Metiner’den Erdoğan’a şok sözler!


Metiner’den Erdoğan’a şok sözler!

HABER MERKEZİ – AKP’li milletvekili Mehmet Metiner’e ait olduğu belirtilen bir ses kaseti Youtube sitesine düştü. Kasetteki ses, Erdoğan’ın Kürt sorununda çok geri ve antidemokratik bir konumda olduğunu söylerken, “Ben Tayyip Erdoğan’la demokratik bir Türkiye inşa edilebileceği kanaatinde değilim. Çünkü icazet aldığı içerideki çevreler statükonun sahici sahipleri” diyor.

Dünyanın en büyük video paylaşım sitesi olan Youtube’a Mehmet Metiner’e ait olduğu belirtilen bir ses kaydı, 31 Ağustos 2011 tarihli olarak eklendi. “medyafaresi3333” tarafından eklenen kayıttaki sesin “bayramda seçmenleri ile dertleşen” Metiner’in sesi olduğu iddia ediliyor.

TAYYİP BEY BİR YERLERDEN İCAZET ALMAYA ÇALIŞTI

“Mehmet Metiner bayramda seçmenleri ile dertleşti. Kabine oluşturulurken bakanlık beklentisi yerine getirilmeyen Metiner açtı ağzını yumdu gözünü…” ifadeleriyle başlayan kayıtta Metiner’in şu ifadelerine yer veriliyor:

“Tayyib bey benim eski dostum, yani herkesten çok ve herkesten önce yakından tanıyorum. Yani onun beyin kıvrımlarında nelerin dolaştığını bilebilecek kadar kendisine yakın olan bir insanım. Şimdi isterseniz bunu hemen çok önemsediğim için değineceğim ama politikacıların paranoyaları olur, kendilerini yaşatmak için paranoyaları olur ama bütün politikalarını paranoyalar üzerine bina etmemelidirler. Yani bir boşluktan yararlanmaya çalıştığı besbelli. Siyasal bir boşluk var. Bu boşluğu doldurabilecek etkili isimlerden biri olarak gözüküyor. İki; bir yerlerden icazet almaya çalıştı, aldı mı almadı mı bilemiyorum.

ERDOĞAN’LA DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE İNŞA EDİLEMEZ

Tayyip Erdoğan’ın liberal sağ, demokratik sağ tırnak içinde, çok kategorik olarak tabi, bunlar bire bir doğrudur anlamında söylemiyorum ama yeni bir siyaset teorisi ortaya çıkıyor, yeni bir ekonomik politika, yeni bir sosyal, kültürel, siyasal proje ortaya çıkıyor veyahut dış dinamiklerin istediği değişim bu.

Ben Tayyip Erdoğan’la demokratik bir Türkiye inşa edilebileceği kanaatinde değilim. Çünkü icazet aldığı içerideki çevreler statükonun sahici sahipleri.

KÜRT MESELESİNDE ÇOK GERİ BİR KONUMDA

Kürt meselesinde de Tayyip Erdoğan’ın çok geri ve antidemokratik bir konumda olduğunu biliyorum ama çok pragmatik bir yaklaşımla Kürt sorununa el atabilir. Ama buna ne kadar cesaret edebilir bilemiyorum. Bir; cesareti el vermez. İki; zaten böyle düşünmez.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ İLE BİREBİR ÖRTÜŞÜYOR

Yani Erbakan’ın şahsında temsil edilen gelenekçileri Kürt sorununa yaklaşımda Tayyip Erdoğan ve çevresindeki arkadaşlardan çok daha ileri bir konumdadırlar. Türk milliyetçiliği ile birebir örtüşebilecek bir siyasal yaklaşım içindedirler Abdullah Gül ve arkadaşları. Ben hepsini birebir yakından tanıyorum.

ERDOĞAN’IN ÇÖZECEK ENTELEKTÜEL DÜZEYİ YOK

Bir Mehmet Ağar’ın bir başka gerçekten sicili bozuk insanlarla birlikte yol arkadaşlığı yapıyor olması bile Tayyip Erdoğan’ın aslında Kürt sorununun ne çözümünde ne de demokratikleşme sürecinde çok aktif bir rol oynamayacağı sonucuna götürür ama oradaki boşluk, dinsel muhafazakar kesimdeki boşluk Tayyip Erdoğan’la liberal demokratik bir kanala akıtılmak isteniyor. Ama Tayyip Bey bunu götürebilecek bir şey değil, yanında danışmanlarıyla belki bir şeyler kurtarmaya çalışıyor ama kendisi siyaseten entelektüel düzeyde bunu kaldırabilecek çapta bir insan değil. Henüz entelektüel birikiminin, siyasal birikiminin bu çapta olduğuna inanmıyorum. Hele hele Türkiye’yi demokratik bir değişime uğratacak…

Çok rahatlıkla bunu söylüyoruz yani… anadil tartışmalarında da soruyorlar bize, Kürtçe anadilde eğitim istiyor musunuz? Elbette… yani Kürtçe anadilde, Kürt insanlarımızın anadilde eğitim öğrenim yapmalarına karşı çıkmak demokratik bir yaklaşım değildir.”

ANF NEWS AGENCY

Ahmet Altan gerçeği öldürüyor -Cahit Mervan


Ahmet Altan gerçeği öldürüyor -Cahit Mervan

Cahit Mervan

Kürtler Türk savaş uçakları tarafından katledilen 7 sivilin ve Türk polisi tarafında hedef alınarak infaz edilen Yıldırım Ayhan’ın yasını tutuyor.

Türk gazeteleri ise Kürtlere karşı kirli manşetler atıyor. Köşe yazarları akıl tutulmasından öte, geçmişte özel harp dairesi tarafından hazırlanan şimdi ise AKP karargahlarında düzenlenen envayi türlü komplo ve kirli propagandaya meşruluk kazandırmaya çalışıyor.

‘İnce ruhlu’ romancı Ahmet Alan’ın köşesi bugün bütün bu kirli savaşın toplamı gibi duruyor.

Altan olguları, gerçekleri basit ama kirli kelime oyunlarıyla değiştirebileceğini düşünüyor. İnsandan önce ‘hakikatleri öldürüyor.’ Resmen yalan atıyor.

Her zaman olduğu gibi hakikatleri öldürmesi’ için ilk cümleleri doğru yazmaya kısmen özen gösteriyor. HPG’nin üç günlük eylemsizlik kararını ‘Bayramda PKK “ateşkes” ilan etti’ diye yazarak kaleminden yalan damlatmaya, gerçeklerin üzerini çizmeye başlıyor.

Dün sanki Türk ordusunun kara ve hava saldırısından bir habermiş gibi ‘Hiç olmazsa askerlerle gerillaların aileleri huzurlu birkaç gün geçirecek’ diye yazıyor.

Altan yalan atıyor. Altan bu yazıyı kalem aldığı zaman Türk ordusu Güney Kürdistan’ı bombalıyordu. Kürtler Türk polisi tararından infaz edilen Yıldırım Ayhan’ın cenazesini kaldırıyordu. Hem de gaz bombaları altında.

‘Bütün savaşlar kötüdür ama bu son yaşadığımız savaş sadece kötü de değil, tümüyle manasız ve gereksiz bir savaş’ diye serzenişte bulunan Altan dilinin altındaki baklayı çıkarıyor ‘Bu kez savaşı PKK yöneticileri körükledi’ diye yazarak psikolojik savaşın öncülüğünü yapıyor.

Altan yalan atıyor. Kürt tarafının tek taraflı ateşkesine rağmen Türk ordusunun aralıksız imha operasyonlarını sürdürdüğünü hasır altı etmek için bin dereden su getiriyor. Vicdanının yalan pazarına sunuyor. Sadece Nisan ev Mayıs ayları içinde 54 Kürt gerillası bu saldırılarda yaşamını yitirdiğini, hem de Hatay’da olduğu gibi kalleşçe, tuzağa düşürülerek katledildiğini gizleyebileceğini düşünüyor.

Altan tezlerine doğruluk kazandırmak için, son dönemlerin en moda psikolojik savaş üretimi olan PKK ile sayın Öcalan’ı karşı karşıya getirmeyi de ihmal etmiyor.

Kürtleri resmen aşağılayarak ‘liderlerini “kandırılacak bir adam” konumuna indirgeyen açıklamalarla saldırıları arttırdılar’ diye yazıyor.

Altan yalan atıyor. Kürt hareketi, PKK’den, Avrupa diasporasına, gerilladan, BDP’ye kadar tüm bileşenlerinin Öcalan konusunda hassasiyetini bilerek üç kuruşluk kelime oyunlarına başvuruyor.

Türk ordusun vahşet ve saldırısını görmek istemeyen Altan ‘Niye yaptıklarını kimse tam olarak bilemiyor’ diye yazdıktan sonra esas yalan balonu uçuruyor. PKK’yi kast ederek ‘Kürtlerden ciddi bir destek de gelmedi’ türünden kargaların dahi güleceği bir yalana imza atıyor.

Altan bakıyor ama göremiyor. Kürdistan’ın dört parçasında son serhildan dalgasını göremiyor. Ve gerçeği karatmak için işi özel savaş yöntemleri vuruyor.

Altan denetime çıkmış, fötr şapkalı, külot pantolonlu sömürge valileri gibi ‘Ben, PKK’ya sempatiyle bakanları da dâhil olmak üzere Kürtlerin PKK’yı bu kadar yüksek sesle sorgulayıp eleştirdiklerine ilk kez tanık oluyorum’ diye, gerçeği değil kendi hayallerini yazıyor.

Altan militarizmi savunacak kadar işi ileriye götürüyor. Günlerdir Kürdistan dağlarını viraneye çeviren, katliam yapan orduyu aklıyor, paklıyor. Ve orduyu bir çırpıda ‘şeffaflaştırıyor.’

Kürt hareketini kriminalize etmek, aşağılamak, gözden düşürmek için ‘minik serçenin’ sahibi Emin Çolaşan gibi ’PKK ise karanlıkta durmaya devam ediyor’ diye yazacak kadar insaf ve merhamet sınırlarını aşıyor.

Altan yalan atmakla kalmıyor. Daha da dipsiz bir kuyuya kendisini bırakıyor. 7 sivilin Türk uçakları tarafından vurulmasını ‘facia’ olarak nitelendirdikten sonra, genelkurmayın “O siviller bizim uçaklarımızın attığı bombalarla vurulmadı” yalanına sahip çıkıyor. Tıpkı Güçlükonak katliamında Türk basının ve köşe yazarlarının yaptığı gibi.

Altan genelkurmay eri gibi nerde, ne zaman çekildiği belli olmayan bir takım sözüm ona ‘uydu fotoğraflarını da delil olarak’ kabul ediyor. Katliamı genelkurmay adına PKK’nin üstüne yıkmak için alçaldıkça alçalıyor.

Daha 29 Ağustos günü ROJ TV’de olay yerine ilişkin ve genelkurmayın sözde o uydu fotoğraflarını çürüten yeni görüntüleri görmüyor. İnkar ediyor. Ve ‘Ama bu olayı PKK “sessiz” geçiştiremez’ diyerek kuşku yaratıyor.

Böylelikle Hatay’da katledilen 7 gerilladan sonra, Altan 7 Kürt sivilin de katledilmesini genelkurmay adına üstlenmiş oluyor.

Evet Ahmet Altan, ‘O sivilleri birisi bombayla parçaladı.’ O siviller senin şimdi toz kondurmadığın hükümet ve genelkurmay başkanlığı tarafından emri verilen hava saldırısında, Türk uçaklarından atılan bombayla öldürüldü. Katledildi.

Ahmet Altan ve diğerlerine bir çağrımız var. Sırça köşklerde oturup masa başı önünüze gelen genelkurmay ve hükümet açıklamalarından yalan yazı üreteceğinize gidin olayı yerin görün. Uzman bir ekiple o yedi Kürdün eti ve kanının olduğu hurdayı inceletin. Bakalım ne çıkacak.

Biraz insaflı ve adam olun. İnsandan önce hakikatleri öldürmeyin. Cinayetlere ortak olmayın.

ANF NEWS AGENCY


Bu topraklarda Türk’e isyan olmaz!

“Bu topraklarda Türk’e isyan olmaz,” dedi General. “Türk’e baş kaldırılmaz. Türk’e baş kaldıranın sonu işte böyle olur!”

Genarel, masasının üstündeki ölü gerilla resimlerine baktı. Boy aynası tam karşıdaydı. Yandan profilinini Atatürk’e benzetip, iki damla gözyaşı akıttı. Son askeri ihaleden karısına düşen pırlanta gerdanlığın ışıltısında bir soluk “kurtuluş savaşı” filmini izledi.

Ağlıyordu. Düzenin nimetleriyle sarhoş generallerin hepsi ağlardı. Her ağlayışında olduğu gibi, karsının büyük bir incelikle uzattığı mendili alıp, gözyaşlarını kuruladı.

İçi içine sığmıyordu. Bıraksalar bir solukta Kocatepe’den aşağılara akacaktı. Fakat şimdi çoğu yolsuzluktan, darbecilikten ve siyasete aşırı bulaşmışlıktan dolayı içeride yatıyordu.

Yerlerine gelenlerin adı, “kimyasal” lakabıyla anılıyordu. Bu lakabı, dağ başlarında kıstırdıkları gerillaları kimyasal gazlarla öldürmekle hak etmişlerdi.

Bir Türk generalini anlatmak isterken insanın aklına olumlu hiçbir sözcük gelmiyor. Bir Türk bürokratını anlatmak isterken de olumlu tek sözcük bulamıyorum. Generalin üstünden asker giysisini çıkarınca bürokrat, bürokratına asker giysisi giydirince general elde ediyorsun.

Bu askerlerin ve bürokratların gazetecileri de kendilerine benzer. Ben buna Türkiye Cumhuriyeti Krallığı adını takmıştım. Basını, iktidarı, asker ve bürokratıyla Türkiye Cumhuriyeti Krallığı…

İşte bu devletten, uyduruk devletin en hırsız ve üçkağıtçı yöneticilerinden bizler sorunların çözümünü bekliyoruz. Gerçekten bekliyoruz. Beklemekte o kadar samimiyiz ki, aklımız estikçe onlara açık mektuplar yazıyoruz.

Abdullah Gül’e mektuplar, Başbakan Erdoğan’a mektuplar, Genelkurmay Başkanlarına mektuplar… Bizlerde mektup alışkanlığı çok gelişkindir, başımız ne zaman darda olsa, birilerine mektup yazar medet umarız.

Kısa yoldan emekli edilme ihtimaline karşı, “memleketi yakarım!” dedi General. Karısının sakinşetirmesi yetmeyince devreye, bin operasyonla memleketin kemiklerini kırmış olan Mehmet Ağar girdi:

“Efendim, emekli olsanız devlet yönetiminde tecrübelerinizden ve görüşlerinizden faydalanılacak.”

Bu sırada Başbakan’ın aracısı geldi ve uzlaşma arzusunu iletti. General huzursuzca tepindi, bir boğa gibi böğürdü. Duvardaki Türkiye haritasını yere indirip çiğnedi ve acı acı güldü:

“Lan şu İmam Hatipliler hakikaten canımıza ot tıkadı. Ben şu elbiselerin içine işemem mi şimdi?”

Bu sırada Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan sohbet halindeydi:

“İşleri bitmiş, boşuna uğraşıyorlar,” dedi Erdoğan.

Fethullah Gülen Amerika’dan arayınca sohbete ara verdiler. Telefonu uzatan görevli ilkokul diplomasını dışarıdan almış Fethullah Gülen’in öfkesini iletti:

“Böyle Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı olmaz. Amerika toprağında bize sunulmuş bir evden yeni bir devlet çıkarttık. Sizler var olan devleti yönetemiyorsunuz.”

Fethullah Gülen’in gizli saklı öfkesini Abdullah Gül çok iyi bilirdi:

“Zamanı geldi,” diye devam ediyordu Fethullah Gülen. “Toplum yüz yıldır ordudan şikayetçidir. Bu orduyu ıslah etme şerefi de bize kaldı.”

“Ya Kürt sorunu?” diye soruverdi Erdoğan:

Fethullah Gülen’in okyanus ötesi öfkesi telefonda yankılanıyordu:
“Talebesi olduğumuz Said-i Nursi’den geriye Kürtlük bıraktık mı lan? Bu topraklarda Türk’e isyan olmaz. Türk olan iktidarını paylaşmaz. Sorun mu çözemiyorsunuz, sorunun takatsiz düşmüş en çürük uçlarını sürün piyasaya. Ne demişler, Kürtten evliya, koyma kapıya!”

Bunları niye yazdığımı ben de bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki, Anadolu’nun bin yıllık kanlı tarihi, bu iktidar cambazlarının elinde gidip geliyor. Ve bu düzenle bütünleşmiş sahtekar muhalifler, bunlardan aman dilemekle sürekli canımıza toprak tıkıyor.

İktidar, katliam ve zulüm yorgunu bu devletin Kürdistan’daki sömürgeciliğini doğrudan hedef almayan Kürt siyasetlerinin başarı şansı olamaz.

Unutulmasın ki, bu devlet Kürt sorununu çözemez; Kürt sorunun çözüldüğü yerde bu devlet olmaz.

bildiricihasan@hotmail.com

Not: Ramazan bayramınızı kutlamak istiyorum. 3 Eylül’de Köln’de yapılacak olan Kürt festivalinde buluşmak üzere… Görüşmek isteyen arkadaşlarla Mezopotamya Yayınlarının standında buluaşabiliriz…

Saygılarımla….


Faşist Şef Erdoğan’ın Rüyası..

Münafık Erdoğan uzun bir hazırlık döneminden sonra kararını verdi ve ordularına “ileri” emrini iletti. Savaş artık bir realite haline gelmiştir. Kürt Halkı kendisi olma kararlılığının bedelini bir kez daha ödüyor ve istilacılara karşı bütün hatları ile direniyor.

Peki Türk Ordusu nereye varmak için haarekete geçirildi, bugün buna bakacağız..

Kalın çizgileri ile Kürdistan’ı tarihten silme, Kürt Milleti’ni katliamdan geçirme ana çizgisi değildir bu yazının konusu. Sağır sultan bile Kürt Düşmanı Arap, Fars ve Türk rejimlerinin Kürtler’i yok etmek için “kırmızı alarm” ilan ettiklerini duydu, biliyor. Şu anda bu amacın hizmetindeki geniş bir alandır hedefleri.. Bu alan uzun zamandır üstünde çalışılan bir plan çerçevesinde uygulanmaktadır. Buna göre Türkler, ortaklarının yardımı ile Güney’in stratejik dağlık alanlarını işgal ve giderek ilhak edecekler.

Şimdi bazı temasları alt alta koyarak ne demek istediğimi ortaya koyayım:

-Gül 23 Mart’ta Bağdat’ı ziyaret etti. Orada Talabani, Nêçîrvan gibi Güneyli Kürt temsilcileri ve yeni Saddam adayı Nuri el Maliki ile diğer mezheplerden unsurlarla görüştü. Ne konuştu?

-Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu Kasım-2010’da Bağdat ve Hewlêr’i ziyaret etti. Daha sonra 16 Ocak’ta Irak’ı bir daha ziyaret etti. Bu ziyarette her halde “anan nasıl?” gibi eften-püften bir sohbette bulunulmadı. Öte yandan Nisan-2011 ve Mayıs-2011’de iki kez daha Bağdat ve Hewlêr’i ziyaret etti. Hiç bir açıklama yok!

-Erdoğan 28 Mart’ta Bağdat’a gitti ve bir kahraman gibi karşılandı. Burada Şiiler’in gururunu okşayacak her şeyi yaptı, Necef’i de ziyaret etti. Aynı Erdoğan ikinci önemli ziyaretini Hewlêr’e gerçekleştirdi. Orada Mesut Barzani ile görüştü. Bu ziyaret çok önemli idi. Hewlêr’den oldukça memnun ayrıldı. Türk’ü ne memnun eder?

-Mesut Barzani’nin anasının vefatı dolayısıyla ve taziye amacıyla iki Türk Bakanı Tekrar Güney’e indi.. Güya Barzani’ye taziye ziyareti gerçekleştirmişlerdi. Bu ne sevgi?

-Önemli sonuç; 20 Ağustos’ta Irak Meclisi, Kürdistan’ın dağlık bölgelerindeki köylerden göç edecek olan ailelere, hane başına 20.000 dolar para vermeyi kararlaştırdı.. Neden?

Görüldüğü gibi düşman hiç ama hiç uyumamış. Bölgesel olarak İran ve Suriye ile de ilişkilerini sağlam tutan Duçe, ABD ve Avrupa’daki emperyal güçleri de ihmal etmedi. Suriye ile ilişkiler ABD’nin dayatması ile kopmasına rağmen daha iyi avantajlar elde edilmişti.

Batı ile ilişkileri AB’ye girişine engel olunduğu için soğuktu, ama yine de yürüyordu. İsrail ve Fransa ile sözde “restleşmesi”, Almanya’ya tarih dersi vermeye kalkması hep ikinci planda kalıyordu. İsrail’in ekonomik, özellikle tarım alanındaki istilası aralıksız sürdürülüyordu. Askeri antlaşmalara dokunulmamış, heronlar alınmıştı. Arap Dünyası ile sürdürdüğü sahtekarca ilişki Libya’nın bombardımanı, Suriye Rejimi’ne karşı ABD dayatmalı olarak gerçekleştirilen soğuma ilginçti. Ama ABD’nin evlatlığı olan “demokrasi”lerden Saudi Krallığı’nın, Ürdün’ün, Kuweit’in ve Bahreyn’in vs koruma altına alınması, eskisinden daha kötü de olsa, bir Arap hamiliği sürecinin devam ettiğini gösteriyordu.

Türk Devleti’nin Batı’ya, özellikle ABD’ye bu kadar kişiliksiz bir yakınlaşma göstermesini gerektiren bazı sebepler vardır. Bunlar:

-“Mart Teskeresi”’nin Türk meclisi tarafından red edilmesinin yarattığı ilişki erozyonu günlerinde yaşanan kabus dolu günlerin bir daha tekrarlanmasını engelleme gayreti. Bilinir, o günlerde bağımsızlığa çok yakın olan bir Kürdistan’ın doğması dahi söz konusu olmuştu (haritaları hatırlayınız).

-Kıbrıs konusunda köşeye sıkışmışlıktan kurtulma ve Grekler’le yaşadıkları gerilim dolu günlerin aleyhlerine bir çözüme doğru gitmesini engelleme çabası..

-İslami rejimin oturtulmaası için özellikle ordularının zapt-u rapt altına alınmasında ABD’nin yardımcı olmasını sağlamak için İslami olmaktan çıkıp münafık olmayı seçme zorunluğunu tereddütsüz yerine getirmesi..

Bu ve diğer bazı sebeplerde ABD’nin isteklerine uymak, Erdoğan Faşizmi’nin yerleşmesi ve Kürdistan’a kaarşı bu en kirli savaşı açmak için gerekli olan adımlardı.

Erdoğan Türk Ordusu’nu da neredeyse tamamen istediği kıvama getirdikten ve sağlam ittifaklar kurduktan sonra Kürtler’e karşı tahriklere başladı. Erdoğan karargahı tarafından yoğun bir psikolojik savaş yürütülmesinden sonun nereye varacağı belliydi. BDP’ye bütün hatları ile yüklenmeye, PKK ve Gerilla’ya hiç bir tahrik olmadan saldırılar yöneltmeye başlamaları, kısa bir süre içerisinde 40’ın üstünde gerillanın hayatını kaybetmesi bardağı taşıran damlaydı.

Konuşan ve yorumlarda bulunan gözlemciler, ister lehte, ister aleyhte olsunlar acayip bir şekilde kalıpçı cümleler kuruyor, her iki tarafı da sükunete davet ediyor, Türk devlet yetkililerinin Irak’a yaptığı yoğun ziyaretleri görmezden geliyorlardı. Yani düşman saldırı için zemin ve psikolojik ortam hazırlarken, gözlemciler hala “akil adam” pozlarında tavsiye üstüne tavsiye geliştiriyorlardı. Ama kazın ayağı öyle miydi? Türk Devleti, Kürt Tarafı istese de istemese de savaşı başlatmayacak mıydı? Buna biraz daha yakından bakalım ve tahrikleri görelim:

-Dersim’de Türk Ordusu tarafından gerçekleştirilen gazlı saldırı; PKK’ye mensup olmasalar bile yedi bayan gerilla can verdi.

-Dahası Hakkari’den Dersim’e kadar olan geniş bir alanda geliştirilen Türk saldırıları..

-İran’ın PJAK’a karşı açtığı savaş ve yaşanan yoğun lokal muharebeler..

-Bunun dışında geliştirilen psikolojik saldırılar..

En nihayet Gerilla’nın geliştirdiği iki büyük baskından sonra kitle desteğinin zirve yaptığını gören Erdoğan tarihteki en kapsamlı Kürt-Türk Savaşı’nı başlattı.

Bu savaşta, bence, hedef deklere edilmiştir. Irak Merkezi Hükümeti’nin büyük katkısı ile dağlık bölgelerdeki ve vadilerdeki köylerin boşaltılmasının teşviklerle başlatılması ilk dikkat etmeniz gereken işarettir. Bu köylerin bir kemer halinde boşaltılması dikkat etmeniz gereken ikinci işarettir. Türk Hava Kuvvetleri’nin bütün güçleri ile bu alanları bombalaması bir diğer işarettir. Güney Yönetimi’nin neredeyse suskunluğa bürünmesi en dikkat çekici husustur.

Yukarıdan beri ortaya koyduğum gerçekler, Türkler’in, Ecevit’ten beri rüyasını gördükleri “Güvenlik Kuşağı” konseptini hayata geçirmek için harekete geçtiklerini işaret eder. Yani ortada geçici bir durum yoktur. Güney Yönetimi’ne hangi yalan dolu vaadde bulunulduğunu, hatta buna Obama’nın da çanak tuttuğunu kestirmek mümkündür.

Kısacası:

-Türk Devleti bir yıl boyunca sürdürdüğü çalışma sonucu tüm tarafları (tehdit veya “dostça”) ikna ederek güvenlik kuşağı için harekete geçmiş bulunuyor.

-Türk Devleti, Güney Yönetimi’ni “biz PKK’yi kısa bir süre içerisinde etkisiz hale getirecek ve geri çekileceğiz” vaadi ile şevke getirdiklerine dair kuvvetli kuşkularım vardır.

-Ayrıca Güney Yönetimi üstünde uygulanması kuvvetli bir ihtimal olan Amerikan baskısını.da unutmayalım.

-Güney’in, Türk Devleti’ne ekonomik açıdan çok güçlü bağlarla bağlı olduğunu biliyoruz. Bu vesile ile şantaj veya ambargo tehdidi düşünülebilir.. Tabii ki bizim Güney ile bağlarımız kalmadığı için net belirlemelerde bulunamıyoruz. Ama tehlikeyi kestirmek mümkündür. Bu ise Güney Yönetimi için oldukça zorlu bir imtihandır. Fakat şu andaki durum itibarı ile iş işten geçmek üzeredir. GÜNEY İLE TÜRK DEVLETİ ARASINDA KUZEY’İ TASFİYE ETMEYE MATUF BİR ANTLAŞMA GÜNEY İÇİN DE İNTİHAR ANLAMINA GELİR. Türk Devleti eninde sonunda Güney’i de yutacaktır. Ne diyor Türk siyasileri: “Çıbanın başı Kuzey Irak’tadır”..

2011-08-23

A Sirac Kekuyon


İmam’ın Ordusu ve PKK

İstifa eden eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in internette dolaşan ses kaydını dinlemiş veya ses kaydının yazıya dökülmüş halini okumuş olmalısınız. “PKK karşısında kepaze durumdayız” diyor. “Mevzileri koruyamıyor, rütbelilerimizin kaçışını engelleyemiyoruz” diyor. Yeni Türk devletinin fikir ve bilgi çöpçatanı Ahmet Altan, dil yasaklamak, köy yıkmak ve Kürt öldürmek için Kürdistan’da bulunan sömürge ordusunun PKK karşısındaki başarısızlığını, Türk iktidarını değiştirmek için Kürtlerin önüne atılmış “çocuk maması” cinsindeki “Ergenekon” ilişkileriyle açıklamaya çalışıyordu.

Kürtlerin bir kısmı, iyi tertiplenmiş bir Türk iktidar numarası olan “çocuk maması”nı yetişkin bireyler olarak afiyetle yediler. Bu Kürtler, AKP faşizminin Türkiye’ye demokrasi getireceğine, dolayısıyla da Kürt sorunun çözüleceğine inanarak, AKP’ye sınırsız bir destek sundular. Hatta bunların girdiği her Kürt örgütünü dağıtmış bir kısmı, AKP’nin PKK’yi yenmesi için Tanrı’ya duacı oldular.

Kürt sorunun karakterini anlamamış “kafadan cüzdanlılar sınıfı”, Türk savaş uçaklarının Kürdistan’ın dört bir yanını bombalamaya başlaması ve PKK’nin bekledikleri kaybı vermemesiyle dut yemiş bülbüle döndüler. AKP, yandaş Kürtlerin sorununu çözecek, böylece PKK’nin ruhuna Türk-İslam iktidarının el fatihası okunacak, Kürdistan’ın çaresiz milyonları yine aldatılmışlıklarıyla yarı intihar bir hayat sürdüreceklerdi.

Bunların hiç biri olmadı. Kemalist diktatörlerden orduyu devralan İmamın Ordusu, işe geniş çaplı bir saldırıyla başladı, ancak beklenen sonuç yine alınamadı.

İktidardaki “Yeşil Ergenekon”a bağlı basına bakacak olursanız Kürtler allak bullak. Sanal bir zafer havası yaratmışlar. PKK darbe üstüne darbe alıyor, mevziler vuruluyor, PKK sorumluları kaçacak arazi arıyor! Fakat kısa bir süre önce ordunun başında olan Işık Koşaner: “PKK karşısında kepaze bir haldeyiz” diyor. “İki gerilla otuz askeri korkutup kaçırtıyor” diyor.

Daha önce bir kaç kez daha söylemiştik: Kürdistan halkına, onun kültürüne ve yaşama güvenliğine saygılı olmayan bir ordunun Kürdistan’da artık yeri yoktur. Olmamalıdır da… Güneş batıp, vadiler ve dağlar karardı mı, PKK’ye gerek kalmadan kırdaki cırcır böceğinin sesi dahi tedirgin etmelidir bu saldırgan orduyu. Silah kullanamayan ve işkence yapamayan bir ordunun ölüm kışlalarında bu saatten sonra Kürdistan Yetimleri çelik çomak oynamalıdırlar.

Kürtlerin kritik ve tedirgin günler yaşadığını biliyorum. Bu boğucu ve lanet ortam AKP faşizminin ve onun basın destekçilerinin yarattığı sanal bir durumdur. Kürdistan’ı parçalamış sömürgecilerin bacakları titriyor. Irak aradan çıktıktan sonra geri kalan üç parçanın en geri yaşam biçimine mahkum edilmiş Kürtleri direnişleriyle sömürgeci devletlerin soluğunu kesiyor. Yenilmek üzere olanların zafer naralarına kanmayın.

AKP faşizminin üçüncü sınıf “PKK uzmanları”, Kürt sorunundan servet eden uyduruk danışmanlar, dört gözle PKK’nin yenilmesini bekleyen uşak ruhluların Türk basınına ve televizyonlarına yaptıkları “kırmızı surat yalan açıklamaları” Kürdistan’ın özgürlüğüne ve egemenliğine inanmış olanları etkilememelidir.

“PKK’nin yedi başlı olması”, “Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisinin azalması”, “Karayılan’ın akıbetinin belli olmaması” gibi haberlere gülüp geçin… Kürdistan dinamiklerini parçalama çabaları ağırlaştırılmış faturalar olarak Türk devletinin önüne tekrar tekrar çıkarılacaktır. Kürt sorunu, oyaladıkça büyüyen, büyüdükçe önüne çıkanı ezip geçecek kar topu gibidir. Dik bir yamaçtan süratle aşağı doğru yuvarlanırken, onun nasıl durdurulacağını kimse bilmemektedir.

Kürdistan, İran, Suriye ve Türk devletleri tarafından gasp edilmiş tapulu bir mülktür. Kürtler, kendilerine ait gasp edilmiş mülkü geri istiyorlar.

Türk devletinin Kürdistan’daki son kozu İmamın Ordusu, gösteriş türünden bazı çılgın denemelere girişebilir. Bu savruk ve serseri zamanda PKK’nin yapacağı tek şey, kendini korumak olmalıdır.

Kürdistan halkının direnişi, İmamın Ordusu’nu da yenecektir.

bildiricihasan@hotmail.com

Türk irk devletinin terör teskilati TSK bebek katletti.Alcaklar,Alcaklar hesabini soracagiz sizden asagilik barbar sürüleri


Kandil’’de yedi sivil bombayla vuruldu

Türkiye’nin Kandil’e yönelik hava saldırısında sivil bir araçta bulunan dördü çocuk, ikisi kadın toplam 7 kişinin öldüğü bildirildi

Kandil’de savaş uçaklarının vurduğu sivil araçta bulunan 7 kişi yaşamını yitirdi. Bombalamada ölenlerden 2’si kadın, 4’ü çocuk toplam 7 kişinin de aynı aileden olduğu bildirildi.

Savaş uçakları bombardımanın 5. gününde Kandil’e bağlı Gollê Köyü’nde hava saldırısından kaçanların bulunduğu sivil bir otomobili Kurtekê yolu üzerinde vurdu. Araçta bulunan 4’ü çocuk, 2’si kadın toplam 7 sivil yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenler arasında 6 aylık bir bebeğin ve 4 yaşında bir çocuğun da olduğu belirtildi.

Yaşamını yitirenlerin isimleri şöyle: “Huseyin Mustafa, Hacı Mam Kak, Vêzan Huseyin, Zana Huseyın, Sonya Şemal, Solin Şamal, Xunav Huzeyr.”

BİNLER DEFNETTİ

Kandil’e yönelik hava operasyonunda, köylülere ait araçların bombalanması sonucu yaşamını yitiren 4’ü çocuk 7 sivilin cenazeleri binlerce kişi tarafından Ranya’da defnedildi.

Savaş uçaklarının Federal Kürdistan Bölgesi’ne bağlı Süleymaniye kentinin Ranya İlçesi’ne bağlı Boli ve Kortek köylülerine ait aracı bombalaması sonucu yaşamını yitiren 4’ü çocuk 7 sivilin cenazeleri, Ranya Hastanesi’nden alındı. Binlerce kişi tarafından alınan cenazeler, sloganlar eşliğinde ilçe mezarlığına doğru yürüyüş halinde götürülürken, saldırılara karşı tepkiler dile getirildi.

Üç binin üzerinde kişinin katıldığı yürüyüşte ardından, cenazeler Ranya İlçe Mezarlığı’nda defnedildi. Cenaze töreninin ardından kitle, yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı dileklerinde bulundu.


Geliyorlar!!

Savaşta kural tanımayanlara,

Kurtuluş mücadelesini “terörizm” olarak okuyanlara,

Bir avuç petrol ve kaynak uğruna Kürdistan’ı ve giderek Kürd’ü yoketme planlarına ışık yakanlara,

Antalya’da, İzmir’de, Bodrum’da, Kuşadası’nda, Altınkum’da, İstanbul’da

Orasını burasını yakıp Türk Devleti’ne para yağdıranlara,

Serbestçe dolaşıp Kürd’ü aşağılanayan en aşağılık yaratıklara,

İşbirlikçilere,

Akıllı geçinen satılık unsurlara,

Gazeteci kılığına girmiş kaatillere,

Gökdelen patronlarına,

Sömürücü psliklere karşı cehennem geliyor… T A K geliyor!

Bu terördür diyecekler… Desinler.. Hep demezler mi? Dün Şêx Seid Eşkiya idi Bugün Öcalan takipçileri terörist!

Sivil insan günahsızdır diyecekler… Desinler.. O siviller savaşı durduracak ne yaaptılar ki? Kışkırtıcılıktan başka neye yaradılar?

Turist’in ülkesini kışkırtacaklar.. Kışkırtsınlar! Turist’in, yani Alman’ın İngiliz’in ülkesi değil mi Erdoğan’ı besleyen?

Bundan daha fazla ne yapabilirler ki?

Çocuk ölür… Susarsınız! Susarlar!

Evler insanların tepesine bombalarla yıkılır.. Susarsınız! Susarlar!

Ekonomi alt-üst edilir.. Susarsınız! Susarlar!

Bir tek kelime Kürtçe konuşana yılı bulan ceza verirler.. Susarsınız! Hatta sevinirsiniz..

Kürt aşağılanır.. Gülersiniz!

Haydi bakalım.. Kürt ölebilir. Ama inanın giderken sizi de birlikte götürecektir.

Batılılar’a:

Kürt Halkı’nın hiç bir feryadını duymadınız. Kulak tıkadınız bu feryada. Bir işgalci Türk hayatını kaybeder kınarsınız Kürt Gerilla Liderliği’ni. Ama kimyasal silah kullanan Türk Faşist Rejimi’nin sırtını sıvazlarsınız. Özellikle ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya baş suçlular olarak herkesi susturuyorsunuz. Söyleyin,

“Ben anadilimde eğtim istiyorum” diyen birileri neden suçlu oluyor?

“Ben kendi kendimi yönetmek istiyorum” diye ısrar etmek nasıl bir suçtur?

Sizin hazırladığınız BM Temel antlaşma metni’nin (Anayasası’nın) 73. Maddesi şöyle der:

˝Article 73

Members of the United Nations which have or assume responsibilities for the administration of territories whose peoples have not yet attained a full measure of self-government recognise the principle that the interests of the inhabitants of these territories are paramount, and accept as a sacred trust the obligation to promote to the utmost, within the system of international peace and security established by the present Charter, the well-being of the inhabitans of these territories, and, to his end:

(a) to ensure, with due respect for the culture of the people conserned, their political, economic, social, and educational advancement, their just treatment, and their protection against abuses;

(b) to develop self government, to take due account of the political aspirations of the peoples, and to assist them in the progressive development of their free political institutions, according to the particular circumstances of each territory and peoples and their varying stages of advancement”

Bu antlaşmaya neden Kürtler için de uymuyorsunuz?

Hayır belli ve vicdansızca sebeplerle uymuyorsunuz.. Uymayacaksınız da. Çünkü güçlü silahlarınız var! O kahrolası çıkarlarınız için kullandığınız Faşist Türk Rejimi’ni desteklemeye mahkumsunuz..

Ama bu böyle gitmez!

Vatandaşlarınızı uyarın! Canları ciddi bir şekilde yanacaktır. Kıçlarını başka yerlerde yaksınlar! Şu an itibarı ile Türk turizmine katkıda bulunmak Kürt’e düşmanca yaklaşmakla eş anlamlıdır.

Tüm intesse alanlarınız belli bir süre içerisinde tehlike altına girebilir.. Yatırımlarınızı o cehennemden çekmediğinize pişman olacaksınız!

Türkler’e:

Bir avuç aydın ve vicdan sahibi insan hariç, tümünüzedir bu cümleler..

Evinizden çıkarken helalleşerek çıkın. Siz adam oluncaya kadar her taraf basamak çıkarcasına (gradvis) alt üst olacaktır. Bıçak Kürt’e çoktan kemiğe dayandı. Şu son gün içinde bir 40 günlük olmak üzere dört Kürt evladı sonsuzluğa uğurlandı!

Hiç bir propagandanız, psikolojik savaş malzemeniz kar etmeyecektir. Haber böltenlerini okuyan o sahtekarlar istedikleri kadar seslerini titreterek ölüm haberlerini versinler! Bu kar etmeyecektir. Unutmayın siz şöyle dersiniz: “Her Türk asker doğar!” O halde şikayet yok!

Tük tavsiyen barışı zorlamanızdır. Umarım… Kısacası zalimler için yaşasın T A K !

2011-08-21

A Sirac Kekuyon

İşte Duçe’nin gerçek yüzü: “Bıçak kemiğe dayandı”


İşte Duçe’nin gerçek yüzü: “Bıçak kemiğe dayandı”

Erdoğan’a cevap derhal Amed “barış anaları” grubundan geldi: “Kürtler için bıçak kemiğe dayanmıştır
Uçakların, saldırı helikopterlerinin, tankların, ağır topların, yasak silahların, devlet makinasının ardına saklanarak nara atan Erdoğan çok “cesur”dur, çok! Bu münafık kişilik, Türk Devleti’nin başındaki Gül ile aynı günde “söz bitti!” “sloganı” eşliğinde düğmeye bastılar ve savunmasız sivillerin üstüne bomba yağdırmaya, halkın mesken masuniyetini hiçe sayarak evlere giriyor insanları esir kamplarına, gözaltı hücrelerine götürüyorlar.

Ama sonuç beklediği gibi olmuyor! Kürt korkmuyor..

Bak Duçe! Sen dünyanın en yeni kitle kırım araçlarına sahip olabilirsin,

Sen dünyanın en zalim gücünün işbirlikçisi, uşağı olabilirsin,

Ama özgürlük yürüyüşünü sürdüren Kürt Halkı’nın iradesini kıramazsın, kıramıyacağını göreceksin.. Silahların iman gücünü yenemediğini, haklı bir dava uğruna canını ortaya koyanların iradelerini kıramayacağını göreceksin.. Tarih, davasına yürekten inanan halkların yenilmezliğine defalarca tanıklık etmiştir. Eğer sen sağ kalırsan saçlarını yola yola göreceksin..

Bu yazıyı okuyan insanların bir kısmı Türk Devleti’nin son savaş ilanına nasıl gittiğini bilmeyebilirler. Bu bakımdan biri temel, diğeri zımni olmak üzere iki ayrı sebepler kompozisyonu açıkça ve hiç yalpalamadan ortaya konmalıdır.

Temel sebepler:

Bunları en iyi formüle eden, şaşırtıcı gelebilir, ama Erdoğan’ın kendisidir. Dünyanın, şu anda, son sistemli faşizme doğru yürüyüşünü gerçekleştirmekte olan bu Zat’ın Kürdistan Savaşı’nda tekrar tekrar terennüm ettiği sloganı her şeyi izah eder. Erdoğan’a göre;

-Türk Devleti’nde Tek Millet söz konusudur. Tarihi kökleri, kültürü, mitolojisi, dili ayrı da olsa söz konusu devlette başka bir millete yer yoktur. Kürt Halkı elbette bunu şiddetle red etmektedir. Evet, toprakları ilhak edilse bile orta yerde her türlü asimilasyoncu zorlamaya rağmen dimdik ayakta kalan bir Kürt Milleti/Halkı gerçekliği vardır. İşte temel sorunların başında bu gelir. Çünkü eğer Kürtler’in, bağımsız bir vücut halinde, varlığı kabul edilirse bu halkın temel insan haklarından, yani; anadilde eğitim ve kendi kendini yönetme hakkı da kabul edilmiş olacaktır.

-Erdoğan’a göre (ve giderek Türk kahır çoğunluğuna göre) Türk Devleti tek ülkenin, Türkiye denilen yapay bir “ülke” kavramının üstünde yükselmektedir. Kürt Halkı bu dayatmayı da açıkça red etmektedir. Kürt Halkı Türk Devleti’nin hüküm sürdüğü coğrafyada türkiyeleşmiş toprakların dışında, bir de Kürdistan vardır. Kürdistan coğrafyası kadimdir ve Kürtler o topraklara başı olmayan bir tarihten beri “ülkem” diyorlar. Temel sorunların ikincisi budur.

-Erdoğan’ın üçüncü tezi; “Tek Devlet” tezidir. Bu teze karşı durmak veya tartışmak politiktir. Şu andaki Kürt siyasi kadrolarının önemli bir kesimi “ayrı devlet” tezini gerçekçi bulmamaktadırlar. Eşitlik temelinde birlikte yaşamak isteyen bu Kürt siyasi çoğunluğunun varlığı dahi, Türkler’in deyimi ile “bölücü” olmamakla birlikte Türk Devleti’ni yöneten kadro tarafından 90 yıldan beridir şiddetle red ediliyor. Böyle bu madde tartışılan hali ile bile temel bir sorun olarak vardır.

-Erdoğan’ın dördüncü tezi “tek bayrak” tezidir. Türk Devleti’ni yöneten faşist-ırkçı kaadrolar, federasyon falinde birlikte yaşansa bile, bu federasyonu teşkil eden iki temel unsurdan biri olan Kürt Federe Devleti’nin bayrağını tartıştırmıyorlar.

Şimdi güncel sebeplere bakalım:

-Günümüz Dünya’sında benim “düşük yoğunluklu 3. Dünya savaşı” dediğim global bir savaş cereyan ediyor. ABD liderliğindeki NATO’nun öncülük ettiği bu yeni tip savaşta Kore’den tutun Güney Amerika’daki Latin rejimlerine kadar her ülkenin hedefte olduğu, ekonomik alanda Çin’in ve Rusya’nın da dahil olduğu Global bir savaştır bu.. Nükleer kitle imha silahlarının gölgesinde yaşanan bu savaş insanlığın kendi kendisini ve beraberinde tabiatı da ölüme sürüklemek üzere olduğu bir boğuşmadır.

-İşte bu dünya ortamı Türk Devleti’ne büyük bir hareket serbestisi sağlayabilecek bir ortam sunmuştur. Erdoğan hareket serbestisini Libya’ya kuvvet göndermekle ve Suriye Rejimi’ne sert çıkmakla garantiye aldığından emin olunca, Kürdistan’a bir bütün halinde (Kuzey-Güney) savaş ilan etmekte hiç bir sakınca görmedi.

-Erdoğan’ın Kürt Siyasi Önderliği’ni aldatmaya çalışması, Kürt tarafının bu oyuna gelmemesi Erdoğan’ı çıldırtmaya yetti. Önce “Kürt açılımı” diye başladığı yenileşme illuzyonunu zaman içinde belli bir plan çerçevesinde sulandırmaya başladı ve en sonunda her talebe “hayır” diyen bir noktaya geldi.

-Erdoğan Faşizmi bir yandan aldatma teşebbüslerini sürdürürken öte yandan da savunma halindeki gerillalara karşı adeta “avlama” sürecini başlatı ve 50 cıvarında gerillanın şehadetine yol açtı.

-Bunun üzerine gerilla pasif duruşunu gözden geçirdi ve ihtar niteliğinde operasyonlar başlattı. Bu operasyonlarda Türk Ordusu’nun kayıpları 100’e yaklaşınca Türk Faşizmi daha hazırlıklı olacakları bir başka dönemde başlatacakları savaş ilanını öne aldı. Şu anda cereyan eden savaş tümüyle Erdoğan’ın Osmanlı Devleti’ni yeniden ihya etme hayallerinin ürünüdür. Yayılmacılık zaten Türk İktidarları’nın tümünün rüyasıdır. Lozan’dan sonra 1932’de Agıri cıvarında İran’dan, 1939’da Hatay’ı Suriye denilen Fransız sömürgesinden, 1974’te Kıbrıs’ın Kuzeyi Makarios’tan koparmış bulunuyor. Şimdi de gözü Suriye ve Kürdistan’ın Güneyi’ndedir.

Savaşın gidişatı:

Türk Savaş stratejistleri şu anda ellerindeki en büyük hava gücünü Kullanarak Güney’deki 170 cıvarındaki hedefi vuruyor. Bu saldırılar kara harekatı öncesi “yumuşatma” harekatı olarak görülmelidir. Bu taktiği ABD Irak’ı vurmadan önce iki defa Irak’ta ve şu anda da Libya’da kullanıyor.

Ama…

Ama Kürdistan’daki yumuşatmayı yanlış yorumlayacaklardır. Onlar gerillayı vurarak yumuşattıklarını zan ederken aslında “ÇELİĞE SU VERİYORLAR!” Gerilla ve halk şu anda tarihte görülmedik bir şekilde sertleşiyor, kırılmazlaşıyor.. Artık “demir-carbon” karışımına su verilmiş bulunuyor. PASLANMAZ; KIRILMAZ BİR YENİ ÇELİK GÜÇ DOĞUYOR!

Evet bay Erdoğan,

Askerlerin mutlaka kara harekatına girişeceklerdir. Ama bu savaşın bir PİKNİK OLMADIĞI GÖRÜLECEKTİR!

“Vatan sağ olsun” diyerek evlatlarını Erdoğan’a teslim eden analar babalar sizlere acıyorum. Acıyorum, çünkü evlatlarınızın uğrunda öldükleri topraklar başkalarının ülkesidir.. Sizler alışıksınız, biliyorum, Kore’de b… yoluna giden evlatlarınıza da “şehit” diyordunuz. Neyin şehidi? Şavaşanlar ABD’liler ile Çin-Sovyet ve korelilerdi. Siz neden öldünüz? Türk Ordusu’na giydirilecek bir kaç postal uğruna!

2011-08-19

A Sirac Kekuyon

Not-I: Güney’in Goran Hareketi’ne, Liderleri Noşirvan Mıstefa ve arkadaşlarına yayınladıkları yurtseverlik belgesi bildirileri için teşekkür ediyorum..

NOT-II: Güle güle Kapitan… Güle güle Sosyalistlerin ağabeyi Mihri Belli.. Başın sağ olsun Sevim arkadaş


Lanetlilerin gölgesi ve PKK’nin yalnızlığı
Hasan Bildirici

Suriye rejiminin çökecek olması, Kürdistan’ın en büyük iki parçasını gasp etmiş olan İran ve Türkiye yönetimlerini serseme çevirdi. Suriye düşerse, İran düşer… İran ve Suriye düşerse, ardından Türk rejimi de düşer. Amerika, Avrupa veya Türk yöneticileri dillendirimiyor, ama bu üç ülkenin düşecek olmasının temel nedeni Kürdistan sorunudur. Dörtlü Zincir’in Irak halkası bu nedenle kopmuştu. Eskiden “bir, iki, üç… daha fazla Vietnam” deniyordu… Şimdi, “bir, iki, üç daha fazla Kürdistan…” demek gerekiyor.

PKK lideri Öcalan Irak savaşı başlamadan önce Amerika ve İsrail tarafından tutuklanıp, Türkiye’ye teslim edildi. Suriye Öcalan’ı Şam’dan çıkarmasaydı daha 1998 yılında Türk saldırısına uğrayacak, Irak İşgalinden önce Suriye’yi konuşuyor olacaktık. Üçüncü Dünya Savaşı’nın önayağı olan savaş, ilkin Irak’la başladı.

Şimdi Türkiye, Suriye’ye savaş ilan etmeye hazırlanıyor. “Suriye bizim iç işimizdir” diyor. İç iş dedikleri, Kürtlerdir. Suriye’nin düşecek olmasından en çok ürperen İran’ın apar topar Kandil’e saldırması, en zayıf halkanın Kürtler olmasındandır. Kürtleri tutsak almış olan İran, Suriye ve Türkiye rejimlerinin bu yeryüzünde bir gelecekleri yoktur.

Türkiye’nin bir taşeron olarak Suriye’ye saldırması Türk rejimini kurtarmaz. Suriye ve İran rejimleri düştüğü an, ölüm çanları Türkiye için çalacak. Yirmi milyon Kürdün kimliğini, yirmi milyon Alevi’nin inancını yasaklamış bir devlet yaşamamalıdır. Başka halkların inkarı, imhası ve soykırımı üzerine kurulmuş bir devlet ve onun rejimini Kürt ve Türk nesilleri daha fazla taşıma vebaline katlanmamalıdırlar.

Türk faşizminin en planlı ve saldırgan gücü olan AKP iktidarda kalabilmek ve ele geçirdiği devleti elinde tutabilmek için PKK’ye karşı zafer kazanmak zorundadır. Zafer yoksa, iktidar da olmayacaktır. AKP, Kürt savaşını şimdiye kadar, uyduruk bir “açılım” hikayesi ile yan yana sürdürüyordu. Açılım denen şey, PKK’nin diş ve tırnakla elde ettiği kazanımların PKK karşıtı Kürtlere rüşvet olarak dağıtılmasından başka bir şey değildi. Kürt haini Mehmet Metiner ve Amerikan Raporlarına “küçük kızlara düşükün olduğu” şekilinde giren Abdulkadir Aksu’ya bakarak AKP’yi tahlil etmek zor olmayacaktır.

Bir çok Türk ve Kürt aydını yıllarca AKP’ye çok önemli destekler sundular. Yazı ve demeçlerinin ilk cümlesi “AKP iyi şeyler yaptı” ile başlıyordu. AKP bu destekle yıllarca PKK taraftarlığına vurdu. PKK’ye bağlı sivil alanları darmadağın etti. Dünden beri Türk savaş uçakları gerilla alanlarını bombalıyordu. İşin aslı bundan ibarettir. Türk devletinin Kürt sorunun adilce çözebilecek gücü ve kudreti yoktur. Esasında niyeti de yoktur. Türk devletinin ve onun hükümetlerinin atmış gibi göründükleri adımların tümü, kandırma üzerine kuruludur ve hile içermektedir.

Hiç bir reform özelliği olmayan, ancak sistemini batı değerlerinin çeyreği ile doksan yıldır sürdürme becerisi gösteren Türk devletinin gelip tosladığı kaya bu kez çok çetin bir kayadır. Batı değerlerinin çeyreğinden ibaret demokrasi ise yalnızca Türklere sunulmuştur. Ama o çeyrekte artık yetmemektedir.
Kürdistan mücadelesinde PKK 12 Eylül’den beri yalnızdır. AKP fazşimi altında diğer Kürtlerin beyinleri ve kalpleri daha çok karışmış, PKK mücadele alanında daha çok yalnız kalmıştır. Fakat PKK’yi destekleyenler; işçiler, köylüler, öğrenciler ve diğerleri Kürt ulusunun bel kemiğini oluşturmaktadır. Bir ulusun yeniden yaratılmasında öncü rol oynayanlar daha sonra o ulusun mücadele yasalarına tabii olurlar. Bu anlamda niyetlerin de ötesinde PKK mücadele etmeye mahkumdur. PKK’yi yenilmez kılan da budur.

Bir zamanlar elinizi veya eteğinizi tutup gezen çocuk büyümüş ve kontrol dışına çıkmıştır. PKK, kurucularının da kontrolü dışına çıkmış devlet büyüklüğünde bir harakettir. Türk halkından ve Türk devletinden daha dinamik bir yapıdır. Türk halkı devletini çok desteklermiş gibi görünür, ancak en çok da devletinden çarpar… Kürt halkı ise PKK’ye hep verir. Verirken bir şey istemez. İstediği tek şey özgürlüktür….

PKK’nin İran, Suriye ve Türkiye devletlerine yaptığı reform ve çözüm çağrılarının bir karşılığı yoktur. Kürdistan’ı parçalamış olan üç devlet de hastadır, kurum ve kuruluşlarıyla çürümüştür. Reform yeteneklerini yitirmiş ve yaşlanmışlardır. PKK’nin İran ve Türk devletlerine yaptığı iyi niyet çağrıları Kandil Dağları’na bomba olarak yağmaktadır. PKK liderlerine yönelik suikast timleri harekete geçirilmiştir.
İran, Suriye ve Türk sömürgeciliğinin Kürdistan üzerindeki lanet egemenliği bir süre daha zulüm kasırgaları estirebilir. Toplu tutuklamalar ve can alıcı öldürmeler devreye sokulabilir. Fakat bu yöntemlerin hiç biri artık tutmaz.

Sömürgecilik, dört ayaklı bir sandalye şeklinde oturmuştu Kürdistan’ın üzerinde. Sandalyenin Irak ayağı kırılmıştı. Üç ayaklı sandalye ayakta idi, ama sallantılıydı. Sandalyenin Suriye ayağı kırıldıktan sonra kimse sandalyeyi iki ayak üzeri durduramaz artık.

Direniş halindeki Kürt halkı yalan, dolan ve hile istemiyor artık. Kürt sorununa “yandaş çözümü” de istemiyor. Kürt sorunun cepçiliğini yapanların AKP övgülerine daha ilk günden teslim olmayanlar, İktidara uşaklık karşılığı hizmet ve ilgi beklemek gibi düşük karakterli bir bir davranışın içinde olamazlar.

Sömürgeci Türk devletinin Kürdistan halkına ve onun özgürlük umudu olan gerillalarına yönelik saldırısını şiddetle kınıyorum…

Ne yaparlarsa yapsınlar, Kürdistan halkı bu kez kazanacaktır.

bildiricihasan@hotmail.com

Rehine şairlik ve yandaşlık hukuku


Rehine şairlik ve yandaşlık hukuku

Büyük çatışmalara gebe sıkıntılı günler başladı yine. Türk devletinin Kürtleri ayırarak sevmesinin; birini sevip ödüllendirirken ötekisine bomba ve kurşun yağdırmasının bedelini Kürt ve Türk halkının çocukları daha uzun bir süre ödeyeceğe benziyor. Benim, “Türk devleti Kürt sorununu çözemez” dediğim tamamıyla budur. Türk ırk devleti, yurttaşlık ve vatandaşlık hukuku yerine “yandaşlık” ve “taraftarlık” hukukunu geliştiriyor. Bunu her alanda yapıyor. Sadece siyasetçide değil, yazarda, aydında, ses sanatçısında, işçide ve köylüde de bu ayrımı yapıyor. Doksan yıldır yaka silktiğimiz ne varsa, şimdi kimlik kabulü adı altında, iktidar önünde kişiliksizleşmiş bir Kürt toplumu yaratmayı hedefliyor. Bu tarzı askerlikte, okullarda, devlet dairelerinde, sokakta, havaalanlarındaki karşılamalarda; kısacası her alanda uyguluyor. Böyle olunca tabii Kürt sorunu çözülmüyor. Yandaş Kürtlerin sorunları çözülmüş oluyor. Önümüzdeki günlerde bu konuları tartışmayı sürdüreceğiz. Konu ile bağlantılı olduğu için de Kemal Burkay’ın Türk iktidarı karşısındaki tavrını gerekli olduğu için bir kez daha ele alacağız.

***
Önceki gün Haber Türk’ün Kemal Burkay ile yaptığı röportajı izledim. Kemal Burkay kendini çok özgür hissettiğini ve AKP’nin çok iyi bir parti olduğunu söylüyordu. Kemal Burkay özgür olup ve Türk basınında özgürce konuşabilince demek ki, her yer “Akdeniz İklimi” oluyordu. Türkiye’yi bütün kurum, kuruluş ve olanaklarıyla ele geçirmeyi demokrasi sayan AKP’lilerle, bir kaç taraftarıyla birlikte kendisini özgür hisseden Burkay’ın demokrasi anlayışında pek bir fark yok. Kemal Burkay’ın,”daha yapılacak çok iş var” diyerek AKP’ye ufak tefek eleştiriler yöneltiyor görünmesi de sıkı ilişki ve dayanışmayı gözden kaçırmak için başvurulan kurnazca bir yol.

Yazılarını hep ilgiyle okuduğum Yıldırım Türker, Kemal Burkay’ın Türk bayrağı altındaki tavrını şöyle tarif etmiş:

“Rehine Şair”

Türk-İslam gericiliğinin iktidarını“demokrasi ve özgürlük” diye destekler ve topluma yutturmaya kalkarsan, o gericiliğe karşı mücadele veren bir Türk de, Türk bayrağı önündeki devletli resmi “siyaset ve şair rehineliği” olarak adlandırır.

Kemal Burkay’daki Kürtlük, yurttaşlık ve demokrasi anlayışı, sürgünleri kendinden ve bir kaç arkadaşından ibaret saymanın ötesine geçmiyor.

Haklı. İçeride tutuklu tek adamları yok. Avrupa’dan alacaklarını aldıktan sonra sürgünlerinin hepsi dönmüş. Nasıl bir dönem erken gitmiş olmalarıyla Avrupa’daki iltica haklarını dibine kadar kullandılarsa, şimdi tam zamanıdır diye devlet tarafından çağrıldıkları Türkiye’de Kürdistan Yetimlerinin canları pahasına elde ettikleri fiili kazanımların üzerine oturup, onu da dibine kadar kullanacaklar. Tam bir mülteci tarzı…

Bu açıdan AKP’ye minnettarlar. Bu nedenle Kemal Burkay, doksanlı yıllardan itibaren Avrupa’ya çıkmak zorunda kalmış yüzbinlerce Kürdü sürgün saymıyor.

Önceki yazılarımın birinde artık “bedel ödeme” konusunu tartışmayacağımı söylemiştim. Evet biz hiç birimiz bedel ödemedik. Herkes kendi inancının, vicdanının ve karakterinin bedelini ödedi. Bu nedenle kimse kimseye artık ne borçludur, ne de Kürtlerden alacaklıdır. Kemal Burkay da bir bedel ödememiştir. Otuz yıllık sürgün hayatı turistik bir gezi gibi geçmiştir. Benim de 12 yıllık hapishane hayatım okul eğitimi şeklinde geçti. Kürtlerin İsmail Beşikçi ye de herhangi bir borçları bulunmuyor. İsmail Beşikçi, ulus devletlerinin yasakladığı çaresiz Kürtlerin varlığını dile getirdiği için ağır hapis cezalarına çarptırıldı. İsmail Beşikçi’nin bir alacağı varsa o da Türk devletindendir.

Biz hepimiz Türklerin ulus devletinden alacaklıyız.

Ödenen bedelleri konuşmayacağız, ama dağda, sokakta, işkencede, hapishanede Türklerin ulus devletiyle neler yaşadığımızı anlatacağız. Tecrübe olsun, Kürt nesilleri bir daha o numaralara düşmesin diye anlatacağız.

Kemal Burkay ve arkadaşları 12 Eylül’de sürgüne çıktıklarında, bizler çok uyanık davranamayıp hapishaneyi boylayanlardandık. 12 Eylül ile birlikte hapishanelerde neler yaşadığını tekrar anlatmanın lüzumu yok. Orada devletin acımasız kuralları vardı. Devlet görevlileri şöyle diyordu:

“Tamam, solcu ve asi olabilirsiniz, ama bu devletin solcusu ve asisi olun. Bayrağına, kurallarına saygısızlık etmeyin.

Kural denen şey, ırkçı marşları okumak ve korku abidesi ırkçı simgeler önünde diz çökmekti. Bizler bu kurallara uymuyorduk ve sık sık işkencelere tabii tutuluyor ve uzun süreli hücre cezalarına çarptırılıyorduk. Hücre cezası bazen çok sürerdi. Sararır solardık, nemli hücrelerde döşeklerle birlikte çürürdük. İrademizi kırmak için cezaevi idaresi bazen kurallara uyan koğuşlardaki arkadaşlarla karşılaştırırdı bizi. Çoğu mahcup olan o arkadaşların içinde cezaevi yönetimi tarafından ayartılmış olanlar da vardı ve şöyle derlerdi:

“Koğuşlarda her şey var. Havalandırma gün boyu açık. Gökyüzü pırıl pırıl… Avluda istediğimiz kadar güneşleniyor, istediğimiz gazeteyi okuyoruz. Televizyonumuz dahi var….”

Kemal Burkay’ın AKP hükümetini öven konuşmalarını dinleyip demeçlerini okudukça güçsüz düşmüş arkadaşlarımızın hücre direnişlerine karşı koğuşları övmesi aklıma geldi.

Kemal Burkay Kürt halkına AKP’ye tutsaklığını öğütlüyor.

Bence Kemal Burkay Kürt halkını tanımıyor.

Türkiye Kürt sorunuyla birlikte serseme dönmüş garip bir noktaya savruldu. Devlet olanaklarından kendilerine rüşvet verilen Kürt ve Türk solcuları ve liberaller, Türkçü ve dinci iktidar muhafazakarlığıyla kader birliğine gittiler. Kendilerinin ekonomik olanakları ve konuşma alanları açıldıkça her fırsatta AKP’ye olan minnet duygularını dile getirdiler.

Böylece yeni bir devlet çeteciliği ve onun işbirlikçiliği türedi.

Kemal Burkay, AKP iktidarında kendini çok özgür hissediyor. Devletin kurallarının tümüne uyan arkadaşlarımız da koğuşlarda kendilerini çok özgür hissediyorlardı.

Koğuş avluları bol güneşliydi.

Fakat kişilikli bir yurttaşlık hukuku isteyenlerin karanlık ve nemli hücrelerden zorbalığın temellerini titreten direniş şarkıları yükseliyor, özgürlüğün kullanım alanını da direnenlerin çelik iradesi belirliyordu.

İçinde olmaktan gurur duyduğum Kürdistan’ın direnen damarı ne pahasına olursa olsun bu kez diz çökmeyecek. Son sürgün, son gerilla ve son tutsak özgürlük şarkıları eşliğinde özgür Kürdistan sokaklarına katışmadıkça sorun çözülmüş sayılmayacak… Yandaşlığa ve taraftarlığa dayanmayan normal vatandaşlık hukuku zaten bunu gerektiriyor…

bildiricihasan@hotmail.com