Tayip Erdogan Kürdistandan Defol


Halk İnisiyatifi: Erdoğan’ın Diyarbakır mitingine gitmeyin!

Halk İnisiyatifi: Erdoğan’ın Diyarbakır mitingine gitmeyin!

Salı, 31 Mayıs 2011 18:15

Kürdistan Halk İnisiyatifi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır mitingi öncesi yaptığı açıklamada, halkı Erdoğan’a “insanlık dersi vermeye” çağırdı. İnisiyatif, “AKP faşizminin mitingine gitmemeye çağırıyoruz” dedi.

Kürdistan Halk İnisiyatifi yaptığı açıklamada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 Haziran’da Diyarbakır’a yapacağı mitinge “katılmayın” çağırısında bulundu.

Halk İnisiyatifi’nin açıklaması şöyle: “Dokuz yılık iktidarı boyunca her yılı, her günü adeta halkımıza cehennem eden AKP’nin zulüm kar başı olan T.Erdoğan, hiçbir şey yokmuş gibi utanmazca Amed kentimizde yarın miting yapmayı planlıyor. Kürt halkına karşı vahşet düzeyinde bir düşmanlık sürdürmekte olan APK hükümeti inkar ve katliam politikasıyla Çillerleşen, işkenceci uygulamalarıyla Esat OKTAY’laşan, soykırım siyasetiyle HİTLER’leşen Erdoğan,a karşı halkımız Amed’te bir insanlık dersi vermelidir.Halkımız örgütlü tavrıyla gereken cevabı vereceği açıktır.

Amed’te yaşayan tüm insanlarımıza, Kürtlerin soykırımı, katliamı, imha ve inkarı üzerinden kendini yaşatan AKP faşizminin mitingine gitmemeye çağırıyoruz. Bu mitinge gitmemek, Kürt halkına yaşatılan vahşete, antidemokratik uygulamalara karşı onurlu bir duruş ve en insani davranışı sergilemiş olacaktır.

AKP’nin imha, inkar, tekçi ve katliamcı uygulamalarının hat safhada olduğu bugünden sonra AKP oy veren, mitingine giden her bir birey eli Kürt halkının kanına bulaşmış sayacaktır. Dolaysıyla AKP mitingine gitmemek, özgürlük özlemlerine sahip çıkmaktır, 38 yıllık onurlu bir yaşam uğruna ödenen bedellere sahip çıkmaktır!”

ANF NEWS AGENCY

KNK’den Kürdistan kamuoyuna ‘tarihi’ deklarasyon!


KNK’den Kürdistan kamuoyuna ‘tarihi’ deklarasyon!

ANF BRÜKSEL – Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) 11. Genel Kurul toplantısı sonucunda Kürdistan ve Bölge kamuoyuna acil bir deklarasyon yayınlandı. “Önemli” ve “tarihi” olarak kabul edilen deklarasyonda Kürt ve Kürdistanlıların “ulusal hak ve görevleri” sıralandı.

Hafta sonu Brüksel’de toplanan 11. Genel Kurul, “önemli” ve “tarihi” olarak kabul ettiği bir deklarasyon yayınladı. Kürdistan, Ortadoğu ve dünya kamuoyuna sunulan deklarasyonda 15 madde halinde Kürt ve Kürdistanlıların “hak ve görevleri” sıralandı:

1-Kürtlerin ve birlikte yaşadığı azınlıkların yaşadığı coğrafyanın adı Kürdistan’dır. (KNK Genel Kurulu) Sömürgeciler ve işgalcilerin yaptıkları adlandırmaları reddeder ve Kürt ve Kürdistanlılara Kürdistan ismini cesur bir şekilde ifade etmeleri ve kullanmaları çağrısını yapar.

2-Kürt ve Kürdistanlıların kendi toprakları üzerinde kendi kaderini tayin etmek ve kendi taleplerine göre egemenliğin biçimini tespit etme hakkı vardır.

3-Kürt ve Kürdistanlılar, özellikle de Kuzey, Doğu ve Batı ile Federal Kürdistan Bölgesi dışında kalmış bölgeler, Türk, İran ve Suriye devletleri ile Irak’taki eski Baas rejiminin asimilasyon ve soykırım amacıyla Türk, Fars ve Araplaştırdığı Kürdistan’ın yer ve bölgelerinin isimlerini yüksek ulusal bir kararlılıkla kabul etmemeli, Kürtçe ve kendi dillerindeki isimleri söylemeli ve kullanmalılar.

4-Kürt ve Kürdistanlılar, Federal Kürdistan’ın sınırlarının daraltılma çabalarını reddetmeli ve başta Kerkük ile Kürdistan’ın doğal sınırları içindeki bölgeleri korumalı.

5-Kürt ve Kürdistanlılar, Türkiye, İran ve Suriye’de kendi dillerinde çocuklarına isimler koymalı, Türkçe, Farsça ve Arapça soyadlarını değiştirerek, Kürtçe ve kendi dillerine dönüştürmeli.

6-Kürt ve Kürdistanlılar, anadili kendi yaşamalarına hakim kılmalı, anadilde eğitim talebini yükseltmeli, çok dilliliği tüm egemen devlet kurumlarında ‘de fakto’ hayata geçirmeli.

7-Ulusal bayrak, flama ve semboller her yerde kullanılmalı, ulusal taleplerin dillendirildiği ve ulusal anlam taşıyan günlerde, ulusal kıyafetler giymeli.

8-Kürt ve Kürdistanlı esnaf ve tüccarlar, alım-satım işleri ve faaliyetlerinin tümünü Kürtçe ile kendi dillerinde yapmalı, halk da alışverişini kendi dilinde yapmalı.

9-Kürt ve Kürdistanlılar, inanç, din ve diyanetine kendine göre yaşamalı, dini vecibelerini kendi kural ve kaidelerine göre yerine getirmeli, resmi din ve diyaneti reddetmeli ve yerine getirmemeli.

10-Kürt ve Kürdistanlılar, egemen devletin resmi kültürü ve sisteme karşı tüm farklılıklarını ortaya öne çıkarmalı, yas ve kutlamalarını, yaşamını kendi ulusal farklılığı ve rengi ile yaşamalı.

11-Kürt ve Kürdistanlılar, tüm Kürdistan parçalarında ve diaspora meydanlarında en üst seviyede ulusal desteğini güçlendirmeli, egemen devletlerin eylemleri, hile ve oyunlarına karşı yüksek ulusal bir duyarlılıkla birbirlerine destek sunmalı.

12-Kürt ve Kürdistanlılar, uluslar arası işbirliği ve desteğin sağlanması için, başta egemen halklardan demokrat ve ilericiler ile tüm dünya hümanistleri nezdinde olmak üzere, fedakar bir çalışma ve mücadele yürütmeli.

13-Kürt ve Kürdistanlılar, başta PKK lideri Abdullah ve tüm sömürgeci devlet ve diğer ülkelerdeki siyasi tutukluların özgürlüğü için, çalışma ve mücadeleyi ulusal bir destek olarak kabul etmeli ve çaba içerisinde olmalı.

14-Kürt ve Kürdistanlılar, siyasi ve askeri öncülüğe en büyük desteği vermeli, Kürt ve Kürdistan gençleri de egemen devletlerin askerliğini reddetmeli, askere gitmemeli.

15-Kürt ve Kürdistanlılar, kadın üzerindeki tüm gerici gelenekleri, tahakküm ve erkek egemenliğini reddetmeli, kadın haklarını eşitlik düzeyinde ele almalı ve hayata geçirmeli.

ANF NEWS AGENCY

Sarışın Faşisteler


Sarışın Faşisteler- Mehmet Sebatlı

Sarışın Faşisteler

Mehmet Sebatlı

Hayır başlıkta hata yok! Aynen: Faşiste!

Türkçe’de erkek ad ve sıfatlarının arkasına ‘e’ getirdiğinizde yeni oluşturduğunuz isim ve sıfat kadını temsil eder. Örneğin Aziz, Azize. Müdür, Müdüre. ‘Faşiste’yi de o mantıkla ben türettim.

Kadınların hayatın her alanında erkeklerle eşit olduklarına inanlarlardansanız faşizmin salt erkeksi bir sapkın siyasal ruh hali olmadığını, her halükarda faşist kadınların da olabileceğini teslim edersiniz.

Evet iki Dünya Savaşı arasında Avrupa’da sosyalizm karşıtlığı ve ırkçılık olarak başgösteren bu siyasal belanın öncüleri Hitler ve Mussolini gibi uçarı erkek tiplerdi. Neden cesur bir tarihçi çıkıp da bunların İttihat ve Terakki’den sonra siyaset hayatına atıldıklarını ve onlardan etkilenmiş olabileceğıni söylemez, bilemem.

Türk faşizminin belirgin karakteristik özelliği vardır: Göreli olarak sınıfsal (1940-1970 arası) ama esas olarak Ermeni, Rum ve Kürt karşıtlığı üzerine şekillenmiştir. Ermenilerin ülkeden sürülmesinden, son Dersim Isyanıyla da Kürtlerin sesinin kesilmesinin ardından geçici bir dönem için “anti komünist” bir görünüm arzetmiştir.

Sadede gelelim: Faşizm ne salt Avrupa’ya özgü yokedici bir sapkın siyasi harekettir ve ne de salt erkeklerden teşekküldür.

Son zamanlarda Türkiye’de Faşizmin klasik tanımını altüst eden acayip neo faşist tipler boy gösteriyor. Sıkı durun: Dazlak ve badem bıyıklı erkekler falan değil bunlar, istisnasız çağdaş, şehirli ve eğitimli görünümlü sarışın kadınlardır tamamı.
Onlar asena olarak adlandırır bu tipleri. Yani dişi kurt!

Bu türün ilk versiyonu 1991 seçimlerinde ‘Baba’sının kucağında siyasete atılan sözde bir ekonomi uzmanıydı. Evet giyimi ve adabıyla tam bir şehirli sarışındı, bakımlıydı üstelik. Bu kadın elden ele iki yıl sonra DYP Genel Başkanlığına ve akabinde otomatikmen Başbakan koltuğuna oturtuldu. Arkasında nice kurmay generalin ve bıçkın erkek siyasetçinin durduğu bu kadın 16.Türk Devletinin yürütme gücü olarak 29. Kürt isyanını acımasızca bastırmakla görevlendirilmişti. Kendi halkına karşı korkunç bir katliamı planlayan bir devletin bu sarışın kadını Batıya karşı bir vitrin olarak kullandığını bilenler vardı elbet ama öyle yıllardı ki, sözler uçuşkandı, sadece silahlar konuşmaktaydı.

Kimler takılıyordu, kimler onu elde etmek istiyor ve kur yapıyordu bilemem ama çöl bedevisi Kaddafi bu kadına aşık olmuştu ve ona pahalı armağanlar gönderiyordu.

O acımasız kadının Enver Paşa’yı aratan çılgınlığı had sahfadayken Hürriyet Gazetesi’nde farklı bir kalem ve yürek olan Yavuz Gökmen ‘Sarışın ve Esmer kadın’ başlıklı harika bir makele kaleme aldı. Türk Devletini temsilen Tansu Çiller’i, Kürt halkını temsilen cezaevine yeni girmiş olan Leyla Zana’yı karşlaştırıyordu.

Y.Gökmen tüm iyi insanlar gibi erken ölmeseydi eğer, muhtemelen sarışın kadını faşizmin, esmer kadını ise özgürlüğün sembolü olarak gösterecekti.

Sonra sarışınlar da esmerler de siyaset meydanlarında ve kameralar önünde görünmeye devam ettiler.

Canan Arıtman aktif siyasette bulunan bu sarışınlar türünün ablasıdır.

Bu sarışın türe ait birisi bu sene 4 Ocak 2001 günü BDP’nin Mecliste Grup Toplantısını yaptığı salonda Gültan Kışanak’ın önünde beliriverdi. Elinde bir adet Türkçe sözlük ile bir CD bulunan bu sarışın faşiste, Kışanak’a “Kürtçe’den vazgeçin, Türkçe hepimize yeter” mealinde birşeyler gevelemeye çalışıyordu. Sonradan bunun Atatürk Kültür Dayanışma Eğitim Vakfı Başkanı Gül Karyaldız oldugunu öğrendik. Bu tür vakıf ve dernekler biliyorsunuz hep Ergenekon patentli. Gazetecilerin ısrarlı sorularına rağmen onu Meclise kimin soktuğunu söylemedi sarışın. Belli ki arkasında torpil gücü olan erkekler vardı.

Sonra MHP’nin milletvekili adayları arasında eğitimli, kentli bir sarışın siması görünmeye başladı. Nispeten daha pozitif düşüncelere sahip olan Arzu Erdem isimli bu kadın Almanya’da doğup büyümüş, annesi Kürt bir ülkücü. Klasik MHP çizgisinin dışında bir meyle sahip olup Sebahat Tuncel’ın attığı tokada, Kürtlerin hak taleplerıne empati yapabilen farklı bir ülkücü. Muhtemelen MHP’nın yeni simasının prototipi olarak düşünülüyor.

Bu türe ait son ve en uç örnek ise Balıkesir’den. Seçimlere, “ulusalcı bağımsız aday” sıfatıyla katılan Serap Yeşiltuna, açık bir şekilde Kürt düşmanlığı ve ırkçılık yapıyor. “Balıkesir’i PKK’dan kurtar” sloganıyla seçim çalışmasını yürüten Yeşiltuna, adını yazsam propaganda olur, şu an Ergenekon davası tutuklusu olarak Silivri Cezaevinde yatan Neo-Türkçü adamın marjinal partisinden. Bunların şimdiki parti lideri arada bir “Kürtler Türkiye’yi istila ediyor, bu ülkede Türk sorunu var, Kürt bakkaldan mal almayın!” şeklinde deli fişek açıklamalar yapar durur.

Serap Yeşiltuna Mustafa Kemal’in Kürt isyanlarını nasıl kanla bastırdığını anlatan tez çalışmasını daha sonra “Atatürk ve Kürtler” adıyla kitap olarak yayınlamış. Yeşiltuna hızını alamayarak özel internet sitesinde (http://serapyesiltuna.org/site/) ve seçim afişlerinde “Balıkesir’de Kürt istilası” argümanını kullanıyor.

Klasik inkarcı Kemalistlerden farklı olarak bu tip ulusalcı kemalistler öteden beri Kürtleri inkar etmiyor, tam aksine Kürtlerin hızla çoğaldıkları ve Batı illerine yayılarak tehlike oluşturdukları iddiasını savunurlar.

IHD, Serap Yeşiltuna’nın afiş ve sloganları hakkında suç duyrusunda bulundu.

Leyla Zana hakkinda acil soruşturma kararı alan Savcılık, bakalım Serap Yeşiltuna için ne yapacak.

sebatli@hotmail.com

Ulusal Türk Sürtük Partisi Milletvekili adayina göre Balıkesir’de ‘Kürt istilası’ varmış


Serap yesil tuna

Balıkesir'de 'Kürt istilası' varmış

Balıkesir’de ‘Kürt istilası’ varmış

Balıkesir’de ‘Kürt istilası’

PINAR ÖĞÜNÇ/radikal

1980 doğumlu bir insan. Boyunu bosunu görmedim ama fotoğraflarda çıtıpıtı, narin bir hali var. Sarı sarı katırtırnaklarının, taze ekilmiş Kuzey Ege tarlalarının önünde duruyor. Üzerinde bu işlere yakışacağını düşündüğü mavi küçük bir ceketle köy yollarında poz vermiş. Çarşıda, pazarda, sokaklarda teyzeleri kucaklıyor, amcalarla gülüşüyor. Fotoğraflara bakıyorum, Serap Yeşiltuna isimli bu genç kadın birilerini seviyor. Yani istediğinde bunu yapabiliyor.

Balıkesir Balıkesirlilerindir
Serap Yeşiltuna, Ulusal Parti’nin Genel Sekreter Yardımcısı, Balıkesir’den bağımsız aday. Ulusal Partililer’in Kürtler’den öğrendiği yöntemle, ‘Kürt istilasına’, ‘Kürt mafyasına’ karşı temizlik vaatleriyle seçime bağımsız giren adaylarından biri.
Kişisel web sitesi, ‘Ankara’nın taşına bak’ ezgilerine müteakip ‘Türkiye Türklerindir. Balıkesir Balıkesirlilerindir’ cümlesiyle açılıyor. En başta bunu bilelim istiyor.
Çağrısı Balıkesir’in ‘güzel, temiz, dürüst’ insanlarına… “Bu topraktan büyüdün, bu topraktan beslendin. Ama artık bu toprakta yaşayamıyor, çalışamıyorsun, aileni besleyemiyor, kendi işini yapamıyorsun! Çünkü şehrin adeta işgal altında” diyor.
Videolar var sitesinde. Yemek masalarına karşı Kürt istilasını anlatıyor. ‘Bunlar’ diye söz ediyor Kürtler’den. Kuvayi Milliye ruhunu Balıkesir’de yaşatacağı müjdesiyle alkışlar yükseliyor.
‘Sıradan vatandaş görünümlü’, ‘Türklere göre dört misli üreyen’, ‘demokrasi tuzağı’, ‘Türklerin Kürtleştirilmesi’ gibi kalıpların, birtakım rakamlarla havada uçuştuğu ‘İstila’ isimli film izlenebiliyor sitesinden. Söz ettiği istila bu.

‘Neden ırkçı değilim?’
Telefonda karşımda bu genç kadın var. Halimi hatrımı soruyor, seçim çalışmalarının yoğunluğundan yakınıyor, bu işin sevilmeden yapılamayacağını anlatıyor dostmuşuz gibi. Doğrudan İnsan Hakları Derneği Balıkesir Şubesi’nin hakkında yaptığı suç duyurusunu soruyorum. “PKK uzantısı bir dernek tarafından suç duyurusuna maruz kalmak onurlu bir şey” diyor ezberden. Seçim sloganlarını sıralıyor, neden ‘ırkçı’ sayılamayacağını anlatıyor uzun uzun. Gerçekten yazmasam daha iyi…
Bunu sanki kendi seçti; Kürt bir Serap Yeşiltuna’nın nasıl olacağını soruyorum. İki saniye düşünüp net veriyor cevabını: “Bir Kürt olarak doğsaydım, Atatürk’ün o güzel sözünü söylerdim: Ne mutlu Türküm diyene!” Sonra onlarca yıllık kardeşliğin nasıl oyunlarla bozulduğunu anlatıyor.
“Ne yapsınlar peki, Kürtler nasıl insanlar olsunlar sizce?”
“Federasyon, özerklik istemeyen, anadil diye tutturmayan, resmi dil Türkçe’yi kabul eden insanlar olsunlar. Kardeşçe yaşamak istiyorlarsa eğer, bu kardeşliğe saygı duysunlar.”

‘Kürtçe’nin bir grameri yok’
“Hiç sevdiğiniz bir Kürt arkadaşınız falan yok mu? Ne der, kırılır mı diye düşündüğünüz biri?” diye soruyorum. Bana Türk milliyetçisi Kürt esnafla münasebetlerini anlatıyor. Sanki beni hiç duymuyor.
“Bir an şöyle düşündünüz mü, ilkokula başladığınızda Türkçe konuşmanız yasak. Yeni bir dil öğrenmeniz lazım…”
Ezber devam ediyor: “Kimsenin diline yasak getirilmiş değil. Empati kuracak bir şey yok. Bunlar sonradan çıktı zaten. Mesela bir arkadaşımız Güneydoğu’nun bir yerinden üniversiteye geliyor. Okul hayatında Türkçe okumuş, Türkçe soruları çözerek oraya gelmiş. Ne oluyor? Üniversitede birileri ‘Sana Kürtçe öğretelim’ diyor. Al sana Kürtçe kitaplar… Şivesi farklı olabilir ama annesi babası zaten Türkçe konuşuyor. Kürtçe’nin yazılı edebiyatı, bir gramer yapısı yok. Olmayan bir dil yaratıyorlar ki devlet kurabilsinler. Yoksa hepsi Türkçe biliyor.”
Balıkesir, Gönen’de bir liseden Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmış zeki bir insan. İstediğinde birilerini sevebiliyor da. Ama içi olmuş taş.
Serap Hanım yazıyı okuyup da PKK’yı anlatmaya aramayın beni lütfen. Bir insanın içi bu kadar nasıl katılaşır, ben bu kısmıyla ilgiliyim. Şaşıracaksınız ama örgüt propagandası, bizatihi kullandığınız bu dildir

Kürdistan’ın son Kralı: Şeyh Mahmut Berzenci


Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kürdistan’ın son Kralı: Şeyh Mahmut Berzenci

ADULLAH RAMAZAN /SERBAZ SİYAMEND-ANF HEWLER – Federal Kürdistan Bölgesinde birinci dünya savaşı yıllarında Şeyh Mehmud Berzenci bağımsız bir devlet kurma girişiminde bulundu. Bundan tam 92 yıl önce, 23 Mayıs 1919 yılında İngilizlere karşı isyan ederek kendi hükümetini kuran ve kendisini de Kürdistan Kralı ilan eden Berzenci, 1932 yılına kadar İngilizlere karşı amansız bir direniş gösterdi.

Şeyh Mehmud Berzenci 1878 yılında Süleymaniye’ye bağlı Berzence köyünde dünyaya geldi. Berzenci babası şeyh Seid, amcası şeyh Ehmed ve 50 adamıyla birlikte 1913 yılında Osmanlı imparatorluğu tarafında yakalanıp öldürüldükten sonra babasının yerini aldı. Şeyh Mehmud Berzenci ya da diğer adıyla Şeyh Mehmud Hefîd, Kadiri tarikatına mensup bir şeyhdi. Kendisi Kürtçe, Arapça, Türkçe ve Farça’yı çok iyi biliyordu. Bunun yanı sıra birçok şiiri de bulunuyor.

Berzenci birinci dünya savaşı yıllarında bağımsız Kürdistan Devleti için çaba harcadı. Bunun için İran’da bazı Kürt aşiretlerle ittifak yaparak İngiliz ve Araplara karşı savaştı. Bu süreçte üç defa Kürdistan hükümetini kurdu ve kendisini de Kürdistan Kralı ilan etti. Berzenci İngilizlerin denetiminde kurulacak bir Kürdistan hükümetini asla kabul etmedi. O dönemde Irak’ta İngiliz temsilcisi olan Major Soane’nin Kürt güçlerini silahlı milis gücü olarak kullanmak istediğini fark ederek buna karşı durdu. Berzenci İngiliz ve Arap saldırılarına karşı 1932 yılına kadar savaşarak direndi. Daha sonra 9 Ekim 1956 yılında yaşama gözlerini yumdu.

BERZENCİ’NİN BİRİNCİ KÜRDİSTAN HÜKÜMETİ İLANI

Şeyh Said Berzenci, henüz Osmanlı egemenliği son bulmadığı ve İttihatçıların başta olduğu 1908 yılında isyan eder. Bu isyan ittihatçılar tarafından bastırılır. Bu isyanda Şeyh Said, Şeyh Mahmut, şeyh Ahmet ve birçok yakın akrabası esir alınarak Musul’a sürgün edilirler. İttihatçılar bu yıllarda Berzenci ailesinin Kürdistan’daki etkisini bildikleri için tüm aileyi ortadan kaldırmayı düşünerek Şeyh Said, kardeşi Şeyh Ehmed ve 50’ye yakın adamını katleder. Olaylar Kürdistan’da duyulduktan sonra tepki giderek büyür. Kürt aşiretleri Şeyh Mahmut’un serbest bırakılmasını, aksi takdirde Musul’u basarak ölenlerin intikamını alacaklarını söyler. Bunun üzerine Şeyh Mahmut serbest bırakılır.

Şeyh Mahmut Berzenci Süleymaniye’ye döndükten sonra, 1918’de Kerkük’teki İngilizlerin başkomutanına ve Wilson’a bir mektup gönderir. Mektubunda; Kürdistan’da bağımsız bir hükümetin kurulmasına dair bir teminat verilmesini ister. Şeyh Mahmut’un Wilson’a gönderdiği mektubun ardından, Binbaşı Noel eşliğinde bir İngiliz heyeti Şeyh Mahmut ile görüşmek üzere Süleymaniye’ye gelir. Görüşmeler sonucunda 1 Kasım 1918 günü Süleymaniye’nin Sera kapısında resmi bir törenle Şeyh Mahmut Berzenci Irak’taki genel hükümdar tarafından “Kürdistan Yöneticisi” olarak atandığı açıklanır. Şeyh Mahmut bu süreçte Paris Barış Konferansı’na gönderilmek üzere bir müzakere mektubu hazırlar, Reşit Kaban ve Seyit Ahmet Berzenci aracılığıyla Paris’e gönderir.

İNGİLİZLER ÖNCE KABUL EDER, SONRA OYUN OYNAR

İngiltere bu kararı 11 Kasım 1918 yılında resmi bir biçimde kabul eder. Ancak İngilizler Şeyh Berzenci’ye verdikleri sözden geri döner. Berzenci’nin Kürdistan’daki etksini kırmak için çeşitli oyunlara başvururlar. Bu durumu fark eden Berzenci, İran ve Irak’ta ki birçok Kürt aşiretleri ile görüşmelerde bulunup başkaldırı hazırlığı yapmaya başlar. 23 Mayıs 1919 tarihinde İngilizlere karşı isyan hareketi başlatılır. Bu ayaklanma ile İran ile Irak’taki Kürtlerin birleşerek Büyük Kürdistan’ın kurulmasını amaç edinir. Süleymaniye’de başlayan ayaklanma kısa sürede Kürdistan’ın birçok bölgesine yayılır.

Şeyh Berzenci kuvvetleri Süleymaniye’ye bağlı Derbendi Baziyan’da konumlamışlardı. 17 Haziran’da İngiliz kuvvetleri tank ve toplarla Şeyh Mahmut kuvvetlerini kuşatarak bombardımana tutarlar. Berzenci bombardıman sonucu yaralanır ama ona rağmen mevzi aldığı büyük bir kayalık arkasında uzun süre çatışarak direnir (Bu günde o taşın etrafı sarılarak milli park haline getirilmiş. İsmini de Kahramanlık Taşı konulmuştur). Anak Berzenci İngiliz kuvvetlerine esir düşmekten kurtulamaz. Burada Kürt tarafında 300’ye yakın ölü 500 yaralı, İngilizlerden ise 4 tank, 19 askeri araç tamamen imha edilirken çok sayıda da askerin öldürüldüğü belirtilir.

İNGİLİZLER CESETLERİ HALKIN GÖZLERİ ÖNÜNDE YAKTILAR

İngiliz kuvvetleri 22 Temmuz 1919 tarihinde Süleymaniye merkezine girerek büyük zarar verirler. O günü Berzenci’nin oğlu Şeyh Letif Hefid kendi günlüğünde şu şekilde anlatır: “İngilizler çatışma sonucu şehit düşen insanlarımızın bedenlerine gözlerimizin önünde benzin dökerek yakıyorlardı. Bu görüntüler karşısında duramadım ve müdahale etmek zorunda kaldım. Doğacak tepkiden korktukları için cesetleri yakmaktan vazgeçtiler.” Daha sonra esir alınan Şeyh Mahmut Berzenci Bağdat’ta götürülür. 25 Temmuz 1919 tarihinde kurulan askeri bir mahkemede Berzenci yargılanmaya başlanır. Berzenci mahkeme tarafından şu suçlardan dolayı yargılanır;

1- İngiltere’ye karşı isyan etmek ve kan akmasına sebep teşkil etmek,

2- İngiltere bayrağını indirip, yerine Kürdistan bayrağını dikmek.

WILSON: ONUN HAYATTA KALMASI TEHLİKELİ

Mahkeme, Şeyh Mahmut Berzenci ve Şeyh Muhemed Xerib için idam karar verilirken mahmekemede hazır bulunmayan yardımcılarından Şeyh Mehmud Xanê Hewrami için ömür boyu, Şeyh Mehmud Xani Kani Sanan için de üç yıl ceza keser. Kürdistan’da eylemlerin devam etmesinden kaynaklı Berzenci’nin cezası 10 yıl hapse ve Hindistan’a sürgüne çevrilir. Wilson, mahkemenin bu kararını tehlikeli bulup şunları ifade eder; “Şeyh Mahmut’un hayatta kalması onun dostları için büyük bir umuttur. Düşmanları için de büyük bir tehlikedir. Şeyh Mahmut’un dostları onun döneceği ümidiyle eski tutumlarına devam edeceklerdir. Düşmanları da döneceği korkusuyla rahat bir yaşam yaşayamayacaktır. Şeyh Mahmut hayatta olduğu sürece Kürdistan’da istikrar olmayacaktır.”

BİRİNCİ HÜKÜMET BİR YIL SÜRER

1921 ve 1922 yılları arasında İngilizler ile Türkler arasında Musul sorunu çıkar. Türkler Musul’un milli misaki sınırlarına dahil olması gerektiğini dile getirirken İngilizler de Kürdistan’ı öne sürerek Musul üzerinde hak talep ederler. Bu ikircikli politikalar sonucu İngilizler Kürt Hükümetini yeniden kurma girişiminde bulunurlar. Bunun için Şeyh Berzenci 1922 yılında İngilizler tarafında tekrardan Kürdistan’a çağırılır. Bu sırada Kürt silahlı güçleri kırsal kesimlerde İngilizlere karşı mücadelerini sürdürürler. Yine İngiliz baskılarından kaynaklı Berzenci ailesi İran’a göç etmek zorunda kalır. Aile Simko Şikak tarafında misafir edinerek yardım edilir.

Böylelikle Şeyh Mahmut Berzenci’nin kurmuş olduğu birinci Kürdistan hükümeti son bulur. Bu hükümet Kürdistan’da 1 Kasım 1918 ile 22 Temmuz 1919 tarihleri arası hüküm sürer.

BERZENCİ’NİN İKİNCİ KÜRDİSTAN HÜKÜMETİ İLANI

Şeyh Berzenci sürgüne gönderildikten sonra Süleymaniye’de Irak’a bağlı işbirlikçi bir hükümet kurulmuştu fakat Kürtler hiçbir zaman bu hükümete itibar etmediler. Aksine Kürtlerin İngilizlere karşı öfkesi giderek büyümüştü. Bunun sonucunda da İngilizler sürgüne göndermiş oldukları Şeyh Berzenci’yi geri getirmek zorunda kaldılar. Berzenci’nin gelişi üç aşamalı olarak gerçekleşir:

*27-28 Ocak 1922 günü Berzinci Hindistan’dan Kuveyt’e getirilir.

*12-13 Eylül 1922 günü Berzinci ji Kuveyt’ten Bağdat’ta

*20-30 Eylül 1922 günü Berzinci Bağdat’tan Süleymaniye’ye getirilir.

Şeyh Berzenci, Kürdistan’a tekrar “Kürdistan Yöneticisi” olarak geri döner. Ardından yeni bir kabine kurulur ve bakanlıklar belirlenir. Bakanlıklara atanan isimler Güney Kürdistan’da yayın yapan Bangi Kurdistan Gazetesi’nde yayınlanır. İngilizler ve Irak Kralı Faysal, Şeyh Berzenci’ye Kürdistan’ın bağımsızlığının tanınacağına dair söz verirler. Şeyh Berzenci İngiliz ve Irak Kralı’nın kendisine vermiş olduğu sözü yerine getirmeyeceğini bildiği için 1 Kasım 1922’de Kürdistan hükümetini kurar, kendisini de Kürdistan Kralı olarak ilan eder. Hükümet kabinesi, basın kurumu, okul ve orduyu kurar. Salih Zeki Sahebqiran ve Macid Mustafa askeri başkomutan ve kendi danışmanı olarak ilan eder. Reşid Zeki Kaban ise hükümetin dış ilişkiler sorumlusu olarak atanır.

İlan ettiği bağımsız Kürdistan sınırı bugünkü Güney Kürdistan’ın tamamını kapsıyordu. Başkenti Süleymaniye, resmi dil Kürtçe, ordunun ismi ise Kürt ulusal ordusu olarak belirlenir.

A-Berzenci hükümetinin bakan ve bakanlıkları şu şekildeydi:

1-Başbakan: Şêx Qadirê Şêx Sehîd Hefîd

2-İçişler ve Sağlık Bakanı Vekâleti: Şêx Mehmûd Xerîb

3-Maliye Bakanı: Abdulkerîm Elyas Alaka (File)

4-Eğitim Bakanı: Mîr lîwa Mistefa Paşayê Yamolkî

5-Adalet ve Din Bakanı: Mele Seîdê Kerkûlkî

6-Gümrük Bakanı Ehmed Begê Fetah Beg (Hemdî Sahêbqiran yê şahîr)

7-Savunma Bakanı: Seyîd Ehmedê Berzincî

8-Devletin tüm kurumlarından sorumlu bakanlık: Mîr lîwa Sedîq Qadrî Paşa

9-Hizmet İşleri Bakanı: Mihemed Axa Abdûlrehman Axa

B-Berzenci’nin Kürdistan hükümetinin bayrağı:

Yeşil zemin üzerinde kırmızı daire, kırmızı daire içinde beyaz hilal.

C-Posta pulu

İki çeşit posta pulu bastırıldır. Pulun çevresinde Güney Kürdistan hükümeti ortasında ise çapraz çakılmış iki hancer resmi konulur.

D-Basın Kuruluşları:

Berzenci hükümetine bağlı birçok haftalık ve aylık gazete, dergi basılıyordu. Örneğin:

Bangî Kurdistan: Bilimsel, toplumsal ve edebi bir gazeteydi. İlk sayısı 2 Ağostus 1922 yılında çıkar. Son sayısı ise 8 Kasım 1923 çıkmış. Daha sonra 1926 yılında birkaç sayı daha çıkarılmış olsa da devam ettirilememiştir. Gazete imtiyaz sahibi ve sorumlusu Yamolki’li Mustefa Paşa idi.

Rojî Kurdistan: Haftalık Siyasi, toplumsal ve edebi bir gazete olarak çıkarılır. İlk sayısı 10 Ekim 1922’de son sayısı 3 Mart 1923 tarihinde çıkar. Gazetenin sadece 15 sayısı çıkarılır.

Bangî Heq: Siyasi, toplumsal ve edebi bir gazete olarak çıkarılır. İlk sayısı 8 Mart 1923 yılında çıkarılır. Sadece 3 sayısı çıkarılabilinir. Bu gazete on zorlu süreçlerde Süleymaniye’ye bağlı Surdeşê nahyesinin Casane mağarasında çıkarılır. Bangê Heq gazetesi Kürt mücadelesinde dağda çıkarılan ilk gazete olarakta bilinir.

Umêdî Istiqlal: Haftalık toplumsal ve kültürel gazete olarak çıkarılır. İlk sayısı 20 Eylül 1923 yılında Süleymaniye’de çıkarılır. Bu gazetenin toplam 25 sayısı çıkar.

E-Kurulan okullar:

Şeyh Berzenci’nin Kürdistan hükümetinde dört okul kurulur:

1-Mehmudi Ortaokulu: Bu okulda 6 öğretmen ders verir

2-Kadiri İlkokulu: 3 öğretmen ders verir

3-Rûfî İlkokulu: 3 öğretmen ders verir

4-Letîfî İlkokulu: 3 öğretmen ders verir.

F-Kürt Ulusal Ordusunun Kuruluşu:

1-Kürdistan Hükümet Kralı, Kürt Ulusal Ordusunu kurar:

2-Yeni Birlik: Genel Kurmaybaşkanı Tofîq Wehbî iken, ordusu 9 komutanlıktan oluşur

3-Berzenci’nin yanında kalan 6 subay da orduya katılır.

4-Türklerden geriye kalan 5 subay da Kürt Ulusal Ordusuna katılır.

İNGİLİZLER BOMBA YAĞDIRIR, BÖLGE KAN GÖLÜNE ÇEVRİLİR

Berzenci öncülüğünde kurulan Kürt hükümeti İngiliz sömürgeciliğin istemleri doğrultusunda hareket etmediği için İngiliz güçleri Kürt hükümetine karşı oldukça kanlı ve vahşi bir savaş başlattı. İngiliz uçakları Kürt şehir ve köylerini bombardımana tutarak binlerce sivil insanın katledilmesine sebep oldular. Bir o kadar insanı da kaybettiler. Güney Kürdistan baştan sona kan gölüne çevrilir.

BERZENCİ İNGİLİZ OYUNUNU ANLAMIŞTI

Bu dönemde Kürtlere, Şeyh Mahmut Berzenci, Simko Shikaki ve Mirza Taha Nehri öncülük yapıyordu. Kürt komutanlardan Mirza Taha İngilizler tarafından kandırılarak Türklerin eline geçmiş olan Rewanduz’a saldırır. Bu saldırıda birçok Kürt insanı katledilir ve başarısızlıkla sonuçlanır. İngilizler bölgede Türklere güç getirmediklerini ve Berzenci’yi de kandırıp onlara karşı savaştıramayacağını anladığında Kürtlere karşı farklı bir planlama içine girerler. İngiliz Yüksek Komiserliği bir bildiri hazırlar. Bu bildiride şunlara yer verilir: “İngiliz ve Irak hükümetleri, Irak sınırları içinde yaşayan Kürtlerin, bu sınırlar içinde bir devlet kurma haklarını tanımaktadır. Umut edilir ki, çeşitli Kürt unsurlar en kısa zamanda aralarında anlaşmaya vararak, söz konusu hükümete verecekleri biçimi, otoritesinin neleri kapsayacağını bildirmeleri ve İngiliz ve Irak hükümetleriyle ekonomik ve siyasi ilişkilerini tartışmak üzere yetkili delegeleri göndermelerini beklemekteyiz.” Buna rağmen Şeyh Mahmut Berzenci kandırılamadı. Berzenci İngiliz devletini çok yakından tanıyordu. Bununda bir oyun olduğunu biliyordu.

1923’te Lozan Antlaşması’nın ilk sonuçlarının belirlenmesiyle birlikte Kürdistan’ın birçok bölgesinde kıyamlar baş gösterir. Şeyh Berzenci, İngiliz ve Irak yönetiminin vaatlerinde samimi olmadıklarını görünce büyük ve genel bir ayaklanma hazırlığı yapmaya başlar. Bunun için de Necef ve Kerbela’daki Şii liderlerle de temasa geçer. Aynı zamanda Kerkük şehrini almak için de Kuzey ve Doğu Kürdistan’da başta gelen aşiret reisleriyle görüşmelerini devam eder.

RUSYA’DAN YARDIM İSTER

30 Ocak 1923 tarihinde Güney Kürdistan Kralı adına Şeyh Mahmut Berzenci Reşif Efendi ve kendi temsilcisi olan Arif Efendi ile birlikte Tebriz’te ki Sovyet konsolosluğuna bir mektup gönderir. Mektupta, “Kürt halkı ingiltere’den hak talebinde bulunmuştur. Fakat onlar oldukça vahşi bir biçimde top, uçak ve süvarileriyle halkıma saldırıyor. Birçok yerleşim birimimizi talan etti. Bizim için netleşen bir şey var ki oda Sovyet devleti dışında bize yardım edecek hiç kimsenin bulunmadığıdır. Onun içinde sizden hükümetimizi tanımanızı istiyoruz. Yine düşmanı korkutmak için silaha ihtiyacımız vardır” der.

SÜLEYMANİYE BOMBALANIR

Bu gelişmelerden haberdar olan İngiliz yönetimi ve askeri kuvvetleri Bağdat’ta bir araya gelerek 21 Şubat 1923 Şeyh Mahmut hükümetine şu ültimatomu gönderirler: “Ya tüm idari konseyinle Bağdat’a gelip durumu izah edeceksin ya da görevden alınacaksın.” Berzenci İngilizlerin bu ültimatomuna kulak vermez ve Rewandoz’daki Türk güçleriyle de ilişki kurmaya başlar. Bunun üzerine İngilizler 20 savaş uçağıyla(Air Royal Force) Süleymaniye’yi bombalamaya başladılar. 03 Mart 1923 tarihinde İngilizler uçaklarını tekrardan bombalama için gönderirler. Burada patlamayan kazan bombalarından birinin 250 kg olduğu tespit edilir.

TÜRKLER BERZENCİ’Yİ YALNIZ BIRAKIR

Daha sonra Şeyh Mahmut, Serdeşt (Doğu Kürdistan) yakınlarında bir mağaraya yerleşip 8 Mart’ta Bangî Heq adlı bir gazete çıkarıp ilk sayı-sını “cihad” çağrısına ayırır. Salih Zeki komutasında “Kürt ulusal ordusuyla” kıyam hazırlığını sürdürür. İngilizler Kürt ve Türk güçleriyle kendilerine karşı ittifak yapmasınlar diye ordusunu alıp Koysancak ve Rewandoz’a doğru yola çıkarlar. Rewandoz’daki Türk kuvvetlerin başında bulunan Ali Şefik 22 Nisan 1923 tarihinde kendi güçlerin çekerek Berzenci’yi yalnız başına bırakır. İngiliz, Arap ve bazı Kürt işbirlikçileri Berzenci’ye karşı çetin bir savaş verirler. Bu savaşta Berzenci güçleri kırılır. Rewandoz düştükten sonra 16 Mayıs 1923 tarihinde İngiliz güçleri Süleymaniye’ye girerler.

ÜÇÜNCÜ ŞEYH MAHMUT BERZENCİ HÜKÜMETİ

İngilizlerin Süleymaniye’yi almalarından sonra da direniş devam ettiği için İngilizler Şeyh Berzenci hükümeti yerine kurmuş oldukları geçici yürütme komitesini 14 Haziran 1923’te görevden alır ve 17 Haziran günü de İngiliz yönetimi Süleymaniye’den çekilme kararı alır. Bunun üzerine 11 Temmuz 1923’te Şeyh Mahmut tekrar Süleymaniye’ye döner. Fakat İngilizler, Kürdistan’daki Ranya, Keladıze’nin kuzeyi, Qeradax ve Helepçe’nin güneyi, Çemçemal’ın batısını Süleymaniye ilinden ayrılarak Bağdat’taki işbirlikçi hükümete bağlayarak Şeyh Berzenci’nin etki alanını daraltmaya çalışır.

LOZAN’DA KÜRTLERİN DEVLET KURMA HAKKI ELLERİNDEN ALINIR

22 Temmuz 1923 tarihinde Lozan antlaşmasıyla Kürdistan için şu karara varılır: “Kürtlerin bağımsız devlet kurma hakkı ellerinden alındı.” Bu karardan üç yıl önce Sevr anlaşmasında Türk ve Kürtlerinde temsilcileri olduğu toplantıda Kürtlerinde diğer uluslar gibi kendi kaderlerinin tayin hakkı kararı unutulur. Lozan ile Türk ve İngiliz devletinin kendi çıkarları doğrultusunda Kürdistan’ı kendi aralarında paylaşmasıyla sonuçlanır.

Şeyh Mahmut İngiliz yönetiminin bütün uyarıları ve tehditlerine rağmen Kürdistan’ın diğer bölgeleriyel ilişkisini kesmez. İngiliz kuvvetleri, tehdit amacı ile Şeyh Mahmut’un genel karargahına tekrardan bombalı saldırıda bulunur.

BERZENCİ TESLİM OLMAZ, SÜLEYMANİYE YİNE BOMBALANIR

İngiliz yönetimi şeyh Berzenci’yi “silahlı kuvvetlerin izni olmaksızın asker toplamak, kanunsuz vergi toplamak, ülkenin düşmanlarıyla ilişki kurmak”la suçlayarak 20 Mayıs 1924’te, Şeyh Mahmut’un beş güne kadar teslim olmaması durumunda kentin yeniden bombalanacağı bildirir. Şeyh’in teslim olmaması üzerine 27 ve 28 Mayıs’ta İngiliz Hava Kuvvetleri Süleymaniye’yi bombalar. Bombardımanın şiddeti sonucu şehrin nerdeyse üçte ikisi yıkılır. Berzenci bombardıman sonucu kendi kuvvetlerini Süleymaniye’nin Qelaçolan ilçesine oradanda İran’a çekilir.

1924 Haziran’ın sonlarına doğru Berzenci ve askeri güçleri kendi aileleri ve çocuklarını Parezan’dan Hewraman’a gönderir. Askeri güçlerini de dört koldan Süleymaniye’ye gönderir. Tüm askeri güçlerden sorumlu kişi Macid Mustafa idi. Dört kola ayırdığı askeri güçleri de şu şekildeydi;

1-Seyin Muhamedi Cebari öncülüğündeki suvari birlikleri Kerkük’e bağlı Sengaw ve Cebare gönderilir.

2-Kerim Begê ve Fetah Beg’in öncülüğündeki birlikler Kerkük’e bağlı Derbendê Baziyan ve Çemçemal nahiyesine konumlanır.

3-Xelîfe Yunis’un üzerinde bulunduğu askeri güç Şarezur’e gönderilir

4-Şeyh Muhamedi Seyidi Biçkol öncülüğündeki güç Süleymaniye’ye bağlı Qeredax nayiheysine gönderilir.

BERZENCİ DİRENİŞİ GÜÇLENDİRMEK İÇİN İŞBİRLİKÇİ GÜÇLERE AF ÇIKARTIR

Abdula Adil, Remzi Abdulkerim Qeradaxi, Yunis Efendi ve Hikmet Efendi öncülüğünde bir piyade birlik Kerkük’e bağlı Şarezur, Derbendi Baziyan ve Çemçamal ilçelerine yolanır. Başka bir askeri güç de Şeyh Reşid Bax komutasında Kerkük’ün Serçinar ve Surdaş ilçelerine gönderilerek buradan da Caf aşiretinin yardım etmesi istenir. Berzenci’nin kendisi ise Şarezur nahiyesine ve çevresine gidip gelerek var olan durumu gözlemler.

İngilizler Süleymaniye’den Kerkük’e doğru geri çekilirler. Bundan dolayı Ekim 1924 yılında Berzenci tekrardan Süleymaniye’ye döner. Mücadelesini tekrardan yükseltmek için direnişi güçlendirmeye çalışır. Bundan kaynaklı o güne kadar İngilizlerle birlikte hareket eden tüm işbirlikçi Kürtlere af kararı çıkarır ve “Kürt halkına karşı işlenen suçlardan pişman olan herkes tekrardan Süleymaniye’ye dönebilir” der.

GÜNEY VE KUZEY KÜRDİSTAN BİRBİRİNDEN KOPARILIR

16 Kasım 1925 tarihinde uluslar arası güçler Türkiye ile Irak arasında belirlenen sınırı resmi olarak kabul eder. Böylelikle Güney ve Kuzey Kürdistan birbirlerinden koparılır. Fakat yine de İngiliz ve Bağdat işbirlikçi hükümetine karşı Kürtlerin ulusal direnişi devam eder.

Berzenci Lozan anlaşmasından sonra kendisine karşı İran, Türkiye, Irak ve İngiliz güçlerinin birleştiğini, işlerin zorlaştığını fark eder. Diğer taraftan da direnişi sürdürdükçe Türk, Arap, İran ve İngiltere’nin Kürt halkı üzerindeki katlaiamlarının devam edeceğini görür. Hatta ilk defa İngiltere bu dönemde Kürtlere karşı kimyasal silah kullanıldığı görülür. Bundan kaynaklı Berzenci Aralık 1926 tarihinde İngilizlerle Xormal köyünde diplomatik görüşmelere oturur. Bu görüşmelerde de bir şey çıkmaz.

İNGİLİZLERE CEVABI: ÇEKİLEMEM

İngilizler Berzenci’den çalışmalarına son vermesini, bir oğlunu da Bağdat’ta okumak için göndermesini talep ederler. Berzenci bu talebi kabul etmez ve onlara şunları söyler: “Benim için kaderim önemli değil, fakat Kürt halkı için umut ettiğim ve uğruna yaşamımı verdiğim her şeyi bu şekilde bırakıp çekilemem” der.

İngilizler Berzenci’nin düşünsel ve ulusal çalışmalarını onaylamaz. Berzenci de İngilizlerin dayatmalarını kabul etmez ve İngiliz uçaklarına rağmen direnişine devam eder. Daha sonra ise İran’a çekilir. Fakat Berzenci 1927 ile 1931 yılları arasında bazen savaşarak bazen de diplomatik yollarla İngilizlerle mücadele eder. İngilizler hiçbir zaman Kürtlerin isteklerini kabul etmez.

Haziran 1930 yılında İngilizler ile Irak hükümeti arasındaki anlaşma resmi olarak kabul edilir. Böylelikle İngilizler Irak’ın bağımsızlığını kabul etmiş olurlar. Irak tümden İngilizlerin eline geçmiş olduğu için burası Hindistan için bir ön karakol görevi görür.

Berzenci 20 Mart 1925 tarihinde Milletler Cemiyetine göndermiş olduğu mektupta kendisini Kürdistan kralı olarak ilan ederek Kürdistan’a bağımsızlık talebinde bulunur.

1956’DA BİR HASTANEDE VEFAT EDER

Berzenci Doğu Süleymaniye, Kuzey Halepçe, Qeradax, Kifri ve Diyala’ya kadar partizan savaşı verir. En son Kerkük’e bağlı Tuz Hurmato’nun kuzeyindeki Awbarik köyünde “düşman” güçleriyle karşılaşır. Burada uzun bir direniş sonucu Arap ve İngiliz askerleri yenilir. Bu direnişten sonra Berzenci Doğu Kürdistan’daki Piran’a doğru çekilir fakat burada İran güçlerinin kendisini arkadan kuşatacağını anlayınca tekrardan İngilizlerle diyalog yolunu seçer.

Berzenci İngiliz ve Arap saldırılarına karşı 1932 yılına kadar direniş gösterir. 13 Mayıs 1932 yılında İngilizlere teslim olur. Daha sonra 9 Ekim 1956 yılında Bağdat’ta hastanede iken yaşamını yitirir. Şeyh Berzenci cenazesi Süleymaniye’de büyük Camiye getirterek cenaze namazı kılındıktan sonra dedesi Kake Ehmedi Şeyh yanına gömülür.

ANF NEWS AGENCY

Öcalan, isyan ve direniş


Öcalan, isyan ve direniş

Hasan Bildirici

1992 baharında Başkan Öcalan’la Şam Havaalanı yolu üzerindeki ormanlık alanda gezerken isyan ve direniş üzerine konuşmuştuk. Serhildanlar zamanıydı. Kürt kitleleri PKK mücadelesine sel gibi akıyordu. Yukarıdaki resim o günkü sohbetten kalmadır. Yarım gün süren sohbet en çok da isyan ve direniş üzerine olmuştu.

İsyan mı direniş mi?

Türk devleti, isyan bastırma tecrübesiyle Kürtleri yeni bir erkenci isyana zorluyordu. Bütün çabası bu yönlüydü. Diyarbakır, Vedat Aydın cinayetindeki ayaklanmadan dolayı zaten ağır yaralıydı. Botan ve çevresindeki küçük şehir ve kasabaları bir isyanın sonuçlarını koruyamazdı. Sürekli karşılıklı çatışmaların yaşandığı Cizre ve Şırnak’ı Türk devleti savaş uçakları ve tanklarla birkaç saat içinde yerle bir ederdi. Zemin ve zaman buna uygundu. Doksanlı yılların başındaki kısmi ayağa kalkmaların olduğu Şırnak, Lice, Cizre defalarca devlet tarafından vuruldu. Çoğu çıplak olan dağlarda konumlanan gerilla grupları isyan sonrasının küçük şehirlerini uzun süre ellerinde tutamazlardı. O gün Öcalan’la bunları konuştuk. Gerilimli bir konuşmaydı. O gün de kendimce tespit ettiğim bazı doğruları bugünkü kadar olmasa da dile getiriyordum. Dile getirdiğim için kınanıyordum, bazen ürküyordum, ama yinde de kendimi tutamıyordum. Fakat bazı arkadaşlar Botan ve Amed eyaletlerinin isyana hazır olduğunu söylüyorlardı. Fakat Öcalan da kuşkuluydu bu tespitlerden.

PKK ilk isyan denemesini 1978 yılında Bucak aşireti lideri Mehmet Celal Bucak’a saldırarak başlatmıştı. Öcalan’ın planı şuydu. Siverek civarında kırk köyü ve yüzlerce silahlı eşkıyası olan Mehmet Celal Bucak darbe alırsa, Hilvan, Siverek, Viranşehir üçgenindeki binlerce topraksız köylü PKK saflarında ayaklanıp, Türk devletinin temel dayanma gücü olan ağalığı yerle bir edecekti. PKK’nin kuruluşu, Mehmet Celal Bucak’ın Hilvan’da kaldığı eve yapılan baskınla ilan edildi. Fakat içeri atılan el bombaları patlamamıştı. Kısa süreli çatışmadan Mehmet Celal Bucak yaralı kurtuldu. Ondan sonra iki yıl Siverek, Bucak aşireti ile çoğu yoksul olan PKK taraftarlarının çatışmalarına tanıklık etti. Çatışmalar bazen onlarca kilometrelik alanlara yayılıyordu. Hilvan, Siverek ve Viranşehir üçgeninde topraksız binlerce köylü ayaklanmadığı gibi; devletin yardıma koşması, Bucak aşiretinin koruması altında yaşayan kanun kaçağı eşkiyaların da çatışmalara dahil olmasıyla işler tam bir kördüğüm halini aldı.

PKK’nin önemli kadrolarından Cuma Tak ve dört arkadaşı çatışmaların seyrini değiştirmek, gerilla usülü içten vurmak için Fırat nehri kıyısındaki Bucak köylerine sızdı. Bucak aşireti mensupları bu kişileri bir evde sıkıştırdı. Bir gün süren çatışmanın ardından evi ve samanlığı ateşe verdiler. Dört kişi öldü, dumandan silah kullanamaz hale gelen Cuma Tak sağ yakalandı. Cuma Tak’ın el ve ayaklarını bağlayarak, traktördeki arkadaş cenezeleriyle birlikte Bucak köylerinde gezdirdiler. Cuma Tak, götürüldüğü köylerde Kürdistan devriminin propogandasını yaptı. Bucak aşiretinin çeteleri ne yaptılarsa Kürdistan’ın bu yiğit insanına boyun eğdiremediler. Hapis tutulduğu evde bir Kürt kadını kaçması için kapıyı açık bıraktı. Fakat Cuma Tak, çatışamda öldürülen ve nereye götürülürse oraya getirilen arkadaşlarının cenazesinden ayrılmadı. Bir sabah esir tutulduğu evden meydanına çıkarılıp kurşuna dizdiklerinde, o hala PKK propogandası yapıyordu.

Bucak alanına sızan 5 PKK’linin cenazesi, Bucaklar tarafından traktöre yüklenerek Bucak aşiret köylerinin yer aldığı Fırat nehrinin kıyısına getirildi. Burada cenazelerin kol ve bacaklarına taş ağırlıklar bağladılar ve Fırat nehrine attılar. Fırat nehri kırk gün cenazeleri sakladı. Daha sonra çürüdükçe taş ağırlıklarından kurtulan cenazeler Hilvan civarlarında tek tek kıyıya vurdu. Halk cenazeleri toplayıp defnetti.

O sırada Lübnan alanında bulunan Kemal Pir, Bucak aşiretiyle olan çatışmalara yön vermek için Siverek’e geldi. PKK mevzilerini gezdi. Hiçbir şey düzeltemedi. Tam bir köylü savaşı hüküm sürüyordu. Onlarca kilometrelik alanda PKK militanlarıyla Bucak çeteleri karşılıklı mevzilenmiş, birbirlerine ateş ediyorlardı. Karanlık çökünce ateş kesiliyor, sabah yeniden başlıyordu. Buna o sıra “kozik” savaşı adı takıldı. “Kozik”, bilidiğim kadarıyla ateş etmek için taşlardan örülmüş mevzi anlamına geliyordu. Bucak aşiretinin ileri gelenlerinin Siverek içindeki konağı kuşatılmıştı. 12 Eylül, PKK’nin ilk isyan girişimini bıçak gibi kesip attı.

Sonrasını biliyorsunuz, Başkan Öcalan’ın deyimiyle 12 Eylül’den yakasını kurtaran “PKK’nin kılıç artıkları” Lübnan’daki Bekaa kampında örgütlenip, 15 Ağustos’ta Eruh-Şemdinli baskınıyla yeni bir başlangıç yaptılar.

PKK hep isyanla direniş arasında gidip geldi. 1992 yılında, Şam’da Kürtlerin bir daha anlık isyanlara girişmemelerini ve uzun zamana yayılmış bir direniş geliştirmelerini Başkan Öcalan ile konuşmuştuk. PKK, yıllardır bunu yapıyor. 1978 yılında Bucak aşireti liderine saldırıyla adını duyuran PKK, yıllara yayılan mücadelesiyle Türk inkar ve imha rejimini çürüttü.

Başkan Öcalan, son görüşme notlarında 15 Haziran sonrası için ya büyük barış ya da topyekün savaş diyor.

PKK’ye bağlı basında Başkan Öcalan’ın görüşleri tartışılmıyor. PKK’nin açıklamaları veya içinde olduğu durum da tartışılmıyor. PKK ile ilgili havada uçuşan sözcükleri hiçbir yenilik eklemeden bir araya getiren yazarların görüşleri, ROJ TV’de ve Gündem Gazetesinde yayınlanıyor. Aynı anda ANF, bu yazıları tekrar servise koyuyor. Böylece PKK’ye ve Öcalan’a iyilik edildiği sanılıyor. Halbuki Öcalan, görüşleri tartışılsın diye konuşuyor. Türk basınında Türk devletinin bir çok şeyi tartışılır, Türkler bu tartışmalardan güç alarak devletlerini güçlendirip yollarına devam ederler. Kürtler de ise durum bunun tam tersidir. Ya sür git PKK karşıtlığı yapılır ya da birkaç cümlelik PKK ve Öcalan propogandasıyla işler yürütülür.

Başkan Öcalan, 15 Haziran’ı bir dönüm noktası olarak ilan etti. Bunu tartışmak gerekiyor. Kürtlerin topyekün bir isyan hareketine kalkışmamaları gerektiğini düşünüyorum. Topyekün direniş veya isyan, çok stratejik bir karardır. İsyan sırasında Türk devleti, elindeki bütün olanaklarla Kürt kasaba ve şehirlerini kuşatma altına alacaktır. Eğer hedefinizde, alan tutmak, kendi yönetiminizi kurmak, Kürdistan ilan etmek ve güçlendirilmiş mevzilere çekilerek yıllara yayılacak bir çatışmayı sürdürecek özel kuvvetleriniz ve anlayışınız yoksa, ezilirsiniz.

İsyan yerine direnişin güçlendirilmesi.

Öfke yerine akıl.

Bunları şu nedenle yazıyorum. 24 Çözüm çadırı Türk devleti tarafından yerle bir edildi. Kürtler pek bir tepki göstermedi.

Topyekün direniş veya isyan konusu iyi düşünülmeli.

bildiricihasan@hotmail.com

Erdoğan: “Özgürlük deyince neden BDP akla gelir hayret ediyorum”..


Erdoğan: “Özgürlük deyince neden BDP akla gelir hayret ediyorum”..

Başlıbaşına bu sözler bile Türk Devleti’nin, Türk Hükümeti’nin, Türk Özel Harp Dairesi’nin ve Türk savaş makinasının yaşadığı çıkmazı ifade eden bir anlam yüklüdür. Bu, büyük bir hayal kırıklığının dışavurumudur.. Zalimin özgürlük anlayışının kırılıp döküldüğü bir cümledir bu..

Ama..

Ama eğer Erdoğan cahil olmasa idi.. Söz konusu kişilik birazcık diyalektik mantık bilse ve işletse bu tuzağa düşmezdi.. Tabii ki bu tuzak kendisinin kurduğu bir tuzaktır.

Evet, en basit şekli ile (buna çocuklar için diyalektik diyelim), diyalektikte zıtların birliği ve giderek mücadelesi vardır. Zıtlar olmadan evrende hiçbir maddi varlık oluşamazdı. Mikro atom gücü, makro atom gücü, elektro-manyetik güç ile yerçekimi (itimi) arasındaki savaşım biricik yaratıcıdır. Eğer bu savaşım olmasaydı, Mikro Evren’den tutun, Makro Evren’e varıncaya, yani en küçükten, en büyüğe kadar maddi varlıkların tümü bu savaşımın ürünüdürler.

Zıtların mücadelesi insanın iç savaşımı olarak hissedilir. İnsanların geliştirdikleri inanç sistemleri evrenin varlık sebeplerini araştırır dururlar. Bu konuda en açık saptamalarda bulunan bir din vardır. Bu din Kürtler’in atalarının dini olan Zerdüştiliktir (Siz bakmayın Erdoğan’ın hezeyanlarına, Zarathuştra Dini ya da ‘Zerdüştilik’ hala bütün Ortadoğu kaynaklı dinlerin etkisi ile sistemleştiği bir dindir). Zerdüştiler’e göre insanın iç dünyasında, toplumda ve evrende iki temel kutup, iki temel güç sürekli mücadele halindedir. Evren’in, toplumun ve insanın iç dünyasının varlığı bu mücadeleye bağlıdır veya bu mücadele için vardır. Bu iki temel güç İyi ve Kötü’dür..

Erdoğan’ın hayretinde işte bu iki temel güç rol oynar. BDP eğer “özgürlük” denilince akla geliyorsa, bunun anti tezi, zıddı da zulmu, köleliği veya faşizmi temsil ediyor demektir. Halk yani toplum, özgürlük ile BDP’yi özdeşleştirdiğine göre, zulmu, köleliği ve faşizmi de birileri kitlenin hatırına getirecektir. Yani BDP’nin zıddı olan bir başka odak olacaktır bu.. Peki kimdir veya nedir bu?

Tabii ki bir siyasi parti.. Hem de BDP’ye ölümüne karşı olan bir parti. Üstüne üstlük Türk Ordusu’na emir verebilecek pozisyonda olan bir parti.. Polisi, Mit’i elinin altında tutan bu partiyi hemen hatırladınız. Peki kim? Elbette Erdoğan’ın AKP’si..

Zerdüştiler Avesta’da Kötü’ye “Druj” diyorlar. Yani yalancı.. Yalana sapmış.. Yalana tapanlar demektir bu. Erdoğan yalancı mı? Evet! İftiracı mı? Evet!

İsterseniz son zamanlarda salladığı yalanlara bakalım ve bu kişiliğin seviyesini anlayalım..

Yalan:

-“Teröristler” “Irak’tan” geçiş sağladıklarında Asker duracak mıydı? Elbette “Benim askerim” (ilk defa benim askerim diyor) gerekeni yapacaktı.. Her zaman da yapacaktır..

Doğrusu:

Gerilla Türk Devleti’nin kendilerine saldırı düzenlediği anda hareket halinde değildi. Hatta Türk Devleti’nin talebi üzerine ateşkes pozisyonundaydı. Türk Ordusu, Kuzey ile Güney arasında çizilmiş olan sınırı geçerek saldırıyı gerçekleştirmişti. Bu saldırı gerçekleştirilmeden önce gerilla sadece savunma halindeydi. Ama burada bir şeyin daha altını çizelim; çatışmada 8 gariban asker de hayatını kaybetti. Türk Devleti bu gerçeği neden gizliyor? Bu askerler gömülmek üzere ailelerine verildi. Askeri ve polis yetkililerinin nezaretinde defnedilen bu askerlerin aileleri neden konuşturulmuyor? Çünkü konuşurlarsa AKP oy kaybedecektir..

Yalan:

Erdoğan Sayın Öcalan’ın mealen “Kürtler’in atalarının dini Zerdüştiliktir. İslamiyet Kürtler’e zorla kabul ettirilmiştir” dediğini miting meydanlarında haykırıyor..

Doğrusu:

Yalan söylüyor. Sayın Öcalan bir hareketin lideridir. O, benim bildiğim hiç bir konuşmasında dinler arasında çatışma yaratacak bir belirlemede bulunmamıştır. Zerdüştilik konusunda saptamalarda Ben (Sirac Kekuyon), Ethem Xemgin, Cemşid Bender, Feqi Hüseyn, ve bir kaç başka Kürt insanı dışında Zerdüştilik konusunda bu tür bir beyanda bulunan olmamıştır. Ben ve yukarıda isimlerini verdiğim diğer bilim emekçileri hiç bir partinin üyesi değiliz/değildik, hiç bir hareketi yönetmedik. Görüşlerimiz hiç bir lideri bağlamaz. Ama oldukça iddialıyım. Bu büyük Mitoloji konusunda Türk Devlet memuru “bilim adamları”nın tümüne ders verecek donanıma sahibim. Erdoğan’ın göbeğinde atıyorsa, toplasın “ilimdar”larını benimle Zerdüştizm’i tartışsın..

Yalan:

Kürt Ulusal Hareketi ile Ergenekon arasında bir bağ vardır..

Doğrusu:

Daha önce “Ciddi bir Komplo yolda!” başlıklı yazımda bu fabrikasyon “ilişki”nin gündeme geleceğini ortaya koymuştum. Erdoğan şu anda bu komployu hayata geçirmekle meşgul.. Bu tabii ki yalandır. Şimdi son aldığım bir istihbaratı sunuyorum: Kürt bayan Vekiller’den Emine, Sabahat ve Aysel topun ağzında. Bu Vekilleri ilk planda Ergenekon’a bağlamaya çalışacaklardır. İstihbarat yine sağlamdır..

Yalan:

Erdoğan; “Roj TV MHP’yi övüyor” diyor..

Doğrusu:

Bu açık bir yalandır. MHP’yi barajın altına bırakma savaşımında porno kaset üretimi yetmemiş olacak ki, AKP faşistleri “kardeş partileri” olan MHP’yi “yıpratmak” için ROJ TV’yi adi bir şekilde kullanıyor.

Bu konuda çok fazla misal verilebilir. Şimdilik bu kadar yeter.

2011-05-21

A Sirac Kekuyon

Bir kaset daha, MHP’nin beyin takımı toz duman oldu


Bir kaset daha, MHP’nin beyin takımı toz duman oldu

MHP’de kaset skandalı büyüyor. Partinin 5 önemli yöneticisinin istifasına neden olan kasetlerin arkası kesilmiyor.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, ‘ellerinde ne varsa yayınlasınlar’ restinin ardından ‘Farklı Ülkücülük’ internet sitesi daha önce duyurduğu 6 isimden biri olan Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ekici’ye ait görüntüleri yayınladı.

MHP lideri Bahçeli’nin “şantaja boyun eğmeyeceğiz. İstifalarını istemeyeceğim” yönündeki sözlerini ağır dille eleştiren site “Maalesef bize başka bir çıkar yol bırakmayan, MHP’ye ve davamıza gelecek zararı umursamayan ve tek dertleri menfaat temin ettikleri koltuklarını korumak olan bu işgal çetesinin ve elebaşının inadı yüzünden yayınlarımıza devam ediyoruz” dedi.

“Pislik-5” başlığıyla yayınlanan kasette MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ekici’nin ilköğretim öğretmeni olduğu iddia edilen bir kadınla görüntüleri yer alıyor.

İSTİFA EDERLERSE DİĞERLERİ YAYINLANMAYACAK

Sitede eğer daha önce ismi duyurulan 5 kişi istifa ederse görüntüleri yayınlamayacağına söz verdi. Sırada kendisiyle ilgili görüntülerin yayınlanacağı bilgisi yer alan Çakır bunun üzerine istifa etti.

EKİCİ ALNIM AK DEMİŞTİ!

Mehmet Ekici, ‘Farklı Ülkücüler’in ellerinde hangi MHP’lilerin kasetlerinin olduğunu açıklamasının ardından yaptığı açıklamada, iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirterek, “Alnım açık. Yüzüm ak. Bu bana yapılmış bir komplodur. İstifa etmeyi düşünmüyorum” demişti.

İSTİFASI İSTENEN İSİMLER

Site 18 Mayıs’ta yaptığı yayında 6 parti yöneticisinin ismini vermiş istifa etmezlerse görüntülerinin yayınlanacağını duyurmuştu. Sitenin tehdit ettiği isimler şunlar:
Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ekinci, Genel Başkan Yardımcısı Osman Çakır, Genel Sekreter Mustafa Cihan Paçacı, Başkanlık Divanı Üyesi Mehmet Taytak, Genel Başkan Yardımcısı Ümit Şafak ve Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Deniz Bölükbaşı.

MHP’yi sarsan kasetlerin ardından altı istifa daha geldi. MHP Genel Başkan Yardımcıları Mehmet Ekici, Osman Çakır, Ümit Şafak, Deniz Bölükbaşı, Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Taytak ile Genel Sekreter Cihan Paçacı partilerinden ve milletvekili adaylıklarından istifa etti.

Ekici “Milletimden özür diliyorum. Savaşım şimdi başlıyor” derken Çakır, “Ailevi durumumu dikkate aldım. Birlikte bu kararı aldık. Ailemin daha fazla baskı altında kalmaması için ayrıldım” dedi.

En sert açıklamayı ise en son istifa eden MHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Bölükbaşı yaptı. Söz konusu siteyi “AKP kaynaklı siyasi suikastın maşası” olarak tanımlayan Bölükbaşı, “Bu çirkin siyasi tezgahın arkasındaki yurtiçi ve yurtdışı karanlık yüzler sürmekte olan adli soruşturmada ortaya çıkacaktır” diyerek milletin Milliyetçi Harekete sahip çıkmasını istedi.

Farklıülkücülük isimli internet sitesi MHP’nin 6 yöneticisinin ismini vermiş eğer istifa etmezlerse kadınlarla uygunsuz görüntülerinin yayınlanacağı tehdidinde bulunmuştu.

Daha önce çıkan kaset skandalları sonrası 4 ismi istifaya davet eden MHP lideri Bahçeli bu kez tavır değiştirmiş, MHP’nin kaset şantajına boyun eğmeyeceğini belirterek “Ellerinde ne varsa yayınlasınlar” resti çekmişti.

Bahçeli’nin resti işe yaramadı. Site Mehmet Ekici’ye ait olduğu ileri sürülen görüntüleri yayınladı. Digerlerinin de sırada olduğunu duyurdu. Sitenin açıklamasında eğer istifalar gelirse diğerlerinin yayınlanmayacağı söylendi.

İLK İSTİFA ÇAKIR’DAN

Bunun üzerine ilk istifa MHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Osman Çakır’dan geldi. Çakır Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcılığı, Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinden ve Parti Üyeliğinden, Samsun Milletvekili Adaylığından istifa etti.

İstifasını yazılı olarak açıklayan Çakır İnternethaber’e “Ailevi durumumu dikkate aldım. Birlikte bu kararı aldık. Ailemin daha fazla baskı altında kalmaması için ayrıldım” yanıtı verdi.

EKİCİ: SAVAŞIM ŞİMDİ BAŞLIYOR

İkinci istifa görüntüleri yayınlanan MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ekici’den geldi. Yazılı bir açıklama ile istifasını duyuran Ekici de “Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcılığı, Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinden ve Parti Üyeliğinden, Yozgat Milletvekili Adaylığından istifa ediyorum” dedi.

Ekici istifa açıklamasına bir de not düştü, “Milletimden özür diliyorum. Savaşım şimdi başlıyor” dedi.

PAÇACI DA İSTİFA ETTİ

Üçüncü istifa MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı’dan geldi. Paçacı da MHP Genel Sekreterliği MYK üyeliği, Parti Üyeliği ve Ankara Milletvekili adaylığından istifa etti.

DÖRDÜNCÜ İSTİFA ŞAFAK’TAN

Görüntüleri olduğu iddia edilen isimlerden biri olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Ümit Şafak da istifa eden dördüncü isim oldu.

GENEL SEKRETER YARDIMCISINDAN DA AYRILIK KARARI

İstifasını açıklayan son isim MHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Taytak oldu. Taytak, genel sekreter yardımcılığı, parti üyeliği ve İstanbul milletvekili adaylığından istifa ettiğini duyurdu.

BÖLÜKBAŞI: AKP KAYNAKLI SİYASİ SUİKAST

İstifasını açıklayan son isim ise Ahmet Deniz Bölükbaşı oldu. İstifa edenlerin arasında en geniş açıklamayı yapan Bölükbaşı şunları söyledi:

“Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyasi varlığına kastetmeyi amaçlayan AKP kaynaklı siyasi suikastın maşası olan bir internet sitesinde şahsımı da hedef alan iddialar yer almıştır. Bu iftira ve tehditlerle ilgili olarak adli makamlar soruşturma başlatmıştır. 12 Haziran 2011 seçimlerine gidilen süreçte bu tezgah ve sahte suçlamalar vesilesiyle MHP’ye zarar verecek tartışmalara hiçbir şekilde yer bırakmamak düşüncesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Merkez Yönetim Kurulu ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerimden ve milletvekili adaylığından istifa etmiş bulunuyorum. Bu çirkin siyasi tezgahın arkasındaki yurtiçi ve yurtdışı karanlık yüzler sürmekte olan adli soruşturmada ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin Millet ve Devlet olarak karşı karşıya bulunduğu beka sorunlarının ve ihanet kuşatmasının giderek ağırlaştığı bugünkü nazik dönemde Türk milletinin yegane gelecek ümidi Milliyetçi Hareket Partisidir. Türk Milletinin 12 Haziran’da bu hain suikasti boşa çıkaracağına ve Türkiye’nin milli birliğinin temel harcı ve teminatı olan Milliyetçi Harekete sahip çıkacağına eminim.

TOPLAM İSTİFA 10’A ÇIKTI

Daha önce çıkan kaset skandalları sonrası Recai Yıldırım, Metin Çobanoğlu, İhsar Barutçu ve Bülent Didinmez istifa etmişti. Son 6 istifa ile birlikte sayı 10’a çıktı. Böylece MHP lideri Bahçeli’nin A takımı olarak bilinen isimler partiden ayrılmış oldu.

İşte kaset skandalları sonrası istifa eden 9 isim:
Genel Başkan Yardımcısı Metin Çobanoğlu,
Genel Başkan Yardımcısı Recai Yıldırım,
Genel Başkan Yardımcısı Bülent Didinmez,
Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ekici,
Genel Başkan Yardımcısı Osman Çakır,
Genel Başkan Yardımcısı Ümit Şafak,
Genel Başkan Yardımcısı Deniz Bölükbaşı,
Genel Sekreter Cihan Paçacı,
Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Taytak
İstanbul eski il Başkanı İhsan Barutçu.

MHP LİSTESİ KÜÇÜLÜYOR

MHP yöneticileri parti görevlerinin yanı sıra milletvekili adaylıklarından da istifa etti. Bu durumda MHP 10 eksik milletvekili adayı ismiyle genel seçimlere katılmış olacak.

BAHÇELİ VEBALİ ÜZERİNE ALMIŞTI

MHP Genel Başkanı uygunsuz görüntüleri olduğu iddia edilen 6 MHP’li hakkında şunları söylemişti:

“Kimin elinde, ne kaset, ne bilgi var ise bu internet aracılığıyla kamuoyuna duyursunlar. Medya, dizi film gibi 24 saat yayınlasın. Nereye ulaşmak istediklerini hep beraber görelim. Bilinmesi gereken, MHP her şeye katlanır. Kendi aleyhinde de olsa, her tedbiri alır. ‘Önce ülkem ve milletim, sonra partim’ der. Ancak bir şeye katlanmaz. Tehdit ve şantaja boyun eğmez.

Hal böyle olunca, MHP lideri olarak yoluma devam edeceğim. Şu saate kadar başta TRT olmak üzere, diğer medya kanalında yazılan isimlerin hiçbirini istifaya davet etmeyeceğim. Görevlerini yerine getirecekler. Bütün sorumluluk ve vebali üzerime alıyorum.”

ajanslar

Kürt kadınının yüreğine intikam ateşi düşmüşse


Kürt kadınının yüreğine intikam ateşi düşmüşse
Hasret Birsel

İntikam ateşi, cehennemden çıkmış bir kıvılcım gibidir, etrafı sardı mı söndürmek hiç kolay değildir. Hele ki kadının yüreğine düşmüşse önüne geleni küle çevirir.

Oğlumla Gurur Duyuyorum…

Acımasız canavar… İnsanın insanlığını, sevdasını, gözlerini, işitme ve tat alma duyusunu, hayattaki bütün hazları hiç düşünmeden çalan bir katildir savaş.

On iki çocuğumuzun cesetleri haber bültenlerinin aracılığı ile oturma odalarımıza düşüverdi. Bizim gerillamız, TSK ve kimi Türklerin “teröristi” olan çocuklarımız yaşamıyorlar artık. Gerçi on iki demek çok doğru değil, binlerce çocuğumuzu bu savaşa kurban verdik.

Kürt halkı yine sokaklara vurdu. Kameralara yansıya görüntülerde çocuk, kadın, yaşlı, genç, siyasetçi, sanatçı herkesin yüzünde derin bir keder var.

Ölüm bu… Parçalar insanı, acıtır, incitir…

Kürtler bir ilki gerçekleştirdiler. Daha önce faşizmin kanlı pençelerinin altında inlerken katledilen çocuklarını gizli saklı sahiplenirlerdi. Zaman içinde şehirlere gelen cenazeleri on binlerle karşılamaya başladılar. Bu gün ise korkunun gözlerine öyle bir baktılar ki, bunu görmemek için kör olmak gerekir. Kurdun, kuşun pençelerine terk edilen çocuklarının cesetlerini arayıp battaniyelere sararak dağdan indirdiler.

Okun yaydan fırladığı andı bu bana göre.

Tutuklanmaktan, ölmekten, işkenceden korkmayan insanlar sel gibi akıyordu sokaklarda.

PKK her evin kapısını çalıp “hadi gerillaya sahip çıkın” mı dedi sizce?

Hayır. PKK`lisi de, dindarı da, korucu çocukları da, yetmişlik nine ve dedeler de çocuklarına sahip çıktı. Çünkü korkunun gözlerine bakmak insanı cesur kılar.

Cesetlerin binlerce annesi, binlerce babası, kardeşi ve sahibi vardı sokaklarda.

Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi, ilk kez Kürtlerin söylemleri değişti.

Kadınlar ve çocuklar bir ağızdan “intikam” diye bağırıyordu.

Daha da önemlisi çocuklarının cesedinin başında sürekli “barış” diye çığlık atan Kürt annelerinin söylemleri bu kez radikaldi. “Hepimizin başı sağ olsun, Kürdistan sağ olsun…”

“Kardeşimin şahadeti ile ben onur duyuyorum…” diyordu, evine henüz acı düşmüş olan bir gerilla kardeşi.

“Oğlumla gurur duyuyorum”

Tam da bu sözde durup düşünmek gerekli.

Kürt anneleri her ne olursa olsun sürekli ” barış” diye bağırır, “benim ocağıma ateş düştü, başka ocaklara ateş düşmesin” diye çığlık atarlardı.

Elbette bir anne, oğlu ve kızı ile gurur duyar. Bunu ifade etmesi kadar doğal bir söylem olamaz.

Otuz yıllık savaş Kürtleri politize etti. Okuma yazma bilmeyen Kürt kadınları, üniversite bitirmiş kadınlarla yarışacak kadar politikayı hayatın içinde öğrendiler. Çocuklarının cenazelerinin başında konuşurken bile, hep temkinli dil kullanmaya, Kürt özgürlük hareketi PKK`nin, izlediği politikaya aykırı düşecek bir söz etmemeye büyük özen gösterdiler.

Ve bütün samimiyetleri ile de “barış” diye haykırdılar.

Bir anne çocuğunu gömerken “barış” diyebilir mi?

Evet der. Özellikle Kürt kadını bunu içten söyler. Çünkü bir devletinin olmadığını bilir. Geride kalan oğlunun ve kızının dağa çıkmaması için, bir çocuğunu daha toprağa vermemek için der.

Yoksa normal şartlarda hiçbir anne çocuğunun yakılmış cesedi başında dururken kendine hakim olamaz. Gözleri oyulmuş, kafası parçalanmış, kolu, bacağı kopmuş bir evlat görmek öyle kolay iş değil. İnsan o an eline geçirdiği şeyle katile saldırmak ister. Hele ki katilin adresi belliyse, bilip bir şey yapmamak insanı çılgına çevirir. Bu duyguyu yaşadım iyi biliyorum.

Hepimizin bildiği bu gerçekleri neden mi yeniliyorum?

Şundan: Evet dağlarda gerilla kadınlara alışık bir halkız artık. Eylemlerin, yürüyüşlerin en önde gidenleri de kadınlarımız. Belediye başkanlıkları, mecliste vekillik ve daha bir çok alanda ciddi bir ses artık Kürt kadınları.

Cinayetlere kurban edilen ve intihar edenler de ne yazık ki en çok kadınlar…

Yazının başında dediğim gibi Kürt kadınları hiç “intikam” diye bağırmadı.

Kürt kadını intikam dediyse korkmak lazım. Hem de dibine kadar korkmak lazım…

Sizi bilmem ama ben korktum.

Size bir tablo çizeyim.

Çocukları TSK tarafından öldürülen kadınlar PKK`ye “çocuklarımızın intikamını al” diye baskı yaparsa bu savaş biter mi?

Bitmez değil mi?

Derseniz ki PKK söylenilenleri yapmaz. Bana göre yanılıyorsunuz. Yapmak istemese bile yapmak zorunda kalır. Buna mecbur olur.

Dikkat edin her eylemde şu slogan atılır “PKK halktır, halk burada”

Bu slogan öyle çok sıradan bir slogan değildir. PKK kocasız ve çocuksuz bırakılan kadınların ailelerinden oluşuyor. PKK kardeşsiz, babasız ve annesiz bırakılan çocukların ailelerinden oluşuyor. PKK bu yüzden halktır.

Kısacası PKK Kürdistan`da yaşanan bütün acıları omuzlayan kadınların doğurduğu oğul ve kızların toplamından ibarettir.

Eğer bu kadınlar “barış” söylemi yerine “intikam” diye bağırmaya başlamışlarsa durup düşünmek ve korkmak lazım.

Ve PKK`nin şu sözünün de altını çizmek lazım. “Bizimle anlaşmasanız bu son fırsat kaçar. Barışacak kimse bulmazsınız. Biz de bu halkı zapt edemeyiz.” Fırsat kaçıyor demek şom ağızlılık mı olur acaba? Umuyor ve diliyorum ki fırsat kaçmıyordur. Barış olur. Dost iki halk olarak yaşamanın koşulları oluşur.

Aksi halde

İntikam ateşi, cehennemden çıkmış bir kıvılcım gibidir, etrafı sardı mı söndürmek hiç kolay değildir. Hele ki kadının yüreğine düşmüşse önüne geleni küle çevirir.

Oğlum ve kızımla gurur duyuyorum diyen annelerin öfkesinden korkmuyor musunuz?

Kürdistan`dan, İstanbul`a taşan isyanı görmüyor musunuz ?

O halde siz bilirsiniz…

 

hasretbirsel@hotmail.fr


Erdoğan Faşizmi yüzünü gizlemiyor!

Kürtler’in ve däåer demokratlarin birlik çabaları gerektiği yere taşındıkça Erdoğan Liderliği’ndeki Türk Devleti’nin kudurganlığı daha da belirginleşiyor. BDP, KADEK, HAK PAR, DDKD, Dini yönü ağır basan Kürtler, tek tek şahsiyetler, Süryaniler ve Türk gerçek sosyalist hareketlerinin taraftar veya yöneticilerinin, seçim-2011 günlerinde tek ses haline gelmeleri ile paralel olarak Türk Askeri’nin, polisinin, sistem partilerinin, görsel basınının, MİT’inin, Özel Harp birliklerinin fiili saldırıları büyük bir hızla yayılmaya, can almaya başladı..

Dağlarda 12 Gerilla’nın şehit düşmesi, Türk Askeri’nin Güney’e girmesi, Türk Yargısının Muş’ta ve her yerde gerçek yüzünü açık bir şekilde gösterdi. Sonuçta Türk Devleti ile Kürt Halkı’nın arasındaki bağlar tümüyle çözülme yoluna girdi. Koşaner Yalakası’nın askerleri Erdoğan’ın emri ile Kürt Halkı’na/Milleti’ne bütün gücü ile yüklenmiş bulunuyor. Nereye kadar? Katliam mı düşünüyorsunuz? “Katliam yok, tehcir var” demeye mi hazırlanıyorsunuz?

Duçe şunu iyi bilsin.. Kürt Halkı/Milleti bu kez onun gibi faşist bozuntularının kılıçlarına boyunlarını uzatmayacaklardır. Kürt giderse emin olun sizin faşist güruhunuz da sürüklenecektir.. Ne diyordu Said’i Kurdi (biraz değiştirerek): “Zalimler için yaşasın TAK!.” TAK veya yeni TAK’lar, zalimlerin cehennemi olsa kabahat kimin? Buna siz ve destekçileriniz “terörizm” mi diyeceksiniz? İyi düşünün, neyin terörizmi? Çocuk ve masumları öldürmek hariç, mukabele-i bil misil her zaman meşrudur! Siz ki zevkle, ağzınızın suyu aka aka sivilin, Kürt Özgürlük Savaşçısı’nın, köylüsünün, işsizinin, işçisinin, ÇOCUĞUNUN, kadınının, siyasetçisinin kanını dökmeyi bir marifetmiş gibi dünyaya ilan edersiniz, neden aynısı size yapıldığında terörizm olacak? Bu sözler naif insanlara sert gelebilir. Ama lütfen Türk Faşistleri’nin öldürdükleri 400’ü aşan sayıdaki Kürt çocuğunu da şöyle bir düşünün (üstelik hiç bir Kürt kan dökmeyi, hele hele çocuk kanı dökmeyi aklının ucundan bile geçirmez)..

Biliyorum, şiddet büyük bir sarmaldır. İçine bir kere girildi mi çıkılmaz. Türk Devleti veya Erdoğan’ın münafık faşizmi bu sarmalı canlı tutmakta ısrar ediyor. Kürd’ü tahrik etmenin ötesine geçtiğini, direkt olarak halka silah doğrulttuğunu artık herkes görebiliyor.. Amerikan gazeteleri bile Erdoğan rejimine karşı Kürdistan’da oluşan direnişi Arap Ülkeleri’ndeki direnişe benzetiyorlarsa bunu düşünmeleri lazımdı. Ama Erdoğan takımının dış sivil seslere milim değer vermediğini biliyoruz. Kürt Ölüyor, Kürt tutuklanıyor. Ama etraftaki sahte demokrat ülkeler Kürd’ü susturmak için manevra üstüne manevra yapıyorlar.. Bu reva mı?

Türk Kesimi’ne hep hatırlatırım. Almanya’ya Nazizm’in gelişini çok iyi okusunlar. Bilhassa tuzu kuru CHP’liler okusunlar.. Etrafa laf yetiştireceklerine Türk Devleti’nin gittiği istikameti iyi hesaplasınlar. MHP’nin defteri artık dürülmek üzeredir. Bu modası geçmiş ırkçı partiyi dökmeyi planladığı Kürt Kanı bile kurtaramayaktır. Ölüm tarlasına doğru hızla ilerliyorlar. Dünyayı sarmakta olan faşist dalga, kendisini faşist sanan tabansız Türk Irkçı bozuntularını kucaklamayacaktır.

Türk Halkı’nın büyük bir kısmı işin vahametini kavramış değildir. Oysa Türk Devleti uluslararası bir oyunun bir vidası haline gelmiştir. Ankara Hakimleri şu anda Washington’a lazımdırlar. O halde “istikrar” diye seslendirilen, pratikte mevcut iktidarın değişmezliğini öngören günler yaşanıyor. Bu bakımdan Seçim-2011 basit bir seçim değildir. İçine pek çok parmağın karıştığı bir meydan savaşı verilmektedir. Şu anda Erdoğan için her şey kolay görünüyor. Okyanus ötesindeki İmam tarafından hazırlanan kasetlerin havada uçuşması tesadüfi olamaz. Düşünün; sayısal olarak Türk Meclisi’nin üçte ikisini kontrol eden AKP’liler hakkında bir tek kaset bile ortaya çıkmazken, CHP ve özellikle MHP’lilerle ilgili kaset üstüne kaset ortaya çıkıyor. Muhalif Türk Kadınlar ve Erkekler artık eşleri ile bile yatağa girmekten korkar duruma gelmişlerdir. Sanki bir anda birileri ortaya çıkacak da sevişme anının tam da ortasında “haydi kameraya gülümseyin” diyecek gibi bir ruh hali taşıyorlar. Bu kadar alçak insanların, üstelik “dindar” geçinerek Türk Devleti’nin egemen olduğu Coğrafya’yı cehenneme çevirmeleri içe sindirilebilir mi?

Ama Faşizme karşı aktif mücadelede kelleyi koltuğa alanlar da var. Bu umut vericidir..

Türk Kesiminde hazırlanan bir bildiri ile 330 şahsiyet Emek, Özgürlük ve Demokrasi blokuna destek sunuyor.. Onları buradan selamlıyorum. Öte yandan Avrupa’da yayınlanan bir bir bildiri ile bazı Kürt Şahsiyetleri, Kürt Partileri’nin bloklaşmasını destekliyorlar. Bu bildiriye ben de imzamı bastım. Fakat bu bildiri bir ayağı topal olan bir bildiri görünümündedir. Bu bildiride unutulan şey faşizme karşı topyekun bir duruş sergileyenlerin en aşağısından bir kesimi unutulmuştur. Oysa sıcak coğrafya’da çok ciddi bir anti-faşist direniş oluşmaktadır ve Türk Kesimi’nin gerçek sosyalistleri de bedel ödemeyi göze alarak bu savaşımda Kürtler ile bloklaşmaya gitmişlerdir. Ayırım yapmadan blokun tümü desteklenmeli idi.. Daha geçen günlerde DHKP’ye baskın adı altında sosyalistler Türk Devlet Terörü eşliğinde derdest edildiler. İşkencehanelere sürüklenen bu insanlar desteklenmemeli mi? Öğrenciler her gün Erdoğan’ın bakanlarını, anayasa profesörlerini protesto ediyorlar. Köylüler gümüş üretiminde kullanılan insanlık dışı metodlara karşı direniyorlar. Karadeniz’de ve Kürdistan’da tabiatı tahrip eden barajlar halkın hedefinde. Madenciler, taşaron işçiler, işsizler artık durumlarının bir kader olmadığının bilincini taşıyorlar. 1 Mayıs’ın asıl yerine oturtulması, bir bayram komedisinden kurtarılması an meselesidir.

Elimizdeki malzeme bu! Bu malzemeyi bir yandan toparlamak, öte yandan da arttırmak mücadele ile olur. Ne diyor Ertuğrul: “Kürtler’in özgürlüğü için mücadele etmeyene sosyalist denmez!” Bu bir aşamadır. Hiç kimsenin anti-faşist mücadelede yer alanları bölmeye hakkı yoktur.

CHP bu mücadeleye katılmak istiyorsa devlet ile bütün bağlarını koparmalı, Kürtler’i kandırmaya kalkmamalıdır. Unutma Çifte dönek; Kürd’ü eskisi gibi kandırmak mümkün değildir.. Senin elinde ne din silahı vardır, ne de ardında Amerika! Orta oyunu oynama. Kavgayı iyi kavra ve yerini al.. Yerini almayanların akibetini öğrenmek istiyorsan Nazizm’in Almanya’ya yerleşme sürecini iyi oku, iyi kavra! Eminim o zaman ölümün soğuk yüzünü göreceksin..

2011-05-15

A Sirac Kekuyon