2009’a PKK ve Kürt sorunu damgasını vurdu
Nihat KAYA11:31 / 31 Aralık 2009
HABER MERKEZİ – 2009 yılına Türkiye, ilk başta ‘Kürt’ daha sonra ‘Demokratik’ olan ‘açılımın’ yeni yılda ne getirip, ne götüreceğini hesaplayarak girdi. Ortadoğu, son elli yılın her yılbaşında olduğu gibi, yine İsrail-Filistin sorunuyla, dünya ise her yeri sarmalayan ekonomik krizle girdi. Yeni yılın ne getirip ne götüreceğini kimse kestiremiyordu, ama saatler tam gece yarısını gösterirken herkes aynı anda umudu ve endişeyi birlikte taşıyordu.
Ekonomik kriz dünyada herkesin kapısını ayrı telden çalsa da Ortadoğu’da kan gövdeyi götürüyordu. Türkiye ise sonu nereye varacağı belli olmayan Ergenekon faciasının gölgesi altında Kürt açılımını konuşuyordu. Bu yüzden her yerde endişe hat safhadaydı.
Umut da yok değildi. Çünkü dünyadaki her türlü gelişmenin altında şöyle yada böyle parmağı bulunan ABD’de başkan değişmiş, en önemlisi de ABD tarihinde ilk kez, siyahi biri Beyaz Saray’ın yeni kiracısıydı. Üstelik Irak’tan askerlerini çekeceğini, tüm dünyaya da barış getireceğini vaat ediyordu.
OBAMA ÖNCESİ SON HESAPLAR
ABD’de Başkanlık seçimlerini Barack Hüseyn Obama’nın kazanmasıyla birlikte ABD’nin yeni dönemde dünya ve Ortadoğu genelinde ılımlı bir siyaset izleyerek, sekiz yıllık Bush döneminde askeri yöntemlerle ortaya çıkarılan sonuçları toparlamaya çalışacağı tahmin ediliyordu. Beyaz Saray’ın yeni kiracısının Guantanamo cezaevinin kapatılacağı, ABD askerlerinin Irak’tan çekileceği gibi konulardaki vaatleri bunu söyletiyordu. Bu yüzden de hemen hemen herkes 20 Ocak gününü, Obama’nın ABD Başkanlık görevini Bush’tan devralacağı günü, ‘Belki?’ diye bir beklentiyle gözlüyordu.
İSRAİL GAZZE SALDIRISI
İsrail ise siyasetin dilinin biraz yumuşatılacağı döneme elini güçlendirerek girmek istedi. ABD Başkanlık koltuğuna Obama’nın oturacağının kesinleştiği, ama Bush’un koltuğu daha devretmediği ara dönemden yararlanmak için, 27 Aralık 2008’de Gazze Şeridi’ne yönelik karadan ve havadan “Dökme Kurşun Operasyonu” ismini taşıyan harekattı başlattı. Gazze Şeridi’ni sekiz gün boyunca uçaklar ve toplarla bombaladıktan sonra karadan Gazze’ye girdi.
Operasyon boyunca ölenlerin çoğunun Hamas militanı olduğunu iddia eden İsrail’in gerçek yüzü operasyonun 20. gününde ortaya çıktı. İsrail ordusu tanklarla Gazze kentinin içlerine ilerlemeye çalışırken, kentteki Birleşmiş Milletler merkezi, Kızılay ve medya kuruluşlarının binalarını ve kentin dış kesiminde, içinde 300 hasta bulunan Tel El Hava Hastanesini vurdu.
İsrail hükümeti, 22 gün süren operasyonun ardından, 17 Ocak akşamı ateşkes ilan etti. Barack Obama’nın ABD Başkanlığı görevini devraldığı 20 Ocak günü de geri çekilmeyi tamamladı.
Saldırıda çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 1434 Filistinli öldü, yaklaşık 5 bin 500 kişi yaralandı. İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, Gazze’deki sivil ölümlerini “koşulların ürünü” şeklinde normalleştirdi.
DESTEK Mİ TEPKİ Mİ
İsrail’in Gazze saldırısını ABD yönetimi her zamanki gibi ölen sivilleri görmezden gelerek, yumuşak bir dille eleştirirken, ‘saldırıya sebebiyet vermekten’ Hamas’ı suçladı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, İsrail’in askerlerini çekmesi telkiniyle yetindi. İran ve Suriye de dahil İslam alemi İsrail’i ‘terörist’ diye sivri bir dille eleştirseler de Filistinlilerin yanında olduğunu gösteren somut hiçbir adım atmadılar. Suudi Arabistan gibi petrol zengini Arap ülkeleriyse dolar bağışlamayı yeterli gördüler. Batı Şeria’da bulunan Filistin lideri Mahmud Abbas ise saldırı karşısında sessizliğini korudu. Sadece ABD’ye mesaj vermek istercesine saldırıların sürmesi halinde ‘istifa edeceği’ tehdidinde bulundu.
İsrail’e karşı en keskin ve kendisinden hiç beklenmeyen tepkiyi Türkiye verdi. İsrail’in bir insanlık dramına imza attığını söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Zulüm ile abat olunmaz. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” dedi. Erdoğan’ın bu sözleri 2009 yılında İsrail – Türkiye ilişkilerine de damgasını vurdu.
DAVOS’UN FATİHİ Mİ?
İsrail’in Gazze Şeridi’ne saldırısının etkileri Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda da hissedildi. 29 Ocak günü Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in katıldığı Gazze panelinde büyük gerilim yaşandı. Peres’e, “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” deyip orayı terk eden Erdoğan’ın sözleri panele damgasını vurdu. Olay ise hafızalara Erdoğan’ın moderatör David Ignatius’a İngilizce söyleyebildiği tek ‘One minute’ sözleriyle kazındı.
Olay iç ve dış kamuoyunda geniş yankı buldu. Türkiye’den böylesi bir tutumu beklemeyen İslam alemi içinde Erdoğan adeta bir kahraman gibi resmedildi. Filistin sokaklarında posterleri taşındı. İran’da Ayetullah Nasir Mekarim Şirazi Erdoğan’a Nobel Barış Ödülü verilmesini önerdi. Türkiye’de ise Erdoğan ‘Davos Fatihi’ diye karşıladı. Müslüman halkların duygularını okşayan Erdoğan’ın bu çıkışını AKP yaklaşan yerel seçimlerin temel propaganda malzemesi haline getirdi.
DİĞER TARAF ‘TUTARSIZ’ DEDİ
Başkan Erdoğan’ın Hamas’ın terör örgütleri listesinden çıkarılması gerektiğine işaret eden sözleri, Cumhurbaşkanı Gül’ün “Hamas Ortadoğu barış sürecine katılmalı” sözüne ve Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı’na karşı sergilediği tutuma rağmen İsrail devletinin yaklaşımı beklenenden daha yumuşak oldu.
Türkiye’deyse Altan Öymen gibi bazı kesimler Erdoğan’ın yaklaşımını pek tutarlı bulmayarak, “terör listelerindeki Hamas’la da görüşmekte bir sakınca görmeyen Başbakan Erdoğan, o terör listeleriyle hiç ilgisi olmayan, yasal bir siyasi parti olarak Meclis’te yer alan DTP’yle görüşmeyi nasıl olup da reddedebiliyor?” diye soruyordu.
İsrail ordusunun Gazze’de orantısız güç kullandığına atıfta bulunan Erdoğan’a en sert ve manidar cevap ise “Başbakan Tayyip Erdoğan aynaya baksın” diyen İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi’den geldi.
Türkiye’ye bir uyarı da 20 Ocak günü devralan ABD’nin yeni Başkanı Obama’dan geldi. 16 Şubat günü Cumhurbaşkanı A. Gül ve Başbakan T. Erdoğan ile telefonda görüşen Obama, müttefikler arasında bu tür aşırılıkları istemediğini ima etmişti.
İSLAM ALİEMİNE SOSYAL MESAJLAR
İsrail’in alttan almalarına rağmen AKP hükümeti İran, Suriye, Sudan gibi İsrail karşıtı ülkelerle flört etmeye devam etti.
Her yıl Ekim ayında İsrail’in de katılımıyla düzenlenen Anadolu Kartalı Tatbikatı’na İsrail uçaklarının katılımını engellemek için tatbikatın uluslararası ayağı iptal etti. Tüm bunlar yetmezmiş gibi İsrail halkına hakareti içeren ‘One minute’ isimli bir dizinin devlet televizyonu TRT’de yayınlamasına izin verdi. AKP hükümetinin İsrail’i kızdıran bu tutumları İsrail’in de Türkiye’ye satmayı planladığı 8 adet insansız keşif uçağı Hero’nun teslimatını geciktirmesine neden oldu.
DEVLET KANALINDA KÜRTÇE YAYIN
TRT’nin Arı stüdyolarında 2009 yılının ilk gününde düzenlenen törenle Türkiye’de yirmi dört saat yayın yapan ilk Kürtçe televizyon kanalı TRT Şeş yayına başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kanalın açılışındaki “TRT şeş bi xer be” mesajı ‘tabular yıkılıyor mu?’ diye herkesi heyecanlandırdı. Cumhurbaşkanı Gül ise mesajında, “Herkes şunu görecek ki, herkes bu ülkenin sahibidir, herkes bu ülkenin onurlu, eşit vatandaşıdır ve herkes kendi kültürünü varsa farklılıklarını güzel bir şekilde ifade edebilmektedir” dedi.
Erdoğan TRT Şeş’in herkese hayırlı olmasını Kürtçe sözlerle dilemesine, kanalda Kürtçe yayın yapılıyor olduğunu Gül mesajında açıkça dillendirmesine ve kanal bir tek Kürtçe yayın yapmasına rağmen TRT Şeş resmi kayıtlara ‘Kürtçe yayın yapan kanal’ diye değil, ‘farklı dillerde yayın yapan kanal’ olarak geçti. Bir yıl boyunca bu farklı dilin ne olduğunun ismi bir türlü konulmadı.
‘KAFKA TİPİ YAPILANMA’ TRT ŞEŞ
Devlet kanalında Kürtçe yayın yapmanın ne demek olduğu kısa zamanda anlaşıldı. TRT Şeş’in yıldızı Rojin, kanaldaki işinde üç ayını daha yeni tamamlamıştı ki, aniden “programın için boşaltılmaya, programın kendi kendini bitirmesine çalışılıyor” diyerek istifa etti.
TRT Şeş gerçeği en iyi şekilde dile getiren kanal çalışanlarının altı aylık raporunda şu sözlere yer veriliyordu; “Cazibeli, merak uyandıran, kaliteli yayın yapan bir kanaldan ziyade, yasak savunan, yapılmış olsun diye yapıldı hissini veren, bürokratik mekanizmaların ve küçük hesapların her türlü yayıncılık prensiplerinin önüne geçtiği Kafka tipi bir yapılanma durumunda.”
KÜRTÇE BİR TEK KÜRTLERE YASAK
DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, Dünya Anadil Günü 23 Şubat vesilesiyle grup toplantısındaki konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yapmak isteyince, Mecliste grubu bulunan partilerin grup toplantılarını canlı yayınlama zorunluluğu bulunan TBMM TV yayını kesti. Üstelik Kürtçe üzerindeki yasakları kaldırdıklarını iddia eden AKP hükümeti, TRT Şeş açılımını bir anda unutarak, Türk’ün konuşmasını provakasyon olarak nitelendirdi.
KÜRTÇE KONUŞANLAR CEZALANDIRMAYA DEVAM ETTİ
Kürtçenin kullanımının önündeki engellemelerin kaldırıldığı iddialarının aksine, yasaklar yargıda da devam etti. Kürtçe konuştukları için onlarca DTP’liye ceza yağdırıldı. En son cezayı ise Kasım ayında İzmir 6. Sulh Ceza Mahkemesi verdi. Mahkeme, 29 Mart Yerel Seçimleri’nde Demokratik Toplum Partisi (DTP) Karabağlar Belediye Başkan adayı Cemal Coşkun ve Gaziemir Belediye Başkan adayı Şeyhmuz Seyhan’ı Kürtçe propaganda yaptığı için 6’şar ay hapse mahkum etti.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir hakkında ise 29 Mart seçimleri öncesi Gün TV’de 15 dakikalık bir programa katılarak Kürtçe konuşma yaptığı gerekçesiyle soruşturma açıldı.
KÜRT DİLİ VE EDEBİYATI SERBEST, ALFABESİ YASAK
TRT Şeş’in açılışında Arı Stüdyoları’nda bir konuşma yapan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ise İstanbul ve Ankara Üniversiteleri’nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümleri açmayı planladıklarını söylemişti. Bu konu üniversite rektörleri arasında görüş ayrılığı yaşanmış olsa da icraatın esas sahibi hükümetin de bu konuda samimi olmadığı kısa sürede açığa çıktı. Bir dilin edebiyatının yapılabilmesi için gerekli olan ön koşul yazılı hale getirilmesiyken, İçişleri Bakanı Beşir Atalay Kürtçenin yazımında çok sık kullanılan ‘q,w, x’ harflerini alfabeye eklemeyi gündemlerine dahi almadıklarını açıkladı. Atalay’ın hazırladığı Kürt açılımının yol haritasında da alfabenin değiştirilmesin kesinlikle karşı oldukları net cümlelerle dile getirilecekti.
SORUNA KÜRT SORUNU DİYENLER
Kürt sorununa ilişkin 2009 yılında yapılan konferanslardan ilki 28-29 Ocak tarihleri arasında Avrupa Parlamentosu’nda düzenlendi. 5. Uluslararası AB, Türkiye ve Kürtler Konferansı ismiyle gerçekleştirilen konferansa AP’den ve DTP’den çok sayıda milletvekili ve belediye başkanının yanı sıra Nobel Barış Ödülü sahibi Başpiskopos Desmond Tutu gibi tanınmış birçok sima katıldı. Konferansın sonuç bildirgesinde sorunun barışçıl çözülmesi için Avrupa’nın Kürt sorunu konusunda politika değişikliğine gitmesi, Türk ordusunun sınırötesi saldırılarını durdurması ve İmralı Cezaevi’nin kapatılması istendi. Konferansa Türkiye’den, DTP dışında, hiçbir parti katılımcı göndermedi.
SORUNA İSİM KOYMAYANLAR
Soruna isim koymadan çözüm bulma yaklaşımını benimseyenler ise Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın organize ettiği Abant Platformu çerçevesinde toplandılar. Diyarbakır’da yapılması planlanan ikinci toplantı güvenlik gerekçesiyle iptal edilince, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile Selahattin Üniversitesi ve Mukriyan Araştırma Merkezi işbirliğiyle Erbil’e kaydırıldı. 15-16 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilen toplantıya Türkiye’den Ali Bulaç, Haşim Haşimi, Abdulmelik Fırat, Ümit Fırat, Altan Tan, Sertaç Buçak gibi şahsiyetlerin katılması toplantının ne amaçladığını açıkça ele veriyordu. AKP milletvekillerinin katılmasını ise Erdoğan son anda “hassa bir süreçteyiz, konferansa gitmeniz doğru olmaz” diyerek engellendi. Kürt sorununu ‘ismini koyarak tartışalım’ diyen DTP ise toplantıya davet dahi edilmedi. Toplantıda ön plana çıkan temel strateji; ideolojik ve kültürel formasyonun Ümmetçilik üzerinden yürütülmesi, pratik politikalar temelinde de ekonomik ve ticari ilişkilerin ön plana çıkarılması şeklinde belirlendi. Toplantıda çıkan en önemli sonuçlardan bir tanesi de 29 Mart yerel seçimlerinden hemen sonra Kürt ulusal konferansının yapılması yönündeydi.
HESAP PKK’Yİ KONFERANS DIŞINDA TUTUMAK
Nisan veya Mayıs ayında yapması planlanan Kürt Ulusal Konferansı’nın katılımcılarının kim olacağı uzun süre tartışma konusu oldu. Türk devleti birçok Kürt partisinin katılımına ses çıkarmazken, KDP ve YNK üzerinde baskı kurarak, PKK, PJAK, PÇDK ve DTP’nin katılımını engellemeye çalıştı. Türkiye’nin bu tutumunun nedeni devletle işbirliği içinde olan Kürt partilerine ‘PKK’nin silah bırakması’ kararını aldırıp, PKK üzerinde ulusal bir baskı yaratma çabası olarak yorumlandı. En önemli hesabın 29 Mart Yerel Seçimleri’ne dönük olduğu iddia ediliyordu. Bu hesabın ‘DTP’yi seçimlerde ağır bir yenilgiye uğratıp, AKP’yi başarılı kılarak AKP’yi uluslararası alanda Kürt sorunun muhatabı olarak yansıtma’ şeklinde olduğu ifade ediliyordu.
YEREL SEÇİMLERE DOĞRU
Tüm bu hesapların arasında 29 Mart Yerel Seçimi maratonu başladı. AKP, DTP’nin elindeki belediyeleri de almada iddialıydı. AKP Genelbaşkanı Erdoğan, kendine o kadar güveniyordu ki; Diyarbakır’ı kast ederek ‘kaleyi alacağız’ diyebilecek kadar ileri gidebildi. DTP’yse Kürt sorununun muhataplarından biri olduğu kadar Türkiye partisi olduğunu da kabul ettirmek için elindeki belediye sayısını hem arttırmayı hem de batıdan bazı belediyeleri kazanmayı hesaplıyordu. AKP seçim propagandasını Ortadoğu’nun kanayan yarası Gazze ile Kürt sorunu üzerinden yaptığı için çekişmenin çetin geçeceği bekleniyordu. Bu yüzden de propaganda çalışmaları hem erken başladı hem de kimi yerlerde etik ölçülerin dışına çıkıldı.
Kemik oylarını koruma çabasındaki CHP ve MHP’nin, geçmiş seçimlerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da varlık gösteremediği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, birde konu Kürt sorunu olduğunda, AKP, DTP çekişmesinde AKP’ye arka çıkacakları tahmin ediliyordu. Bu yüzden de Kürt illerinde ciddi bir seçim çalışması yürütmediler. Hatta birçok yerde aday dahi göstermediler. Bu şekilde ‘Beyaz Kürtler’ diye tabir edilen devlet yanlısı Kürtlerin oylarını bölmeyerek, AKP’ye dolaylı destek sundular. Bu tutum ile Kürt sorununun varlığını inkar eden partiler AKP çatısı altında, Kürt sorunu Türkiye’nin temel sorunudur diyen DTP’ye karşı seçim yarışına girdiler. Bu da 29 Mart yerel seçimlerinin ‘referandum’ olarak yorumlanmasına neden oldu. Erdoğan CHP ve MHP’nin bu tutumu seçimlerden sonra ‘biz Türkiye’nin 81 vilayetinde varız. Ya siz?’ diyerek suiistimal etmeyi ihmal etmeyecekti.
Devletin parasıyla halktan oy istendi
Seçim yarışı aslında Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen Kimse Yok Mu derneğinin 2008’den itibaren Batman ve Diyarbakır başta olmak üzere Kürt illerinde eşya dağıtması ile başlatılmıştı. Sivil toplum kuruluşu gibi görünen bu dernek, İslam’ın yardımlaşma ve sadaka kültürü kisvesi altında özünde AKP propagandası yapıyordu. Seçimler her yaklaştıkça AKP bu yardım kampanyasının dozajını arttırdı. Devletin sosyal yardım fonuyla temin edilen yardımlar kimi yerde belediyeler, kimi yerde valilikler, kimi yerde sivil toplum kuruluşları eliyle dağıtıldı. Ekmek, kömür, yol, kırtasiye yardımları ile başlayan kampanya gıda maddeleri ve beyaz eşya dağıtımına kadar vardırıldı. Devletin vatandaşına yardımıymış gibi yansıtılan eşya dağıtımı, Türkiye genelinde yürütülüyormuş izlenimi verilmek istense de, esasında Diyarbakır, Dersim, Batman, Bingöl, Siirt, Bitlis, Van, Adana gibi AKP’nin kazanamama riski bulunun illerde yoğunlaştırıldı.
Seçmen listelerinde yüz binlerle ifade edilen hayali isimin tespit edilmesi ise seçimlere gölge düşüren hususlardan bir başkasıydı.
KCK EYLEMSİZLİK KARARI VERDİ
Yapılan her türlü propaganda ve karalama yetmezmiş gibi bazı basın kuruluşları çeşitli asparagas haberler yayınladılar. Seçimlere sandık kaçırma gibi yasa dışı hilelerinde karıştırılacağı hissine kapılan Koma Ciwakên Kürdistan (KCK), hem seçmenin rahat koşullarda geçmesi hem de kendi cephesinden seçimlere yönelik adil ve etik olmayan hiçbir müdahalenin gelişmeyeceğini garantilemek için 21 Mart Newroz Bayramı ile 29 Mart Yerel Seçimler arası dönemde tek taraflı eylemsizlik kararı verdiğini ilan etti.
SANDIKLAR DOĞRUYU SÖYLEDİ
29 Mart günü Türkiye’nin her tarafında seçimler sakin bir ortamda başladı. Fakat günün ilerleyen saatlerinde sandık başlarında yaşanan kavgalar duyuldu. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde sandık başında yaşanan kavgalarda 6 kişi öldü, onlarca kişi de yaralandı.
Seçimin ilk sonuçları açıklanmaya başlandığındaysa AKP başta olmak üzere birçok parti hayal kırıklığına uğradı. AKP iddia ettiği %47’nin çok gerisinde %38.8’de kalırken, CHP % 23.12, MHP %16.07, DTP %5.63 oy aldı. AKP’nin Kürt illerindeki oy oranı, 2007’ye kıyasla Van’da 19, Mardin’de 17, Adıyaman’da 16, Siirt’te 13, Hakkari’de 13, Batman’da 11, Diyarbakır’da 9 puan geriledi. Elindeki birçok belediyeyi kaybetti. Fakat Erdoğan en çok üzen iddia ettiğinin aksine Diyarbakır’da büyük bir hezimete uğraması, bu da yetmiyormuş gibi Van, Siirt ve Antalya gibi Kürtlerin yoğunlukta olduğu illerin belediyelerini kaybetmesiydi.
Seçimlere hile karıştırıldığı iddiasıyla Adana, Van, Ağrı, Bingöl gibi birçok ile ve ilçede itiraz başvurusu yapıldı. İtirazlar bazı yerlerde kabul edilirken, DTP’nin Ağrı’daki başvurusu İl Seçim Kurulu tarafından reddedildi. Oyların yeniden sayılması için Ağrı halkı sokaklarda gösteriler yaptı. Polis müdahale edince çatışma çıktı ve halk günlerce sokaklardan ayrılmadılar. Ağrı’daki seçim sonuçlarına ilişkin halkın ciddi kuşkuları bulunmasına rağmen, YSK itirazları kabul etmedi.
SEÇİMİN REVİZYON ETKİSİ
Seçimlerde en büyük oy kaybını AKP yaşadı. Elindeki birçok belediyeyi kaybetmesi yetmiyormuş gibi diğer partilerin ve Genelkurmaylığın desteğini alarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da DTP’ye karşı girdiği seçimden de mağlup çıktı. İddia edilenin aksine, DTP elindeki belediye sayısını 59’dan 99’a çıkardı. Ortaya çıkan tablo karşısında Genelkurmaylığın ilk tepkisi “Güneydoğu’daki sonuçlar üzerinde düşünüyoruz” şeklinde oldu. AKP de yeni bir durum değerlendirmesi yaptı ve kabinede revizyona gitme kararı aldı. Seçim yenilgisinin faturası, kaybedilen bölgelerde seçim çalışması yürütenlere kesildi. AKP’nin Van seçim çalışmalarını yürüten Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bunlardan sadece bir tanesiydi.
ULUSAL KONFERANS İÇİNDE TÜRKİYE’NİN HESABI TUTMADI
29 Mart Yerel Seçimleri’nin ardından Federal Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Hewler’de yapılması planlanan ulusal konferans tartışmaları yeniden alevlendi. Fakat AKP yandaşları seçimler istedikleri sonucu çıkarmadığı için kendilerinin planladığı konferansın bu dönemde yapılmasını ve böyle bir konferansta PKK ile KDP ve YNK’nin bir araya gelmesine sıcak bakmadılar. Bu sefer de PKK ısrarcı oldu. Türkiye’nin baskılarına direnemeyen KDP ve YNK ara bir formülle konferans tarihini geciktirerek gündemden düşürmeye çalıştı. Bu yüzden de Nisan’da yapılması planlanan konferans, ilk başta Mayıs ayına ertelendi. Ardından Mart 2010’a ertelendiği duyuruldu.
ASKER İKİ KİŞİ KATLETTİ
Halkın demokratik temeldeki sokak gösterilerine seçimlerden önce çok fazla müdahale etmeyen güvenlik güçleri, seçimlerin hemen ertesinde bir anda geçmiş yıllara döndüler. Öcalan’ın doğum günü 4 Nisan’da, doğum yeri Urfa’nın Halfeti ilçesine bağlı Amara (Ömerli) köyüne gitmek isteyen on binlerce Kürdü asker ve polis aşırı güç kullanarak engelledi. Çıkan olaylarda askerin açtığı ateş sonucu iki kişi yaşamını yitirdi. Bu olay sokakların fitilini yeniden ateşledi. Halk yeniden sokaklara döküldü.
KCK EYLEMSİZLİK DEDİ
Kürt açılımı temelinde hükümetin attığı adımları dikkatle izleyen, atılan adımları yetersiz ve aldatmaya yönelik olduğunu dillendiren, ama Türkiye’de bir ilkin gerçekleştirildiğini, bundan dolayı barışa bir fırsat verilmesi gerektiğini söyleyen KCK, Amara’da iki kişinin katledilmesine öfkelenen Kürtlere rağmen 13 Nisan-1 Haziran tarihleri arası dönemde tek taraflı eylemsiz ilan ettiğini duyurdu. Türkiye’nin operasyonlarını durdurması, önderleri Abdullah Öcalan’a yaklaşımların düzeltilmesi ve Kürt açılımının genişletilerek anayasal güvencelerin sağlanması gibi köklü adımların atılması durumunda eylemsizlik kararının kalıcılaştırılabileceği dahi ima edildi.
DTP’YE BİRİNCİ OPERASYON
KCK’nin tek taraflı eylemsizlik kararının üzerinden daha yirmi dört saat geçmemişti ki, Türkiye’de DTP operasyonu başlatıldı. Operasyonda gözaltına alınan 83 kişiden 51’i tutuklandı. Bu olay sokakların fitilini daha sönmeden yeniden alevlendir. Türkiye’nin her tarafında protesto gösterileri oldu. Bu gösteriler bazı yerlerde sokak çatışmalarına dönüştü. Hükümet yetkilileri operasyonun her ne kadar DTP’ye değil, KCK’nin Türkiye koluna yapıldığını iddia ettilerse de sokakları buna inandıramadı.
LİCE’DE 10 ASKER ÖLDÜ
KCK’nin tek taraflı ilan ettiği eylemsizlik kararıyla dahi muhatap olmadığını göstermek isteyen Genelkurmaylık, 29 Mart yerel seçimlerinden hemen sonra başlattığı askeri operasyonlarını son hız sürdürdü. DTP operasyonunun şoku daha atlatılamamışken, Diyarbakır’ın Lice ilçesi kırsalında operasyona çıkan askerlerde uzaktan kumandayla patlatılan bir mayın ile 10 askerin öldüğü haberi geldi. Seçim yenilgisinden sonra milliyetçi dalgayı yeniden körüklemek için doğan bu fırsattan yararlanmak istercesine, Genelkurmaylığın da kabullendiği ‘askerlerin operasyon esnasında öldüğü’ gerçeği kamuoyuna fazla yansıtılmadan, basında asker cenazeleri gösterildi.
Olayın Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un basın toplantısına denk gelmesiyse Genelkurmaylığın tepkilerini arttırdı. Bundan dolayı operasyonlar genişletilerek karadan ve havadan sınırın her iki yakasında sürdürüldü. Yıl boyunca devam ettirilen operasyonlarda onlar askerin daha ölümüne neden olundu.
BİLGE KÖYÜ KATLİAMI
Dünya kamuoyunun dikkatlerini Türkiye üzerinde odaklayan bir başka olayda 4 Mayıs günü Mardin’in Mazıdağı İlçesi’ne bağlı Bilge Köyü’nde yaşandı. Düğün yerine gelen maskeli kişilerin dört koldan otomatik silahlarla açtığı ateş sonucu 6’sı çocuk, 16’sı kadın olmak üzere toplam 44 kişi hayatını kaybetti. Devlet yetkililerinin yaptığı ilk açıklamalar katliamın faili olarak PKK’yi işret eder nitelikteydi. Fakat katliamdan yaralı kurtulan köyün muhtarının ve görgü tanığı Osman Çelebi’nin ‘saldırıyı kendileri gibi korucu olan akrabalarının yaptığı’ yönündeki ifadeleri ve köy muhtarının “Katliamı ‘PKK yaptı’ dedirtmek içinde herkesi vurdular” sözlerinden sonra PKK üzerindeki töhmet kalktı. Görgü tanıklarının bu sözleriyle dikkatler korucular ve koruculuk sistemi üzerinde yoğunlaştı. Hükümet ve Genelkurmaylık dikkatleri dağıtmak için katliam nedenini ‘namus’, ‘töre’, ‘aşiret kavgası’, ‘kız meselesi’ diyerek izah etmek istedilerse de mağdurların ifadeleri aralarında herhangi bir husumet konusunun da bulunmadığı yönündeydi. İnsan Hakları Derneği ve çeşitli üniversitelerden 22 bilim adamının yaptığı incelemelerin sonucunda da katliamın ‘töre’ kaynaklı olmadığı, koruculuk sistemi kaynaklı olduğu açığa çıktı.
KORUCULUK SİSTEMİ GÜNDEMDE AMA!
Bilge Köyü’nde yaşanan katliam koruculuk sisteminin kaldırılması tartışmalarını yeniden gündeme taşırdı. TBMM’ye kadar taşırılan bu tartışmalar karşısında Genelkurmaylık ve hükümet savunmaya geçti. Genelkurmaylıktan yapılan açıklamaların hepsinde “olayla koruculuk kurumu arasında bir bağ kurularak korucuların kurumsal olarak ve bir bütün olarak sorumlu gösterilmeye çalışılmasını ön yargılı ve yanlış bir uygulama olarak değerlendiriyoruz” denildi.
Hayat Boyu Eğitim Gelişim Derneği’nin (HEGEM) 22 bilim adamı ile birlikte yaptığı araştırma ise tam tersini yansıttı. Hazırladıkları raporda şu belirlemeler yer aldı; “Olayda ekonomik çıkar ve güç çatışması ve sistemden kaynaklanan bazı sorunlar birbirini tetiklemiştir. Olay tamamen şiddeti içinde barındırmaktadır. Kapalı ve geniş aile görünümündeki failler, kendi adaletlerini gerçekleştirmişlerdir. Şiddet araçlarına sahip olmak ya da kolay erişim, şiddet eylemlerini kolaylaştırmaktadır. Bu olayda erkek failler korucu olup hepsinin silahı vardır.”
13 MAYIS: İKİNCİ DTP OPERASYONU
Konya, İstanbul ve Antalya’da PKK’ya yönelik 13 Mayıs günü eş zamanlı düzenlenen operasyonda aralarında DTP Konya İl Başkanı ile Selçuk Üniversitesi’nde okuyan 10 öğrencinin de bulunduğu 20 kişi gözaltına alındı. Emniyet yetkilileri birinci operasyonda olduğu gibi operasyonun DTP’ye değil, PKK’ye yönelik olduğunu, tutuklananların PKK ile ilişki içinde olduklarını iddia etti.
Aynı gün, farklı bir koldan da Ankara Barosu’na kayıtlı 4 avukat ile Ardahan Üniversitesi’nde okuyan 11 öğrenci tutuklandı. Üstelik bu avukat ve öğrenciler direkt PKK’ye yardım ve yataklık suçlamasıyla tutuklandıkları için dosyaları da Konya ve diğer ilerde tutuklananlardan ayrı ele alandı.
ASKER ASKERİ ÖLDÜRDÜ, PKK YAPTI DENİLDİ
Uzun süre PKK alehtarı propagandaların yapılmasına neden olan, ama iç yüzü anlaşılınca üstü kapatılan bir başka olayda 27 Mayıs günü Hakkari’de yaşandı. Çukurca kırsalında patlayan basmalı bir mayınla 6 asker öldü, 8 asker yaralandı. Mayını döşedi denilerek, PKK günlerce lanetlendi. Fakat olayın üzerinden birkaç ay geçtikten sonra patlamayla ilgili bir ses kaydı internet sitelerine düştü. Kayıtta, bölgede görevli tugay komutanı Z.E., tümen komutanı tümgeneral G.K.’ye, “Bu mayınlar büyük olasılıkla bizim. Bizim çocukları koruyayım diye bizzat kendim yerleştirdim” diyerek itirafta buluyordu. Eylül ayında DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani olayı meclis gündemine taşımış olsa da kamuoyu nezdinde PKK’ye bir sefer mal edilmiş olayı kaşıyarak ordu yıpratılmak istenmedi. 6 askerin ölümü duymazlıktan, görmezlikten gelinerek, olayın üstü kapatıldı.
28 MAYIS: ÜÇÜNCÜ DTP OPERASYONU
Polis ve jandarma İzmir, İstanbul, Ankara, Manisa ve Van’da ortak düzenlediği eş zamanlı operasyonda KESK Genel Sekreteri ile aralarında öğretmen ve sağlık çalışanlarının da bulunduğu 35 kişiyi gözaltına aldı. Emniyet yetkilileri, DTP ile ilişkileri bulunan zanlıları, yine PKK üyesi olmaktan gözaltına alındıklarını açıkladı.
KÜRDİSTAN SEÇİMLERİNDE SÜRPRİZ
Güney Kürdistan’da halk Federal Kürdistan Bölge Başkanı’nı halkoylamasıyla işbaşına getirmek için ilk kez 25 Temmuz’da sandık başına gitti. Başkanlık için Mesut Barzani’yle birlikte dört adayın yarıştığı seçimlerde, 111 sandalyelik parlamento da yeniden belirlendi. Parlamento seçimlerine ise KDP ve YNK ortak ‘Kürdistan’ listesiyle girerken, İslamcılar da ortak bir listeyle katıldılar. Seçimlerin en sürpriz ismi ise YNK’den ayrılan Noşirvan Mustafa’nın kurduğu ‘Goran’ listesiydi. Türkiye’nin PKK’le sürekli bağlantılandırmaya çalıştığı PÇDK’nin ‘Hiwa’ listesinin ise seçimlere katılmasına izin verilmedi.
KDP lideri Mesut Barzani Süleymaniye’den çok fazla oy alamazsa da Hewler ve Duhok’ta üstünlük sağlayarak, yeniden Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı oldu.
Parlamento seçimleri ise tahminleri altüst etti. Noşirvan Mustafa’nın ‘Goran’ listesi Süleymaniye’deki oyların %50’sinden fazlasını alarak, YNK’nin de dahil olduğu Kürdistan listesini büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu sonuçla YNK lideri Celal Talabani’nin kalesi olarak görülen Süleymaniye, Talabani’nin elinden alındı. Sürpriz bir çıkış yapan ‘Goran’ listesi 111 sandalyeden 28’ini, ‘Kürdistan’ listesi 55’ini, İslamcılar 15’ini kazanırken, geri kalan sandalyeler azınlıklar ve diğer listeler arasında paylaşıldı. Bu sonuçlara göre KDP ve YNK’nin ortak ‘Kürdistan’ listesinin başkanı Behrem Salih Federal Kürdistan Bölgesi’nin yeni Başbakanı oldu.
ÇÖZÜME 45 GÜN DAHA
Hakkari’de 6 askerin ölümünün hemen ardından DTP’ye yönelik üçüncü operasyonun yapılması, üstelik bunların KCK’nin tek taraflı ilan ettiği eylemsizlik kararının bitmesine birkaç gün kala yaşanması kafaları karıştırdı. Bu dönemde DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş “Bu süreci bozup tekrar çatışmaya sürüklemek ve diyalog zeminini ortadan kaldırmak isteyen güçler fırsat kolluyor” diyerek, tartışma zemininin ve diyalog arayışı zeminin sürdürülmesi talebinde bulundu. Aynı dönemde Türkiye’de barışın ve çözümün gelişmesi için bir yol haritası hazırladığını, bu konuda herkesten görüş istediğini söyleyen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Ağustos’un sonlarına kadar hazır hale getireceği yol haritası için KCK’den eylemsizlik kararını 1 Eylül’e kadar uzatılmasını talep etti. Birçok kesimden gelen talepleri göz önünde bulundurduklarını belirten KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, barışa fırsat vermek için eylemsizlik kararını 15 Temmuz tarihine kadar uzattıklarını açıkladı. İki aydır sürdürdükleri eylemsizlik kararına rağmen Türk ordusunun Lice, Cudi, Gabar gibi birçok alanda ara vermeksizin sürdürdüğü operasyonları ve Kürt halkına yönelik geliştirilen baskıları göz önünde bulunduran Karayılan, saldırılar karşısında meşru-müdafaa haklarını saklı tuttuklarının da altını çizdi.
BAŞBUĞ: ‘ARAR BULUR YOK EDERİM’
KCK demokrasi, barış ve çözümün gelişmesinin ön koşulu olan çatışmasız bir ortam yaratmak için her ne kadar tek taraflı eylemsizlik süresini uzatsa da, çatışmaların diğer tarafında yer alan Genelkurmaylığın tutumu merak konusuydu. KCK’nin kararına eylemsizlik kararına Genelkurmay Başkanı Org İlker Başbuğ Washington’dan, “arar, bulur, yok ederim” cevabını verdi. Başbuğ’un cevabı kısaydı, ama mesajı netti.
Ordu’nun Nisan ayında başlattığı operasyonlar Mayıs ayında Garısa ve Diyarbakır’da yoğunlaştırmıştı. Halk Savunma Birlikleri (HPG) bu operasyonlarda çok sayıda gerillanın yaşamını yitirdiğini açıklamıştı. Başbuğ’un açıklamasından sonra operasyonlar daha da yoğunlaştı. Siirt, Şırnak, Dersim, Diyarbakır ve Hakkari’nin Çukurca ve Şemdinli ilçeleri kırsallarında günü birlik operasyonlar düzenlendi. Bazı operasyonlar haftalarca sürdü. Sadece Hakkari’nin Çukurca ilçesi kırsalında 8-15 Eylül tarihleri arasında yapılan operasyonda 8 gerilla yaşamını yitirdi. Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi Balkayalar (Govende) dağında yapılan operasyonda 4 asker öldü. Çatışmalar günlerce devam etti. Sınırın diğer yakasındaki Basyan, Avaşin, Meze, gibi alanlara uçak ve topla düzenlenen bombardımanlar ise neredeyse rutin bir hal aldı.
KORUCULAR KATLETMEYE DEVAM ETTİ
Geçici Köy Korucuları’nın devlet silahıyla 2009 yılında işledikleri cinayetler Bilge Köyü katliamı ile sınırlı kalmadı.
25 Temmuz’da Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’ne bağlı Beşağaç Köyü’nden Günyüzü Köyü’ne gitmekte olan DTP’li Necmi Ölmez ile Ferhat Erdiş silahlı kişilerce katledildi. Olaya başta faili-meçhul süsü verilmek istendiyse de kısa sürede Hançer Timi’ne bağlı korucuların yaptığı tespit edilip, filleri tutuklandı.
4 Kasım günü de Diyarbakır’ın Ergeni ilçesinde İsmail Akyol ve oğlu Abbas Akyol, rüşvet istedikleri Necmettin Aras’tan parayı alamayınca, devletin verdiği kalaşnikoflarla Necmettin ve Perihan Aras çiftiyle birlikte dört kişiyi öldürdüler.
İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre devletin verdiği silahla korucular son 19 yılda öldürdükleri tespit edilen sivil insan sayısı 235 ulaştı. Bin 415 de olaya karıştılar.
TÜRKİYE TAMPON BÖLGE OLUŞTURUYOR
PKK ile Türk ordusu arasında yirmi beş yıldır süren savaşta Türk ordusunun en yaratıcı ve en masumane görünen ama toplumsal açıdan en büyük tehlikelere neden olacak olan askeri taktiği 2009 yaz aylarında deşifre oldu. Şemdinli’den başlayıp Silopi’ye kadar uzanan sınır hattı üzerinde 2008 yılında 11 barajın projesi hazırlanmış, bunlardan bazılarının temeli dahi atılmıştı. Bunlara paralel olarak sınır hattı boyunca tüm tepelere ve karakollara yol yapım çalışması başlatılmıştı. Yapılan barajlar tamamlandığında sınır hattının büyük bir bölümü su ile doldurulurken, bu barajlarda toplanan suların tarımda kullanılmasının da mümkün olmadığı tespit edildi. Bu durumu Ağustos ayında deşifre eden KCK Yürütme Konsey Üyesi Duran Kalkan, Genelkurmaylığın son taktiğini şu sözlerle deşifre ediyordu; “Botan, Zağros hattında tampon bölge oluşturuyor. Tam bir askeri bölge yaratıyor. Yol ve barajlarla araziyi ortadan kaldırıyor. Ardından sivil nüfusu da sürecek, tehcir edecek, ondan sonrasında da tampon bölge yaratmış olacak. Herkes dikkat etsin, oyuna gelmesin, birkaç tatlı söz onları aldatmasın.”
Kalkan, bazı kesimlerin HPG’ye dayattıkları ‘gerillalarını sınırın dışına çekme’ söylemlerinin de bu taktiğin bir parçası olduğu ve barajlar bitme aşamasına gelen kadar HPG’ye buna ikna çabası olduğun dikkat çekiyordu. Baraj kapaklarının kapatılmasıyla sınırın içindeki gerillaların dışındakiler olan bağlantıları koparılarak her iki tarafta boğma hareketine başlanacağı uyarısı yapıyordu.
AKP YOL HARİTASI HAZIRLIYOR
Genelkurmaylık PKK’yi boğmaya çalışırken, AKP hükümeti de demokratik açılım adına raporlar hazırlamaya başladı. Özellikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümüne ilişkin bir yol haritası hazırladığını ve bu konuda herkesin görüş ve önerilerini beklediğini açıkladığı Mayıs ayından sonra AKP’de yol haritası çıkaracağını belirtti. Temmuz ayında İçişleri Bakanı Beşir Atalay bu temelde görevlendirildi.
Çeşitli kesimlerin görüş ve önerilini dinlemekle çalışmaya başlayan Atalay, bu süreçte DTP’nin de içinde olduğu 5 siyasi parti ve çok sayıda sivil toplum kuruluşuyla görüştü. AKP’nin demokratik açılımına ilk günden karşı çıkan CHP ve MHP ise görüşme talebini reddetti. Atalay’la paralel çalışan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’da bu sürede Bağdat, Şam, Tahran ve Washington’un nabzını tuttu.
ÖCALAN’IN YOL HARİTASINA DEVLET EL KOYDU
Kürt sorununun çözümüne ilişkin AKP’nin bir yol haritası çıkarmaya çalıştığı bir dönemde KCK’nin eylemsizlik kararının bitiş tarihi olan 15 Temmuz geldi. KCK hem önderlerinin açıklayacağı yol haritasını hem de AKP hükümetinin yürüttüğü Kürt açılımının sonuçlarının nereye vardırılacağını beklemek için eylemsizlik kararını 1 Eylül’e kadar uzattı.
Bu süre zarfında Öcalan hazırladığı yol haritasını, avukatları aracılığıyla kamuoyuna paylaşılması için, İmralı cezaevi müdürüne teslim etti. Fakat savcılık Öcalan’ın yol haritasına el koydu. Kamuoyunun tepkisine neden olan bu durum, kitlelerin ‘Yol Haritamızı İstiyoruz’ talebiyle yeniden sokaklara dökülmesine neden oldu.
EYLEMSİZLİK NE BİTTİ, NE BİTMEDİ
Adalet Bakanlığı Öcalan’ın yol haritasını inceliyoruz bahanesiyle avukatlarına vermedi. Ama bu arada KCK’nin tek taraflı ilan ettiği ve iki sefer uzattığı eylemsizlik kararının da sonuna gelindi. Kürtlerin ‘yol haritamızı istiyoruz’ talebine rağmen Bakanlık ‘ne vereceğiz, ne de vermeyeceğiz’ dedi. Devletin bu tutumuna karşılık KCK de eylemsizlik kararı bittiğinde kararı ne uzattılar, ne de uzatmadılar. Herkes ve her şey beklemedeydi.
DTP’YE 4. OPERASYON
Gerçi sessizlik çok fazla sürmedi. On gün sonra, 11 Eylül günü, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla KCK’nin sözde şehir yapılanmasına operasyon yapılıyor denilerek, 10 DTP’li tutuklandı. Devletin bu tutumuna öfkelenen TBMM Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş “Bu tutuklamalar bizim için yenilir yutulur değildir” diyerek hükümeti uyarıyordu. 4. DTP operasyonu Öcalan’ın yol haritasının verilmemesine rağmen, ‘belki verilir’ diyerek bekleyen hem Kürt halkının, hem de süresi biten eylemsizlik kararının açıklamasını geciktiren KCK’nin sabrını taşıran son damla oldu. DTP’liler hemen hemen her gün sokaklarda boy göstermeye, her türlü demokratik eylem türüne başvurmaya başladılar. Yaşananlar karşısında DTP’nin yaklaşımını pasifist bulan Kürtler ise tepkilerini araç yakarak göstermek istediler. 3. DTP operasyonundan sonra daha yeni yeni sakinleşmeye başlayan sokaklar yeniden ısınmaya başladı.
İKİ AYRI BAŞ İKİ AYRI RAPORDA UZLAŞTI
Bu arada İçişleri Bakanı Atalay’ın Kürt sorununa ilişkin iki ayrı rapor hazırlayacağı yönünde bir tartışma gündeme oturdu. Tartışmaya göre ‘Genelkurmay ve MİT’in onayını alacak olan birinci rapor, PKK’ye karşı alınacak askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel önlemlerin tamamını içerecek. Bu yüzden gizli tutulacak. İkincisi ise, kamuoyunun refleksleri düşünülerek olası tepkilerin de önüne geçebilecek şekilde hazırlanıp, kamuoyuna açıklanacak’ şeklindeydi. Mecbur kalmadıkça Kürt kelimesini ağzına almayan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un AKP’nin Kürt açılımı gibi sözlerine ve girişimlerine karşı neden sessiz kaldığı bu tartışmalar ile açığa çıktı. Üstelik bir taraftan Kürt açılımından söz edilirken, diğer taraftan DTP’ye yönelik operasyonların yapılıyor olması, Kürtlerin en demokratik haklarını kullanma istemlerine polisin aşırı güç kullanmasına izin verilmesi, operasyonların durdurulması kamuoyuna yansıtılacak olan raporun mantığına ters iken, sözü edilen asıl veya birinci raporun mantığı ile ancak uyumlu olabilirdi. Gizli tutulan birinci raporun mantığını Murat Karayılan şu şekilde yorumluyordu; “‘Kürtleri artık inkar etmeyelim, bireysel hakları tanıyalım, ekonomik ve kültürel tedbirleri alalım, ama PKK’yi imha edelim’ anlayışıdır.”
SURİYE: TÜRKİYE’DEN YANA TARAFIZ
Demokratik açılım paketinin dış bağlantılarını kurmakla görevli Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, çalışmalarının ilk ürününü Suriye’den aldı. Günü birlik bir ziyaret için 16 Eylül günü Türkiye’ye gelen Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın Başbakan Erdoğan ile Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı görüşmenin ardından yaptığı açıklama bunu belgeledi. Esad, Türkiye’nin PKK’yi tasfiye çalışmalarında Türkiye nüfusuna kayıtlı Kürtlerin dönüşü sağlandığında, Suriye, İran ve Irak nüfusuna kayıtlı Kürtlerin nasıl konumlandırılacağı sorusuna Suriye cephesinden açıklık getirdi. PKK’nin tasfiyesinde Türkiye ile ortak hareket ettikleri mesajını veren Esad, “Silah bırakırlarsa dağdaki Suriyeli PKK’lileri vatandaşlığa alırız” dedi. Esad’ın açıklamasının ironik yanı, Suriye devletinin kuruluşundan önce de o topraklarda yaşadığı belgeli olan, ama hala vatandaş kabul edilmeyen 250 bin civarında Kürdü de vatandaşlığa alıp almayacağını söylememesiydi.
SINIRÖTESİNE BİR TEZKERE DAHA
AKP’nin Kürt sorununa eğilmesini Türkiye açısından olumlu bir adım olarak değerlendiren Öcalan, Türkiye’de oluşturulan toplumsal hassasiyetleri göz önünde bulundurarak, kendisinin veya PKK’nin muhatap alınamaması durumda DTP’nin muhatap alınabileceğini söyleyerek çözüme katkı sunmaya çalıştı. Öcalan ‘sorun varsa, en az iki muhtap vardır’ mantığından hareketle Kürt sorununda diğer muhatabın adresini göstermeye çalışırken, devlet 11 Eylül’de DTP’ye 3. operasyonu da yaparak muhatabı kabul etmediğini beyan etmişti. Çözümde muhatap alınabilecek bir diğer kesim ise PKK’eydi. AKP’nin Kürt sorununun çözümünde muhatap arayıp aramadığının, çözümde samimi olup olmadığının sınavı, ilki 2007’de çıkarılan ve her yıl uzatılan, sınırötesi operasyon tezkeresiyle belli olacaktı. AKP tezkerenin uzatılma tarihi olan 17 Ekim’i dahi beklemeyip, birkaç gün öncesinden kararı meclisten geçirerek ‘Kürt sorununun çözümünde kimseyi muhatap almıyorum’ mesajı verdi. Öcalan’a yaklaşım ise 17 Kasım’da belli olacaktı.
ÜÇÜNCÜ BARIŞ GRUBU TÜRKİYE’DE
AKP hükümeti sınırötesi operasyon için izin vererek Kürt sorununun çözümünde askeri yöntemde ısrar ederken, KCK 19 Ekim günü 3. Barış Grubu’nu Türkiye’ye gönderdi. Mahmur Mülteci Kampı’ndan 26 kişi, Kandil’den de 8 gerilladan oluşan Barış Grubu, Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yaptı. Hemen sınır kapısında, İçişleri Bakanlığı tarafından özel görevlendirilen savcılar tarafından, ifadeleri alınan grup üyelerinden 29’u ilk ifadelerinden sonra hemen serbest bırakıldı. Tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edilen 5 kişiyi ise, yine Bakanlığın özel görevlendirdiği hakimler tarafından serbest bırakıldı. Yüz binlerce insanın karşıladığı Barış Grubu üyeleri, gittikleri her yerde insan selinin sevinç gösterileriyle karşılaştı.
İlk ikisi 1999’da gelen barış gruplarının tüm üyeleri tutuklanıp, yıllarca hapis yatmaya mahkum edilirken, bu yıl gelen üçüncü barış grubunun serbest bırakılması Kürtler arasında sevinçle karşılandı.
KONSEPTİN ÖZÜ: PİŞMAN DEĞİLSENİZ NİYE GELDİNİZ
Türkiye basını Barış Grubu üyelerinin gelişini ‘teslimiyet’ diye lanse etmek istediyse de grup üyeleri, üzerine basa basa, ‘Türkiye’de tıkanan siyasetin önünün açılması için Sayın Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda barış elçileri olarak geldik’ dediler. Bu arada Habur’da ilk ifadelerinden sonra mahkeme karşısına çıkarılan 5 PKK’liye de ‘etkin pişmanlık yasasından yararlanmaları ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için ‘sayın’ dememelerinin dayatıldığı açığa çıktı. Barış Grubu üyeleri ‘biz sayın Öcalan’ın istemiyle barış elçisi olarak geldik’ dedikçe, halkın sevinç gösterileri arttı. Gösteriler AKP’nin, barış grubunun etkin pişmanlık yasasından yararlandığı izlenimi yaratarak, Öcalan’ı ve PKK’yi devre dışı bırakma hesaplarını bozdu. Muhalefet de yüklenince AKP’de ağız değiştirerek, ‘şova dönüştürmeyelim’, diye uyarmaya başladı. Erdoğan’a cevap Kandil’den “şov değil barış istemi” diye geldi. Halk sevinç gösterilerine devam edince Erdoğan’ın tutumu yüz seksen derece değişti. Direkt Kandil’i hedefleyerek gösterilerin durmaması halinde ‘sil baştan yaparız’ tehdidinde bulundu. O ana kadar Barış Grubu’na ilişkin ne ‘barış elçileri’ nede ‘teslim oldular’ şeklinde bir üslup kullanmayan AKP kurmayları, bir anda ağız değiştirdiler. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, bir basın toplantısında hükümetin değişen politikasını tek bir soruya sığdırdı; “Pişman değilseniz niye geldiniz?”
DÖRDÜNCÜ BARIŞ GRUBU BEKLEMEYE ALINDI
PKK 3. Barış Grubu’ndan sonra Avrupa’dan da 4. Barış Grubu’nu Türkiye’ye göndermeyi planlıyordu. Bunun hazırlıklarını da tamamlamıştı. Fakat “Biz bu adımı attık buyurun siz de bir adım atın. Durup bekleyeceğiz, devletin ve hükümetin atacağı adım ne olacak ona bakacağız” diyen Karayılan, Türkiye’nin atacağı adımı bekledikleri mesajını vermişti. Başbakan Erdoğan’ın ve yardımcısı Çiçek’in 3. Barış Grubu’na ilişkin sözlerinden sonra KCK yetkilileri, ‘Türkiye’de hükümetin ve muhalefetin Barış Gruplarını barışı geliştirmede değil, PKK’yi tasfiyede kullanmaya çalıştığına’ dikkat çekerek, Avrupa’dan göndermeyi planladıkları grubu durdurduklarını açıkladılar.
TÜRKİYE’DE IRKÇI TEZAHÜRAT
AKP’nin demokratik açılım söylemlerine CHP ve MHP milliyetçi duyguları kaşıyarak muhalefet edince, AKP de gelişen muhalefet karşısında parmak attığı kangrenleşen yara Kürt sorunu tedavi etmeden çark edince olaylar sokaklara taştı. Siyasetin tepsindeki kafa karışıklığı sokaklara Kürt, Türk çatışması şeklinde yansıdı. Bunun sonucu olarak, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde ülkücü öğrenciler Kürt öğrencilere saldırdı.
Bu olaydan çok kısa bir süre sonra 3 Kasım da İzmir’de DTP il binasına kimliği belirsiz kişi veya kişilerce saldırı düzenlendi. DTP Ankara il binasına benzer bir saldırı düzenlendi.
Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi’nden, Tekirdağ’ın Hayrabolu İlçesi’ne çalışmaya giden Kürt işçiler, kendi aralarında Kürtçe konuştukları için 14 Kasım günü linç girişimine maruz kaldı.
Türkiye’de yaşanan duygu ayrışmasının vahameti yeşil sahalarda da hissedildi. Diyarbakırspor Bursa ve Antep’te çıktığı maçlarda seyircilerin ırkçı tezahüratlarıyla karşılandı.
RANDEVULAŞAMAMALAR
Temmuz ayında hükümetin Kürt açılımına ilişkin iki ayrı rapor hazırlığı içinde olduğu açığa çıkmıştı. Raporlardan birinin kamuoyunun nabzına göre hazırlanacağı ve duyurulacağı söylenirken, esas raporun hükümet, Genelkurmaylık ve MİT (MGK üyeleri) ile sınırlı ve gizli kalacağı birçok ajansa yansımıştı. Kürtler konusunda katı bir tutum sahibi olan Genelkurmaylığı, AKP’nin Kürt açılımı karşısında sessiz kalmasının nedeni de konseptte ortaklaştıkları şeklinde yorumlanmıştı.
Anamuhalefet partisi CHP’nin farkında olmadan gizli kalacak olan rapora muhalefet ediyor olması AKP’nin icra gücünü zayıflatıyordu. Bundan dolayı da Başkan Erdoğan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile uzun süre ikili bir görüşme yapmak istedi. Baykal, “Türkiye’den saklanan bir tuzak kuruldu” diyerek talebi reddedince, Cumhurbaşkanı Gül farklı bir koldan devreye girdi. Gül Kandil ve Mahmur’un boşaltılma planlarının tartışılacağı MGK toplantısına anamuhalefet partisinin de katılmasını önerdi. CHP bu teklifi de kabul etmedi. Erdoğan ile Baykal arasında yaşanan ‘randevulaşmama’ sorunu 2009 yılının en traji-komik olayı haline geldi. 2009 yılındaki ‘randevulaşmama’ların ironisiyse; bir taraftan DTP Kürt sorunu konusunda tartışmak için Başbakan Erdoğan’dan randevu talep ederken Erdoğan’ın talebi reddetmesi, diğer taraftan Erdoğan aynı konuda CHP’den randevu talep edince de CHP’nin reddetmesinde gizliydi.
AKP’NİN YOL HARİTASI MECLİSTE
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümüne ilişkin hazırladığı yol haritasının avukatlarına verilmemesi Kürtlerin tepkilerine neden olsa da AKP hükümetinin hazırladığı yol haritası da merakla bekleniyordu. Dört aylık bir bekleyişten sonra AKP yol haritasını 10 Kasım günü meclis gündemine getireceğini açıkladı. Kürt açılımına baştan beri muhalefet yapan CHP ve MHP bu sefer ‘neden 10 Kasım?’ diye muhalefet yapmaya başladı. 10 Kasım’da ‘olur’, ‘olmaz’ tartışmaları arasında meclis ‘Kürt açılımı’ gündemiyle toplandı.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın hazırladığı yol haritasında belirlediği kırmızıçizgiler şu şekildeydi; “Bunlar, genel af ve ana dilde eğitim. Bu çerçevede, Kürt alfabesinde yer alan harflerin, şu andaki mevcut alfabeye dahil edilmesi de düşünülmüyor. Kürt açılımı konusunda atılacak adımlar, Anayasa’nın ilk üç maddesine, aykırı olmayacak. Ayrıca üniter yapıya aykırı hiçbir adım atılmayacak.”
AKP’nin aylardır merakla beklenen yapılabilinecekleri ise şunlardı; “Cezaevlerinde Kürtçeye izin verilmesi, Mahmur kampının ve Kandil’in boşaltılması için Türk Ceza Kanunu’nun etkin pişmanlığı düzenleyen 221. Maddesinin değiştirilmesi, özel televizyonlarda 24 saat Kürtçe yayın hakkının tanınması, yerleşim yerlerine Kürtçe isme izin verilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Kürtçenin seçmeli ders olabilmesine olanak tanınması, anadilde propagandaya izin verilmesi, ilk ve ortaöğretimde tarih kitaplarında Kürtleri yok sayan ifadelerin değiştirilmesi.”
Hükümetin hazırladığı iddia edilen raporlardan ikincisi meclis aracılığıyla kamuoyuna da açıklandı. MGK için hazırlandığı söylenen birinci raporda nelerin olduğunu kimse bilmese de ikincisi kimseyi memnun etmeye yetmedi. CHP ve MHP raporu ‘Türkiye’yi bölme’ olarak yorumlarken, Kürtler ‘tasfiye planı’ dedi.
En sert tepki ise KCK’den geldi. “Kürt halkının iradesi tanınmadan, muhataplarıyla diyalog kurulup müzakere edilmeden Kürt sorunu çözülmez” diyen KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, sorunun çözüm yolu “Önce insan öldürmeye son verecek olan operasyonları durdurma, Kürt halkının iradesini tanıma, temsilcilerini muhatap alma ve müzakere sürecini başlatmaktır” dedi. KCK, AKP hükümetini hiçbir somut çözüm içermeyen gayrı ciddi tutumundan vazgeçmeye çağırıyordu.
ÖYMEN DERSİM KATLİAMINI SAVUNDU CHP SAHİP ÇIKTI
TBMM’de Kürt açılımı ve Atalay’ın hazırladığı yol haritası tartışılırken, bir anda milletvekillerinin ve kamuoyunun gündemi CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in ön görüşmelerde yaptığı konuşmada Dersim isyanının bastırılma yöntemini öven sözlerine takıldı. Öymen, AKP’ye “Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kimse ‘analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım’ dedi mi?” diye soruyordu. Öymen’in bu sözleri Aleviler ve Dersimliler arasında ‘Öymen istifa’ sloganları ile karşılandı. DTP ve AKP milletvekilleri ile aydınlar Öymen’in sözlerini geri çekmesini isterken, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal onu destekledi. CHP’nin Dersimli Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun da başta ikircikli, ama sonradan Öymen’i sahiplenen yaklaşımları Alevileri derinden yaraladı. CHP yöneticilerinin bu tutumundan dolayı Aleviler birçok yerde CHP’den istifa etti ve yeni bir oluşama gitmeye hazırladı. Öymen’in sözlerine CHP dışından tek destek ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Alevi MHP’lilerden geldi.
ÖYMEN’İN ÇIKIŞI AKP’NİN DE İÇ YÜZÜNÜ AÇIĞA ÇIKARDI
Öymen’in Dersim katliamını öven sözleriyle birlikte Dersim ve Tunceli tartışmaları gündeme girdi. Medya kuruluşları ve siyasetçiler farkında olmadan, 1937 yılında Dersim isyanı bastırıldıktan sonra ismi Tunceli olarak değiştirilen ve kullanımı yasaklanan Dersim ismini fiili bir durum olarak telaffuz etmeye başladı. Bu durum yerleşim yerlerinin esas isimlerini yeniden gündeme getirdi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın “Ben doğrusu il ve ilçe ismi değiştirilmesini hiç onaylamıyorum” sözleri, AKP’nin yol haritasında samimi olmadığı yorumlarını arttırdı. Çünkü Atalay’ın sözleri, bizzat kendisinin hazırladı ve daha bir hafta önce meclise sunduğu yol haritasındaki ‘yerleşim yerlerine Kürtçe isme izin verilmesi’ maddesine tersti.
CEZAEVİ DEĞİŞTİ AMA KOŞULAR AĞIRLAŞTI
Uzun süredir gündemde olan bir konuda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutukluluk koşullarıydı. CTP’nin de yaptığı incelemeler sonucunda Öcalan’ın yerinin değiştirilmesi uzun süreden beridir gündemdeydi. Böylesi bir nakil için İmralı adasında başka bir cezaevi yapıldığı duyumu uzun süredir alınıyordu. Nihayet 17 Kasım günü yeni cezaevine nakledildi. Ayrıca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan 5 tutuklu daha aynı cezaevine gönderildi. Bu şekilde tek kişilik kapalı İmralı cezaevi AB standartlarına getirilmiş gibi gösterildi.
17 KASIM DARBESİ
Tam da o dönemde devletin hazırladığı yol haritasını değerlendiren Öcalan, Türk Ceza Kanunu’nun etkin pişmanlığı düzenleyen 221. Maddesinin değiştirilerek gündemleştirilmesi fikrini ‘tasfiyede ısrar çabası’ olarak yorumladı. Gizli planların yürütüldüğüne dikkatleri çekti. DTP operasyonlarının, kendisinin yeni cezaevine nakledişlinin de bu planın bir parçası olduğunu ve startının 17 Kasım günü verildiğini söyledi. Devletin izlediği politikaları Kürt Özgürlük Hareketine yönelik bir ‘darbenin başlangıcı’ olarak tanımladı. Nakledildiği yeni cezaevinde susturulmaya çalışıldığının altını çiziyordu.
Nakledildiği yeni hapishanede Öcalan’a ‘konuşma’ yaklaşımının dayatıldığının, koşullarının eski yerine nazaran daha da ağır olduğunun ve nefes alma sorunları yaşadığının duyulmasıyla Kürt halkı sokaklara döküldü. Polislerin müdahalesi olduğunda da çatışmaya girmekten kaçınmadılar. Polis günlerce süren olayların kontrolünü sağlamada yetersiz kalınca DTP’lileri devreye koydu. DTP’lilerin de çabaları sonuç vermeyince Adalat Bakanlığı İmralı koşullarını incelemek için bir heyet göndermek zorunda kaldı. Yapılan ilk incelemelerin sonucunda havasızlık sorunu tespit edilerek yeni pencereler açıldı. Öcalan’ın içinde tutulduğu hücrenin fotoğrafları yayınladı ve koşulların AB standartlarında olduğu açıklandı. Fakat Kürt halkı cezaevinde CTP’nin incelemesini talep ederek gösterilere devam etti. Sonunda devlet onu da kabul etmek zorunda kaldı.
AYNA: AÇILIM BİTTİ
Uzun süredir Türkiye’yi tehdit eden ırkçılık 22 Kasım günü yine İzmir’de hortlatıldı. Polisin ‘halkın tepkisi’ diye sıradanlaştırdığı olay DTP Eş Başkanı Ahmet Türk’ü taşıyan konvoya taşlı, sopalı saldırı şeklinde yaşandı. Kürtlere yönelik saldırılar İzmir’den Çanakkale, Muğla, Hatay, İstanbul ve Ankara’ya yayıldı. Polis bu olaylara müdahale etmezken, DTP’lilerin düzenlediği demokratik yürüyüşlere aşırı güç kullanarak müdahale etti. DTP’lierin Diyarbakır’da düzenlendiği bir yürüyüşe de polis aynı şekilde müdahale edince çıkan olaylarda Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğrencisi Aydın Erdem yaşamını yitirdi. Erdem’in polis kurşunuyla katledilmesi ve Kürtlere karşı geliştirilen linç girişimleri karşısında devletin görmezden gelen yaklaşımları karşısında DTP’liler ‘açılım bitti’ dediler. DTP Eş Başkanı Emine Ayna “Arkadaşlar açılım bitti. İmralı’ya yaklaşımla beraber bitti zaten. İçişleri Bakanı’nın, Başbakan’ın ‘İzmir’e DTP’yi sokmama kararı’ ile beraber açılım bitti zaten” diyordu.
HPG TÜRKİYE’NİN ORTASINDA VURDU
Afganistan’a asker göndermenin gündemde olduğu bir dönemde Başbakan Erdoğan, Barack H. Obama’nın davetlisi olarak ABD’ye gitti. Daha Erdoğan-Obama görüşmesi olmamıştı ki, 7 Aralık günü Tokat’ın Reşadiye ilçesinde 7 askerin öldüğü haberi geldi. Eylemi kimin yaptığı üç gün boyunca netleşmedi. Hükümet ve ordu bu eylemin PKK işi olmayacağını, buna gücünün olmadığını iddia ettiler. Eylemin, AKP’nin başlattığı demokratik açılım sürecini baltalamak isteyen, Ergenekon’un işi olabileceğini söylediler. Fakat üç gün sonra HPG, ‘önderlerine karşı sürdürülen saldırıyı protesto etmek için yerel birimlerinin kendi insiyatifleriyle yaptığı bir eylem’ diyerek üstlendi. HPG açıklamasına rağmen hükümet yetkilileri ‘Ergenekon işidir’ diyerek, PKK’nin Tokat gibi Türkiye’nin göbeğindeki bir yerde eylem yapamayacağını, buna gücünün olmadığını, Türk devletinin PKK karşısında çok güçlü olduğunu kanıtlamaya çalıştılar. HPG’nin yaptığını kabul etmek zorunda kaldıklarında KCK’nin tek taraflı ilan ettiği, ama muhatap bulunmadığı için ısrar etmeyi anlamı bulmadığı, eylemsizlik kararı akıllarına yeni geldi. Bu seferde ‘PKK savaşa geri döndü’, ‘PKK yeni eylem hazırlıkları içinde’ gibi farazi haberlerle Türk halkı PKK’ye ve Kürtlere karşı kışkırtılmak istendi.
OBAMA ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ
Reşadiye baskınının gölgesinde başlayan Obama- Erdoğan görüşmesi planlanandan uzun sürdü. Her zamanki gibi toplantının temel gündemi ‘terör’dü. Toplantıdan sonra basın açıklaması yapan liderler, toplantının genel içeriğine ilişkin 5 Kasım 2007’deki Bush-Erdoğan görüşmesi benzetmesi yaptılar. ABD Türkiye’nin baskısıyla PKK’yi yine ortak düşman ilan etti. Bu adıma karşılık ABD’nin Türkiye’den Afganistan için muharip asker isteyeceği tahmin edilirken, Obama bölgede yükselen ABD karşıtlığının soğutulmasında görev alması talebinde bulundu. “Küresel barışın sağlanmasında ABD üzerinde büyük görevler olduğuna inanıyorum. Elimizden gelen desteği vermek durumundayız” diyen Erdoğan, kendilerine verilen görevi kabul ettiklerini beyan ediyordu.
DTP KAPATILDI
Erdoğan Amerika gezisine devam ederken, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi, 16 Kasım 2007 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın ‘bölücü eylemlerin odağı’ olduğu gerekçesiyle DTP’nin temelli kapatması isteğiyle açtığı davayı görüşecekti. Fakat Mahkeme’nin toplanmasına kısa bir süre kala grup toplantısı yapan DTP’liler, partilerinin kapatılması durumunda ‘sine-i millet’ yapacaklarını söylediler. Bu sözler dikkatleri Anayasa Mahkemesi’nin alacağı karara yöneltti.
8 Aralık günü gergin bir ortamda başlayan Mahkeme, üç gün sürdü. 11 Aralık günü açıklama yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, kararı şu şekilde duyurdu; “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı fiillerin odağı haline geldiği anlaşıldığından partinin kapatılmasına karar verilmiştir.” Mahkemenin bu kararı ile DTP Eş Başkanı Ahmet Türk ve Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk’unda aralarında olduğu toplam 37 partili hakkında 5 yıl siyaset yasağı getirildi. Bu karar ile birlikte Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Aysel Tuğluk hakkında verdiği 1 yıl 6 ay hapis cezası gündeme girdi. Kararı Yargıtay’ın onaması halinde Tuğluk, Türkiye’de düşence suçundan tutuklanan milletvekilleri arasına girecek.
SİNE-İ MİLLETE ÇEKİLDİLER
Kapatılma kararının açıklamasından hemen sonra DTP’liler Ankara’dan ayrıldılar. ‘Kale’ diye tabir ettikleri Diyarbakır’a çekilen milletvekillerini on binlerce insan karşıladı. Milletvekillerinin orada yaptıkları konuşmaları sloganlarla sık sık kesen halk, ‘istifa’ çağrısında bulundu.
Siyasi partilerin hala kapatılıyor olmasını Türkiye’nin bir ayıbı olarak tanımlayıp, DTP’nin kapatılmasını kınayan sivil toplum kuruluşlarıysa, yaşanan gerilimi dindirmek için Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’ına çağrıda bulundular. Buna rağmen Erdoğan bir tek ‘mahkemenin kararına saygılı olmak gerekir’ demekle yetindi. CHP ve MHP başta olmak üzere birçok siyasi parti ise parti kapatmaya ilkesel olarak karşı olduklarını açıklasalar da DTP’nin kapatılmasından duydukları memnuniyeti gizlemediler.
12 Aralık günü Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bileşenleri ile bir araya gelen DTP’li yöneticiler ve milletvekilleri ‘sine-i millet’ kararı verdiklerini duyurdular.
DTP’lilerin istifa dilekçelerini bir hafta sonra TBMM Başkanlığına teslim etmeleri beklenirken, sine-i millet kararına en erken tepki veren MHP oldu. Genel Başkan Devlet Bahçeli, ‘Kararlarına saygı duyduklarını, istifaları gündeme geldiğinde onaylayacaklarını’ söyleyerek, yaşananlardan duyduğu memnuniyeti açığa vurdu.
GÖSTERİLERE KAN BULAŞTI, ZANLI YİNE KORUCU
DTP’nin kapatılmasını Kürtlerin iradesine yapılan bir müdahale olarak yorumlayan Kürtler, kapatma kararını protesto etmek için sokaklara döküldüler. Demokratik haklar temelinde gösteriler yapmaya başlayan Kürtlere, polis her yerde aşırı güç kullanarak müdahale etti. 14 Aralık günü Muş’un Bulanık ilçesinde yapılan gösterideyse sivil giyimli gönüllü köy korucusu Turan Bilen elindeki ruhsatlı kalaşnikofla halkın üzerine ateş etti. Olayda biri lise öğrencisi 2 kişi yaşamını yitirdi, 7 kişi yaralandı. Silahsız, sivil iki kişinin ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili Muş Vali Vekili Ali Edip Budan’ın, “Olay, kepenk kapatmayan bir esnafımızla göstericiler arasında yaşanmıştır” yorumuysa ilgi çekiciydi.
Aslen Mardin nüfusuna kayıtlı Arap kökenli Turan Bilen’in, 1994 yılında 4 PKK’linin hayatını kaybetmesinde rol alan bir JİTEM elamanı olduğunun tespit edilmesi yaşananlara ilişkin kaygıları arttırdı.
HÜKÜMET 52 KİŞİNİN KATİLLERİNE SAHİPLİK ETTİ
Son olayla birlikte korucuların, devletin kendilerine verdiği silahla, 2009 yılında karıştıkları tespit edilen 4 olayda katlettikleri insan sayısı 52’ye ulaştı. Bu kadar yüksek bir rakam koruculuk sisteminin bir yıl içinde dört sefer tartışma konusu haline gelmesine neden oldu. Genelkurmaylığın tavrının her seferinde koruculuğun sürdürülmesinden yana olacağı tahmin edilebilir bir durumken, bu yüksek rakama aldırış etmeyen hükümetin tutumu inanılar gibi değildi. Terör diye tabir edilen PKK’nin 2009’da yürüttüğü savaşta -kazara da olsa- ölen sivil sayısı 10 kişiyi geçmezken, devleti koruduğu iddia edilen korucuların katlettiği insan sayısı 52’ydi. Bu gerçekliğe rağmen Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in, “koruculuk ‘terörün’ bir sonucudur. Terör sürdükçe koruculukta kaldırılamayacak” sözleri içler acısıydı.
TÜRK MECLİSE DÖNÜLECEK DEDİ MAHKEMELİK OLDU
Sine-i millet kararından sonra DTP’lilere birçok yerden sağduyu çağrısı geldi. Bu çağrıları değerlendirdiklerini söyleyen kapatılan DTP’nin siyasi yasaklı lideri Ahmet Türk, “halk bu zemini terk etmemizi istemiyor” diyerek, sine-i millet kararını geri çektiklerini açıladı. Fakat, Türk’ün 15 Aralık’taki açıklamasında meclise yeniden dönmeye karar vermelerinde etkili olan en önemli faktörlerden biri olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrıları olduğunu belirtmesi, hakkında ‘suçu ve suçluyu övmekten’ dolayı yeni bir davanın açılmasına neden oldu.
Kapatılan DTP milletvekilleri partilerinden istifa ettikten sonra Barış ve Demokrasi Partisi’ne (BDP) katıldılar. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliği düşürüldüğü için mecliste grup oluşturma yeter sayısına bir eksikle ulaşmadıkları için İstanbul bağımsız milletvekili Ufuk Uras’ın da katılımıyla grup oluşturdular. Fakat BDP 5 Ocak’taki ilk grup toplantısını bile daha yapmadan, Başbakan Erdoğan’ın DTP’yle arasına koyduğu mesafeyi BDP ile de sürdüreceği ve ‘doğmadan ölmüş bir parti’ dediği basına yansıdı.
DTP KAPATILSA DA 5’İNCİ OPERASYON
DTP’nin kapatılmasıyla başlayan kriz, eski DTP’lilerin 23 Aralık günü BDP’ye geçmesiyle daha yeni yeni aşılıyordu ki; 24 Aralık günü, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın emriyle, kapatılan DTP’ye yönelik 5. operasyon başlatıldı. Diyarbakır, Siirt, Hakkari, Dersim, Batman, Urfa, Şırnak ve Van’da sabahın erken saatlerinden itibaren eşzamanlı başlatılan operasyon, paralel bir şekilde Ankara, İstanbul ve İzmir’de de yürütüldü. İki gün süren operasyonda toplam 83 kişi gözaltına alındı. Kürdistan Topluluklar Birliği Türkiye Meclisi’ne (KCK/TM) üye olmakla itham edilip gözaltına alınanların %70’i, halbuki kapatılan DTP üyesiydi. Bunlar arasında hala görev başında olan 10 belediye başkanıyla, 4 eski belediye başkanı da vardı. Eski DTP’lilerin haricinde gözaltına alınanlar arasında DTK Eş başkanı Hatip Dicle, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, DİSKİ Başkanı Yaşar Sarı, MEYADER Van Şube Başkanı Ferzende Abi, Van Hacibekir Mahallesi Özgür Yurttaş Derneği Başkanı Tefik Say gibi çok sayı
0.000000
0.000000