Eylemsizlik süreci sona erdi


Eylemsizlik süreci sona erdi

ANF
12:14 / 28 Şubat 2011
BEHDİNAN – KCK Yürütme Konseyi, 13 Ağustos’tan bu yana devam eden eylemsizlik sürecinin “AKP hükümetinin izlediği inkar-imha politikaları nedeniyle geçerliliğini yitirdiğini” açıkladı. “Eylemsizlik sürecinin bitmesinden AKP hükümetinin sorumlu olduğu tartışmasızdır” diyen KCK, saldırılar karşısında gerilla güçlerinin kendisini daha etkili savunacağını ancak saldırmayacağını kaydetti.

KCK Yürütme Konseyi’nden eylemsizlik sürecine ilişkin günlerdir beklenen açıklama geldi. Yaptığı yazılı açıklamada KCK, 13 Ağustos’tan bu yana devam eden son eylemsizlik süreci ile daha önce ilan edilen ateşkeslere dikkat çekerken, tüm bu süreçler karşısında hükümetin hiçbir adım atmadığını kaydetti. Açıklamada sürecin kalıcı bir ateşkese dönüşmesi için daha önce duyuruluna ön koşullara da yer verilirken, güven verici adımlar ve taahhütler yerine eylemsizlik sürecinde hükümetin içine girdiği pozisyona vurgu yapıldı.

KCK’nin açıklaması şöyle:

“İki yüz yıllık tarihi geçmişi olan Kürt sorunu bugün çözüm aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Kürdistan Özgürlük Hareketi olarak, Kürt sorununun çözümünde her zaman demokratik-barışçıl çözüm yöntemini esas aldık ve bunda ısrarlı davrandık. Türk Devletinin şiddetle tasfiye etme ve inkar politikasındaki ısrarına rağmen demokratik-siyasal seçeneğin hayat bulması için tek taraflı ateşkesler ilan ettik. Kürt Halk Önderliği bu konuda 1993 yılından bu yana tam 18 yıldır çok ciddi ve eşsiz bir çabanın sahibi oldu.

İLAN EDİLEN ATEŞKESLER

Hareketimiz de, Önderliğimizin bu çabalarına karşılık ve halkımızın, kamuoyunun beklentilerine cevap olmak için defalarca ateşkes ilan etti. İlk kez 2002’de iktidara gelen AKP hükümetine hemen hemen her yıl Kürt sorunun çözümü için muazzam fırsatlar sunuldu. 2005 Ağustos, 2006 Ekim, 2008 Aralık, 2009 Nisan, 2010 Ağustos, Eylül ve Kasım aylarında tek taraflı ateşkesler ilan ettik. AKP, bu fırsatları değerlendirmek yerine topluma kendi başarısı olarak lanse etmeye çalışıp iktidarını güçlendirerek, hareketimizi tasfiye etmeyi amaçlamış, bunun dışında çözüme dönük hiçbir olumlu pratiğin sahibi olmamıştır. Ancak Hareketimiz ve sorumluluğu altındaki gerilla güçlerimiz, 8 kezdir ilan edilen ateşkes dahil bu süreçlerin gereklerine her defasında layıkıyla uymuştur. AKP hükümeti icraatlarıyla bu fırsatları sonuçsuz bırakarak, anlamsız kılmıştır.

İçine girmekte olduğumuz bu bahar ayında halkımıza adil bir barışı müjdelemeyi, Türk-Kürt halklarının tarihi bağlarının güçlenmesini sağlayacak, iradeli, onurlu birlikte demokratik özgür yaşam projesine yol aldıracak tarihi gelişmelerin yaşandığı bir bahar olmasını canı gönülden arzuladık. Maalesef AKP’nin kökleşmiş inkar zihniyetinden kurtulamaması ve kendi iktidar çıkarlarını Türkiye’nin ve halkların demokratik çıkarlarından üstün tutması buna yol açmamaktadır. AKP, geliştirdiği sistem içi ittifak ve oluşturduğu yeni gladyosuna dayalı siyasetiyle özgür Kürt iradesini marjinalleştirme ve tasfiye konseptindeki ısrarı neticesinde ateşkes süreci heba edilmiştir.

EYLEMSİZLİK SÜRECİ SONRASI YAŞANANLAR

Hareket olarak, Kürt sorununda demokratik çözüm yönünde bir nebze de olsa ilerleme sağlamak için üstümüze düşen sorumlulukların gereklerini yerine getirdiğimiz gibi, barışçıl yönteme hep öncelikli şans tanıdık. Özellikle 2009 yerel seçimlerinde Kürt halkının ortaya koyduğu demokratik irade ve demokratik kamuoyunda oluşan beklentilere ve Önderliğimizin çağrısına oldukça dikkatli ve hassas yaklaşarak 13 Nisan 2009’da tek taraflı eylemsizlik sürecini ilan ettik.

Ancak AKP hükümeti de bir gün sonra, 14 Nisan 2009 tarihinde yasal-demokratik Kürt siyasetçilerine karşı KCK operasyonu adıyla bir siyasal soykırım sürecini başlattı. Kürt toplumunun bütün itirazlarına rağmen bu operasyonunu ısrarlı bir biçimde günümüze kadar sürdürerek 2000’e yakın Kürt siyasetçisini tutukladı. Bununla birlikte askeri-diplomatik kuşatma ve saldırı dalgası devam etmiştir. Gerilladan ve Maxmur’dan giden Barış grupları sudan gerekçelerle tutuklanmıştır. Barış ve kalıcı çözüm için Önder Apo’nun sunduğu yol haritasına el konulmuş ve hiçbir biçimde gereklerine uyulmamıştır. Kürt halkına, siyasetçilere, kadınlara, gençlere, çocuklara yönelik linç ve kültürel soykırım artarak sürdürülmüştür. Kürt halkını sindirmeye dönük bir politika izlenmiş ve siyasi partisi DTP kapatılmıştır.

Halkımızın ve tüm mücadele kazanımlarının tehlike ve tehdit altında olduğu böylesi bir süreçte Kürt sorununda muhatap olan Önderliğimizin 31 Mayıs’ta aradan çekilmesi yeni bir durum ortaya çıkarmıştır. Özgürlük değerlerimizi ve halkımızı savunmak amacıyla 1 Haziran 2010’da güçlerimiz meşru savunma temelinde dördüncü stratejik mücadele dönemini başlatmayı öngören direniş pozisyonu almıştır.

KALICI ATEŞKES İÇİN GEREKLİ KOŞULLAR

Direniş sürecinin ortaya çıkardığı siyasal ve askeri ortamın yarattığı atmosferde devletin Önderliğimizle geliştirdiği diyaloglara önemli bir anlam biçtik. Diyalog sürecinin müzakere aşamasına gelmesi için zemin yaratmaya çalıştık. Sürece taktiksel değil stratejik yaklaşarak 13 Ağustos’ta ateşkes ilan ettik. Daha sonra bunu iki kez uzatarak günümüze kadar devam etmesini sağlayan kararlar aldık. Sürecin kalıcı bir ateşkese dönüşmesi için AKP hükümetinin öncelikli olarak atması gereken adımları defalarca sunduk ve kamuoyuyla paylaştık.

Bunlar: 1- Askeri ve siyasi alanlara dönük tüm operasyonların durdurulması,

2-Tutuklanan Kürt siyasetçilerinin serbest bırakılması,

3-Önder Apo’nun sürece aktif olarak katılmasının önünün açılması ve yürütülen diyalogun müzakere düzeyine çıkarılması,

4-Sürecin ilerlemesi için Anayasa komisyonu ile Hakikatleri Araştırma Komisyonlarının kurulması, 5-Dünyanın hiçbir yerinde olmayan ve Kürt halk iradesinin parlementoya yansımasını engelleyen yüzde 10 seçim barajının kaldırılmasıdır.

Açık ki bu talepler, birçok çevrenin de benimsediği, uygun gördüğü mütevazi ve AKP hükümetinin çok rahatlıkla geliştirebileceği adımlardır.

TARİHİ ÇABALAR

Ama AKP hükümeti, Kürt sorunun çözümünde önemli bir zemin yaratacak bu adımları atmazken ve çözüm yönünde hiçbir projesi olmazken varmış gibi göstererek, hareketimizin yarattığı barışçıl zemini, hareketimizi tasfiye etmede kullanmak istemiştir. Buna rağmen Önderliğimiz, devlet içindeki bir kesimin ve bazı çevrelerin diyalog ve çözüm eğilimini güçlendirmek, parlamentoda bu iradeyi geliştirmek ve demokratik kamuoyunun sürece cesaretlice müdahil olmasının önünü açmak, savaş lobilerinin, faşist odakların hesabını boşa çıkarmak için çok zor da olsa sürecin uzatılmasında ciddi çabalar sergilemiştir.

Önderliğimizin tarihi çabalarının karşılık bulması için, sürecin hassasiyetini dikkate alan Hareketimiz, genel seçimlere kadar tek taraflı bir biçimde şartlı eylemsizlik kararını almış ve belli aralıklarla durum değerlendirmesini yapacağını ilan etmişti. Özellikle Mart ayında bunu yeniden kamuoyuyla paylaşacağını belirtmişti. Hareketimiz, belirsiz, zamana yayılan, özünde çürütmeyi, oyalamayı ve tasfiyeyi amaçlayan uygulamalar konusunda AKP hükümetine defalarca uyarıda bulundu. Ancak AKP hükümeti büyük bir duyarsızlık ve umursamazlıkla süreci yumuşatacak hiç bir adım atmadığı gibi satın aldığı bazı Kürt işbirlikçilerini kullanarak Kürt toplumunu yanıltmak ve özgür Kürdü tasfiye etmede ısrarlı davranmıştır.

6,5 AYDA GÜVEN VERİCİ HİÇBİR ADIM ATILMADI

13 Ağustos 2010 tarihinden bu yana geçen 6,5 ayı aşkın bir süre içerisinde hükümetin, güven verici hiçbir adımı ve ciddi taahhüdü olmadığı gibi, öncelikli olarak yapılması gerekenler konusunda da tam tersi bir tutum içine girmiştir.

1- Mevsim koşulları nedeniyle çatışmalarda bir azalma olduysa da Kürt siyasetine karşı operasyonlar artarak sürdürülmüştür.

2-Siyasi soykırımın ibret verici davası olan KCK davasında anadilde savunma hakkı dahi engellenerek bugüne kadar tek bir kişi bile bırakılmamış ve siyasi yaklaşımlarla oyalama ve pes ettirme taktiği uygulanmıştır.

3-Önderliğimizin şartlarında hiçbir değişiklik yapılmadığı gibi sürdürülen diyaloglar müzakere düzeyine vardırılmamış ve sonuç alıcı kılınmamıştır.

4-Her gün toplu mezarlar açılmasına ve tüm ısrarlara rağmen, sürecin ilerlemesi yönünde Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonları kurulmamıştır.

5-Kürt halkının siyasal iradesi önünde bir engel olan % 10 seçim barajı düşürülmediği gibi, Kürtlerin meclise girmemesi için AKP yeni hilelerle yeni yasalar çıkararak meclisteki Kürt temsilcilerinin en az sayıya indirilmesi için her türlü çabayı göstermiştir. Bu biçimde Kürt iradesinin tam olarak yansımadığı bir meclisin de yapacağı anayasanın dengesiz olacağı ve sorunu çözmeyeceği şimdiden görülmektedir.

UZATTIĞIMIZ EL KARŞILIKSIZ KALDI

Bu süreci yakından takip eden başta aydınlar, yazarlar, demokratik çevreler, liberal kesimler de takdir eder ki, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik özerklik temelinde çözümü için tek taraflı olarak sürdürdüğümüz ateşkes ve değişik çabalarımız karşılık bulmamıştır. Bu yüzden demokratik çözüm için geliştirdiğimiz eylemsizlik süreci, AKP hükümetinin izlediği inkar-imha politikaları nedeniyle geçerliliğini yitirmiştir. AKP hükümeti uzattığımız eli karşılıksız bırakarak süreci boşa çıkarıp anlamsızlaştırmış ve sonlandırmıştır.

AKP NE CİDDİ BİR FİKİR, NE DE CİDDİ BİR UYGULAMA SAHİBİ OLMUŞTUR

AKP hükümeti, Kürt sorununun demokratik çözümü için ne ciddi bir fikir ne de ciddi bir uygulama sahibi olmuştur. Sadece oyalama ve kandırma taktiğini yürütmüştür. Oysa Kürt sorunun çözümü için hem ulusal hem uluslar arası koşullar oldukça elverişli hale gelmiştir. Ama AKP hükümetinin sahip olduğu zihniyet nedeniyle çözmeye yanaşmamış ve gerçek anlamda bir çözümü de düşünmediğini bu pratiğiyle ortaya koymuştur.

Kürt halkının demokratik özerklik tartışmalarına çözüm tartışmaları kapsamında yaklaşmak yerine ihanet ve suikast suçlaması yaparak ortamı faşist saldırılara açık tutan ağır tahrikkar bir üslup kullanıp provoke etmiştir. MGK’nin 29 Aralık 2010 tarihinde yaptığı toplantının ardından hazırladığı sonuç bildirisi aslında ilan ettiğimiz eylemsizlik kararını anlamsızlaştıran bir bildiri olmuştur. Buna rağmen hareketimiz eylemsizlik sürecini büyük bir sabırla yürütmüştür. Bu gelişmeleri takiben giderek bir tıkanma yaşanmış ve çıkmaz derinleşmiştir.

ETKİLİ SAVUNMA YAPILACAK, FAKAT SALDIRI OLMAYACAK

Tüm bu gelişmelerden de anlaşılacağı gibi esas sorun, AKP hükümetinin bu soruna taktiksel yaklaşıp inkar ve imha zihniyetinden ve saldırgan politikalarından vazgeçmemesidir. Bu gerçeklere rağmen devletten, hükümetten yana sanki çözüm olacakmış gibi halkımızı beklenti içinde tutamayız. Mevcut durum çözümsüzlük, oyalama, tasfiye siyasetinde diretmedir. Bu siyaset, Kürt halkını, Türk ulusu içinde eritme, varlığını, kimliğini ve özgürlüğünü asla tanımamadır. Dolayısıyla eylemsizlik sürecinin bitmesinden AKP hükümetinin sorumlu olduğu tartışmasızdır.

Bu durumda güçlerimiz, saldırılar karşısında kendisini daha etkili savunacak, fakat saldırmayan, operasyona çıkmayan ve halka yönelmeyen güçlere karşı askeri eylemde bulunmayacaktır. Önümüzdeki sürecin nasıl bir karakter kazanacağı konusunda AKP hükümeti ve devlet güçlerinin yürüteceği politikaların etkili olacağı açıktır.

NEWROZ’DA HÜKÜMETİN YAKLAŞIM POLİTİKASI ÖNEMLİ OLACAKTIR

Özellikle girmekte olduğumuz Mart ayında 8 Mart Dünya Kadın Gününde ve Kürt ulusal değerleri açısından kutlu bir gün olan Newroz sürecinde halkımızın geliştireceği normal, doğal kitlesel etkinliklere hükümetin yaklaşım politikası önemli olacaktır. Bu konuda ilgili olan tüm çevrelerin sürece sorumlu ve duyarlı yaklaşmaları büyük önem taşımaktadır.

Kürt sorunuyla yakından ilgili olan uluslar arası güçlerin sorunun çözümü için attığımız adımları görerek, AKP’nin çözümsüzlükte ısrarı ve halkımızın siyasal iradesini ve varlığını yok saymaya yönelik politikaları karşısında, halkımızın halk olmaktan kaynaklı evrensel haklarını tanımaya ve Türk devletinin şiddete dayalı politikalarını desteklememeye çağırıyoruz.

Türkiye’nin devrimci, demokratik, yurtsever, dürüst dindar insanları, AKP’nin çözümsüzlük politikasını görerek, Kürt halkının haklarının anayasal güvenceye kavuşturulması temelinde, ortak vatan, demokratik ulus ekseninde her iki halkın eşit-özgür ve barış içinde yaşaması için mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz.

ORTAK MÜCADELE ÇAĞRISI

Kürdistan’ın dört parçasındaki tüm yurtsever siyasi güçleri daha fazla dayanışma ve demokratik ulusal birliği güçlendirmeye, Türk devletinin AKP eliyle yürüttüğü Kürt iradesini hiçleştiren ve tanımayan politikalarına karşı ortak mücadele etmeye çağırıyoruz.

Tüm yurtsever halkımız, Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında Önderliğimizin geliştirdiği barışçıl çabaların devlet ve hükümet katında karşılık bulmadığını görerek yeni döneme daha sorumlu ve örgütlü yaklaşmayı vazgeçilmez bir görev bilmelidir. Sürecin Kürt sorununda çözüm süreci olduğunu ve bunu hiçbir gücün önlemeyeceğini bilmeli, ortaya çıkmış bulunan başarı koşullarını mutlak surette değerlendirmek için yüksek bir sorumlulukla yaklaşmalıdır.

Dönem özgürlük ve başarı dönemidir. Bu tarihi süreci Demokratik Özerklik ve Önder Apo’nun özgürlük sürecine dönüştürmek için tüm yurtseverleri göreve çağırıyoruz. Bilinmeli ki tarihin bu önemli aşamasında Apo’cu Hareket, edindiği askeri ve siyasi tecrübeyle sahip olduğu olanakları ve halkımızın büyük desteğini birleştirerek özgürlük mücadelesini mutlaka başarıya dönüştürmeyi bilecektir.”

ANF NEWS AGENCY

Av Mevsimi



Av Mevsimi
Harun Ahmet

Av Mevsimi adlı filmi izlediniz mi? İzlemediyseniz, her şeyi birkaç saatliğine bir tarafa bırakıp izlemenizi öneririm. İki nedenden ötürü; Birinci neden Şener Şen’in varlığı ve oyunculuğuyla ortaya çıkan sanatsal yapı, ikinci neden ise filme gizlenen o harikulade konu. Film kısa ifadeyle, yaşatmak istediği bir değeri için elinden geleni yapan, akıl almaz av taktikleriyle, olur olmaz bütün haksızlık, adaletsizlik ve acımasızlıkları sergileyen, bunları sergilerken de iktidar ve gücü arkasına alan zengin bir iş adamıyla, bir grup polisin yaşadığı dramayı anlatır. Aynı konu bir aşk çevresinde dönen kavganın anlatıldığı Eşkıya adlı filmde de vardır. Baran ile Berfo’nun Kejeye olan aşklarındaki büyüklüğün sınırı uzun zaman tartışma konusu oldu. İki yol arasında doğruyu gösteren tek imge, filme damgasını vuran Eşkıya karakterinin yaşadığı dramatik son olsa da, bir çok kişi aşkına ulaşmak için dostunu bile satan Berfo’nun içindeki aşkın, dostunu kurtarmak için aşkından vazgeçen Eşkıyanın aşkından daha büyük olduğuna inandı. Psişik bir var olma kavgasına dönüşen paronayak bir aşkın, ardında bırakacağı cesetler elbette ki, hiçbir zaman yaşanamayacak olan bir aşkın lanetidir. Bence Eşkıya, hayatına bile mal olsa dostuna karşı göstereceği vefadan vazgeçtiği an, o aşkı uzun bir süre yaşatamayacağını biliyordu. Eşkıya, aşkın zayıflığından değil en büyük değeri olan o aşkı korumak için… dostu için ölümü seçti.

Asırlar boyu sanat yapıtlarında işlenen, değer korumak ve yaşatmak için sergilenen tutumların biz Kürtler açısından çok önemli olduğuna inanıyorum. Bir değer olarak yaşatmaya çalıştığımız Kürtlüğe ve kurmaya çabaladığımız devlet olma çabasını bir Berfo gibi mi yoksa bir eşkıya gibi mi yaşayacağız?

Son zamanlarda Avrupa ve Güney Kürdistan’da yaşanan olaylarla birlikte, değer yaratma ülküsünü sorgulama gereği duydum. Güney Kürdistan’da başlayan halk gösterileri varken, Avrupa’dan Türkiye’ye dönmek için hummalı bir diplomasiye kapılanlar birer birer ortaya çıkarken, ne Türkiye’deki son olayları ne AKP’yi nede Erdoğan’ın yaratmaya çalıştığı postmodern şeriat yolunu yazamazdım.

Sıcak bir yaz akşamı, Silvan ovasına kurulu yıkıntı bir köy evinde oturmuş buzlu ayranı yudumlarken, eski isyanlarda yer almış yaşlı Kürt, parmağıyla bir maymun gibi kılları her tarafa uzamış, bir insandan çok hayvana benzeyen ve bir kaçı sakat doğan çocuklarını parmağıyla bana gösterirken şöyle demişti;

-Bunlar başarısız bir isyanının torunları. Siz siz olun sakın bu son isyanı kaybetmeyin. Kaybedilen her isyan, ardında koca bir sakatlar ve ucubeler topluluğu bırakır.

Evet! yenilmiş bir isyan ardında koca bir ucube topluluk bırakır. Onun için bu son isyanın yenilmesini istemiyorum. Silvanlı toprak ağası içindeki ezikliği çocuklarının biçim bozukluğuyla karşılaştırıp imalı bir uyarı yapmış olsa bile biz Kürt bireylerinin ruhsal olarak ucube doğduğuna inanıyorum. Ait olduğumuz tabiata dönebilmek için, bu son isyanı başarmaktan başka bir seçeneğimiz yok. Onun için hala bir isyanı yaşayan ama bunun farkında olmayıp kurulu bir devlet havasında dolaşan Güney Kürt yönetimine öfkeliyim. Süleymaniye’deki gösteriler Kürt tarihinde kendi egemenlerine karşı yapılan ilk isyandır. Bu üzücü olduğu kadar utanç sayılır. Kürtlerin şekil bulmuş tek kazanımı olan Güney Kürdistan toprağında patlayan bu öfkenin kaynağı 17 maddelik içi boş bir dizi yasayla geçiştirilmeye çalışıldı. Gösterilerin kaynağında Kürtler için çok önemli kazanımları hedefleyen güçlerin olması muhtemel. Ama asıl üzücü olan, isyana neden olan argümanların sağlıklı bir dökümünün yapılamaması. Gerçeği söylemek gerekirse; Mesut Barzani ve Celal Talabani’den sonra o toprakların tam bir Sadom ve Gamoraya dönüşeceği. Talabani ve Barzani, Kürdistan yaratma amacındaki ailesel ve aşiretsel yöntemler den vazgeçmelidir. Neçirvan Barzani’nin kişisel servetini açıklamalı, bu servetin nereden geldiğini göstermelidirler. Hava yolları şirketlerini, uluslararası nakliye ve petrol şirketlerine nasıl sahip olduğunu anlatmalıdırlar. Ülke kaynaklarının halka eşit paylaşılıp paylaşılmadığını ispatlamalıdırlar. Bağımsız bir Kürdistan isteğinin bu iki liderde çok yoğun olduğu inkar edilemez ama bu isteğin, değer yaratma çabalarının kaynağında yatan düşüncelerdeki özün yanlış mayalandığını anlamaları Kürdistan’ın yararınadır. Dünya standartlarına ve Pazar ekonomisine göre ülke kurma çabasında halk, her zaman bir iş gücü ve köle olarak kalır. AV MEVSİMİ filminde değerini yaşatmak için her türlü yolu deneyen karakter halka yaptığı bir konuşmada şunları söyler;

Kulağınıza küpe olacak bir şey anlatacağım anladınız anladınız… anlamadınız siz bilirsiniz. Benim için kaba saba adamdır derler, desinler. Ticarette kimseye nezaketi için para ödemezler, para eden zekadır. Babamla ava çıkardık. Bir keresinde bir geyik buldum. Hayvan oracıkta yığıldı, dizlerini büktü, ölürken de yığıldı, gözlerini dikti bana öyle baktı. Dayanamadım, ağlamaya başladım. Babamdan ilk ve son tokadı orda yedim. Bir tane çaktı bana ve dedi ki; Bak oğul! Ağlayacaksan bir daha gelme! Avın gereği budur. Yine dedi ki; Hayatta böyle bir şeydir işte. Sürek avıdır. Ya sen indirirsin, ya seni indirirler. Seç birini! Sordunuz ya düzen üzerine! Yani dünya düzeninin adı tam da budur. Avlar ve avcılar vardır o kadar. Sizde buna karar vereceksiniz! Av mı olacaksınız avcımı?

Dünya ve Pazar ekonomisine göre bir Kürdistan kurma çabasının özeti budur. Eğer değer koruma ya da yaratma çabasında sürek avına ortak olursanız, ilk av halkınız olur. Arap ülkelerinin yaşadığı isyan dalgasının, Kürdistan’a uzanması kuşkuludur. Çünkü bu isyanlar bir devrim akımı değil, Amerika ve global düzenin petrol sermayesini aile ve bireylerinin tekelinden çıkarıp, liberal ekonomiye transfer etme çabalarıdır. Dolayısıyla da kendi hâkimiyetlerine… Aile ve belirli topluluklarının kasalarında biriken yüz milyarlarca doları serbest piyasaya akıtmak global düzenin iştahını kabartmaktadır. Bu nedenle şimdiye kadar aile, birey ve aşiretlerin denetimlerinde olan halkların yaşadıkları eziyet, haksızlık ve adaletsizlik argümanlarını kullanarak bu isyan akımını başlamasına önayak oldu. Kürt yönetiminin buna alet olmadan olaylardan uzaklaşması gerekmektedir. Yerel yönetim biçiminin nasıl olacağını, sosyal devletin gereklerini bir an önce yeniden tartışıp hayata geçirmeleri, aşiretlerin ve ailelerin olmasa da genel olarak Kürt halkının yararınadır. KDP ideolojisindeki liberal demokrasinin, fırsat eşitliği ve serbest rekabete dayalı bir Pazar ekonomisinden çok ailesel ve aşiretsel kaynaklara dayandığına inanıyorum. Kürt bölgesinde büyümenin sadece birkaç yolu var; ya aşiretin önemli bir yerinde olacaksınız ya da particiliğe dayanan çıkarları savunacaksınız. Bir devlet hangi şekilde kurulursa öyle devam eder. Şirketler yaratan, onlara sahip olan kişilerin en küçük bir başkaldırıda bu değerlerinden bir çırpıda vazgeçtiği nerede görülmüştür. Çünkü o sahip olduğu şirketi ulusun çıkarına eş tutar. Kendi çıkarını savunurken bunun ülke çıkarı olduğuna inanmıştır. İleride belki de yüzbinlerce Kürd’ün hayatına mal olacak bir sınıfsal bir iç savaş batağının kaynakları bugünden kurutulmalıdır. Talabani ve Barzani liderliğindeki yönetimin düşüncelerini kolay kolay değiştireceğini düşünmek çok naifçe bir istek olabilir ama bunu istemekten başka bir seçenek yok. En azından halka kurşun sıkmayacakları bir yöntem bulabilirler.

Av mevsiminde en önemli değeri olan kızını yaşatmak için elinden geleni yapan iş adamı filmin sonunda kızını kaybetmekten kurtulamaz. Eşkıya filminde, Eşkıya temel insani değerlere sahip çıkıp, aşkından ayrıldığında, aslında aşkı kutsamış, fiziksel tabiatın ötesine taşımıştır. Kaybeden, bütün bu acılara, değerini korumak ve ona sahip olmak için en yakın dostunun varlığıyla hayatına kasteden Berfo’dur. Kazananlar fakir, kaybedenler egemen ve güçlülerdir.

Bir değeri korumak, ya da onu var etmek için sergilenen yöntemler, yol ve biçimler en az o değere sahip olma kadar hayatidir. Örgütü savaş koşullarına göre yaşatmaya çabalarken, disiplin sağlama ve örgütün birliğini koruma adına işlenen cinayetler, ruhsal zedelemeler o değeri size kazandıramaz. Bir devlet kurup, kimliğini ve farklılığını yaşama yolunda kararlıca ilerlerken, o devleti koruma adına o devleti var eden gerçek nüfusa baskı yapılamaz. Değerlerin basit bir tekelden değil çok kompleks bir karmaşadan oluştuğunu anlamak için tonlarca kanın, göz yaşının akmasına gerek yok. En büyük değer insandır. O partilerden de, örgütlerden de, devletlerden de değerlidir. Onsuz kazanılan ve korunan her değer sadece paranoyak bir var olma, çıkarsal bir art niyet olabilir.

Şimdiden karar vermeliyiz! Aşkına layık olup onu vicdan rahatlığıyla yaşamak için dostuna el uzatmayı tercih eden bir Eşkıya mı, yoksa dostunu ve her şeyi aşkına sahip olabilmek için harcayıp, satan Berfo mu olacağız?

harunahmet-@hotmail.com

Libya Lideri Muammer Kaddafi nin konusmasi


Oldukça karmaşık ve gergin bir konuşma yapan Libya lideri Kaddafi’nin konuşmasında satır başlıkları şöyle:

Medya ülkemizin kötü görüntüleri yansıtmaya çalışıyorlar. Burası benim ülkem. Biz burayı atalarımızın kanları ile suladık. Libya bizim hakkımız. Ben devrim lideriyim. Biz Amerika’ya o kadar güçlü olmasına rağmen meydan okuduk. Dünyadaki bütün süper güçlere meydan okuduk ve zafere ulaştık. İşte burada başlarını öne eğmek zorunda kaldılar. Ve Libya bütün şehitlerin kanlarıyla sulanmış bir ülke. Libya’nın kentleri, Libya halkı için bütün bu olanlar bir zafer değil. İtalya İmparatorluğu geçmişte Libya topraklarında yenilgiye uğradı. Şunun altını çizmek istiyorum, ben bir devrimciyim, ben bir bedeviyim. Bizler bu zaferi elde ettik. Benim atalarım kuşaklar boyunca devrimi ortaya koyduk. Yalnızca Afrika’nın değil Güney Amerika’nın da lideriyiz. Bu devrim sürecini engellememiz mümkün değil. Benim dedem bu topraklarda şehit düştü. 1911 yılında şehit düştü. Hiçbir şekilde bu ülkeden ayrılmayacağım. Ben de gerekirse şehit olarak öleceğim. Benim babamın, atalarımızın varlığı, dedemin, amcam Şeyh Sait’in, hepsinin mezarları bu topraklardayken ben bu haklı davamdan vaz geçmeyeceğim. Bu topraklardan ayrılmayacağım. Bu ağaçları biz ektik ve ağaçların yeşermesi için kanlarımızla suladık. Kaddafi’ye de başkalarına davrandıkları gibi davranmaya çalışıyorlar ama bunu yapacaklar. Muammer Kaddafi normal bir insan değil. Benim evimin üzerine bombalar düşerken siz neredeysiniz diye sordum. Siz benim evim bombalanırken neredeydiniz? Siz Amerika’nın yanında yer aldınız. O zamanlar sizin efendiniz olan Amerika’nın yanında yer aldınız. Hepiniz çocuklarınızı evlerinize bırakarak benim evime geldiniz. Hiç kimse böyle bir zaferden bahsedemez. Hiç kimse bu zaferi geri alamaz. Ne olursa olsun biz o zaman da teslim olmadık. Bu topraklarda direndik. Şimdi bir avuç genç, ki bu gençlere haklar verildiği ortaya çıktı.

LİBYA’DAKİ GELİŞMELER- CANLI TAKİP

KADDAFİ’NİN DÜNYAYI BATIRACAK PLANI

KRİZ ÇÖZÜLDÜ TÜRKİYE TAHLİYEYE BAŞLADI

KADDAFİ’Yİ 40 BAKİRE KADIN KORUYOR

BU GENÇLER FARE VE SIÇANLAR GİBİ…

Protestocu gençlere ‘fare ve sıçan’ nitelemesi yapan Kaddafi, meydanlara çıkanları kullanılmakla suçladı:

Bu gençler orada burada fareler gibi, sıçanlar gibi burada bulunuyorlar. Bize karşı gelmeye çalışıyorlar. Ama ben bu gençleri suçlamıyorum. Tunus’ta olan bitenden etkileniyorlar. Mahkemelere yönelik birtakım talan hareketleri oldu, saldırı düzenlemeye çalıştılar. Başka kentlerde olanları taklit etmeye çalışıyorlar. Birtakım güçler bu gençlere hap ve para veriyorlar. Onları böyle bir yola itiyorlar.

DAHA ÖNCELERİ NERELERDEYDİNİZ?

Konuşmasında sık sık geçmişteki mücadelesine atıfta bulunan Arap lider Bingazi halkına şöyle seslendi:

Sizler şimdi sokaklara dökülenler, paralı askerler, bu topraklarda 5 tane ABD üssü varken bu toprarlarda sizlerin ataları neredeydi? O zamanlar mücadele etmeye kim cesaret edebilirdi? O zamanlar neredeydiniz? Bugün de mücadele devam edecek. Libya için bir bedeli oluyor ama bir zafer de olacak. Libya ile kimse başa çıkamaz. Biz rejimi Libya halkına devrettik, hiçbir gücümüz ve iktidarımız yok. Daha önce bir tarafta Amerikalılar bir tarafta Fransızlarla mücadele ettiğimizi görüyoruz. Bütün bu farkı cephelerde mücadele yürüttük. Bütün sömürge olan ülkelerde mücadeleler yürütüldü. Biz bütün herşeyi size bıraktık. Petrolün gelirlerini sizlere bıraktık. Halk komitelerinden sizler sorumlusunuz. Ben şimdi Libya halkına bir çağrıda bulunmak istiyorum. Daha önce sınırda İsrail’e karşı mücadele ederken bütün bunları yaşamış bir kenttir Bingazi. İsrail’le mücadele etmiş için Bingazilerden bahsediyorum. Şimdi Bingazi’de olanlar sizler kimsiniz? Sizler Bingazili olamazsınız.

HALK KENDİ KENDİNİ YÖNETECEK VAADİ

Halk komitelerinin vakit geçmeden kurulacağını söyleyen Kaddafi, halkın kendi kendini yöneteceği yeni belediyeler vaadetti:

Bu bölgede bizler kimseye güvenmeyeceğiz. Buralarda halk komiteleri kurulacak ve yalnızca kendilerine güvenecekler. Ve bütün bölgelerde halk kendi komitelerini oluşturacak. Eminim bu çağrıdan sonra yarın herkes, bütün halk yeni komitelerin oluşması için çağrılarda bulunacak. Halk yarın sabahtan itibaren yeni komitelerin oluşturulmasını talep edecek. Herkesin kendi belediyesi olacak, herkesin kendi yerel yönetimi olacak. Hepimizin kendine güveni olacak.

ÇOCUKLARINIZI SOKAKTAN TOPLAYIN

Kaddafi konuşmasında çocukları sokakta olan halka seslendi ve çağrı yaptı:

Elinde silahları olanlar, genç insanlara silahlar verildi, tanklar verildi. İnsanlar çocuklarını toplamalılar ve herkes evinden çıkmalı, kadınlar, erkekler çocuklar eğer siz Kaddafi’nin ülkesinde yaşıyorsanız, biz çünkü Amerikalılar’a, İtalyanlar’a, Fıransızlar’a karşı koyduk, koymaya devam edeceğiz. Petrol gelirinin yüzde 90’ı zaten halka devredilmiş durumda. Herkes evinden çıkıp sokakları güvenli bir hale getirin. Güç Libya halkının arkasında. Eğer halka karşı güç kullanmak zorunda kalırsak BM’ye uygun bir şekilde zora başvurabiliriz. Bu akşam eğer ben başkan olsaydım istifamı sizin yüzünüzü fırlatırdım. Ama ben zaten başkan değilim, kanımın son damlasına kadar arkamda Libya halkının olduğunu mücadele etmeye devam edeceğim. Siz Amerikan saldırganlığının etkisi altında olan bir grupsunuz. Çocuklarınızı sokaklardan alın. Çünkü çocuklarınızı sizden söküp aldılar. Çocuklarınız ölüyor, delilik etmeyin. Bu çocuklar hangi amaç için ölüyorlar.

ONLARIN EVLERİNE DÖNMESİNİ SAĞLAYIN

Protestocu gençlere karşı konulması çağrısını yineleyen Arap lider devamla şunları söyledi:

Bu çeteler fareler gibi. Bunlar Libya halkını temsil etmiyor. Bu gençler Mısır’daki olayları taklit etmeye çalışıyorlar. Ama yarın güvenlik yeniden tesis edilmek zorunda. Sizler de evinizden çıkıp bu insanları, bu çocukları sokaklardan toplayın, evlerine dönmelerini sağlayın. Yoksa bu fareler petrol rafinerilerine ulaşabilirler, oraları patlatabilirler. Bingazi’yi tuğla üzerine tuğla örerek inşa ettim hala da inşa ediyorum. Oysa onlar gelerek Bingazi’yi yerle bir etmeye çalışıyorlar.

Devletin güvenliğine halkın birlik ve bütünlüğüne kastedenlerin affedilmeyeceğini sözlerine ekleyen Kaddafi devamla şunları söyledi:

Uçaklar Bingazi’ye iniş yapamıyorlar. Bu farelerin onlara saldırmasından korkuyorlar. Bunlar asiler ve asilerden kendinizi korumanız gerekiyor. Amerika’nın gelip sizi işgal etmelerini mi istiyorsunuz? Amerika’nın işgal etmesini mi istiyorsanız? İstemiyorsanız onları yakalayın ve güvenlik güçlerine teslim edin. Bunlar bir avuç terörist. Amerikalılar’ı buraya getirmeye çalışıyorlar. Bu suçu işleyenler ölüm cezasıyla cezalandıracaklar. Bütün bunların cezası ölüm. Özellikle yabancı bir ülke için çalışan her kimse bu insanlar ölüm cezasına çarpıtılacaklar. Biz gençliği suçlamıyoruz, bizim suçladığımız insanlar yakalandıklarında yargı önüne çıkarıldıklarında af dileyecekler ama biz o zaman onlara karşı şefkat göstermeyeceğiz.

BİRLİK VE BERABERLİK ÖLÜMDEN ÖNEMLİ

Kaddafi geçmişte Rusya ve Çin’de yaşanan olayları hatırlatarak konuşmasını şöyle sürdürdü:

Silaha başvuranlar, bombaya başvuranlar, devletin egemenliğine kastedenler ölüm cezasına çarpıtılacak. Lütfen ama lütfen size sesleniyorum, bu çok tehlikeli bir dönem. Ben henüz bu kişilere karşı ateş açılması emrini bile vermiş değilim. Devletin otoritesine karşı herhangi bir güç kullanımının cezası da ölümdür. Bu kişilere ölüm cezası verilecektir. Siz Somali gibi mi olmak istiyorsunuz. Biz buradan ayrılmıyoruz. Bu binayı terketmiyoruz. Tanklarla geldler. Rusya’da hatırlayacaksınız, Yeltsin’e karşı tanklarla girdiler. Ama onlar fareler gibi kaçtı. Duma üyelerinin o dönem meydanlarda yaptıklarını hatırlayın. Buna rağmen sonuçta bu gibi durumlarda ülkenin birliği ve beraberliği çok daha önemllidir. Çin’i hatırlayın. Tankların o insanları nasıl ezdiğini hatırlayın. Ama sonuçta Çin’in birlik ve beraberliği o insanların hayatlarından daha önemliydi.

BU İŞİ NE ABD NE LADİN ÇÖZECEK

Libya’nın birlik ve bütünlüğünü yine kendilerinin çözeceklerini söyleyen Kaddafi şöyle sesledi:

ABD Zerkavi için bütün kenti bombaladı ama hiç ses çıkmadı. Onlar buranın da bir Felluce olmasını istiyorlar. Bunlar aynı grup ve çeteler. Bu akşam bütün gençler komiteler oluşturacaklar ve yerel güvenliği sağlayacaklar. Bu akşamdan itibaren komiteler oluşturup kentleri güvenli hale getirecekler. Bu gayreti göstermek zorundalar. Çünkü bize saldıranlar var. Güvenlik güçleri geri dönüp bir kez daha güvenliği tesis edene kadar bu insanlar da kabilelerine nereden geldilerse oralara yeniden dönecekler. Ama bütün bunlar yaşanırken güvenliği tesis etmesine yardımcı olacaklar. Ne Asyalılar, ne Amerikalılar, ne Bin Ladin hiç kimse değil.

GENÇLERİ REHABİLİTE EDEBİLİRİZ

Kaddafi protestocu gençleri rahabilite edebileceklerini söyleyerek şöyle devam etti:

O gençleri rehabilitasyon merkezine yatırabiliriz. Tedavilirini yaptırabiliriz. Bütün gençler, kızlar sokakları ele geçirmek zorundalar. Bu halk devrimini korumak zorundalar. Ve güvenliği sağlamak zorundalar. Halkın otoritesine, yetkisine saygı duymak zorundalar. Tekrar söylüyorum şu andan itibaren evlerinizden çıkın ve örgütlenin. Bu komitelere katılın ve örgütlenmeler yürütün ve güvenliğin sağlanmasına yardım edin. Yarın gençler bütün kentlerdeki gençler bu komitelere katılmak zorundalar. Bu komiteler Libya devriminin kazanımını korumak zorunda. Kazanımlarımızı savumak zorundalar. Komiteler devrimin kazanımlarını korumak için bunu oluşturmak zorunda.

YENİ ANAYASA GÜNDEME GELECEK

Konuşmasında yeni anayasanın gündeme gelebileceğini vaadeden Kaddafi din adamlarına da seslenmeyi ihmal etmedi:

İmamlara sesleniyorum. Kur’an’ı gerçekten bilenler bütün bu insanlar da yarın toplumumuzun değerlerini savunmak için sokaklara çıkmak zorundalar. Herkes sokakta başları dik ve güven içinde olmak zorundalar. Şu anda bir cehennem hayatı yaşanıyor. Bu akşamdan itibaren süreç başlamalı. İnanıyorum ki, yarından itibaren yeni bir yönetim oluşturulacak, yeni belediyeler oluşturulacak. Halkın yönetimi yarından itibaren yeniden oluşturulacak. Gündeme gelen konular ele alınacak ve bu konular hakimlere, hukuk insanlarının gündemine getirilecek. Anayasal olarak da gündeme getirilecek. Biz hukukun üstünlüğünün ve halkın kazanmasını istiyoruz.

BENİM NEYİM VARSA LİBYA HALKININ

Kaddafi sözlerini şöyle tamamladı:

Benim bir sarayım yok. Benim neyim varsa bütün bunları Libya halkıyla paylaşmak istiyorum. Cesur olun, onlar bir avuç insan. Sizler milyonlarca kişisiniz. Cesur olun ve güvenliğin yeniden sokaklara dönmesini sağlayın. Tabii ki size yardımcı olabilecek bürolarımız, görevlilerimiz olacak. Libya’daki petrolün gelirleri Libya halkıyla paylaşılacak. Herkes kendi payına düşeni alsın petrol kaynaklarından

Zimanê me hebûna me ye!


21 Şubat Dünya Anadil Günü’nde Kürtler sokaklara dökülerek Türk devletinin Kürtçeye yönelik baskı ve inkar politikalarını protesto etti. Van’da onbinlerce kişi „anadil mitingi“nde biraraya gelirken, Amed’de de onbini aşkın kişi Eğitim Müdürlüğü’ne yürüdü. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillere dikkat çekmek amacıyla BM tarafından ilan edilen 21 Şubat Dünya Anadil Günü, Kuzey Kürdistan’da etkinliklerle kutlandı. Van’da BDP ve DTK’li yetkililerin katılımıyla onbinlerce kişinin biraraya geldiği „anadil mitingi“ yapıldı. Amed’de onbinler yürüyüş yaptı. Şırnak, Urfa, Mersin, İstanbul, Muş, Hakkari, Siirt, Adana, Dersim, Kocaeli, Mardin, Tokat ve Bingöl’de yürüyüş, panel ve açıklamalarla „Kürtçe’nin anayasal güvence altına alınması, anadilde eğitim“ talepleri dile getirildi. Birçok ilde de üniversite öğrencileri okulları boykot etti.

Van’da onbinler buluştu

Kürt Dili ve Eğitim Hareketi (TZPKurdî) öncülüğünde „Zimanê me hebûna me ye, hebûna me îradeya me ye“ sloganı ile Van’da dün düzenlenen „Anadil mitingi“ne onbinlerce kişi katıldı. BDP ve Kürt kurumlarının desteklediği mitinge katılmak için halk sabahın erken saatlerinden itibaren miting alanı Beşyol’a akın etti. Sarı-kırmız-yeşil renklerin hakim olduğu, tüm pankart ve dövizlerin Kürtçe olduğu alanda, üzerinde Albert Enistein’in dil çıkaran fotoğrafının yeraldığı, „Ez zimanê xwe dixwazim“ yazılı lolipopların çokluğu dikkat çekti. Mitinge BDP Batman Milletvekili Bengi Yıldız, Van Milletvekili Özdal Üçer, Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, TZPKurdî Sözcüsü Xecê Şen, BDP’li ilçe belediye başkanları, BDP İl eşbaşkanları, DTK sözcülerinden Cemal Coşkun, kentteki sivil toplum örgütü temsilcileri katıldı.

İnkar politikasına ‘yeter’

KURDÎ-DER Şube Başkanı Levent Ürün yaptığı konuşmada, 80 yıldır Kürt dili ve kültürünün yasaklı oluğunu belirterek, „Kürt halkı, dili ve kültürünü yasal güvenceye almadan asla durmayacaktır. ‘Kürt halkı ne istiyor diyenler’ bu alanlara baksın“ dedi. Dil Bayramı’nı kutlayan DTK Sözcüsü Cemal Coşkun, „Kürt halkı artık Newroz coşkusuyla alanlara çıkarak dilini sahipleniyor. Sistemin inkar politikasına karşı Kürt halkı her zamankinden daha fazla diline sahip çıkıyor“ diye konuştu. TRT 6’in de inkar politikalarına hizmet ettiğini belirten Coşkun, „Bazı insanlar çıkıp buralarda görünüyor. Bu yanlıştır. Bundan vazgeçin“ çağrısında bulundu.

Kürtçeye yönelik inkar politikasına „yeter“ demek için kitlelerin alanlara döküldüğünü belirten TZPKurdî Sözcüsü Xecê Şen, ‘KCK davası’nda yargılanan Kürt siyasetçilerin durumuna dikkat çekerek, „Bizler mahkemelerde gösterilen bu onurlu duruşu selamlıyoruz. Eğer bir dili kabul etmiyorsan o zaman neden TRT 6 açtınız? Burada amaç asimilasyon politikası mıydı“ diye sordu.

Erdoğan İnönü rolüne soyundu

BDP Batman Milletvekili Bengi Yıldız ise Lozan Antlaşması’nda yapılan Kürt inkarının halen devam ettiğini belirterek, „Lozan’da kan emici İsmet Paşa Kürt halkını kandırırken, şu an ise aynı rolü Erdoğan ve Fetullah Gülen uyguluyor“ dedi. CHP’nin Van gezisine atıfta bulunan Yıldız, „CHP Genel Başkanı halen ‘doğu sorunu’ diyor ve Kürtçe eğitim için erken olduğunu söylüyor. Biz bir halkız. Bakın Mustafa Kemal ve kan yiyici İsmet Paşa bizi Lozan’da kandırdılar. İsmet Paşa orada Kürt halkının temsilcisi olarak kendini gösterdi. Ama Kürt halkını inkar etti. Şimdi ise Erdoğan ve Gülen yapıyor. İnkar politikası o dönemde olduğu gibi halen sürdürülüyor“ dedi.

AKP Hükümeti’nin Kürt inkarına dayalı bir politika yürüttüğünün altını çizen Yıldız, konuşmasında Başbakan Yardımcısı ve AKP Van Milletvekili Hüseyin Çelik’e seslenerek sordu: „Bu dil senin anadilin değil mi? Utanmıyor musun ki, buna karşı çıkıyorsun. Sen de hiç utanma yok mu? Nasıl anadilini inkar edersin?“

Amed’de anadil yürüyüşü

Amed’de de TZPKurdî öncülüğünde dün „anadil yürüyüşü“ yapıldı. STÖ’lerin de destek verdiği yürüyüşe onbini aşkın kişi katıldı. Büyükşehir Beledisi Konukevi önünde toplanan halk, Diyarbakır Milli Eğitim Müdürlüğü’ne doğru yürüyüşe geçti. Sık sık, „Bê ziman jiyan nabe“, „Zimanê me hebuna me ye“ sloganları atıldı. Milli Eğitim Müdürlüğü önüne gelen kitle, duvarlara „Bê ziman jiyan nabe“ yazılı dövizler astı.

Kürtçeye anayasal güvence

KURDÎ DER Genel Merkez Yöneticisi Rıfat Öztürk, Türk Başbakan Erdoğan’ın ‘tek dil, tek millet’ söylemlerinin 25 milyona yakın Kürt halkını yok saymak anlamına geldiğini söyledi. Kürtçeye yönelik eğitim, yargı ve birçok alanda yaşanan hak ihlallerine dikkat çeken Öztürk, Kürt halkının kendisine yönelik onursuzluğu kabul etmeyeceğini söyledi. „Kürt halkı bu ülkenin eşit ve özgür yurttaşları olarak ele alınmalı ve bu tanımlama yeni anayasada yerini almalıdır“ diyen Öztürk, „Kürtler ‘dil ve kültürü bireysel haklar temelinde kullanabilirler’ yaklaşımı asimilasyon politikalarının devamıdır“ açıklamasında bulundu. Kürt halkının ortak talebi eğitimin yerel yönetimlere devredilmesi, ya da devletin Türkçeye sunduğu bütün olanakların aynı şekilde Kürt dili içinde sunulması gerektiğini söyledi.

Eğitim dili olmalı

Anadille ilgili imzalanmış sözleşmelerin kağıt üzerinde kaldığını belirten BDP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani Kürtçe savunma talebinin reddedildiği ‘KCK davası’na işaret ederek, „KCK davası inkar edilen bir dilin davasıdır“ dedi. Kürt dilinin özgürleşmeye ihtiyacı olduğunu belirten Geylani, „Bir dili ancak eğitim özgürleştirir. İnsanın doğal bir hakkı olan anadil yaşam alanında kabul edilmedikçe özgürlük sağlanmayacaktır. Bütün sorunların çözümü anadilin özgür olmasıdır. Yaşadığımız sıkıntıların temel kaynağı dil üzerindeki egemenlik ve inkardır“ dedi.

Kızıltepe’de binler yürüdü

Öte yandan Kürt kurumları birçok ilde çeşitli etkinliklerle Kürtçe üzerindeki baskıları protesto etti. Mardin’in Kızıltepe İlçesi’nde binlerce kişinin katıldığı „Zimanê me hebûna me ye, hebûna me îradeya me ye“ sloganı ile düzenlenen „Anadilde eğitim istiyoruz“ yürüyüşü yapıldı. KURDÎ DER binası önünde biraraya gelen halk, „Êm ê bi xweseriya demokratik dibistanên azad ava bikin“ pankartıyla Özgürlük Parkı’na kadar yürüdü. Burada bir konuşma yapan BDP Siirt Milletvekili Osman Özçelik, „Kürtlerde binlerce şair, binlerce, yazar, binlerce dengbêj ve sanatçı var. Yazılmış binlerce eser var. Kuran’ın Kürtçe çevirisi yapılmıştır. Kürtçe Kutsal Mevlidi yazılmıştır. Bu mudur bilinmeyen dil dediğiniz“ diye sordu. Derik’te yüzlerce kişinin katıldığı bir yürüyüş yapılırken, Mazıdağı’nda da BDP İlçe binası önünde basın açıklaması yapıldı.

Hakkari’de Belediye Barajı önünde biraraya gelen halk, Kürtçe üzerindeki baskıları protesto etti. Adana’da BDP Yüreğir İlçe Binası önünde, Muş’ta Malazgirt İlçesi’nde, Kocaeli’nde BDP İl Başkanlığı’nda, İzmir’de KURDÎ DER Agora Parkı’nda basın açıklaması yaptı. İstanbul’da ise TZPKurdî, İstanbul Kürt Enstitüsü’nde güne ilişkin bir açıklama yaptı.

Öğrencilerden ders ve boykot

Üniversite öğrencileri de Anadil Günü vesilesiyle eylemdeydi. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Halkların Kardeşliği İçin Gençlik Platformu üyeleri, ellerinde taşıdıkları „Q, W ve X“ harflerinden oluşan dövizlerle okul kampüsüne girmek istedi. Polis barikatıyla karşılanan öğrenciler, daha sonra kampüs önüne getirdikleri tahta ile alternatif Kürtçe ders düzenledi. Mersin’de ise Demokratik Yurtsever Gençlik (DYG) üyesi öğrenciler Dünya Anadil Günü nedeniyle 1 günlük okul boykotu yaptı. Bingöl’de ise DYG üyesi gençler anadilde eğitim talebiyle basın açıklaması yaptı.

Tokat’ta Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğrencileri de 1 günlük okul boykotu yaptı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi öğrencileri de Kürtçe üzerindeki baskıların sona erdirilmesi talebiyle üniversite içinde yürüyüş yaptı. Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde de ilköğretim öğrencileri okulları boykot etti.

Dili yok saymak halkı yok saymaktır

Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde „Dil ve dün üzerindeki asimilasyon ile anadilde eğitimin önemi“ konulu panel düzenlendi. Kürt dilinin korunması ve gelişebilmesi için eğitim dili olmasının önemine vurgu yapıldı. Silopi’de ise Laleş Kültür Sanat Merkezi’nde panel düzenlendi. Urfa’da Karakoyun İş Merkezi önünde yapılan basın açıklamasına çok sayıda STÖ temsilcisi katıldı. Viranşehir’de ise BDP İlçe Binası önünde basın açıklaması yapıldı. „Bir dili yok saymak, o dili konuşan insanları yok saymaktır. Bir halkın kültürünü, tarihini yok saymaktır“ denilen açıklamada, anadilin temel haklar arasında yer aldığı kaydedildi.

Siirt’te MKM ve Eğitim Sen Şubesi tarafından anadilde eğitim talebiyle yürüyüş yapıldı. Yüzlerce kişinin katıldığı yürüyüşte „Huner parçeyeke bingehin a jiyana civakî û şoreşgeriye“, „Em perwerdehiya zimanê kurdî dixwazin“ pankartları taşındı.

İnsanlık suçu

Dersim’de ise KURDÎ DER öncülüğünde Özgürlük Meydanı’nda kitlesel basın açıklaması yapıldı. Belediye Başkanı Edibe Şahin’in de katıldığı açıklama Zazaki lehçesinde yapıldı. KURDÎ-DER Yöneticisi Aziz Avin, „Türkiye’de yaşayan 25 milyonu aşkın Kürdün halen anadillerinde eğitim görmemeleri Başbakanın da dediği gibi insanlık suçudur. Almanya’da yaşayan 10 bin Türk yurttaşın anadillerinde eğitim hakları engellendiği için sayın Başbakan, Almanya devletine ‘asimilasyon insanlık suçudur’ hatırlatmasında bulunuyor ancak kendi ülkesinde yaşayan 25 milyon Kürdün en temel hakkı olan anadilde eğitim hakkını yasaklayarak asimilasyonu kendisi uyguluyor“ dedi.

DİHA/HABER MERKEZİ

——————————————————————————–

Urfa ve Diyadin’de 87 bin imza

‘’Kürtçe üzerindeki yasaklar kaldırılsın, anadilde eğitim ve öğrenimin önü açılsın“ talebiyle yürütülen imza kampanyası kapsamında Urfa’da 70 bin imza toplandı. Ağrı’nın Diyadin İlçesi’nde ise 17 bin imzaya ulaşıldı. DTK, TZPKurdî, KURDÎDER, BDP, HAKPAR ve KADEP tarafından yürütülen imza kampanyasında kapsamında Urfa’da Karakoyun İş Merkezi önünde imza standı açıldı. Halkın yoğun ilgi gösterdiği imza kampanyasına ilişkin bilgi veren KURDÎDER Urfa Şube Başkanı Ömer Yardımcı, „Sadece iş merkezi önünde 20 bin imza topladık. Urfa merkezde 30 bin imza toplandı. Sekiz ilçede de çalışmalarımız sürüyor. İl genelinde toplam 70 bin imza topladık“ dedi. İmza kampanyasına ilde yaşayan Arap, Ermenilerin de destek verdiğini belirten Yardımcı, imza kampanyasında hedeflerinin 100 bin imzaya ulaşmak olduğunu söyledi.

İki dilli yaşam kampanyası kapsamına Ağrı’nın Diyadin İlçesi’nde ise 17 bin imza toplandı. Toplanan imzalar, Avrupa Birliği, Meclis Başkanlığı ve UNESCO’ya gönderilmek üzere BDP Diyadin İlçe Örgütü’ne teslim edildi. İmzaları teslim alan Diyadin İlçe Başkanı Musa Zorbay, „Hedefimiz 10 bin imza iken belediye meclis üyeleri il genel meclis üyeleri ve parti çalışanları, köy köy dolaşıp bu sayıyı 17 bin çıkarmışlardır“ dedi.

DİHA/URFA/AĞRI

Tarihten bugüne Kürt giysileri


Tarihten bugüne Kürt giysileri

Pazartesi, 21 Şubat 2011 11:46

Kürt illeri İpek Yolu üzerinde olduğu için güçlü ekonomiye sahiptirler. Kalitesi yüksek bir yaşam tarzı sürmüşlerdir. Dünyadaki diğer zengin ve soylu halklar gibi bugün bakıldığında soyluluğun zenginliğin izlerini taşıyorlar.

Tarihten bugüne Kürt giysileri

Ressam Nevin Güngör Reşan

Kürt giysileri hakkında profesyonel anlamda bize bırakılan miras yok. Sadece gazete, kitap veya kütüphane arşivlerinde olan gravür çizimler mevcuttur. Kostümlerimizin izini sürmek için tarihte yolculuk yapmak gerekiyormuş. Her şeyde olduğu gibi… Kostümlerimiz çok ciddi asimilasyona uğramış, dejenere olmuştur.Var olma mücadelesi veren Kürtler önlerine acil siyasi hedefler koyarak, siyaset yaparak kendi kültürel ve sanatsal değerlerini koruyamamışlardır. Geri dönüp arkamıza baktığımızda bizden kopup giden değerlerimiz olduğunu görebiliriz. Örneğin; giyim-kuşam, beslenme, barınma, sanat ve zanaat kültürü aslında bizleri var eden unsurlardır. Bunlar bir halkın veya ulusun iklimiyle,diniyle,coğrafyasıyla, yeraltı ve yerüstü zenğinlik kaynaklarıyla, ekonomik koşularıyla, çağa ve teknolojiye göre kendi içinde şekillenip biçim alır. Cumhuriyetin geli şiyle birlikte kılık kıyafet reformu adı altında imha politikası uygulanmış ve 1924 kıyafet kararnamesi çıktığı dönemde Hani ilçesinde Salıh Bege Xeni, Şeyh Sait vs.reforuma karşı m uhtıra yazarlar ve meclise gönderilir buda ayaklanmanın nedenlerinden biridir. Halk kendi değerlerini, mirlerini, beylerini ve aydınlarını yitirdikten sonra yaşam kalitesi düşer. Yoksulaştıkça kumaş ve takılar kalitesizleşmiş özeliklerinden ve zenginliklerinden çok şey kaybetmişler.

Araştırmacılarımızın ve tarihçilerimizin izlerini sürdürdüğümüzde bu güne baktığımızda bu kanıya vardım. 1993 yılından beri düşlerim olan Stilize çizimlerle Kürt giysilerini, koşullarım elverdiğince araştırıp katalokta bir araya getirmek istedim. Amacım bizden sonraki kuşaklara miras bırakarak bunlara sahip çıkmalarını, korumalarını, hatta modernize ederek çağa uygun modern kumaşlarla tarihsel, otantik, mitolojik,arkeolojik, folklorik motifler, çizgileriyle ve renkleriyle tasarlayıp moda dünyasında yok sayılan, görmezlikten gelinen Kürt halkının ulusal modasını evrensel modayla harmanlayıp katkı sunmalarıdır.Dünya modası çizgi sıkıntısı çekiyor. Kıyısından köşesinden Kürt kostümlerine ilişen modacılar oldu (Cemil İpekçi). Her şeyde oldu ğu gibi içini boşaltarak yapmışlardır. Yani sosyolojik, piskolojik, arkeolojik, ekonomik ve tarihsel boyutunu katarak araştırma yapmamışlardır. Dünyadaki her halk ve ulus insanlık için ayrı bir renktir, zenginliktir, değerdir… BİR HALKI VAR EDEN en önemli unsurlardan biri olan kostüm; yani giyim kuşam; aslında aynı zamanda o halkın dilini, kültürünü, sanatını, zanaatını, dinini, ekonomisini ve coğrafyasını yansıtır. Mezepotamya bir çok uygarlığa beşiklik etmiştir. Medeniyetler ve uygarlıklar bu coğrafyadan yayılmıştır. Geçmişten günümüze baktığımızda bu coğrafyada yaşayan veya yaşama mücadelesi veren en eski halklarından biri olan Kürtler, bu değerlerle var olmuşlardır. Belki de bu kadar köklü kültürlere sahip olmasaydı lar bir çok halklar gibi yok olmayla mahkum edilirlerdi.

Kürt illeri İpek Yolu üzerinde olduğu için güçlü ekonomiye sahiptirler. Kalitesi yüksek bir yaşam tarzı sürmüşlerdir. Dünyadaki diğer zengin ve soylu halklar gibi bugün bakıldığında soyluluğun zenginliğin izlerini taşıyorlar. Avrupalı veya Amerikalı modacılar abiye kumaşları özel tasarımlarda kullanırken, Kürtler günlük yaşamlarında kulanmışlar.Üstelik çok renkli ve ihtişamlı…Örneğin; saten, ipek, organize, kadife, pamuklu, kendilerinin üretiği el dokuma,yünlü kumaşlar kullanmışlardı.17.yy dünya kadınları gibi uzun ihtişamlı kostümleri Kürt kadınlarında görmek mümkün.18.yy Paris’te iki ünlü moda evi bulunmaktaydı. 1851 THİMONNİER dikiş makinasını keşfetti.18.yy Fransız üslubu egemen. 16.Lui dönemi moda tücarları dergiler, moda, aktüel konulu Fransız modasını Avrupa taklit eder. 19.yy sokakta moda evleri Charles Frenderic Worth 1825-1985 modellerini ilk canlı mankenler üzerinde sunan kişidir. Belle Jardiniere büyük mağazalar günlük terzilerden taklitler sunarlar. 20.yy başında Worth’un izinde Paul Poiret defileler, mankenler, fotoğraflar, modanın yaygınlaşmasına sebep oldu. Aynı zamanda Poiret bu sırada modaya sıra dışı ayrı bir hava estirmek istedi. Avrupa da doğu havasına duyulan özlemle Paris Ünversitesi’nde Çin,Yunan,Latin,Eski Mısır, Mezepotamya, doğu olarak kabul edilen bütün bölgelerin arkeolojik eserlerini ve sanat ürünlerini inceler. Bundan sonra ortaya çıkan modellerin de yoğun bir oryantal havası görülmekte. Şalvarlı, başta örtüler ve üç etek modelleri podyumdaki şark odası dekorunda teşhir edilmekteydi.Bu defilenin adı BİN İKİNCİ GECE çok başarılı olmuştur. Pastel renklerin ve doğu motiflerinin hakim olduğu bu yeni giysi tipi bol kollu,yüksek belli etek ve pantolonlardan oluşan,kadına eskisin den çok daha fazla rahat ve serbest hareketi veren giysiler tasarlayıp sundu. 1947 Chiristian Dior eskiye dönüş, 1950 Gabriell Chanel klasik anlayış, 1965 Courreges hazır giyim… Orta halli keseler ve gençler için ünlü terzilerin simgelerinin giysilerde görülmesi, aksesuarların önem kazanması. Eskiden seçkinlerin malı olan moda, hazır giyimin gelişmesiyle toplumsal sınıfların malı olur. 19.yy-20.yy’da moda her zamankinden daha da güncelleşir. Haute Couture’nin ölümü hazır giyimin gelişmesi, Coco Chanel’in feminist anlayışıyla kadına pantolon giydirmesi, Gucci fermuarı keşfedip çanta ve ayakkabıda kullanması …

Bu noktada Kürtler kendi topraklarında işgaller yaşamaya başlamışlardır. Dünyadaki değişim bu arada devam etmektedir. Moda ve aktüel dergileri çıkmaya başlar . Modanın günümüze gelmesi, defileleri keşfetme, mankenler giydirme… Poul Poiret’in katkılarıyla oluşmuştur. 19 yy’ın güzel kadınını bir kum saatine benzetmektedir. Aşırı dar, sağlık açısından sakıncalı, çelik çubuktan oluşmuş kordonlarla bağlanan “korse” adındaki cendereden kadını kurtaran, kadının özgür giyimine katkıda bulunan birkaç modacı Poul Poireti, Coco Chanel, Cristian Dior ve günümüzün Yves Saint Laurent olarak görülebilir. Moda toplumun sosyal politik durumunu yansıtır. Eğer dünden bu güne Kürt modasında halen değişim ve gelişim yoksa ve kadınlar 21. yy’da halen kum saati gibi bellerde kuşak veya kemer varsa, erkek giysilerinde halen dünden bugüne farkı yoksa, aynı çizgilerini taşıyorsa, bu Kürt topraklarına teknolojinin gelmediğindendir. Kürt toplumu yaşadığı sert dış müdahalelerle normal gelişme seyrini gösterememiştir.

Avrupa, Amerika veya Çin modasına bakıldığında tarih içerisinde inanılmaz mesafeler kat etmişlerdir. Kürt kadın veya erkek giysilerinde değişiklik deformasyon sadece üst sınıfları yani soyluları, aristokratları, entelektüel değil toplumun her katmanını etkilemiş. Bu gün teknik ve model uygulama halen amatörce yapılıyorsa, geçmişe ait çizgiler yoksa hatta kalitesiz ise köy veya kasaba terzilerinin elinde dejenere oluyorsa, ya şadığı acıların en somut örneğidir bu. Kürtler çok eski kültüre ve köklere sahiptir. Dilindeki, dinindeki, bayrağındaki renklilik giysilerinede yansımıştır. Rengi ve çizgiyi doğadan alan Kürtler için bahar çok anlamlıdır. Baharda açan kır ve dağ çiçeği gibidirler adeta. Fırat’ın, Dicle’nin ve Murat’ın soğuk ve azgın suların kıyısında medeniyete beşiklik etmiş Kürt halkı için NEWROZ çok anlamlıdır. Kürtler rengini ateş ve aşktan almıştır. Baharın müjdecisidir. Bu renklilik aynı zamanda baş bağlama biçimlerine yansımıştır. Belli bölgelerde baş bağlama şekilleri; yaşlı, dul, kadın gelin, kız…gibi anlamlar taşır. Bunun yanı sıra bölgelere göre değişir. Mesela Serhat Behtinan yada Amed’de baş bağlama biçimleri biri birlerinden farklıdır. Alt giysiler dinimizin zenginliğini, esnekliğini ve hoşgörüsünü görmek mümkündür. Tüm Kürt illerinde kadın giysileri Zerduş dininin hoşgörüsünü yansıtır. Cinselliklerini ve kadınlığını öne çıkarır tarzdadır. Yani Avrupalı, Parisli kadınlar gibi giysileri ihtişamlı ve göz kamaştırıcıdır.

Kürt illerinde kadınların derin dekolteli, alt şalvarı görünecek tarzda şeffaf kumaşlar, yakasız, belde kuşak, gümüş yada altın kemer bir kaç metre uzunluğunda kuşak veya puşular kadının bütün hatlarını ortaya çıkarır. İnce belli, geniş omuzlu, iri göğüslü, geniş kalçalı, kum saati görünümünü sağlardı. Yukarıda belirttiğim gibi batılı kadınlar da makbul kadın ölçülerinde olmak için o günün estetik anlayışı olan kum saati görünümü için cendereye girmişler. Bu günün kadınları için zerafet ve estetik ön planda. Yani ölçüler 90-60-90 kadın için ideal olanıdır. Dünya modası bilimde, sanatta, teknolojide, tıpta…çığırlar açarken biz halen dünyaya Varolluğumuzu anlatmaya çalışıyoruz. Kürt kadınları ve erkekleri halen bu kostümleri kullanıyorlar. Bunun yanı sıra kadın ve erkekte önemli unsurlardan biri olan aksesuar ön planda kullanılmıştır. Küpeler, yüzükler, halalar, broşlar, hızmalar; ellerde, ayaklarda, başta, boyunda çok gösterişli takılar; Ermeni ve Süryani zanaatkarları, takı ustaları inanılmaz güzel tasarımlarla süslenmişlerdir. Batı da ise 1965’te hazır giyimle aksesuarlar önem kazanmıştır. Takı ve aksesuar birbirinden ayrılmaz iki unsurdur. Giderayak sınıflar oluşmaya başlamış ve değerli taşlar, altı nlar yatırım amaçlı kullanılmaya başlanmıştır. Üst sınıflar yakutlar, zümrütler, pırlantalar kullanırken; yoksulluk artıkça dünya modası ucuz malzemeler metal, seramik hata plastik, cam, boncuk, buji teri takılar ortaya çıkartıldı. Eskiden seçkinlerin malı olan moda aynı zamanda hazır giyimin gelmesiyle toplumsal sınıfların malı olur. Moda insan hayatı na getirilen geçici yeniliktir. Bu sadece giysilerde değil, insanların kullandığı her şeyde moda var olmuştur. Ekonomide, sanayide, kültürde, sanatta, zanaatta, bilimde, vs… Moda aynı zamanda en önemli ekonomik gelir kaynaklardan biri ve en önemlisi olmuştur.

Ressam Nevin Güngör Reşan

Sanatçı milli, yazar milli, tarihçi milli, mitolog milli olmadıkça..


Sanatçı milli, yazar milli, tarihçi milli, mitolog milli olmadıkça..
Sanatçı milli, yazar milli, tarihçi milli, mitolog milli olmadıkça..

Türk Devleti, Kürdistan’ı tarihe gömmek için çok bilimsel metodlar kullanıyor. Bir yandan tüm hızı ile askeri alanda bahar saldırısına hazırlanırken., öte yandan psikolojik savaşın tüm inceliklerini kullanarak Kürt Ulusu’nun meşru hakları için “savaşma isteği”ni kırmak, aralarına nifak sokmak, para saçarak “önemli” zayıfları satınalıp kullanmak, umutsuzluk yayıcı yayınlar, dedikodular ve söylentiler yaymak suretiyle içten çökertme çabasından geri durmuyor. Olta atıyor, pislik türü bozguncular yemi yutma yarışına giriyorlar.

Türk devleti bu satın alma çabasını iki alanda yoğunlaştırmış bulunuyor. Birincisi; kendini beğenmiş ex-politik unsurlar, ikincisi; sanatçılar. Bu konuda NATO’nun, ABD’nin, EU’nün ve Arap devletlerinden bir bölümünün desteğini arkasına almış durumda.

Açalım..

Sanat Dünyamızdan en önde yürüyen (Kürd’ün talihsizliği) “Şivan” çoğumuza taaa başlarda bilmemiz gerekenleri göstermiştir. Sanatçısı, yazarı, tarihçisi, mitologu, entellektüeli veya halk arasındaki aydınlık insanları ile zorluklar karşısında gerilemeyi red eden bir cephe gerisi ordu yetiştiremedik. Ancak ferdi gayretlerle bir şeyler yapan, yapmaya çalışan kişilerle yetindik. “Ne olacak bir Şivan olmazsa” diyenleriniz muhakkak vardır. Bazan en önlerde yürüyen bu düşüncedeki insanlarımızın gözleri hep dışarda olduğu, tam bağımsızlık şiarını gereği gibi algılamadıkları için direniş tarihimiz boyunca tökezleyip durduk. Özellikle kolonyalistlerin cetvelleri ile bölündüğümüzden beri hata üstüne hata yaptık. Koçgiri, Malatya, Baban, Barzan, Şikakî, İstiklal Cemiyeti, Çoligliler’in öncülüğünde cereyan eden 1925 direnişi, Agirî, Dêrsim, Mehabad ve diğer odakların direnişleri hep bu eksikliğin gölgesinde gelişti. Gizli ve düşman bir el ulusal bilincin kitlelere layıkı ile ulaşmasını engelledi. İç feodaller bunların başında geliyordu. Direnişlerin yükselme momentlerinde hakim olan coşku, en ufak bir gerileme belirtisinde hainlerin boy vermesi ve bozgunculuğun şahlanması ile sonuçlandı.

İnsanlar, aydınlanma çağı dediğimiz bu günlerde başkalarının tecrubelerini iyi takip edip, kendimize özgü yolu çizmeyi beklerken, biz, Kürt Halkı olarak nerede ise tam tersine başarısızlığın yolunu bulmak için çabaladık. Bölündük.. Benim sanatçım-senin sanatçın esprisine takıldık. Bölgecilik, aşiretçilik, ideolojik barışmazlık gibi başarısızlığa götürecek yolu seçtik. “Halklar’ın kardeşliği” dedik, halklardan kazık yedik. Talepler çıtasını indirdik, Şivanlar yarattık. Kolonyalistlerin sınırlarını esas aldık, Talabaniler yarattık. Taarih bilinci hak getire! Ulusal vizyon mumla aranır durumda.. En küçük bir tökezlemede kaçan enteller dünyası olduk. 40 milyon nüfuslu en büyük sömürge altı ülke olma utancını yaşadık, çocuklarımıza yaşattık.

Şu duruma bakın..

Şahıslar değil, Güney Yönetimi düzeyinde Kuzeyli ex-politikacılar davet edilerek çirkin maddi olanaklar sağlanıyor, bunlara teslimiyetin yolu, ya da AKP ile işbirliği öneriliyor.. Kelimeler sert gelebilir, ama yaşadığımız batağa baktığımızda hafif kalır. Neymiş; AKP Kürt Sorunu’nu çözecek olan tek parti imiş.. Bu çabalara en üst düzeyden, en alt düzeye kadar pek çok Türk Politikacısı ve diplomatı da katılıyor. Ben Güney’den maaşlı pek çok Kuzeyli insan tanıyorum. Yayın organları çıkarmak için yüklüce para alanlardan tutun, taahhüt işlerindeki parsaya kadar akla gelebilecek her türlü menfaat sağlanmak suretiyle kendilerini aydın sanan enteller satın alınıyor. Her şey Türk Devleti’nin kaşlarını çatmasını engellemek, bir aavuç dolar kazanmak içindir. Ulusal çıkar falan gibi şeyler hak getire..

AKP Kürt Sorunu’nu çözecekmiş. Haydi o halde hep beraber AKP’ye! Nasıl diye bir soruyu içten gelen duygular ve tarih bilinci ile soran bir tek Kuzeyli entel çıktı mı? Sorması gerekse bile sormaz ki.. Akılları fikirleri teslimiyete giden yolda kendilerini en iyi pazarlamaktadır. Hiç olmazsa bir insaflı çıksa da şu şehitlerimizi bir hatırlasa da şu hislerimizi onlara bir iletse: Peki Güneyli Yönetici kardeşim, madem AKP’nin Kürt Sorunu’nu çözmekteki önerileri o kadar değerli ise, haydi, mahalli iktidar elinizde AKP’nin Kuzeyli’ye önerdiklerini siz uygulayın. Kürtçe eğitim veren okulları kapatın. Öğrenimi derhal arapçalaştırın.. TV’leri Araplar’ın emrine verin. Petrol ihracatını başlatmayın. “Ey Reqîb”i asla okumayın. Tek Millet Şiarına göre hareket edin, Kürd’üm deseniz bile ardından yüce Arab Milleti’nin bir parçası olduğunuzu belirtin. Vatanım “Kürdistan”dır demeyin. Tek millet, tek vatan, tek bayrak ve tek devlet sizin amentünüz olsun.. Çünkü AKP böyle buyuruyor.

Bu mudur bize dayattığınız çözüm. Haydi düşman düşmandır seni köle olarak tutmak için herşeyi yapabilir. Ama bunu “kutsal çözüm” olarak sunarsan kendine tarih içinde bir isim seç derim..

Evet, Kürt Milleti olarak, önderinden tutun en sondaki neferine kadar büyük bir cesaretle her kıvılcımda direndik. Kurbanlar verdik, yurdumuzdan sürüldük.. Köylerimiz şehirlerimiz yakıldı. Direnişler boyunca toplam 2.5 milyon şehit verdik. Türk, Arap ve Fars devletleri bir milleti toptan sürgün etmekte dünya şampiyonu sayılırlar. Onlar hep öyle kalabilirler. Düğümün çözümü ise bizde. Ama sonuç alacak beceriyi yani; birlik olmayı, salt ulusal düşünmeyi, tarih bilincimizi geliştirmeyi, artık tanınmaz hale gelen İslam’a, Alaviliğe doğru yorum getirmeyi bir türlü beceremedik veya bu konuda çaba harcamadık..

Zaten her olaya kolaycı bir yaklaşım göstere göstere bugünlere gelmedik mi? Oysa politika üreten, öncülüğe soyunan insanlarımızın başarının yolunu doğru okumaları gerekir.

Biliyorum, yazdıklarım belki dikkate bile alınmayacaktır. Ama ben en aşağısından tarihe not düşüyor, şehitlerin kanlarını paraya çevirenlerin maskelerini indirmek için elimden geleni yapıyorum.

2011-02-11

A Sirac Kekuyon

Neden Kafkasya’ya gidecektik?


Neden Kafkasya’ya gidecektik?
Neden Kafkasya’ya gidecektik?

Şivan,

Kürt Rönesansı’na katkın büyüktür. Sesinle, eski duruşunla, mazlumlardan yana tavrınla, bestelerinle, ajitatif sahne performansınla unutulması mümkün olmayan işlere imza attın. Bir tek Londra konserinin, dünya TV’lerinin yardımı ile dünyada 400 milyon insana ulaştığını hatırlamak yeter.. Kürt Halkı’nın (Milleti’nin) her önemli adımını sazın ve sesinle destekledin. Kürdistan Festivalleri’nde Sen vardın, Zaxo’da yine Sen. KDP Kongreleri’nin değişmez ismi oldun.. Sayın Barzani’ye de destek verdin. Roma’da Sayın Öcalan ile en son görüşen üç sanatçıdan biri Sen’din. “Gelê Kurdistan, şoreş û volkan” gençlerin dilinden hiç düşmedi. Kaç kişi Sen’in stranlarını dinleyerek dağların yolunu tuttu, hesaplanamaz.

Ama,

belli ve hayati bir dönüm noktasında, bir tek tavır bile herşeyi silmeye yetiyor.. Evet o dönüm noktası bugünlerde yaşandı. Hiç hesaplamadan, düşünmeden veya düşünmemeyi tercih ederek Türk Devleti’ne “evet” dedin ve onları güçlendirecek her adımı atmakta tereddüt etmedin.. Mir Fırat’la kucaklaştın.. Bilinen gizli temaslar geliştirdin.. Şimdi de Türk Devleti’nin en önemli “anti-terör” (siz bunu Anti-Kürt olarak okuyun) bakanı ile pahalı bir anlaşma yapmış bulunuyorsun..

İşte bu voli ile o şanlı maziyi bir tek darbe ile yıktın…

Şivan..

Sen “Ger ez Şehid bim” diye haykırırken kaç gencin tek sermayeleri olan canlarını feda etmek için dağlara çıktığını biliyor musun? “Min helal bike” stranı ile ne kadar can seni dinledi, vatanlaştı..”Hele werin vê govendê”.. “Ev govenda azadîxwazan”e diyordun. Yanık, fakat inanmışların sesi ile “Pêşmergeyî cepheye gönderin” demesi kolaydı. Giden gelmiyordu, buna yandığın oluyor mu? Büyükler ile Viyana’da saf tutup övgüler alıken umurunda mıydı Kürt gencinin şehadeti? Onların gösterdiği yolda yürüyerek direnişçileri sadece hayatta kalmaya davet etme onursuzluğu bir hastalık, çağdaş bir veba gibi ortalığı kavururken Sen geri kalamazdın. “Berxwedan jîyane”, “Serhildan Jîyane” Amedli Küçük Generaller’in sloganı iken sen bu kutsal sloganları stranlaştırmıştın. O küçük generaller, işkence gördüler, yargılandılar, hapisleri boyladılar, yaralar aldılar, şehadete erdirildiler, değil mi? Vay be! Sen neymişsin be Şivan! İnsanları kurşun yağmuru altına gönder, Sen ise vakti geldiğinde parsanı alarak sıvış.. Ne ala kurtuluş mücadelesi bu.. Kürdistan niçin hep esarete mahkumdur, anlaşılıyor sanırım.

6.Mart.1975’i (Güney’deki yenilgi veya geri çekilmeyi) protesto eden müzik yaptın. Gegerxwîn’den “Kîne em”i okuduğun zaman ortalığı veya dünyayı sarsmıştın.. Londra’da 100 milyonlara dinletmiştin “kava û guhderz”in çocuğu olduğunu.. Lenîn’e, Heval Robson’a, Ho’ya düzdüğün methiyeleri bir tarafa bırakıyorum. Nihayet enternasyonal bir tavır sergilemiştin.. O övdüklerin ve övmediklerin yurtlarını bağımsızlığa, sınıflarını iktidara taşımışken, Senin de vatanın olan Kürdistan bugün ayaklar altında eziliyorsa bu fiili utanca katkın büyüktür. Bozgunculuk, oportunizm ve teslimiyet iliklerine işlemişken tarihe verecek ne cevabın olabilir? Bak; ben her dönemdeki tavırlarıma şu anda da sahip çıkıyorsam, sen de bunu yapabilirdin ve saygınlık kazanırdın.. Ama nerede öylesine bir kararlılık?

“Tırba min Çêkin Li Kurdistan” diye yanık bir sesle stran okuduğunda, seni yurtseverler’in kaldırmasını hayal ediyordun.. Ya şimdi.. Ah uçkur ah! Ah cüzdan ah! Kürtler’e teslimiyet yolu gösterenlerin saflarında yerin oldukça sağlam görünüyor.. “Em dixwazin ala xwe hildin” “Alayê Tirkan”e dönüştü.. “Hey Dîrok” derken emperyalizme meydan okuyan birinin, eninde sonunda uşakların uşaklığı sayılabilecek bir pozisyonu tercih edeceklerini kim bilebilirdi?

Ne günlerdi o 1970-li 1980’li veya 1990’lı yıllar.. Örgütlerin bağımsızlıktan aşağı bir talebi red etmeleri hatırlarda değil mi? Şimdi ise o “şanlı” örgüt liderleri çekingen bir teslim olma yarışına girmiş bulunuyorlar. Sen ise hiç olmazsa kumda yazdıklarını rüzgara terk etmenin utancını yaşarsan bu da yeter.. AKP aşkı Güney’i sarmış durumda. Bunu politika sanıyorlar.. Oysa bugün, Türk Devleti’nin beşinci kolu tarafından düzenlendiği muhakkak olan üç bombalama olayı ile Kerkük Halkı terörize edilmiş, yedi kişinin ölümü, onlarca insanımızın yaralanması ile sonuçlanan “ihtar” eylemi gerçekleşmiştir. Sen ise kalkmış, AKP Kürt Meselesi’nde olumlu adımlar atıyor. TRT-altı bu konuda iyi bir örnektir mealinde laflar ediyorsun.. Yere batsın bazılarının cebine giren o Güneyliler’in dolarları! O dolarlar bir gün başlarını yiyecek, ama haberleri yok. Beyhude yere başlarını kuma gömerek görünmez olmaya çalışıyorlar. Ne yapalım..

Hatırlar mısın bir ara MED-TV bahçesi sayabileceğimiz bir alanda bana bir teklifte bulunmuştun. Seninle Kafkasya’ya birlikte gitmemizi teklif etmiştim. Red ettiğimi de hatırlıyorsundur.. Oraya neden gidecektik? Seni pohpohlayıcı bir pozisyona sokacaktın beni.. O zamandan önce de senin kişiliğni biliyordum. Ama Sen, tıpkı bugün olduğu gibi, yanılmıştın. Umarım İbrahim Tatlıses gibi bir dolar-euro milyoneri olursunda Kürt Halkı’nın yakasından düşersin.

2011-02-09

Aşavan Sirac Kekuyon

Sanatkar ayartmanın mücadeledeki önemi anlaşılmadı..


Sanatkar ayartmanın mücadeledeki önemi anlaşılmadı..
Bu yazıyı ciddi bir şekilde okuyunuz..

Son vak’a aktuelleştiği günden bu yana yazılanları gücüm yettiğince takip ettim. Olayı hedef adamın kendisi dahil kimsenin anladığını sanmıyorum. Tabii ki bana cevap gönderen Dengbej mahlaslı insanımızı, dikkat çektiği harika alıntıdan dolayı kutluyor, olaaylara hakimiyetinin beni heyecanlandırdığını belirtmek istiyorum.

Yaşadımız günler esaret altında yaşayan bir millete hiç de yakışmayan git-gellerin yaşandığı, cehaletin bilgelik sayıldığı, kolonyalist sınırlar anlamında bölgeciliğin ön plana çıkarıldığı, eski kinlerin, intikam duygularının karşılıklı olarak bilendiği günler olarak tarihe geçecektir. Vizyon yoksunluğu, cehaleti besleyen boş bir ajitasyon edebiyatı, bilginin cahilce küçümsendiği, düşmanı dost belleme basiretsizliği alabildiğine cirit atmakta. Yukarıda adı geçen Dengbej arkadaşımızın gönderdiği ve “Yök Kurulu Ulusal Tez Merkezi”ne sunulan ve “müziğin propaganda amaçlı kullanımı: Kürtçe şarkılar” başlıklı yazı oldukça önemlidir. Bu yazı Erkan Şahin adlı birinin yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır (Ankara-2008). Bu tez derinliği olmamasına rağmen Türk Propagandası’nın şeklini çok iyi ele veriyor. Buna göre Psikolojik Savaş yürüten Türk propaganda makinesinde (dünyada olduğu gibi);

-siyasal ve ideolojik amaçlıdır..

-Etik Değerlere bağlı kalmaz..

-Acımasızdır..

-Propagandada yalan, korku, şiddet, dedikodu ve rüşvet gibi enstrumanlar kullanılarak her ne pahasına olursa olsun hedef kitle iknaya çalışılır” diyor. Müziğe bu konuda önemli yer verilmiştir.

Aynı konuda benim hazırladığım, ama imkanlarımın kısıtlı oluşundan dolayı yayınlayamadığım kitabımda bir alıntı ile birlikte şunları söylüyorum.

”John Hopkins Universitesinin yayınlarından biri olan ˝psycholojical warfare casebook˝ta geçen şu paragraf çok ilginçtir; ’Eğer bir insana yedi yıl boyunca sürekli olarak doğru enformasyon verirsen, sekizinci yılın ilk günü kendi görüş açından gerekli görüp vereceğin yanlış bir habere (bilgiye) inanacaktır. senin birinci görevin, yapacağın propagandayı inandırıcı ve güvenilir kılacak (bir temel) hazırlamaktır. Aynı zamanda düşmanını, düşmanı olduğunu (bilmesine rağmen) güvenilir olduğuna ikna etmelisin.’”

Yine aynı kitabımda şunları kaydediyorum.

“PS’nin önemli ayaklarından biri olan propagandayı tarif etmeye kalkarsak; propaganda, uygulayıcının faydasına kullanılmak üzere, kişilerin tutum, kavrayış ve davranışlarını etkilemeye yönelik ticari olmayan tüm informasyon şekilleridir. Bu çok geniş bir tariftir. Genelde propaganda sayılmayabilen bazı bilgilerin verilmesi, bu tarife bakılırsa propagandanın sahasına giren informasyon sayılabilir. Propaganda temelde; gerçek enformasyona dayanır, fakat saldırgan tarafından kullanıldığında seçilmiş ve kitabına uydurulmuş ˝gerçek enformasyon˝a. Propaganda ideolojik olacaktır ve duygu yüklü olacaktır.“

İşte son ayartma olayı bu açıdan ele alınacağına, Düşman’ın şu veya bu partisinin dost olabileceği varsayımından hareketle kaleme sarılanlar olmuş, olaya “ortamı yumuşatma“ amaçlı olarak bakılması gerektiği öne sürülmüştür. Bir savaş yürülürken böylesine bir tezin bilimsel bir tarafı olur mu? Tam tersine bu tür yazılar, zımnen de olsa, bilerek (ki buna ihanet denir) veya bilmeyerek (ki buna gaflet denir) teslimiyetin faydalarını anlatır cinstendirler. Bunların bir kısmı Güney Yönetimi ve giderek ABD ile paralel yürümek için azami dikkat sarf ederler. Diğer bir kısmı “milli bakiye”den Kürt Meselesi’ne bulaşmış kimselerdir. Bir üçüncü kesim, PKK düşmanlığı uğruna ve PKK düşmanlığını gereği(!) Türk Devleti ile bodoslama ilişkiye geçmeye hazır odaklardır. Dördüncü bir kesim ise kendilerini pazarlayan kişiliklerdir.

Kurtuluş veya özgürlük mücadelesi veriyorsun.. Böylesi bir ortamda PKK’si olsun, PDK’si olsun, herhangi bir Kürt partisine karşısın diye düşmanlığını katliam düzeyinde sürdüren Türk Devleti ile aynı safta bulunmayı nasıl içine sindirebilirsin? Bu soru tekil şahıslara değil, durumun vehametini anlamayan herkesedir. Suçlu sadece PKK karşıtları değildir. PKK yanlısı olduğu izlenimini veren yazarlar da suçlu olabilirler.

PKK yanlısı yazar, çizer, sanatçı ve kadrolar durumlarını gözden geçirmeli

Neden?

Çünkü bu insanlarımız da psikolojik savaşın ruhuna vakıf olmadan kalem oynatıyor, ileri düzeyde bilinçli olan halk kitlelerine olayların gerçek anlamı ile ilgili birşeyler veremiyorlar. Oysa durumu çok iyi izleyebilirlerse, Türk basınında yer alan analizlerin çok şey anlattığını göreceklerdir. Mesela Zaman adlı Fethullah Gazetesi olayla ilgili olarak benim gördüğüm en aşağısından üç yazı, haber ve analiz yer almıştır. Günaydın Haber, Star Gazetesi, Haber Türk veya daha başka yayın organlarında yer alan analizlere, TV’lerdeki tartışmalara şöyle bir bakmak yeter.

Türk Devleti, iktidarı ve muhalefeti ile, Kürtler’e karşı zamana yayılmış koordineli bir savaşı.
1960’lı yıllardan beri sürdürüyor. Fakat bilimsel metodları bilinçli bir şekilde kullanır duruma gelmesi, 1980’li yılların sonlarına, bölge valilikleri kurması ile kullanmaya başladı. AKP iktidarı döneminde ise tüm diğer dönemleri geride bırakacak bir şekilde sıcak saavaşı ve ardından psikolojik savaşı oturttu. Türk Devleti İsrail’i (1966-Lice) de fiilen kullanmayı başarmıştır. Şu anda ise;

-Terörle mücadele Müsteşarlığı kurarak tüm yönleri ile kirli savaşını oturttu. Kurulan “savaş konseyi” İçişleri Bakanının başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, MİT, Adalet, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları müsteşarları, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşacak. Bu kurulun bir aaçık, bir de “örtülü” ödeneği olacaktır..

99 kişi ile çalışacak olan bu kurul bir yandan resmi alanda savaşı yürütürken, öte yandan önemli insanları satın alma, ajan ağını genişletme, kültürel, dini ve ekonomik alanlarda hiç bir güçlükle karşılaşmadan yayılacaktır. İşte aktüel konu olan sanatçı ayartma, batağa iteleme, satın alma konularında eli-kolu bağlı olmayacaktır. Bunların anlamını tam kavramadıkça karşı atağı geliştirmek, gündeme hakim olmak gibi konularda fikir beyan etmek, kısır döngüde çırpınmanın ötesine geçmez. Tabii ki bunların ışığında son olaylara baktığımızda, en fazla olanağa sahip, en geniş bir ağın parçası, gerilla ve milislere hükmeden PKK yanlısı yazarlar vizyon sahibi olduklarını ortaya koymalıdırlar. Bu yazarlar kırıp dökmeden, dağıtıcı olmadan, eskiden müzik ve kültür alanında önemli işler başarmış olan, şimdi sağa sola savrulmuş olan kültür adamı bazı insanların özel hayatlarına karışmadan, yazıları ile onları toparlama becerisini göstermelidirler. Psikolojik savaşta toparlayıcılık esastır. “Dediğim dedikçilik” hiç kimseyi, hiç bir yere götürmez. Bunu bilhassa öncülüğe soyunmuş olanlar bilmek zorundadır..”Vaayy sen şuna dil uzattın, vaayy sen buna itaat etmedin”ci bir yaklaşım dağıtıcılıktır. Buna akl-ı selim sahibi öncü kadrolar asla müsaade etmemelidirler.

İşte noktada sergileyeceğimiz bakış açısı ile psikolojik savaşı anlayıp anlamadığımız ortaya çıkar. Sağa sola laf yetiştireceğimize, yetenekli insanlarımızı dağıtmaya olanak sağlayan zemini ve söylem tarzını yok edelim. Yok edelim ki bir dereceye kadar başka Erdoğanlar, Kırmızıgüller, Stand-up’cular ve Şıvanlar çıkmasın.. Elbette yine de fireler, para tapıcıları olacaktır. Yukarıda saydıklarımın ve benzerlerinin tümünde bu özelliklerden biri, diğeri veya tümünde olabilir. Ama psikolojik savaşta siyasi, kültürel veya kitlesel mevziler kaybetmemek için mücadele etmek gerekir. Bakınız 17.02.11 tarihli bir haber tartışma ortamında (saat 14.30 cıvarı) önemli bir kişi olduğu belli biri; “Hükemet (Şivan olayı’nda) önemli bir zafer kazanmıştır” diyorsa bu adamın kendi fikirlerini sergilediğine inanmayın. O psikolojik savaşın gereğini yapıyor.

Diğer kesim çok daha derinlemesine düşünmeli..

Diğer kesim ise neredeyse tamamen kendinden geçmiş bir şekilde PKK’nin ayağının takılmasını, tüm alanlardaa yenilmesini bekliyor. Bunlara laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan daha zor. Aralarındaki bir eski sevilen politikacı, Türk Devleti’nin başbakanından geri dönüş daveti alabiliyorsa, 50 yılda nereye vardığını bir düşünsün derim. Bu geri dönüş konusunda kısa bazı notlar düşeceğim:

-Şartlar ne olursa olsun ülkede kalmak esas olmalıdır. Çoğumuz bu affedilmez hatayı işledik ve bize inananları yalnız bırakarak kıçımızı koruma derdine düştük.

-Eğer şartlar insanları eylemsizliğe zorlamışsa;

-ya eylemliliği vatan sathına yaymış olanı var gücümüzle desteklemeliyiz,

-ya da eylemin herhangi bir türünü (diplomasi, gösteriler, kültürel alanda üretime katkıda bulunmak vs) seçmeli ve ciddi olarak yurdun özgürlüğüne, baağımsızlığına katkıda bulunmalıyız.

-İlhakçı, inkarcı Türk Devleti ile kirli temaslardan sakınmalı, ruhlarını düşmana satmış olan “Kürtler”in (Dengir, Mehmet gibilerin) oyunlarına asla gelmemeliyiz.

-Bu kişiliklerin kefaleti ile geri dönüş yoluna girmek onların siyasi koruculuğuna ortak olmaktır.

İşte bu lider eskisinin geçmişteki çalışmalarına, fedakarlıklarına uymayan davranışları yukarıdaki saptamalar çok iyi tarif eder.Bugünkü duruşuna hiç de uymayan şartları yaşamış, Türk Devleti’nin dışına taşınmış, eziyetler, hapisler yaşamış bir Kürt önderinin düştüğü bu durum acıdır. Bu eski liderin duruşu çerçevesinde “diğer kesim” dediğim homojen olmayan topluluğa psikolojik savaşta tavır konusu çerçevesinde bazı belirlemelerde bulunacağım, şöyle:

-Esir bir milletin entellektuel birikimli insanları dahil her ferdi direnişe bir derecede katkıda bulunmalıdırlar. Hatta Viet Nam, Laos ve Kamboçya gibi kurtuluş mücadelesi verenler ülkeleri kukla yönetimler ile bile kandırmak mümkün değilken, Kürdistan gibi resmen ilhak edilmiş, varlığı inkar edilmiş bir ülkenin insanları Cezayir türü oldukça kanlı bir kurtuluş mücadelesini bile rahatlıkla göze alabilmelidirler. Emek harcamadan, ter dökmeden, bedel ödemeden Özgürlük veya bağımsızlık sağlanamaz.

-Türk Devleti yanlısı tavırları besbelli olan güç yoğunlukları ile temas edilebilir, bu güçler nezdinde sessiz diplomasi yürütülebilir. Ama bir gücün kucağına oturmanın ne anlama geldiğini çok iyi bilinmelidir.

-Bugünlerde Güney’de dolaylı veya dolaysız olarak ABD tarafından yönledirilen Kürt odaklarının varlığından haberdarız. Bunlar son olayda bir şekilde Düşman’ın yönlendirmesi altında hareket etmektedirler. Psikolojik savaşta karşı taraf olarak tarif edilen böylesine odaklara karşı kendi tabanları ve Kürt Halkı tarafından oldukça dikkatli bir politika yürütülmelidir. Bunlar itilmemeli, dinlenmeli, tezlerine bilimsel cevaplar verilmeli, psikolojik savaşın tuzakları gösterilmelidir. Kendileri ise intikamcı ön yargılarını masaya yatırarak hatalarını bulmalıdırlar.

-Bu odaklar iç karşıtlıklar ile ulusal direnişi ayırt edebilmeli, bozgunculuk yapan tarla farelerine hareket olanağı tanımamalıdır.

Şimdi bir de şapkalarını önlerine koyup Türk Başbakan Yardımcısı Arınç’ın Şivan hakkında sarf ettiği şu sözler üstüne düşünmelidirler:

“Şivan’ın kendisi bizimle görüşmek istedi. Büyük bir zevkle kabul ettik (!). Şivan Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük bir bağlılığını hisettim (!!). Şivan milli birlik ve kardeşlik (!) projesine destek veriyor.” İşte bir bölümü ile açıklanan görüşmede bunlar konuşuldu.. “TRT”de prestijli konser vermeye hazırlanan Şivan sevenlerine hayırlı olmasın.. Psikolojik savaşta düşmanın en iyi hamlelerinden birinin yıldızını kitlelere havale ediyorum..

19.02.2011
A Sirac Kekuyon

Vodka – Lemon – Gisher.Ru


http://video.google.com/videoplay?docid=1899039195107751757&hl=tr#

Yüklenme Zamanı: Mart 30, 2010
Etiketler: Armen Marutyan, Ermenice/Kürtçe/Rusça/Fransızca, Ivan Franek, kürtçe film, Lala Sarkissian, Romen Avinian, Ruzan Mesropyan, votka limon, Zahal Karielachvili
Yorumlar: 4 Responses
Venedik Film Festivali’nden ‘San Marco’ ödülüyle dönen ‘Votka Limon’ Sovyetler Birliği sonrası Ermenistan’ında geçen sıcak bir öykü… Ermenistan’da, Kafkas kışının karlarının altında donmuş bir dünyaya sevgi dolu bir bakışın filmi. Altmışlı yaşlarını süren, torunuyla birlikte yaşayan alkolik bir dul olan, Hamo’nun hikayesi. Hayatı, 3-5 parça kırık dökük eşyası arasında, Paris’de yaşayan oğlundan mektup beklemekle geçen Hamo hergün karısını mezarını ziyarete gitmektedir. Bu ziyaretlerden birinde Nina’yla tanışır.

Hamo Ermenistan’ın uzak bir kasabasında yaşayan altmışlı yaşlarında, dul bir adamdır. Her gün, kar kaplı uzun yolları aşarak karısının mezarına gider. İçindeki derin boşluğu bu ziyaretleri ve geçmişin hatıralarını canlı tutmaya çalışarak doldurur.Değişen Sovyet rejimi yüzünden, kasabanın insanlarının maddi durumları artık eskisi gibi değildir. İçinde bulundukları geçim sıkınıtısı bazı değerlerin önüne geçmeye başlar. Hamo’nun ve çevresinin umut kapısı Paris’e giden oğludur. Karısının mezar ziyaretleri sırasında, benzer kaderi paylaştıkları dul Nina ile tanışır. Bir barda çalışmakta olan Nina ‘nın hayatı da Hamo’nunkinden pek farklı değildir.

film ayrıca bir çok ödüle layık görülmüştür.

Çit


Yüklenme Zamanı: Nisan 20, 2010
Etiketler: aborjin, aborjinler, çit, David Gulpilil (Moodoo), Deborah Mailman (Mavis), Everlyn Sampi (Molly), Jason Clarke (Constable Riggs), Kenneth Branagh (A.O. Neville), Laura Monaghan (Gracie), Myarn Lawford (Molly’nin büyükannesi), Ningali Lawford (Maud), Phillip Noyce, Tianna Sansbury (Daisy)
Yorumlar: One Response
Film yaşanmış gerçek bir olaydan yola çıkılarak gerçekleştirildi. 1931 yılında Avustralya yerlisi çocuklar ailelerinden koparılarak uzaklarda bir kampta toplanmaktadırlar. Yerli çocuklar varlıklı ailelere hizmetçi olarak verilmektedir.
Üç kız çocuğu kaderlerine boyun eğmemeye karar verip, yeniden annelerine kavuşmak için kaçmaya kalkışır. Önlerinde binlerce millik bir yol vardır. Tavşana karşı konulmuş bir çiti takip ederek özgürlüklerine giden yolu takip etmeye başlarlar.

Bu şekilde ailelerinden alınan çocuklara şimdi “Çalınmış Nesil” adı verilmektedir. Ve bu üç kız günümüzde “Çalınmış Nesil” olarak anılan grubun bir parçasıdırlar.
Phillip Noyce’ın yönetmenliğini üstlendiği yapım pek çok ödül kazandı. 20.yy’ın başlarında Avustralya’da yaşanlara dair etkileyici bir hikaye.