardan birini daha verdi. Ailesi, dostları ve yoldaşları onu yalnız bırakmadı. Geçirdiği hastalığın en amansız günlerinde dahi, yaşama sarılma çabası ve mücadelesiyle umut ve yaşam enerjisi oldu. Defalarca yaptığı gibi bir sürpriz yapıp aramıza neşeyle döneceği inancını hep koruduk. Ancak, bugün Işık’ımızı kaybettik.

Işık Kutlu, gazetemizin yazarı, edebiyat alanının usta bir kalemi olarak sürdürdüğü çalışmalarına ağır hastalığı nedeniyle ara vermek zorunda kalmıştı. Ama Işık’ın çalışma aşkını, iş disiplinini ve devrimci bir görev olarak ele aldığı yazarlığa tutkusunu bilenler olarak, bu ara verişin kaçınılamaz bir zorunluluk olduğunu da biliyorduk. Çünkü neredeyse yaşamının son 15 yılını, arka arkaya, üst üste gelen hastalıklarla boğuşarak geçiren Işık’ın, her hafta gönderdiği yazılarında, sessiz sedasız yaşadığı ağır fiziksel acıların tek bir zerresi, etkisi dahi yoktu. Hastalıklarını yazılarını geç göndermeye geçerli bir mazeret saymadığı gibi, olması gerekenden erken göndermeyi, iş disiplininin ve hastalığıyla mücadelenin bir çıtası saymıştır. O; kavganın kendisine yüklediği eylemi ve görevi, devrimci bilinçlerin ışığı, zor ve karanlık dönemlerin deneyimli, bilge yol göstericisi olarak, hep aynı inatla ve hep yerinde ve zamanında yerine getirmiştir.

Şimdi yine, 36 yıl önce bir polis kurşunuyla sırtından vurulup, ölsün diye kaderine terk edilen o genç kadın devrimcinin, Kutsiye’nin yaşam savaşının sesini, tılsımını duyuyoruz, dudaklarından dökülmekte zorlanan sözlerinde. Büyük bir acının sesi bu. Büyük bir inadın… Büyük bir hayatın… İnadına hayat demişti Kutsiye, 36 yıl önce ölümünü bekleyenlere. Aynı inatla 36 yıl boyunca gürül gürül hayat üretti, kendisi ve devrim için. Seni hiç unutmayacağız. Daima bizimle kalacaksın.”

ANF NEWS AGENCY

PJAK gerillası Dinler Luzern’de anıldı


b4e6b771-luzern-anma17e097c3-luzern-anma123. Juni in Ost-Kurdistan Region Salmas des Lebens verloren im Kampf mit drei Freunden Rizgari Mardin Code namens Mahir Dinler PJAK Guerillas in der Stadt Luzern in der Schweiz ein.

Kurdische Kultur, einer Vereinigung in Luzern, viele Menschen an zusätzlich zu schließen. Dass in einer in Mardin CDK Namen Ali, “das kurdische Volk leben, und gegen den Druck Kampf gegen die Freiheit der Kurden kamen zu dem Punkt, wo die Märtyrer werden. 14. Juli wird in den Geist der Freiheit kämpfen und den Kampf für die Schaffung eines dauerhaften Umfeld des Friedens ist. Jeder von uns einen neuen Märtyrer von semboludur bewegt. Auch derzeit Kampf yürüttümüz Frieden Rizgari Freund als Krieger Märtyrer Yılmaz hat sich die Karawane. Seine langfristigen Kampf uns tamilatı ist ein ehrenhafter Frieden mit der Krönung. Diese Anweisungen, um den ersten Kampf, umarmen wir unsere Mitarbeiter und unser Ort mit sich bringen wird. Bei dieser Gelegenheit, vor allem mit seinem Freund wieder Rizgari 14. Juli in Bezug auf einen Fernseher und einen Kurden sind Märtyrer “, sagte er.

Sein Vater hatte sich in 12 Jahren

Ein Raum in der Religion oder Sprache Halas in der Halise Quecksilber in Tränen “Rizgari gesunken Vater war 12 Jahre alt. Mit der Waffe zu ihrem Vater und den Menschen, die Schulden zu tragen haben. Wir alle sind Märtyrer. Alle sind Helden und Märtyrer Kurdistan. Sie sind aki getroffen “, sagte er.

Doğu Kürdistan’ın Salmas bölgesinde 23 haziranda çıkan bir çatışmada üç arkadaşıyla hayatını kaybeden Rızgar Mardin kod adlı PJAK gerillası Mahir Dinler İsviçre’nin Luzern kentinde anıldı.

Luzern Kürt Kültür derneğinde yapılan anmaya, yakınlarının yanısıra çok sayıda kişi katıldı. Anmada CDK adına Ali Mardin yaptığı konuşmada, “Kürt halkının yaşadığı baskılar karşısında direnen ve Kürt Özgürlük mücadelesinin geldiği noktayı yaratan şehitlerimizdir. 14 Temmuz ruhuyla yaratılan özgürlük mücadelesi kalıcı bir barış ortamı yaratma mücadelesi ile sürüyor. Her şehidimiz bizim açımızdan yeni bir hamlenin semboludur. Rızgar arkadaş da şuan yürüttümüz barış mücadelesinin yılmaz bir savaşçısı olarak şehitler kervanına katılmıştır. Onun bize tamilatı bu uzun soluklu mücadeleyi onurlu bir barışla taçlandırmaktır. Bu talimatı başta biz ve siz değerli halkımız mücadelesine dört elle sarılarak yerine getirecektir. Bu vesile ile tekrar Rızgar arkadaşın şahsında başta 14 Temmuz direnişçileri ve tüm Kürdistan şehitlerini saygıyla anıyoruz” dedi.

12 YAŞINDAYKEN BABASI ŞEHİT DÜŞTÜ

Anmada konuşan Dinler’in halası Halise Cıvak da konuşmasında gözyaşları içinde “Rızgar 12 yaşındayken babası şehit düştü. Babasının silahını alarak ona ve halkına olan borcunu yerine getirdi. Tüm şehitler bizimdir. Tüm Kürdistan şehitleri kahramanlarımızdır. Onlar alnımızın akıdır” dedi.

Anma Dinler anısına yapılan bir sinevizyonun gösteriminden sonra verilen yemekle sona erdi.

ANF NEWS AGENCY

Duyum siyaseti


ed9a38dd0eDünyada duyum üzerine en yetkin siyaseti Kürtler yapıyor. Kürt siyaseti bir duyum siyasetidir dense, yanlış bir şey söylenmiş olmaz. Dünyanın herhangi bir siyasal ve ekonomik topluluğunda yeriniz yoksa duyumunuz, dolayısıyla kulaklarınız aşırı gelişmiştir.

Bu sosyal hayatta da böyledir. Geçenlerde tanıdık bir kadınla karşılaştım.

“Duydun mu?” diye sordu.

“Neyi?”

“Mehmet arkadaşın durumu çok ağır. Böbreğini, dalağını ve ciğerini almışlar!”

“Ölecek desene,” diye üzüntümü belirttim.

“Bir hafta,” dedi kadın.

Dalağı, ciğeri ve böbreği alınan birinin hala nasıl yaşıyor olduğunu düşünmeden Mehmet isimli yurtsever arkadaşın yattığı hastaneye koştum. Yol boyunca ölüme dair Mehmet ile neler konuşabileceğimi düşündüm. Ölecek biriyle sohbet etmek kolay mı? Çekinerek odasına girdim, baktım Mehmet ayakta, pencere boyunca geziniyor.

“Ölmeden önceki son gücü,” diye düşündüm.

Son kez olacağı için arkadaşa sıkıca sarıldım. Suratım asık, moralim bozuk:

“Bir derdin var,” diye üsteledi Mehmet.

“Bir derdim yok, sen nasılsın?”

“Benimkisi önemsiz. Böbrek bezi üstünde bir leke vardı, onu aldılar. Yarın taburcuyum.”

Hastaneden çıkıp Mehmet’in dalak, ciğer ve böbreğini bir çırpıda alan kadının kafasını ısırmak istedim. Ama hangi birinin kafasını ısıracaksın, hepimizin yaşamı ve siyaseti duyum üzerine sürüp gidiyor.

HAKPAR Genel Başkanı Bayram Bozyel, Güney Kürdistan’da duyduklarıyla Kuzey Kürdistan’daki gündemin altını üstüne getirdi. Bayram Bozyel’in söyledikleri şunlar:

“PKK ile MİT yetkililerinin görüştüğü bilgisini aldım. Görüştüğüm Kürt partileri yetkilileri, bu aralar MİT temsilcilerinin doğrudan PKK ile görüştüklerini söyledi. MİT ile PKK üst düzey yetkilileri arasında, Kürt sorununun çözümü için karşılıklı atılacak adımlar üzerine görüşmeler sürdürülüyor. Üst düzey PKK yöneticilerinin Norveç’e gitmeleri için pasaportlar hazırlanıyor.”

Güney Kürdistan Yöneticilerinin duyduklarını yeni bir duyum siyaseti olarak Kuzey Kürdistan’a aktaran Bayram Bozyel, Kürt kamuoyunu dalağı, ciğeri ve böbrekleri alınmış bir duruma düşürdü.

Bir partinin genel başkanı sağdan soldan duyduklarını rasgele ortalığa salamaz. Bir şey biliyorsa veya duymuşsa bunun ne kadar gerçek olduğunu araştırır, karşı çıkması gerekiyorsa karşı çıkar, uygulanan plana karşı başka bir planı varsa onu açıklar.

Kırk milyon oldukları halde bin kişilik topluluklar kadar bile bir özgürlüğe sahip olmayan Kürtler yüz yıldır birbirlerini çürüttüler. Üstelik çürütme faaliyetlerini sağa sola siyaset olarak yutturdular. Hiçbir şey yapmayıp, bir şeyler yapanlara karşı durmayı Kürt siyaseti olarak adlandırdılar.

Dağlarda birkaç bin silahlı gerilla var ya, Kürtler bunları nereye postalayacağını bilemiyor. Bir telaştır almış başını gidiyor. Kimi Norveç’e gönderiyor, kimi İsveç’e… Hızını alamayıp Kuzey Kutbunu işaret edenler var…

Okyanus ortasındaki Tamil adalarına heves edenler az değil.

Ne iyi olur değil mi? Gerillaların çoğu nasıl olsa yüzme bilmiyor. Deniz mi görmüşler yüzme bilsinler! En kestirme çözüm de bu galiba! Otuz yıldır ağaç kabuğu ve kaya dişleyen Kürt direnişçilerini bir Tamil bataklığına gömünce Kürtlerin başı göğe erecek ve Kürt sorunu şıpıdanak çözülecek…

Kürt sorunu bu muydu sahi?

Türk ırk devletinin ebedi saltanatı altında birkaç bin memur ve işbirlikçi Kürdün rahat edeceği çözüm projelerini hayata geçirmek ve birkaç eski Kürtçü TRT Şeş’te boy gösterecek diye, binlerce Kürdün cesedini çiğneyip geçmek mi gerekecek?

Bilmek istemeyenlere hatırlatalım, Kürdistan davası yeni başlıyor…

Norveç, İsveç, Mahmur ve Kuzey Kutbu uyduranlara veya niyetlenenlere hayırlı olsun…

Türk devletinin, yasaklar ve cinayetlerle insanlıktan çıkarıp çıldırttığı “Barbar Kürtler” dönemi geliyor…

Bunu da bir duyum sözü olarak değil; işkencelerde, yasaklarda, cinayet takiplerinde ve sürgünlerle barbarlaşmış bir Kürt yazar olarak ben söylüyorum…

Bir toplumun elinden bütün yaşam olanaklarını ve insani davranışları alırsanız geriye yalnızca barbarlık kalır.

Uygarlık denen imparatorlukları barbar akınlarının toz duman ettiğini herhalde biliyorsunuzdur…

Roma ve Bizansı da onlar yıkmıştı…

Hasan Bildirici
bildiricihasan@hotmail.com

Hasankeyf Girişimi: AKP hükümeti projeden vazgeçmeli!


AMED – Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Almanya, Avusturya ve İsviçre hükümetlerinin Ilısu Baraj projesinden kredi teminatlarını geri çekmesini “haklı mücadelenin büyük bir zaferi” olarak değerlendirdi. Girişim, AKP hükümetini projeden vazgeçtiklerini açıklamaya çağırdı.

Avrupalı finansörlerin Ilısu Baraj Projesi’nden desteklerini çekmesi ardından açıklamada bulunan Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, “Avusturya, Almanya ve İsviçre hükümetleri IlIsu Barajı ve Hidroelektrik Projesi için Mart 2007’de kararlaştırdıkları kredi teminatını bugün duyurdukları bir kararla geri çektiler. Batili ülkelerin tarihinde ilk defa böylesi atılan bu adimi hiç şüphesiz Ilısu projesine karşı yıllardır yürütülen hakli mücadelenin bir zaferi olarak kabul etmek gerekir” dedi.

Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Bilindiği gibi 2008 Aralık ayında Almanya, Avusturya ve İsviçre hükümetleri, vermeyi kabul ettikleri kredi teminatına bağlanan 153 maddelik sözlemse koşullarını Türkiye yerine getirmediği nedeniyle askıya alıp Türkiye hükümetine 180 günlük ek bir süre vermişlerdi. Temelde projenin sorunlu olması ve bahsi geçen 153 koşulla kabul edilir düzeye getirilememesi, Türkiye’nin imza koyduğu şartları yerine getirmemesi, bölgemiz, tüm Türkiye ve Avrupa’da artan protestolar ve bunun sonucunda oluşan büyük kamuoyu baskısı nedeniyle söz konusu hükümetler kredi teminatını askıya almak zorunda kalmışlardı. Koşulların yerine getirilip getirilmediğini izlemekle yükümlü uluslararası bir uzmanlar komitesi 2008 yılından sonra bu ilkbaharda da DSİ ve böylece hükümetin bu 153 şartı hiç de yerine getirmediğini tekrardan tespit etmesi önemli bir faktördü. Kısmen sosyal alanda bazı düzeltmeleri getirecek 153 koşulların DSİ tarafından yerine getirilmemesinin nedeni ne niyetin ne de kapasitenin olmayışındadır.”

Alınan kararı selamlayan Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, “Almanya, Avusturya ve İsviçre hükümetlerin bu son kararını şüphesiz selamlıyoruz. Son dakikada büyük bir sosyal, kültür ve ekolojik felaket ve yıkımda aktif rol alınmasından geri adım attılar” diye belirtti.

Türk hükümetinin projeyi devam ettirecekleri yönündeki açıklamalarına dikkat çeken Girişim, “Ne kadar Çevre Bakanı Veysel Eroğlu sürekli iddia etse de Türkiye Hükümeti Ilısu barajını yapabilecek kadar yeterli mali donanıma ve Türkiye’deki şirketler teknik kapasiteye sahip değiller. Bu açıdan bugün duyurulan kararla Ilısu projesi en az bir kaç yıl geriye atılmış ve Türkiye’deki etkilenen insanlar ve sivil toplum kuruluşları kamuoyunu ve hükümeti ikna etmekte daha fazla mücadele zamanı kazanmıştır. Unutmayalım ki son iki-üç yılda kampanyalar daha düzenli ve yoğun gelişmeye başladı” ifadelerini kullandı.

AKP HÜKÜMETİ PROJEDEN VAZGEÇTİĞİNİ AÇIKLAMALI

Mücadelenin bitmediğini, aksine yeni başladığını kaydeden Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, şunları dile getirdi: “Hasankeyf ve Dicle Vadisinin Unesco Kültür ve Doğa Listesine alınması amaçlı başlatılan imza kampanyasına ülkemizin en önemli sanatçı ve yazarlar tarafından bile destekleniyor. Bu kampanya ile ayni zamanda bölgemiz nasıl bir kalkınma istediğini ortaya koymaktadır. Yine bu yil Türkiye’de barajlara karşı mücadele eden insanlar ortaklaşıp hareket ediyorlar. Hükümetimiz bu projeyi hemen gündemden düşürmeyeceği ihtimalini göz önünde tutarak bizim açımızdan asıl mücadele simdi başladığının da bilincindeyiz. Bunu biz hazırız!

Avrupalı hükümetlerin Ilısu projesinden geri çekilmesiyle Türkiye hükümeti bu barajı yapmakta meşruiyetini kaybediyor, kendi toplumuna bu konuda sunacağı argümanlar tamamen tükeniyordur.

Hükümetimiz açısından bugünden çıkması gereken en doğru sonuç, Türkiye yasalarına bile aykırı başlatılan bu projenin acilen durdurulmasıdır. AKP Hükümetini de bu projeden vazgeçtiğini açıklayarak, Hasankeyf ve Dicle havzasındaki kültürel ve doğal mirasın korunması ve geleceğe taşınmasına yönelik kalıcı bir proje hazırlamaya davet ediyoruz.”

ANF NEWS AGENCY

Öcalan: Müzakereler mutlaka başlamalı


apo21Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konular, olası gelişmeler ve yol haritasına ilişkin değerlendirmelerde bulunduğu öğrenildi. Öcalan, cumhuriyetin kuruluş yıllarına dair tarihi tespitlerde bulunurken, Türkmenlere ilişkin de önemli değerlendirmeler yaptı. Demokrasi için toplumsal bir zeminin olduğunu ifade eden Öcalan, Kürtlerin bugüne kadar çok yol kat ettiğini ve zayıfladığı söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını kaydetti.

Öcalan söze, “Nabi Yağcı’nın iki yazısını okudum. Beni kısmen anlıyor. Eski Komünist Parti başkanıdır. Bugünlere nasıl gelindiğine şaşıyor, biz bu hale nasıl geldik diye soruyor” diyerek başladı.

Bu hafta da Mustafa Kemal’e ilişkin değerlendirmelerde bulunan Öcalan şunları söyledi: “Mustafa Kemal’in demokratik yönleri bilinenden daha fazladır. Ordu bunu benden daha fazla biliyor. İki örnek vereyim. Mustafa Kemal, ‘egemenlik milletindir’ diyor. Yani egemenliği her türlü hanedanlıktan alıp halka veriyor. Burada halk içindeki hanedanlıklar da dâhildir. Aşiret, ağalık gibi halk içindeki her türlü hanedanlıklar da dâhil, bunları alıp egemenliği halka veriyor. Mustafa Kemal, Fransız jakobenlerden esinlenmiştir. Jakobenler, hâkimiyet kaynağı olarak ulusu esas alıyor.”

İTTİHATÇILAR KAZANDI, FAŞİST ZİHNİYET 60 YIL DEVAM ETTİ

“Mustafa Kemal’in demokratik bir yönü de Kürtlere geniş özerklik verilmesi gerektiğinden bahsediyor olmasıdır. Kürtlere bir karşıtlığı yoktur. İttihatçılarla mücadele içerisindedir. Mustafa Kemal ittihatçılar için “hepsini asarım” diyordu. İttihatçılar Mustafa Kemal’e suikast düzenlediler. Topal Osman olayı var, Mustafa Kemal’e yönelik girişimleri var. İttihatçılar cumhuriyeti faşist diktatörlükle yönetmek istiyorlardı. Ama ittihatçı zihniyet kazanmıştır. Mustafa Kemal boğuntuya gelmiştir. O dönemde Hitler gitti ama ideolojisi baki kaldı. Bu faşist ideoloji altmış yıl devam etti.”

MUSTAFA SUPHİ’Yİ KİM ÖLDÜRTTÜ, SAİD-İ NURSİ’Yİ KİM SÜRGÜN ETTİRDİ?

“Mustafa Kemal, Kürtlerle ittifak yaptı. İslamcılarla ve Komünistlerle uzlaştı. İttihatçı kadroların iktidarı ele geçirmesinden sonra 1925’ten itibaren Kürtler tasfiye edilmeye başlandı. 1924’te Kürtlere muhtariyet verilmesini söyleyen Mustafa Kemal, nasıl oldu da 1925’ten sonra Kürtleri tasfiye ediyor! Bunları iyi anlamak lazım. Mustafa Suphileri Mustafa Kemal mi öldürttü, ittihatçılar mı? Bu konuda aydınlanmaya ihtiyaç var. Said-i Nursi ve Mehmet Akif’in sürgünleri de biliniyor. Bunların Mustafa Kemal tarafından yapıldığı biliniyor! Ama öyle değil. Bunları Mustafa Kemal mi ittihatçılar mı yaptı? Ben bunları ittihatçıların yaptıklarına inanıyorum.”

“Mustafa Kemal’in demokratik yönünün esas alınması gerektiğini söylüyorum. Ordu, bunu anlamak zorundadır.”

Kerkük sorunu ve Türkmenlere ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunan Öcalan, özellikle CHP ve MHP eksenli ‘Türkmen’ siyasetine ışık tuttu.

Öcalan şu değerlendirmelerde bulundu: “Türkiye’de Musul-Kerkük nedeniyle 1925’ten itibaren İngilizler egemen oldular. 1944’ten itibaren de bu öncü rol Amerika’ya geçti, Amerika hâkim oldu, 1944’te 20 kişi Amerika’ya gönderildi. İsmet Paşa da iflas etti. Amerika öncülüğünde bugüne kadar geldi.”

MHP VE CHP’NİN “TÜRKMEN” GÖREVİ

“MHP, işleri karıştırmak istiyor. Devlet Bahçeli ile ilgili şu değerlendirme yapılabilir. Devlet, Devlet’e bir görev vermiş ve bunu iyi ezberlettirmiş. Bahçeli’nin görevi şu; Orta Toroslardaki Türkmenleri, Adana, Osmaniye’deki Türkmenleri kontrol altında tutmak, siyaseten pazarlamaktır. Devlet Bahçeli bunu yapıyor. Baykal da Batı Toroslar, Antalya, İzmir, Ege kıyılarındaki Türkmenleri kontrol altında tutuyor. Ben MHP için hepsi faşisttir demiyorum. MHP’de Mansur Yavaş gibileri de var. Bunlar biraz daha demokrat. MHP’nin bu durumu değişebilir mi, demokratikleşebilir mi? İstenirse demokratikleşebilir. Kürtlerle Türkmenlerin yakınlığı vardır. Bizim içimizde de Türkmen şehitlerimiz vardır. Hatta Urfa-Halfeti civarlarında bizim köylerle komşu Türkmen köyleri vardır. Türkmenlerle Kürtler iç içe yaşıyorlar.”

YOKSUL TÜRKMEN HALKIN TARİHİ İNCELENMELİ

“Türkmenler, en az Kürtler kadar demokratik bir geleneğe sahipler. Hep isyan etmişler. Türkmenler, Selçuklular döneminden beri hep isyan etmişler. Dört bin Türkmen Selçuk Bey’in zulmünden İran’a geçmişler. Oğuzlar da Selçuk Bey’in zulmünden kaçmışlar, Anadolu’ya geçmişler. Beylerin, hanedanların tarihini değil, halkın tarihi, yoksul Türkmen halkının tarihi incelenmeli.”

KÜRTLER ÇOK YOL KAT ETTİLER

Kürtlerin zayıfladığı yönündeki söylemlerin gerçekçi olmadığını ifade eden Öcalan, “Kürtlerin zayıfladığı söylemleri, propagandatif sözlerdir. Bir değeri yoktur. Kürtler çok yol kat ettiler, iyi eğitim aldılar. Bundan sonra Ortadoğu’da Kürtlerle ittifak yapılır, Kürtler dikkate alınır, Kürtler arkalanır. Ortadoğu’da beliren, gelişen Kürtlerdir. Kürtler siyasi olarak çok gelişmişlerdir” diye belirtti.

AKP YAPMAZSA ABD YAPAR

Türkiye’den son yaşanan gelişmelere dikkat çeken Öcalan Öcalan, “Amerika işin içindedir. AKP bu sorunu çözmezse ABD onun alternatifini hazırlar. Ondan sonra da Kürtleri destekler, İsrail de destekler. AKP Suriye, Suudi Arabistan ve İran’la ittifak yapmak istiyor. Bunu yaparsa ABD desteğini çeker, biterler bunlar” ifadelerini kullandı.

DEMİREL DERİN DEVLETİN SİYASİ TEMSİLCİSİDİR

Öcalan, derin devlet yapılanmasına da değinerek, eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in derin devletin siyasi temsilcisi olduğunu kaydetti. Öcalan şöyle dedi: “İtalya için Cossiga neyse, Türkiye için de Demirel odur. Demirel’e o görev verilmiştir. Türkiye derin devletinin siyasi temsilcisidir. Demirel Türkiye’nin Cossiga’sıdır. 70’lerden beri bu görevi yürütmektedir. Halen de etkili olmaya çalışıyor. ‘90’larda Doğan Güreş, Çiller için ‘şak talimat verir tak yaparız’ diyordu. Bu onun lafıdır. Çiller bize karşı çok çalıştı. İngiltere’den yeşil ışık almışlardı.”

DEMOKRATİKLEŞME İÇİN TOPLUMSAL ZEMİN VAR

Öcalan şöyle devam etti: “Özal, cesaretliydi. Kişisel cesareti vardı. Sorunu anlıyordu, biliyordu. Ama Ergenekon Özal’ı bertaraf etti. O dönem Amerika’nın Ergenekon’a desteği vardı fakat Amerika 2007’de desteğini o kesimden çekti. Erdoğan ve Gül, Ergenekon mazeretine dayanamazlar.

Türkiye’de demokratik siyaset kanalları için zemin var. Fransız Devrimi Avrupa’daki demokratikleşme için nasıl rol oynadıysa, Rus Devrimi de tarihte nasıl bir etki yarattıysa bugün de Türkiye’de öyle bir toplumsal zemin var. Türkiye büyüyecek. Türkiye’nin öneminden bahsedilmesinin nedeni de budur. Şu an Türkiye’de laik kesim direniyor, bırakmak istemiyor. İslami kesim de tıkanmış, bir tıkanma yaşıyor. Her iki kesim de tıkanmış. Biz bu tıkanmadan demokrasiyi çıkarmak istiyoruz. Erdoğan’ın büyük halk desteği var. Türkiye’deki ekonomik bir kesim arkasında, Erdoğan bu kesimi temsil ediyor. TOBB da onu destekliyor, TÜSİAD’ın önemli bir kesimi laikçileri, bir kesimi de Erdoğan’ı destekliyor. Biz bu nedenle demokrasinin kazanmasını istiyoruz.”

RADİKAL DEMOKRATLAR VE DEMOKRATİK SOL TOPLAMALI

“Deniliyor ki Erdoğan laik hegemonyanın yerine İslami hegemonya kuracak. Biz böyle bir hegemonyayı kabul edemeyiz. Bizim istediğimiz demokrasinin kabulüdür. Ancak Türkiye böyle rahatlar. Her kesimin de buna, demokrasiye ihtiyacı var. En az Kürtler kadar Türkmenlerin de Türkiye halkının da demokratikleşmeye ihtiyacı var. Türkiye’de muhafazakâr demokratları AKP’nin bir kesimi parlamentoda, parlamento dışında da Saadet ve diğer bazı kesimler temsil ediyor. Liberal demokrat kesim de örgütlenmiş. Bunları da Taraf çevresi ve diğer bazı kesimler temsil ediyor. TÜSİAD var, TOBB var. Radikal demokratlar var. Demokratik sol var. Çatı Partisi çalışmaları yüzeysel, sıradan çalışmalar olarak görülmemelidir. Her gün çalışılmalı, ciddiyetle yaklaşılmalı.”

“Radikal demokratlar ve demokratik solun toplantılar yapmaları lazım, birlikte hareket etmeleri, birleşmeleri gerekir. Bu üç kesimi ben Demokratik Anayasacılar Bloğu olarak nitelendiriyorum. Bu üç kesim birlikte hareket ederlerse Türkiye’yi demokratikleştirebilirler. Demokratik Toplum Kongresi de sivil anayasa çalışmalarını yapmalıdır. Nasıl bir anayasa istediğini kararlaştırmalıdır.”

BÖLGEDE BİR FUTBOL TAKIMINI BİLE İDARE EDEMİYORLAR

AKP’nin ekonomik gücü olduğunu ve kendi fikirlerinden yararlandığını ifade eden Öcalan şunları söyledi: “AKP’nin ekonomik gücü var, siyasal gücü var ama yine de üç yüz tane akademisi var. AKP, benim fikirlerimden yararlanıyor ama bizimkiler yararlanmıyor.

Bölgede bir tane futbol takımını bile idare edemiyorlar. Kadınlardan oluşan bir folklor ekibi var mı, tiyatro grubu var mı? Bunlar demokratik faaliyetlerdir. Kürtlerin sporu, folkloru, tiyatrosu olacaktır elbette. Bu başarılabiliyor mu? Siyaset ciddiyet gerektirir.”

Kadın sorununa da değinen Öcalan, “Kadın toplumda bir nesne konumundadır. Toplumda böyle algılanıyor. Kadınlar daha çok çalışmalılar. Ben onları desteklemeye devam edeceğim. Kadınlar için yeni bir yaşam imkânı sunmaya çalışıyorum” diye belirtti.

MÜZAKERELER MUTLAKA BAŞLAMALI

Öcalan çok beklenen haritasına ilişkin de açıklamalarda bulundu: “Açıklayacağım yol haritasından sonra demokratik açılımlar, adımlar gelişmek zorundadır. Bazıları buna demokratik müzakere diyorlar, doğrudur. Müzakereler mutlaka başlamalıdır. Kürtlerle müzakereden korkulmamalıdır, biz Cumhuriyetin değerlerine karşı değiliz ki. Cumhuriyetin bütünlüğünden demokratik çözümden yanayız. AKP demokratik çözümü geliştirmezse ABD soruna müdahil olur ve AKP o zaman biter. Cumhurbaşkanı Gül, “ya çözülecek ya çözülecek” diyor. Çiller de ‘ya bitecek ya bitecek’ diyordu. Çiller bunu imha için söylüyordu. Cumhurbaşkanı Gül’ün öyle değil.”

UMUTLUYUM MÜZAKERELER GELİŞEBİLİR

Müzakerelerin gelişmesi konusunda umutlu olduğunu dile getiren Öcalan, çözüm gelişmezse çekileceğini belirtti. Öcalan, “Ben umutluyum müzakereler gelişebilir, kesin gelişir demiyorum ama gelişme ihtimali var. Başbakan da Cumhurbaşkanı da çözümün önünü açmalıdır. Eğer müzakereler başlarsa örgütün de beni dinleyeceğini düşünüyorum. Çözüm gelişmezse o zaman ben çekilirim, kendi kararlarını kendileri verirler” ifadelerini kullandı.

KÜRTLER TOPLUMSAL LOZAN’A İYİ HAZIRLANMALI

Gelişecek çözümü ‘Toplumsal Lozan” diye adlandıran Öcalan, şunları kaydetti: “Ben gelişecek çözüm için toplumsal Lozan diyorum. 1920’lerdeki Lozan, ulusal Lozan’dır. Bu Lozan’la, Cumhuriyet kuruldu. Bu cumhuriyet bugüne kadar demokratikleştirilmedi, şimdi demokratikleştirilmeye ihtiyacı var. Bu nedenle toplumsal Lozan diyorum. Bu toplumsal Lozan’la toplumun tüm kesimleri demokratikleştirilecek. Bugün bunun zemini de vardır.

Kürtler Toplumsal Lozan’a iyi hazırlanmalıdır. Bu Toplumsal Lozan’la, Kürtler demokratikleşmenin öncülüğünü yapacak. Kürtler, toplu halde, toplum olarak bir savaşa hazırlanır gibi Toplumsal Lozan’a hazırlanmalıdır. İşte bunun için Demokratik Toplum Kongresi her gün sürekli çalışmalıdır. Kürt Konferansı da bir an önce yapılmalıdır. Beş ilke, dört pratik önerim Konferans’ta tartışılmalıdır.”

KÜRTLER ULUSAL KONGRE’Yİ OLUŞTURMALI

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Amerika, 2007’de bazı kesimlerden desteğini çekti. Bu kesimin içinde Talabani ve Barzani de vardı. Amerika bazı konularda desteğini çekince bunlar da şaşkınlık içindeler. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Güçlerinin azalacağından korkuyorlar. Kürtler kendi ulusal birliklerini mutlaka kurmalıdır. Kürtlerin kendi Ulusal Halk Kongresi oluşturulmalıdır. Güney’dekilerle beraber tüm Kürtler Ulusal Kongre’yi oluşturmalıdırlar. Bir de Güney’dekilerle beraber ulusal bir savunma birliği oluşturulabilir, oluşturulmalıdır. KCK benzeri bir yapılanma tüm Kürtler için kurulabilir, kurulmalıdır. Bu üç konuda Ulusal Kongre, Savunma ve KCK konusunda Kürtler ortak örgütlenmelerini gerçekleştirmelidir. Ortak stratejik planlamalar, hedefler oluşturmalıdırlar. Kürtler Ortadoğu’da geleceğini ancak böyle kurabilir, böyle garantiye alabilir. Güneylilerin güvencesi de budur.”

DİYARBAKIR’DA SÜRYANİ VE ERMENİ MAHALLESİ OLABİLİR

“Azınlıkların Kürdistan’da talepleri olmuş” diyen Öcalan Ermeni ve Yahudilerin örgütlülükleri olabileceğini, Diyarbakır’da Süryani ve Ermeni mahallesinin kurulabileceğini söyledi. Öcalan şöyle dedi: “Ermeni ve Yahudilerin örgütlülükleri olabilir, olmalıdır da. Diyarbakır’da bir Süryani ve Ermeni Mahallesi olabilir, olmalıdır da. Urfa’da da Yahudiler için bir mahalle olabilir. Ama öyle gizli kapitalist oyunlarla olmaz. Açık bir şekilde yer edinebilirler, bir mahalleleri olabilir.”

Öcalan son olarak gazetelerin kendisine sansürlenerek verildiğini belirtti. “Gazeteler ve mektuplar sansürlenerek veriliyor” diyen Öcalan “Kadınlara, gençlere, cezaevlerine, halkımıza selamlarımı iletiyorum” dedi.

ANF

Madımaklar, Maraşlar ve ölüm kuyuları…


8218f96830Madımaklar, Maraşlar ve ölüm kuyuları…Suzan Samanci-Taraf

Bu satırları yazarken, on altı yıl önceyi, Sivas’ta Pir Sultan Abdal şenlikleri sırasında Madımak Oteli’ni kuşatan kalabalığın tekbir sesleri getirerek oteli ateşe verdiğinde deliler gibi odanın içinde gidip gelirkenki anı yeniden yaşadım. Oteli ateşe verenlerin nasıl Müslüman, nasıl insan olabileceğine bir yanıt bulamamıştım. Toplum tarafından bilinen sanatçılar her yıl anılıyor, zaten ürettikleriyle de yaşıyorlar. Ölen o 35 kişi arasında aklımdan çıkmayan dört isim var. Asuman Sivri (17), Yasemin Sivri (16), Huriye Özkan (22), Yeşim Özkan (20). Asuman ve Yasemin’in kardeş olduklarını biliyorum. Yıllardır adları hep belleğimde. Yüreğim kanıyor… Sanki dün yaşanmış gibi her şey taptaze, çünkü yaralarımız hiç kapanmadı, kaygı ve korkularımız ise hiç bitmiyor…

Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin şiirleri, yazıları ve sesleriyle aramızdalar. Aziz Nesin’in itfaiye merdiveniyle kurtarılmaya çalışıldığında merdivendeki görevli tarafından tartaklanıp, itfaiye aracı etrafında toplanan azgın kalabalığa doğru itildiği, dönemin özel televizyonları tarafından belgelendi. Başından yaralanan Aziz Nesin linç edilmekten zor kurtarıldı. Aydınlarını, sanatçılarını yıllarca hapislerde çürüten, sürgünlere gönderen, kitapları büyük suç olarak görüp silahlarla yan yana dizen ve hâlâ düşünceyi suç sayan bir ülkede darbe planları da yapılır, faili meçhuller de işlenir… “Sallandıracaksın üç beş kişiyi Taksim ve Diyarbakır’ın Dağkapı’sında” diyen zihniyet azımsanmayacak denli çok… İmparatorluğun arka bahçesinin nasıl kuyucu ve devşirme entrikalarıyla ayakta kaldığının destanı iyi biliniyor; çocuk ve deli padişahların tahta çıkarıldığı da. Cumhuriyet sonrası Dersim başkaldırısından sonra, İstiklâl mahkemelerinde idam edilenlerin yanı sıra Şeyh Sait ve arkadaşları da 29 Haziran 1925’te Diyarbakır Dağkapı meydanında idam edildikten sonra öğlene kadar cenazelerin sehpada kalması boşuna değildi, tıpkı Sivas ve Maraş katliamları gibi. Her şey plânlı ve emredilerek yapılıyor. Cennete gitmek isteyen çılgın kalabalığa göre: Oteldekiler, vatan haini, münafık ve katledilmeleri vacip kafirler! “Asmayalım da besleyelim mi?” naraları altında yetişenlerin ne vicdanı olur ne de korkusu, nasıl bir meydanda cirit attıklarını çok iyi biliyorlar çünkü.

Şair Hasan Hüseyin: Bir oğlum olacak adı temmuz/ karataşın göbeğinde aşk/ karataşın göbeğinde barış/ karataş çatladı çatlayacak/ bende bitmeyen kavga /onda yeniden başlayacak, diyor. Ve “Haziranda Ölmek Zor” dese de, her mevsimde ölmek zor! Anma günlerinden, delik deşik oluyor mevsimler ve günler… Ne duymak isteyen var, ne de görmek isteyen…

Sıcaklar bastırdı

Şeytanörümceği sıcaklık yaylanıyor.

Yaşamı zehir zemberek görenler ile yaşamın üstesinden gelenlerin arasındaki fark nedir acaba? Neden bazı insanlar bir ömür boyu şikâyet edip mutlu olamazlar ya da acı çekmiş insanlar neden dervişî bir dinginlik ve direnç içindeler? Doğrusu güçlü, ne yaptığını bilen, politik ve sanat bilinci gelişmiş insanları gördüğümde yaşama sevincim çoğalıyor. Kim ne derse desin değerli olan sevilir ve sayılır. Kendi değerini yaratan insan varolur. Farkında olup da kendi içinde boğulan, nesnelere tapınan, yarım bilişle eylemsizliğe yenik düşenleri sulu bir hümanizmle kucaklamak suç değil de nedir! “İnsanın bilgisi arttığı oranda da sevgisi çoğalır” diyor Leonardo. Kendi bilgisinin farkında olan, başkasının bilgisinin de farkına varabilir. Kendi kendimizin bilincinde, doğamızın ve hareketlerimizin bilincinde olurken, bütün mesele içten olup kendimizi kaybetmeyiştir. Genel kültürümüz dış bilincimize yansır, insanı insan yapan da genel kültürdür, mesleki bilgi değildir. Bir meslek dalında uzmanlaşmak bize varoluşumuzu sunabilir mi? Manevi gücün sağlam temeli sağlam bir dünya görüşü, kişilik ve ruhun değişmezliğidir. Bu yüzden değişip dönüşürken, kariyer, para, ün ve bilgi taşıyabilmek çok zordur; kişiliğin parçalanması ve oto kontrolsüzlük tuzağı uzak değildir. İnsan arzu tarafından ele geçirildiğinde ve zaaflarına yenik düştükçe ayırt etme yetisini kaybedip paramparça bir varlık haline gelebiliyor.

Büyük insanların yaşamları incelendiğinde nefsin ve zaafların karşısına nasıl kaya gibi dikildiklerini görüyoruz. Erdemli olmak ve zaaflardan sıyrılmak hiç de kolay değil, hele baskıcı bir yönetimin altında inleyiş varsa, o korkunç ezilmişlik psikolojisinin kıvıl kıvıl kurtçukları yürekleri ve bilinçleri kemirip durur. Yaşam öyküleri ve anılar bu konuda çok belirleyici oluyor. Bire on katıp kendilerini dev aynalarında görenler, eksiklerini örtmeye çalışanlar ne yaparlarsa yapsınlar satırların gerisinde öyle bir sırıtıyorlar ki… bir çok öz yaşam öyküsü okuduk, Memet Fuat’ın Gölgede Kalan Yıllar adlı öz yaşam kitabında büyük bir ağırbaşlılık ve kendini biliş var. Dünya görüşü ne olursa olsun, roman tadında olan öz yaşam kitabında yazarın kendisi ön planda değil, o yılların her türlü toplumsal yaşamanın diğer yüzü var. “Ben “ duygusundan sıyrılıp anıları yazmak maharet istiyor gerçekten.

Hepimiz biliriz, kendimizden emin olmadığımızda başkalarının gölgesine ihtiyaç duyarız. Hani kel olan kız, her seferinde benim teyzemin saç örüğü diye başlar söze… Toplumsal arenada olmak, bir misyon sahibi olmak ve yazmak farklı bir sorumluluk altına girmektir de; bu her şeyi söyleyebilirim sarhoşluğuna kapılma hakkını verir mi sizce