İran’da Bir Devrim Yükseliyor…/Siyaves Azeri-Bianet
İran’da neler oluyor? Acaba uluslararası burjuva medyanın bir kısmının halen ısrarla ileri sürdüğü gibi sokak gösterileri İslami rejimi içindeki kanatların güç kavgasının yansıması mıdır? Gösterilerin hzının kesilmemesi, bütün “itidal” ve “barışçıllık” çağrılarına karşın gün geçtikçe radikalleşmesinin basıncıyla burjuva medyanın başka bir kesiminin tonunu değiştirerek “sivil itaatsızlık” olarak adlandırdığı kadife bir devrim midir? Yoksa tanık olduklarımız yeni İran devriminin yükselişe geçişinin ilk adımları mı?
1979 devriminde üç sınıf
İran’daki halk ayaklanmasını doğru çözümleyebilmek için öncelikle geçmişe ve 79 İran Devrimi’ne kısaca bakmamız gerekir. 1979 İran Devrimi özünde sol karakterli demokratik talepler içeren toplumsal bir hareketti. 79 Devrimi 1960’larda dönüşümünü tamamlayan İran’daki kapitalist ekonomik sistemin bunalıma girmesi, artan üretkenlik ve gelirden daha fazla pay isteyen, gönenç düzeyinin yükselmesini isteyen işçi sınıfının ve geniş yoksul kitlelerin harekete geçişi temelinde oluştu. Uluslararası kapitalist sistemde kapitalist İran ekonomisinin öteki ekonomilerle rekabet edebilmesi ve sermayenin karlılığını sağlaması ancak ve ancak ucuz emek cenetti oluşturmakla olanaklıdır. İran’da monraşinin diktatörlüğü sermayenin karlılığı için gerekli “ucuz emek, suskun işçi” zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Bu devrimin en belirleyici yönü işçi sınıfının toplumsal bir sınıf ve güç olarak ilk kez bağımsız biçimde siyaset sahnesine çıkmasıydı. 79 Devrimi’nde İran’da üç sınıfsal hareket karşı karşıya geldi. Bir yanda yönetimde olan Batı yanlısı burjuvazi, bir yanda siyasal İslamcılar ve ulusalcılardan kendini Marksist niteleyen çeşitli örgütlere geniş bir yelpazeden oluşan Batı karşıtı ulusalcı-dinci burjuva hareketi, bir diğer yandaysa siyasal örgütlülükten yoksun olsa da işçi sınıfı yer almaktaydı. (1)
Dünya burjuvazisisinin İslam Cumhuriyeti
79 Devrimi’nin yazgısını anlayabilmek için o dönemin uluslararası siyasal dengelerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Soğuk Savaş döneminde Arap-İsrail çatışmasından Güney Amerika’daki darbeler bütün siyasal hareketler iki rakip kutup arasındaki çekişme üzerinden tanımlanıyordu. Bu, bütün bu hareketlerin bu iki kutuplunun taraflarından birinin yandaşı olması anlamında değil, siyasal karşılaşmaların bu iki kutbun karşılaşması zemini üzerinde gerçekleştiği, dolayısıyla da bu çekişmenin izini taşıdığı anlamına geliyor. Batı burjuvazisi açısından Ortadoğu’nun göbeğinde, ABD’nin o deönem en büyük bölgesel müttefiği ve jandarması İran’da sol karakterli bir devrimin gerçekleşmesi, İran’ın şu ya da bu şekilde karşı kutbun yanına geçmesi kesinlikle önlenmesi gereken bir durumdu. Jeopolitik konumu ve enerji nkaynaklarının denetimi açısından önemi düşünüldüğünde İran’da sol bir devrim kesinlikle önlenmeliydi. Ayrıca, İran’da olası sol bir devrimin etkilerinin İran’la sınırlı kalmayacağı açıktı (siyasal İslam’ın yükselişinin etkilerinin de İran’la sınırlı kalmadığı, Kuzey Afrika’dan Filistin’e, Afganistan’dan Türkiye’ye kadar siyasal İslamcı hareketlerin yükselişine yol açması gibi). İşte böyle bir ortamda Batı burjuvazisi 79 İran Devrimi’ni bastırmak ve burjuva rejimini korumak için son kartını, siyasal İslam’ı sahneye çıkardı. Şah’ın 78 Eylül’ünde kitlelere ateş açarak bastırmayı umduğu ama bastıramadığı devrimi Batı’nın gizli ve açık desteğini alan İslamcılar 1981’de kanla bastırarak yenilgiye uğrattı. İslam Cumhuriyeti burjuvazinin “devrimci dönemlerde devleti”ydi. (2)
Ancak, yenilgiye uğrasa da 79 Devrimi toplumsal ve siyasal olaylar ve olgulara damgasını bastı. İslam Cumhuriyeti burjuvazinin siyasal ve ekonomik bunalımına olağanüstü bir yanıt olarak ortaya çıktığından geçici karakterinden sıyrılamadı. Burjuvazi açısından bu yönetim sermayenin doğal işleyişi için gerekli ortamı sağlayamazdı. Öte yandan, 79 Devrimi’ne yol açan nedenler -ekonomik ve siyasal bunalım-olduğu yerde duruyordu. Kapitalist toplumun “olağan” üstyapısına dönüşemediğinden rejim hem kendi içinde hem kitleler nezdinde meşruiyeti sürekli sorgulanan bir olguya dönüştü. Meşruiyeti ve yeniden üretilmesi olağan biçimde gerçekleşemeyen İslam Cumhuriyeti bu yüzden sürekli baskı, işkence, idam ve süngü gücüne dayanarak ayakta durabilirdi. Devrim yenilse de İslami karşı-devrim toplumu Şah dönemi gibi susturamadı. Bir anlamda, İran’da siyasal erk sorunu asla toplumun gündeminden düşmedi.
İslami rejime karşı direniş
İslami rejime karşı direniş 1997’de önemli bir adım attı ve rejimi devirme hareketi kitlesel boyutlar kazandı. Hatemi yönetimi o dönemde, yükselmekte olan rejimi devirme hareketine karşı İslami rejimin bir manevrasıydı. Amaç “reform” söylemiyle İslam Cumhuriyeti’ne zaman kazandırmak, kitlesel hareketi pasifize etmekti. Ancak halk reform yanılsamasına kapılmadı ve reform söylemini çabucak açıp geride bıraktı. 97 Temmuzu’nda İslami rejimi titreten 6 günlük ayaklanma halkın “ılımlı”, sulandırılmış, “güler yüzlü” İslami yönetimin hiç biri biçimini istemediğini açıkça duyurdu. Amaç yönetimin bütünüydü, insanlar İslam rejiminin devrilmesinden daha azına razı olmayacaklarını gösterdiler. Hatemi’nin yönetime gelmesi başka bir olgununda göstergesiydi: Başından beri farklı çetelerden oluşan ve kendi aralarında çekişen İslami yönetim içindeki çatlak halka hareketi sonucunda büyümekteydi. Rejimi devrime hareketi yükseldikçe yönetimdekilerin kendi aralarındaki it dalaşı da keskinleşiyordu.
Yükselen rejim karşıtı kitlesel hareket ve “reform” hokkabazlığının da mayasının tutmaması ve tarih çöplüğüne gömülmesi karşısında İslami rejimin tek bir yolu vardı: Şiddette başvurmak. Ancak bunun için de rejimin kendi içindeki çatlakları doldurması ve birlik görüğntüsü sunması gerekiyordu. Ahmedinejad işte rejimin böyle bir zorunluluğunun sonucuydu. Sözde rejimi birleştirecek, halk karşısında tek vücut olarak çıkacak, kılıcını üztten kuşanarak kitleleri korkutup geri püskürtecekti. Ancak rejimi devrime hareketi böylesi “kadife darbe” girişimleriyle bastırılabilecek cinsten değildi. 1 Mayıs, 8 Mart, 7 Aralık (İran Üniversite Öğrencileri Günü) dolaylarında yoğunluğu artırılan ve toplumu terörize etmeye amaçlayan kamuda toplu idamlar, recm cezaları, İslami Muhafızlar ve polisin boy boy “toplumsal huzur” operasyonları rejimi devirme hareketini durduramadığı gibi rejimin zaafını daha da gözler önüne serdi ve rejimden toplumsal nefreti pekiştirdi.
İran’daki rejimi devirme devrimci hareketinin bir özelliği de sol karakteridir. Radikal özgürlük ve eşitlik talepleri çerçevesinde oluşan bu hareket “öz”ünde sol bir harekettir. Rejimi devirme devrimci hareketinin başını kadınlar, gençler ve işçiler çekiyor. İşçilerin, kadınlar ve gençlerin özgürlük, eşitlik ve gönenç taleplerini karşılayabilen, bu taleplerin oluşumunda, radikalleşmesinde ve geniş kitlelerin beklenti düzeyinin yükselmesinde belirleyici payı olan hareketi işçi komünizmi hareketidir.
1979’dan kalan hesap
Başta sözünü ettiğim üç sınıfsal hareket günümüz İran toplumunda da sahnededir. Son “seçim” maskaralığını ve yükselmekte olan devrimci hareketi anlamak için sözünü ettiğimiz bu etmenleri göz önünde tutmalıyız. Rejim açısından sorun bir ölüm kalım sorunudur. Rejim içindeki farklı kanatlar arasındaki çekişme hangisinin rejimin sürekliliğini sağlayabileceği çerçevesinde gerçekleşmektedir. Reform balonunun çoktan söndüğü bu durumda rejimin biricik alternatifinin yine Ahmedinejad olacağı gün gibi ortadaydı. Geçen hafta Cuma Namazı hutbesinde, Hameneyi bir gerçeği istemeden dile getirdi: Sokakta seçime hile karıştırıldığı bahanesiyle gösterilerde bulunanlar sandıktan Musevi de çıksa yine aynı şeyi yapacaklardı. Yükselen devrimci hareket ayrıca Hameneyi’yi ve İslami yönetimi son kartını oyunun en başında oynamaya zorladı: Şiddette, olağanüstü yöntemlere başvurmak. Hameneyi konuşmasında halka ultimatum vererek gösterilere devam etmeleri durumunda üzerlerine ateş açılacağını beyan etti. Ne var ki bu tehditler de işe yaramadı. Cumartesi günü sokaklara çıkan ve halen eylemlerini sürdüren kitleler savaşa çıktıklarını biliyorlardı. Böyle bakıldığında devrimci yükselişin savunmada değil saldırıda olduğu görünmektedir. Bu, gün geçtikçe radikalleşen sloganlarda ve eylem biçimlerinde de kendini göstermektedir.
Devrimci yükseliş rejimi çatlattı
Bir noktayı asla unutmamak gerekir: İran’daki bu devrimci hareket ilk güğnünde bile rejim içi çekişme çerçevesinde gerçekleşmedi veya onun yansıması değildi. Tersine, gerek seçimden önce gerek sonrasında rejim içinde dozu zaman zaman artan çatışma bu devrimci hareketin yansımasıdır. Nasıl ki hareket Hameneyi’ye rejimin sonunun startını verme ve rejimi bir bütün olarak halkla karşı karşıya getirmeye zorladıysa artık esameleri okunmayan ve kaile alınmayan Musevei veya ötekileri de tasarlamadıkları siyasal konumlara yerleştirdi. Musevi-Rafsancani çetesi ilk günlerde oyların yeniden sayımından söz ediyorlardı. Devrimci hareketin yükselişiyle bu talep seçimlerin iptalının ve uluslararası gözlemciler gözetiminde yeniden yapılması talebine dönüştü. Ancak mevcut devrimci hareketin ufku böyle isteklerle sınırlanamayacak ölçüde geniştir. Rejim oyların yeniden sayılması veya seçimin iptal edilmesini ilk gün kabul etseydi bile halk bunu haklı olarak kendi zaferi sayacak aynı biçimde hareketini sürdürecekti.
Devrimci yükselişin baskısını uluslararası burjuva medyasında da görmek olanaklıdır. Başta bu hareketi ısrarla Musevi yandaşları ile Hameneyi-Ahmedinejad çetesi arasındaki çekişme olarak niteleyen medya, örneğin BBC ve CNN, artık bu hareketin rejimin tamamını hedef aldığını belirtmekteler. Ancak, burjuvazinin çıkarlarına uygun biçimde bu hareketi yolundan saptırmak için, devrimci yükselişi kitlesel sivil itaatsızlık olarak adlandırıyorlar. Ne var ki bu “kedidir, kjedidir” düzeyindeki “çözümlemeler” her gün Tahran ve diğer İran kentlerindeki sokaklarda yalanlanmaktadır. “Kahrolsun Diktatör” sloganıyla başlayan devrimci hareket, önce rejimin bütünlüğünün temsili olan Hamaneyi’yi hedef alarak “Kahrolsun Hameneyi”ye, sonra da kitlesel gösterilerde atılmaya başlayan “Kahrolsun İslam Cumhuriyeti”ne, “Silahlanacağımız Günü Kolluyoruz” ve “Kahrolsun Besici”ye yükseldi. “Kahrolsun Taliban, İster Kabül’de olsun İster Tahran’da” veya Tahran’ın merkezinde, İslam Cumhuriyeti’nin başkentinde cami yakılması da bu radikalizmin, devrimci hareketin sadece Hamneyi veya Ahmedinejad’ı değil bütün rejimi ve siyasal İslam’ı hedef aldığını gösteren göstergelerden bazılarıdır.
Kitlelerin arzusu: Özgürlük ve eşitlik
İran’da yükselmekte olan devrim bir kez daha siyasal erk sorununu en acil gündem maddesi olarak toplumun önüne yerleştirmiş durumdadır. Burjuvazinin farklı kanatları bu sorunu halkın başı üzerinden çözmek istemektedir. Bu yüzden bir yandan rejim içindeki kanatlar bir uzlaşmaya varmaya çalışmaktadırlar. Rejimin taktığı ve umudu devrimin yorgun düşerek hız kesmesi, sonra şiddetle bastırılması ve bazı göstermelik düzenlemeler ve reformlarla işin bağlanmasıdır. Rejim içindeki ve dışındaki Batı yanlısı burjuvazi ise kadife devrimi benzeri bir durumla “regime change” gerçekleştirip halkı evlerine göndermektir. Geniş halk kitlelerin, işçilerin, kadınların ve gençlerin özgürlük ve eşitlik istekleri ve arzularının gerçekleşmesinin en uygar yoluysa devrimin başarıya ulaşmasıdır. 79 Devrimi’nin aksine bu kez bu özgür ve eşit toplum kurma arzusu gerçekleşebilir: 79 Devrimi’yle yönetimden indirilen Batı Yanlısı nasyonalist hareketin daha radikal, daha keskin talepleri olan bir devrim yoluyla yönetime geçebilmesini olası değildir. Öte yandan, Batı karşıtı, Ulusal-İslamcı hareket bizzat devrimin konusu olduğundan rejimin devrilmesi durumunda yönetimde kalması söz konusu değildir. İslam Cumhuriyeti’ni devriecek kitleler sulandırılmış İslami bir yönetim sınırında durmayacaktır. Ayrıca, işçi sınıfı hareketi, 1979 Devrimi’nin tersine bugün siyasal örgütüne sahiptir. Bu örgütlülüğü sayesinde talepleri geniş kitlelerin taleplerine dönüşmüş durumdadır. Günümüz İran toplumunda “Yaşasın Özgürlük, Eşitlik” geniş kitlelerin arzularını dillendirdikleri slogandır.
Hiç bir devrimin zafere ulaşacağı kesin değildir ama devrimler yenilgiye uğramaya da mahkum değillerdir. Öncelikle işçi sınıfının kitlesel biçimde bu harekete katılması gerekmektedir. Nasıl ki 1979 Devrimi’nde Şah rejiminin belini işçi sınıfının kitlesel grevleri kırdıysa, yükselmekte olan bu devrimin başarısı için de işçi sınıfının özgürlük ve eşitlik bayrağıyla devrimci harekete var gücüyle katılması gerekmektedir. İşçi sınıfı devrimci yükselişin koşullarının yaratılmasının başını çeken toplumsal güçtür. Bu yükselişin öncü sarsıntılarını işçilerin 1 Mayıs, 8 Mart veya diğer kitlesel gösterileri ve grevlerdeki sloganlarında ve yayınladıkları bildiri ve bildirgelerde gömrmek olanaklıdır. İşçiler İslam Cumhuriyeti ve sermaye düzeninin devrilmesinin özgür ve eşit bir toplum oluşturmanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu topluma gösterdiler. İran-Khodro’da kitlesel devrimci hareketi desteklemek için 3 vardiyada iş bırakma eylemi, İran Özgür İşçi Sendikaları Birliği ve Vahed Otobüs İşçileri Sendikası’nın bildirigeri de işçi sınıfının sürmekte olan devrime katılımın ilk adımları arasında yer almaktadır. İran’da yükselmekte olan devrimin başarıya ulaşması işçi komünist önderlerin becerisine ve insiyatifine, halkı doğru taktikler çerçevesinde örgütleyebilmesine ve devrimin saptırılmasını önleyebilmesine bağlıdır. Bu durumda, devrimi başarıya ulaştırabilmesi İran işçi sınıfı, gençleri ve kadınlarının yanı sıra radikal, özgürlükçü uluslararası güçlerin de desteğini gerektirmektedir. (SA/EK)
_______________________________________________________
(1) Bu konuda ayrıca “İran Devriminin Yazgısı ve Yükselmekte Olan Devrimin Karakteri” başlıklı yazıya bakın. 1979 Devrimi’nin parlak bir çözümlemesi içinse Mansur Hikmet’in “Yenilmemişlerin Tarihi” adlı makalesine bakın. İslami karşı-devrimin karakteri ve İslam Cumhuriyeti’nin özgüllükleri için “Burjuva-Emperyalist Karşı-devriminin İki Kanadı” başlıklı makaleye (İngilizce) bakın.
(2) Bu konuyla ilgili Mansur Hikmet’in “Devrimci Dönemlerde Devlet” makalesine bakın
Yenilmeyenlerin Tarihi: 79 Devrimi Anısına Birkaç Söz
Mansur Hikmet
Son yıllarda İran muhalefetindeki solcular arasında bir “gözden geçirme” veya “revizyon” sürecinin gelişmekte olduğu söylenmektedir. Bu kesimin özellikle yurt dışında yayımlanan çok sayıda yayınlarına bakıldığında buna benzer bir şeyin gerçekleşmekte olduğu ortaya çıkıyor ancak “gözden geçirme” sözcüğünün bu süreci dile getirmek için uygun bir terim olduğu kuşkulu bir durum. Yakın çevre içinde, gerçeğin dile getirilmesinin kimseyi rahatsız etmediği durumlarda, bu bir pişmanlık süreci olarak adlandırılabilir. Ancak kamuoyunun önünde, özellikle bu günlerde siyasal doğruluğun (political correctness) at koşturduğu alanda “yenilikçilik” daha uygun bir karşılık gibi görünmekte. Genel olarak devrim ve devrimcilik kavramları özel olaraksa 79 Devrimi bu yenilikçilik sürecinin ilk kurbanları arasındadır.
Her ay 79 Devrimi’nin geride kalan, yaşlanmış devrimcilerinden oluşan topluluklar ve hareketler içinde örgütlenen kişilerce yığınla makale ve yazı yayımlanmakta. Bütün bunları izleyip okumak ve bunların yazarlarının uğraşılarıyla düşünsel dünyaları ile boğuşmak hem boşunadır hem de oldukça güç. Ancak sözünü ettiğimiz “yenilikçilik” sürecinin ne anlama geldiğini görmek güç değildir. Örneğin psikologların yöntemlerinden biri olan “çağrıştırma” kullanılarak bu edebiyatın devrim kavramı gibi anahtar sözcüklere tepkisi ölçülebilir. Elde edilen görüntü kuşku bırakmayacak açıklıkta olacaktır. Devrim: Aşırılık; Devrim: Şiddet; Devrim: Despotizm; Devrim: Yok oluş.
Neden olmasın? 79 Devrimi’nin bu geride kalanlarından hangisi gözlerini kapatıp geçen 17 yılı düşündüğünde tatlı şeyler anımsayabilir? Milyonlarca insan en gerici, en vahşi bir rejimin altında yaşamaya mahkum edildi; mutluluğun yasak olduğu, korkuya, yoksulluğa ve yalana dayalı bir toplum oluşturuldu; bu toplumda kadın olmak suç, yaşamak ceza ve kaçış olanaksızdır. Bütün bir kuşak, nüfusun belki de yarısından çoğu gözlerini dünyaya bu cehennemde açtı, bu kuşağın bundan başka bir anısı da yok. Başka birçok insan içinse en canlı anı kana bulanmış onlarca onurlu insanın unutulmayan yüzleridir. Bu kabusun başlangıcı 79 yılı, devrimin yılı değil mi?
Bazıları için 79 Devrimi’nin kötü sonunun bu “yenilikçilik” sürecine bir katkısı olmuş olabilir. Ancak ne bu pişmanlığın yaygınlığı ne de günümüz yenilikçilerinin sivri dilleri ve histerileri 79 Devrimi’nin yenilgisiyle açıklanabilir. Bir köprünün yakınında oturmuş yenilgiye uğramış bir ordunun dönüşünü izliyor gibisiniz. Bu yenilenleri hüzünlü, donuk, sessiz ve çöküntü içinde görmek beklenmeyecek bir durum değil. Ancak bu topluluk yumruklarını sıkıyor. Daha dikatlice dinlediğinizde bir marş mırıldanıyor gibiler. Evet, yanılmıyorsunuz, bunlar savaşmaya geliyorlar, kendi “yutları”, “üsleri” ve “kalleri” veya bir zamanlar öyle sanıp öyle adlandırdıkları şeyler ile savaşmaya geliyorlar. Bunlar dünkü “kendiler”inden ve “kendi gibiler”inden öç almaya geliyorlar. Kalenin içinden dışarı bakan biri için bu kesinlikle ürkütücü bir görüntüdür.
Dünkü yandaşları tarafından bu denli acı biçimde yolcu edilen yenilmiş devrim ve hareketlerin sayısı çok değil. Örneğin Meşrutiyet Devrimi, Petrol Ulusallaşma Hareketi, Allende yönetimi dönemi, Portekiz Devrimi ve İngiliz maden işçileri grevi öncüleri ve katılımcıları için her zaman saygın bir konumu olmuştur. İran’ın dünkü devrimcilerinin günümüzdeki yenilikçiliklerinin nedenlerini başka yerde aramak gerek. Gerçek bu son yılların, 79 Devrimi sonrası yılların uluslararası çapta daha önemli olayların gerçekleştiği yıllar olmasıdır. Bu son yıllarda artık yalnızca Varşova ve NATO paktlarının en yalancı sözcülerinin propagandalarında ve en alık yandaşlarınca “sosyalist dünya” diye nitelenen Doğu Blok’unun yıkılışı bütün dünyayı sallayan siyasal, toplumsal bir depremdi. İki kutuplu bir dünyaynın, ekonomi ve üretimden bilim ve sanata kadar her şeyinin on yıllar boyunca bu karşıtlık çerçevesinde oluşan dünyaynın kutuplarından birinin elenmesi yeterince altüst ediciydi. Ancak düşünsel ve zihinsel alanda belirleyici olan dünya egemenlerinin ve uşak sözcüleri ve ajitatörlerinin geniş sürüsünün üniversitelerde ve medyada Doğu’nun yıkılışını komünizmin yıkılışı, sosyalizm ve Marksizm’in sonu olarak sunabilmeleri gerçeğiydi. Gerçi bu cambazlığın hepsi altı yıldan fazla süremedi, günümüzün bütün verileri bu kandırma döneminin sona erdiği yönündedir. Ancak bu altı yıl dünyayı sarstı. Bu, sosyalizmin sonu değildi ancak sosyalizmin sonunun nasıl bir kabus olabileceğinin ipucuydu, sosyalizmin çağrısı olmaksızın, sosyalizm umudu ve sosyalizm “tehlikesi” olmadan dünyaynın nasıl bir bataklığa dönüşebileceğinin göstergesiydi. Dünya çapında, egemen olsun yönetilen olsun, herkes için sosyalizmin değişimi çağırıştırdığı ortaya çıktı. Sosyalizmin sonunu tarihin sonu adlandırdılar. Sosyalizmin sonunun eşitlik beklentisinin sonu, özgür düşüncenin ve ilericiliğin sonu, gönenç beklentisinin sonu, insanlık için daha iyi bir yaşam ummanın sonu olduğu ortaya çıktı. Sosyalizmin sonunu orman yasalarının ve ekonomide, siyaset ve kültürde zorbacılığın dolayımsız egemenliği olarak anlamlandırdılar. Hemen ardından faşizm, ırkçılık, erillik, kavimcilik, din, toplum karşıtlığı ve zorbalık toplumun bütün gözeneklerinden fışkırmaya başladı.
Bütün dünyada bu serüvenin ardından başlayan “yenilikçilik” dalgası görünmeye değerdi. Uluslararası bir pişmanlık ve yalakalık yarışında dünkü değerler ayaklar altına serildi, dünkü ilkeler lanetlendi ve dünkü erekler alaya alındı. Aşağılıklık ve teslim olmak yaşamın anlamı olarak üste çıktı. Yeni düzenin aydınlarının tövbecilik kültürlerinde hemcinsleri için daha iyi bir yaşam isteyen, varolan durumun değişmesi gerektiğini ve değişebileceğini düşünen, insanların eşitliğine inanıp onları daha iyi bir geleceğe çağıran, dünyadaki yazgıları ve paylarını etkilemek için insanların toplu çabasının gerekliliğinden söz eden, devlet ve toplumu bireyin yaşamı, gönenci ve özgürlüğü konusunda sorumlu sayan herkes, bin bir tribünden hayalci, eskimiş, aklı kıt ve ayakları yere basmayan diye nitelendi. Umutsuzluk usun göstergesi sayıldı, insanlığın yüce ereklerinden vaz geçmek gerçekçilik ve uzgörüşlülük olarak adlandırıldı. Ansızın, işe yeni başlayan herhangi bir jurnalistin, kürsüsünü yeni kapan yeni yetme herhangi bir akademisyenin ve herhangi bir emekli albayınVoltair’le Rousseau’dan Marx’la Lenin’e kadar modern dünyanın düşünsel devlerinin yanıtını verbildiği, son birkaç yüz yılda yüz milyonlarca insanın çabasının, özgürlükçülük ve eşitlikçilik sorununun bütününün “tarihin sonu” görkemli kalesine varma yolu üzerinde boşuna harcanmış zamandan başka olmadığı ve en kısa sürede unutulmaları gerektiği ortaya çıktı.
Dünkü devrimciler işte bu uluslararası atmosfer bağlamında 79 Devrimi ve genel olarak devrimcilik konularını “gözden geçirme”ye başladılar; elde ettikleri sonuçlar 79 Devrimi’nin yenilgisinden çok birkaç yıllığına günün modasına dönüşen ideallerin ve ilkelerin uluslararası çapta alaya alınmasından kaynaklanıyordu.
Tarihi hep fatihlerin yazdığı söylenir. Ancak yenilenlerin yazdığı tarihin her zaman daha yalan ve daha kokuşmuş olduğunu eklemek gerek. Çünkü bu ikincisi yas, teslim ve kendini kandırma giysisi giymiş ilkinden başka bir şey değil. Tarih değişimin hikayesiyse gerçek tarih yenilmeyenlerin tarihidir. Hala değişim isteyen ve değişim için çabalayan hareketin ve insanların tarihidir. İnsan toplumu için istedikleri ülküleri, umutları gömmek istemeyenlerin tarihidir. İlkeleriyle ereklerinin seçiminde seçenekleri olmayan ve varolanın iyileştirilmesi için çabalamak zorunda olanların tarihidir. 79 Devrimi fatihlerle yenilmişlerin her ikisinin tarihinde İslam ve islamcılığın yükselişi yolunda bir basamak ve bugün İran’da egemen olan durmun nedeni sayılmaktadır. Ancak gerçek tarihte 79 Devrimi özgürlük ve gönenç için yapılan ancak bastırılan ve imha edilen bir devrimdi.
Devrim sonrası İran’daki felaketler bunlara yol açanların hesabına yazılmalıdır. Halkın monarşi rejimini, bu rejimin temellerini oluşturan ayrımcılığı, eşitsizliği, baskıyı ve hor görülmeyi istemeyip buna karşı ayaklanmaya hakkı vardı. Yirminci yüzyılın sonunda insanların kral, Savak (gizli istihbarat servisi), işkenceci ve işkence yerleri istememeye hakları vardı. İnsanların itirazlarının ilk belirtileriyle onları katletmeye kalkışan orduya karşı silahlanmaya hakları vardı. 79 Devrimi özgürlük, adalet ve insanlık onuru için bir hareketti. İslamcı hareket ve yönetim bu devrimin ürünü olmadığı gibi bu devrimi bastırmak için bilinçlice seçilen bir silahtı, şah rejiminin güçsüzlüğü ve çöküşü tescil edildiğinde bu silah ortaya çıkarıldı. Yaygın görüşlerin tersine İslam Cumhuriyeti varlığını başta camiler ve düşük rütbeli mollalar ağına borçlu değildi. Bu rejimin kökü insanlar arasında dinin güçlü olması değildi, bu rejimin temeli şiiliğin gücüne, insanların modernizme ilgisizlikleri, Batı kültüründen iğrenmeleri, şehirleşmenin aşırı hızı veya “demokrası ıdmanı” eksikliğine dayanmıyordu. Bu saçmalıklar yarım yamalak “oryantalistler”in ve medya yorumcularının profesyonel kariyerlerine yarayabilir, ancak iğne ucu kadar bile gerçekle ilgisi yok. İslamcı hareketi düne kadar şah rejimini kollayan ve Savak’ını eğiten aynı güçler 79 Devrimi sahnesinin önüne sürdüler. İran devriminin radikalizasyon potansiyelini ve sola dönme olasılığını bilen, petrol endüstrisi işçilerinin grevinden derslerini alan aynı güçler. Soğuk Savaş’ın dönemeçlerinde yeşil kuşağa gereksinimleri vardı. İran devriminin “İslamcılaşması” için para harcandı, taslaklar çizildi, oturumlar yapıldı. Diplomatlardan, Batılı askeri danışmanlardan demokrasi dünyasının her zaman şerefli jurnalistlerine dek binlerce kişi gerici, marjinal, küflenmiş ve İran siyasal tarihinde soyutlanmış bir hareketten bir “devrim önderliği”, 79 İran’ı kentli ve yeni endüstrileşmiş toplumu için bir yönetim alternativi yaratabilmek için aylarca ter döktüler. Humeyni hazretleri Necef’ten, Kum’dan, yol üzerindeki köylerin eşek sırtındaki mollalarının eşliğinde değil Paris’ten, devrimin uçuşuyla geldi. 79 Devrimi İran yoksun halkının asal itirazlarının cisimleşmesiydi, ancak “İslam Devrimi” ve İslamcı yönetim Soğuk Savaş’ın, o günkü dünyanın en modern siyasal denkleminin ürünüydü. Bu rejimin mimarları Batılı güçlerin stratejistleri ve siyasetçileriydiler. Bu aynı kişiler bugün bir daha kültürel görecilik bataklığı içinden kendi yarattıkları canavarı “Doğu ve Müslüman toplumun” doğal ürünü ve “İslam Dünyası” halkına layık bir yönetim olarak meşrulaştırıyorlar. Batı’nın bütün ekonomik, siyasal ve propaganda olanakları 79 Devrimi’nin aylar öncesinde ve sonrasında bu rejimi kabul ettirmek ve ayakta tutmak üzere seferber edildi.
Ancak İran’da gerçekleşebilen bu toplumsal mühendislik olayının özü İran içindeki koşullar ve durumun ve siyasal, toplumsal güçlere dayanıyordu. Bu işin gerçekleşmesi için yeterli ölçüde materyal bulunuyordu. İslamcı hareket bütün bölge ülkelerinde mevcuttu. Ancak İran olaylarına değin hiçbir uğrakta bu hareket bu ülkelerin siyasi sahnesinde ilgiye değer siyasal bir akıma ve baş oyunculardan birine dönüşmemişti. İslamcı (karşı) devrimi İslamcı hareketin cılız gücüyle değil İran muhalefetinin siyasal asal geleneklerinin omuzları üzerinde yarattılar. İslamcı karşı devrimi her şeyden çok işçiden ve komünistten korkan ve bütün ömrünü monarşı pelerini ve din abasının altında tırnaklarını kemirmekle geçiren Milli Cephe’nin ulusal ve sözümona liberal geleneğinin omuzları üzerinde yükselttiler. Bu gelenek bütün tarihi boyunca İran’ın siyaseti ve kültüründe dine karşı yarım yamalak seküler bir itirazda bile bulunabilmiş değildi. Bu hareketin önderleri ve şahsiyetleri İslamcı hareketle ilk bi’at edenler arasındaydı. İslamcı karşı devrimi ne pahasına olursa olsun Amerika karşıtlığı ve uluslararası kampını güçlendirmesi varoluş felsefesini oluşturan ve İslamcı rejimi, halkın ve özgürlüğün başına ne getirdiğinden bağımsız olarak, manevra yapmak ve manipülasyon için verimli bir alan olarak gören Tudeh Partisi’nin omuzları üzerinde kurdular. İslam rejimini, gençlerin ve öğrencilerin itirazlarının ilk ortamlarını oluşturan İran’ın sanatçı ve aydın toplumunun büyük bölümüne egemen olan modernizm karşıtı, “Batıcılık” karşıtı, zenofobik, geçmiş tapınmacısı ve İslamzede soysuz geleneğinin omuzları üzerinde kurdular. Humeyni kazandı, hurafeci bazı insanlar yansımasını ayda gördükleri için değil geleneksel muhalefet ve bu soysuz ulusal ve gerici kültür gerçekte İran çağdaş siyasal tarihinin en ithal ve en uydurma şahsiyeti olan onu “İran yapımı”, kendilerinden ve Batı karşıtı bulduğundan ve alkışlamaya başlamasından dolayı. İslamcı karşı devrim itiraz hareketleri alanında insiyatifin petrol endüstirisi ve büyük endüstri işçilerinin modernist-sosyalist hareketinden İran geleneksel muhalefetinin eline geçmesinin ürünüydü. Humeyni personajını ve İslam Devrimi senaryosunu Batı’dan teslim alıp gerçekte ayaklanan halka satan bunlardı.
Bütün bunlara karşın İslamcı hokkabazlık 79 Devrimi sürecinde ancak bir duraksamaya neden oldu. Şubat ayaklanmasının hemen ardından gelen olaylar devrim dinamizminin halen yerinde olduğunu gösterdi. İnsanların, dillerine ne dolandırıldıysa, İslam için değil özgürlük ve toplumsal gönenç için alanlara indiklerini ve alanlarda kaldıklarını gösterdi. Sonunda 79 Devrimi, birçok devrim gibi, hile ve oyunla değil oldukça kanlı bir bastırmayla yenilgiye uğratıldı. 11 Şubat 79 ile 19 Mayıs 81 ( *) arası süre İslam ve İslamcı hareketin bunca yatırım ve çabayla şah rejiminin çaresizlik içindeki müvekkileri için satın alabildiği süreydi. Tabii bundan fazlasına da gereksinimi yoktu. İran’ın gerçek tarihinde 19 Mayıs 7 Ağustos’un (**) yanında yer alır, onun sonraki halkasıdır. Humeyni, Bazergan, Sencabi, Medeni, Foruhar, Yezdi, Benisedr, Recai ve Beheşti Muhammedrıza Pehlevi, Amuzgar, Şerifimami, Bahtiyar, Oveysi, Azhari ve Rahimi’nin ardından, birbiri ardından sahneye çıkıp devrimin ve halk itirazının yolunu kesmeye çalışanlar olarak sıralanmaları gereken adlardır. Monarşi rejimi ve rengarenk piyonları itiraz hareketinin art arda gelen darbeleri karşısında yenildi. Buna karşı İslamcı yönetim süre alıp gerici güçleri yeniden yapılandırdı ve halk devrimini en kanlı biçimde bastırdı. Her iki rejimin gündemi aynıydı.
İran halkının yarısından çoğu 79 Devrimi’nin bulanık bir anısına bile sahip olmayacak yaştadır. Bunların o dönemki olaylarla ilişkileri 79 devrimcileri kuşağının Musaddık dönemi olayları ve 18 Temmuz (***) darbesiyle ilişkilerine benziyor. Geçmiş ve dokunulamaz olan, görünürde yalnızca kendi çağdaşlarının zihninde canlı ve önemli sayılan bir dönem. O döneme ilişkin anlatılar çoktur ve de çeşitli, ancak tarihsel gerçeğe ilişkin bir şey anlatmazdan önce anlatıcısı ve günümüz dünyasındaki konumuna ilişkili bir yargı bildirmekte. İnsan her zaman geçmişe bugünün pencersinden bakar, bununla bugünkü istemini ve eylemini onaylayacak bir şeylerin peşinde. Bizim yenilikçilerimiz de 79 Devrimi’ne bakışlarında 96 İran’ında bir bayrak yükseltme peşindeler. Ancak bu bayrak hep vardı. Her seferinde kimin, hangi hazırlıklar, hangi zikir ve ayetleri mırıldanarak bu bayrağın altında yer almasıysa ikincil bir sorundur