Lütfen beni sevme!


Lütfen beni sevme!

Tam ‘Türk tipi bayan’, her şeyi bilen, yeri geldiğinde çakıp oturtan da sendin. Depremzede Kürtlere de ayarı sen verdin. Nazan Özcan yazdı.

Annelerimizden alıyorduk haberlerini. Hem tatlı hem de sert. Tam ‘Türk tipi bayan’, her şeyi bilen, yeri geldiğinde çakıp oturtan da sendin. Depremzede Kürtlere de ayarı sen verdin. Sonra da çıkıp “Bu ülkede yaşayan herkesi seviyorum” diyebildin

Aslında ne kadar da güzel idare ediyorduk seninle. Evde can sıkıntısından seni izleyen annelerden alıyorduk haberlerini. “Müge Anlı bugün gene bir cinayet çözdü”, “Müge bugün gelen konuğa bir fırça attı ki, sorma!”, “Müge de bağırmakta haklıydı ama…” Bunlar idare ederdi. Televizyonda denk gelince, kanalı çevirme şansımız vardı. Ne de olsa, konuk diye çağırdığın acılı insanları nasıl ajite ettiğini, nasıl empatiden ölüyormuş gibi yaptığını, insanların acılarından milyonlar kazandığını, konuklara ayar verirken kendi ayarını bilmediğini, programlarda hem hâkim, hem avukat, hem polis, hem en haklı hem de her şeyi herkeslerden çok daha iyi bilen olduğunu görüyorduk.

Anneler anlatmaya devam ediyordu: “Müge Anlı’nın kocası Sevgililer Günü’nde ona tektaş almış”, “Müge Anlı kocasını, kızını öyle seviyor ki…” Sen oradan annelerimize göz kırpıp ne kadar harika ve örnek olduğunu gösterdikçe biz de fırça yiyorduk: “Sen de aynı okulda okudun, neden böyle olmadın?”

Cumhurbaşkanı adayı

Doğru, Marmara İletişim’deki öğrenciliğin ne kadar da ‘örnek’ti. Şıkır şıkır giyinir, derslerde en önde oturur, sınıfın çalışkan cevval hanımkızı olurdun. Nişantaşı’na pek yakışırdın. Kötü niyetten değil, Takvim’de Arda Uskan’a şöyle söylemişsin iki yıl önce: “Beşinci sınıfı bitirene kadar yerli-yabancı okumadığım klasik kalmamıştı. Hâlâ sürekli okurum ve hâlâ ders çalışmayı çok severim. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni dereceyle bitirdim. Kanal 6’da çalışırken Kenan Erçetingöz bir magazin dergisi ve programı hazırlıyordu. Onunla çalışmaya başladım. O yıllarda ünlüler dünyasının yaşamıyla ilgili haberler yapıyordum. Şimdi ise daha bizden insanlarla beraberim. En büyük fark yardım edebildiğim noktada yaşadığım duygusal tatmin…”

Ama bir yerde belli ki yetmiyor duygusal tatmin. Aynı röportajda Uskan’a “Başbakan olacaktım” diyorsun. Neden vazgeçtin diye sorulunca da müthiş cevabı yapıştırıyorsun: “8-10 yaşlarında, Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olmak istiyordum. Tansu Çiller olunca hayallerim yıkıldı, vazgeçtim. İkinci olmayı sevmem. Şimdi kadın cumhurbaşkanımız yok mesela!”

Had bildirici

Bizim gibi faniler, senin istidadının pek parlak olduğunu o zamanlar bilemezdik tabii. İçindeki ‘vatan sevgisi’nin de! Okuldan sonra magazin haberciliği yapınca, vatan sevgisi yerine ‘ünlü sevgini’ görebildik. Muhabirlik yaptığın yıllarda, çakma sarı saçlarınla ne güzel sorular sorardın! “Bu akşam mı start verdiniz kariyerinize?”, “Bu konuda ne diyorsunuz?”… O muhteşem cevvalliğin işe yaramış olmalı ki, bir anda Şenay Düdek’le ‘Dobra Dobra’ programında arzı endam eylemeye başladın. Ha araya bir de Zeynep Özal’ın hayatını anlatan kitap sığdırmıştın! Birkaç gazetede magazin müdürlüğü de!

Sonra gelsin ‘Müge Anlı ile Tatlı Sert’, gitsin bilir kişilikler! Anne-baba nasıl olunur, karı-koca nasıl olunur, boşanma nasıl olur, komşuya nasıl davranılır, cinayet nasıl çözülür hepsini biliyordun maşallah! Hem de çok güzel bir başöğretmen olmuştun. Tam da dediğin gibi “hem tatlı hem de sert”! Aranan Türk tipi bayan! Yeri geldiğinde çakıp da oturtacağını anlamıştık çoktan. O yüzden bazen televizyondan fırlayıp oturma odamıza düşme diye, yayın yaptığın kanala geçemiyorduk bile.

Eski koca fena halde leman

Sonra anneler bir gün şöyle dediler: “Müge Anlı bugün programında boşanma duası yaptı!” Yıkıldık tabii, yüzde yüz doğruydun sen. Ortaya dökülenler korkunçtu. Magazin gazetecisi olan eski kocan Burhan Akdağ da pek hayırlı çıkmamıştı, esip gürlüyordu: “Yıllar önce seni tanıdığımda sadece bu işe hevesli biriydin. Seni bu piyasadaki insanların, kurumların içine soktum, gazeteci, magazinci yaptım. Seni allayıp pullayıp, kendini nasıl geliştireceğini öğrettikten sonra ekran önüne çıkardım. Yolunu açtım. Tüm malvarlıklarımı üstüne yaptım.”

Sonra sen televizyonlardan çağrılar yaptın, “Can güvenliğim yok” diye. Nereye sesleneceğini de biliyordun doğrusu: “Başbakan Erdoğan ve İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu’ya sesleniyorum. Bu ülkede Aileyi Koruma Kanunu var. Polise gittim, Allah onlardan da razı olsun, kucak açtılar, yardımcı oldular. Buradan sesleniyorum, can güvenliğim yok. Eğer öldürülürsem, bu bant yayımlanır. Belki de bu kanunun yürürlüğe girmesi için (ünlü) birilerinin öldürülmesi gerekiyordur. Eh o zaman tamam, ben öldürüleyim.” Kendini Türk kadınının kurtuluşuna adadığını da öğrenmiş oluyorduk!

Sevgin böyleyse

Van depreminde Kürtlere ayarı verdin: “Herkes haddini bilecek. Yeri geldi mi taş atacaksınız, sonra zor günlerde canım cicim deyip, yardım isteyeceksin. O polisler hemen yardımına koştu oradakilerin. O taş atanların eli kırılsın.” Demokratı kazıdık, altından faşist çıktı, ne sürpriz ama! Sonra da bir özür diledin ki, evlere şenlik: “Bir grup provokatör sosyal medyada beni hedef gösteriyor. Bu ülkenin her bir karış toprağını, üzerinde yaşayan her insan ile seviyorum.” Senin sevgin böyleyse Müge Anlı, lütfen beni sevme! (Radikal

Bir Millet Direniyor


Bir Millet Direniyor

Our greatest enemy is fear! (En büyük düşmanımız korkudur)

Erdoğan Faşizmi’nin haber ambargosuna rağmen, Türk Devlet yetkilileri’nin yalanları dikiş tutmuyor, lime lime dökülüyor. Bu yalanların yarattığı psikolojik destek eşliğinde çirkin, kirli ve gereksiz bir savaş tırmanarak devam ediyor.. Buna karşı ise “Kürdistan Kürdistanlılar’ındır” şiarı ile ayağa kalkmış olan tarihin en eski halkı gözünü kırpmadan ölüme meydan okuyor, direniyor.

Düşünün bu savaşı desteklerken kustukları kin ile ortalıkta boy veren halkın, yani Türk Halk çoğunluğunun, kafa yapısı ne kadar hasarlı.. Bu cümleyi toptancı bir cümle olarak almayın. Bir avuç insaf sahibi Türk elbette durumdan üzüntü duymuştur. Juji’nin dikkat çektiği Türk’ün Kürd’e olan kininin boyutunun büyüklüğü bu hasarlı kafalarda saklı olan hasarlı beyinlerin ürünü değil mi?

Van’da meydana gelen doğa katliamı, Türk Devleti’nin 24 saati aşkın çok kıymetli bir zaman süresi boyunca yardım yerine Erdoğan’ın şovuna kilitlenmesi, halkın ve BDP’lilerin yardım çalışmalarını sabote etmesi, doğrusu ibretle seyredilmesi gereken bir manzara idi. DIŞ yardım tekliflerini SADECE AZERBAYCAN’DAN KABUL EDEN, CİDDİ KURTARME EKİPLERİNE SAHİP OLAN GREKLER’İN VE İSRAİL’İN ORADA GÖRÜNMESİNE BİLE TAHAMMÜL ETMYEN AKP CANAVARI BUNLARA ‘HAYIR’ DEMEKTE BİR BEİS GÖRMEDİ.

Neden sadece Azerbaycan’ın yardım teklifi kabul ediliyor? Kahrolası ırkçılık bu kadar açık bir şekilde yapılıyorsa ortaya çıkacak olan manzara başka ne olabilir? ABD’nin desteğini de arkasına alarak serbestçe ırkçılık yapar. Ama buna karşı direnen bir ulus terörist olur. TC istediğini yapar, NATO bunu savunur! Evet Türk yapar.. Hemde herkesin gözlerinin içine baka baka yapar. Müttefikleri ise sadece onaylar. Bu tıpkı bir mafiasal duruştur.

Yardımları, Avrupa’dan gönderilen Kürd’ün Kürd’e yardımı dahil, bütün yardımları kendi tekeline alan ve bunu kendi psikolojik savaşını göçlendirmek için yapan bir Faşist devlet vardır. Neden, ben, kardeşime olan borcumu öderken üçüncü, benden olmayan bir el araya girsin? Neden sen bre vicdansız? Neden Sen bre Amerikan yalakası? Sana ve ardındaki bürokratlar sürüsnün halkıma ne derecede düşman olduğunu bildiğim halde neden sana güveneyim?

AKP, bunları yaparken, kaatil bir müteahhide, oldukça sağlam villasının bahçesinde açtığı iki çadır veriyordu. Tıpkı diğer yandaşlarını, resmi caşları kolladığı gibi..Bu gizlenemez bir anti-Kürt tavırdır. Ben buna partizanlık diyemem. Bu açıkça, yüzsüzce, sınır tanımıyan bir psikolojişk saldırıdır (anlamı; benden yana olursan ihya olursun).

Depremin yaraları orta yerde dururken, aynı günlerde Türk Ordusu Güney’e ve tüm Kürdistanlılar’a karşı imha amaçlı saldırılarına devam ediyor. Türk Genelkurmayı yetkilileri “Kazan Vadisi” adını taktıkları yerde 35 şehidin cansız vücuduna eriştiklerini kaydettiler.

Öte yandan nereden getirildikleri belirsiz 13 bayan, 11 erkek cesedi Malatya’da ortaya çıktı. Bu insanların vücutları tanınmaz haldedir. Kimisinin kaafası koparılmı, kimisinin vücudu yakılmış, kimisinin karnı, elleri kolları hunharca ezilerek yok edilmiştir. Tümü tanınmaz haldedir.. Ben onların tümünü GERİLLA ilan ediyor ve selamlıyorum.

Ama öte yandan,

Türk Devleti, halkı ve ordusu ile budur!

Faşizmin yeni destekçisi Doğan grubu, “PKK’yi Van’da yenelim” tezini hayata geçirmek için spektaküler programlar yayınlayarak beyin yıkamaya çalışıyor.. Bu medya grubunun sloganına bakın: Hayata dönüş.. Devrimciler Ecevit’in bu sloganı kullanarak rehinevlerini cehenneme çevirdiğini iç geçirerek hatırlarlar..

Alçaklık onların ve devletlerinin duruşunu tarif edemez.

Yine de son bir kaç hafta ve gündür cereyan edenler genel bir savaşın tamamlayıcı, ama oldukça vahşi olgularıdır.

Psikolojik savaş veya savaşımın Türkler’in atalaarı olan Moğollar tarafından biliniyor ve ciddi PS kitaplarında bu gerçek yer almaktadır. Moğol Kağanı Cengiz hedefine saldırmadan önce küçük baskınlarla halkı hunharca kılıçtan geçiriyor ve ajanları vasıtası ile bu canavarca baskınları yayıyor, ardından ordusunu harekete geçiriyordu. Moralı zaten bozulmuş olan hedefteki ordu ve kitleler kolayca teslim oluyorlardı.

Burada satılan fikir KORKU idi..

Korku!

En büyük düşmanımız olan korku beyinlerimize teslimiyetçi bir zehir gibi enjekte edilmek istenirken biz susamazdık. Açın ciddi PS kitaplarını göreceksiniz, en vurgulu sayfalarında; “Our greatest enemy is fear! (En büyük düşmanımız korkudur)” yazar ve bu korkuyu yenmek gerektiği vurgulanır. PS’nin temellerinden biri budur.

Düşman korkuyu en sert, en “tavizsiz” cümleler sarf ederek, katliamlar düzenleyerek salmaya çalışır. Bakın askerlerin, devlet yetkililerinin demeçlerine göreceksiniz.. Devletleri’nin başı “intikam”dan bahsediyor. Hükümetleri bir savaş kabinesi gibi hareket ediyor.. NATO onlara bütün gücü ile destek oluyor..

Yenilgilerini bile zafer olarak gösteren bir düşman var karşımızda..“2008 Zap Harekatı” bunların en yakın örneğidir. Şimdi de herhalde adını “üfürükçü harekatı” koydukları bir harekat düzenlediler. Koca bir yenilgi yaşadılar ve “sonuç alıncaya kadar devam edecek” dedikleri bir bataklığa saplanmadan süklüm-püklüm geri döndüler..

Buna rağmen basınları bu geri dönüşleri zafer olarak ilan etti. Gazete sayfalarında bu zaferler günlerce süslendi.. Kürd’e gözdağı verildi. Hala kitlesel rehin almalar ile korku salınmaya devam ediliyor. İnsanlar Mayıs ayının başında iştirak ettikleri yürüyüşler bahane edilerek tecrit ediliyor.

Bu pisliğin sorumlusu NATO’dur! Obama’dır!

Dünyada hiç bir gücün suç işleme imtiyazı olamaz.. Dip not; NATO hariç.. Olur mu? İşte Libya.. İşte Kürdistan.. Bal gibi oluyor da insanlar bu adaletsizliği “aptal kutusu” denilen TV’lerin yönlendirmesi ile alkışlıyorlar.

Kürt Halkı korkuyu yenmiştir. Korku salmaya çalışanların suratlarına tüküre tüküre direniyor. Korku imparatorluğu yıkılana dek bu direnişin süreceği belli olmuştur.

Faşizme karşı savaş, özgürlüğe giden yolu açacaktır. Bunu göreceğiz.

2011-10-28

A Sirac Kekuyon

Heyva Sor’dan yardım çağrısı


Heyva Sor’dan yardım çağrısı

BERLİN – Heyva Sor a Kurdistan, Avrupa’daki Kürtleri, Van’da meydana gelen depremde zarar görenler için başlattıkları kampanyaya katılmaya çağırdı.

Heyva Sor a Kürdistan yaptığı bir açıklamada, Van’da Pazar günü meydana gelen 7.2 şiddetindeki depremde çok sayıda insanın hayatını kaybettiği, gün geçtikçe de depremin yol açtığı can ve mal kaybının ağırlaştığını belirtti. Depremde hayatlarını kaybedenlere Allahtan rahmet, yaralılara acil şifalar ve halka bas sağlığı dileğinde bulunan Heyva Sor, deprem haberini alır almaz acilen yardım kampanyası başlattıklarını belirterek devamla şunları kaydetti:

“Halkımızın bu kampanyaya en aktif bir şekilde katılıp, parasal yardımları bulundukları ülkelerdeki yardım kurumlarımızın hesap numaralarına göndermelerini rica ediyoruz. Gelen yardımlar geciktirmeden depremzedelere ulaştırılması için tüm tedbirlerimiz alınmıştır. Bugüne kadar 100 adet kışlık çadır ile tonlarca giyim eşyası deprem bölgesine gönderilmek üzere hazır tutulmaktadır. İşlemler biter bitmez yola çıkarılacaktır. “

Kampanya kapsamında yapılacak giyecek yardımlarının yereldeki derneklere bırakılabileceği belirtilen açıklamada, giyeceklerin yeni ve kışlık olmasına özen gösterilmesini istedi.

Heyva Sor a Kurdistan parasal yardımların aşağıdaki banka hesap numaralarına yapılması çağrısında bulundu:

Amanya – Heyva Sor a Kurdistan

Adres : Schäfer str. 4 / 53859 Niderkassel

Sparkasse Neuwied

Konto No: 186098

BLZ: 574 501 20

IBAN: DE 62 57 45 01 20 00 00 18 60 98

BIC: MALADE 51 NWD

Fransa – Crossant Rouge Kurde

BNP PARIBAS Bank

RIB: 30004 00782 00010064428 64

IBAN: FR76 3000 4007 8200 0100 6442 864

BIC: BNPAFRPPPGN

Hollanda – Koerdiesche Rode Halve Maan

Adres: Postbus 30002 / 6803 AA Arnhem

Hesap No: Giro No 746 06 93

İsviçre – Heyva Sor a Kurdistanê

Post Giro

Hesap No: Ccp:80-17192-8

İsveç – Kurdiska Röde Halvmanen

Post Giro

Hesap No: 22 86 76-3

Avusturya – Roja Sor a Kurdistanê

Adres: Jurekgasse 26 / 1150 Wien

BAW AG

Hesap No. 030 103 14 274

BLZ : 14 000

Belçika – Koerdiche Rode Halve Maan

Hesap No: 001- 324 48 96-31

Danimarka – Stuttenforeningen Mesopotamiens Sol CO/NE Diraksdahl

Adres: Toromvej 17, DK 2730 Herlevs

Danske Bank

Hesap No: 184-1084

ANF NEWS AGENCY


Kürt Halkı, Türk Devletleri’ne (Osmanlı ve uyduruk Türkiye’ye) asla iradesini teslim etmedi

Türk Devleti Mustafa Kemal’den beri Kürdistan’da inanılmaz bir faşizan tırmanış sergilemiştir. Bu tırmanış 1980 Darbesi sonrası tam bir beyaz soykırıma dönüşmüştür.

Bütün sömürgeci devletler, emeği sömürdükleri, halkların onurları ile pervasızca oynadıkları, yerlileri yok saydıkları, aşağıladıkları için iğrençtirler. Bir zamanların imparatorlukları, işgal ettikleri ülkelerin insanlarını eze eze sindirdiler, köleleştirdiler ve iliklerine kadar sömürüp çöpe attılar. Düşünün neolithic çağdan beri dünya uygarlığının temellerini atan yörelerinden biri olan Hindustan Halkı, soysuz İngilizlere “sahip” diye hitap etmek zorunda bırakılmıştı. Ben sömürgeci güçleri hep “uygarlık yutan makina” olarak görürüm. Sömürgecinin uymak zorunda olduğu bir uluslararası hukuk yoktur. Kurulan bütün uluslararası kurumlar hep sömürgecilerin değirmenine su taşımışlardır. İşte Milletler Cemiyeti, işte Birleşmiş Milletler Örgütü..

Çin’in eski lideri, sözde “komünist” Mao, “Büyük milletler küçükler aleyhine (toprak açısından) büyüme hakkına sahiptirler” demiş ve Tibet’i yutmuştu.. Araplar “İslam’ın kılıcı”nı kullanarak Kuzey Afrika’daki Kiptîler’i (Egiptis) yutarak asmile etmiş, büyük Mısır Uygarlığı’nı ve önasyada özellikle Kürt uygarlığını tarihten silmişlerdi. “İslam’ın kılıcı” Araplar aynı şeyi Osmanlı’dan önce Anadolu’da, Suriye’de, bugün “Irak” adı verilen uyduruk devlette de tekrarlamışlardı. Berberiler hala hak talebi ile mücadele etmiyorlar mı (el-Mehdi’nin Fas’taki direnişini okuyunuz)? Kürdistan’da “İslam” adı altında gerçekleştirilen zulüm, yazılı olmayan edebiyatla zamanımıza kadar taşındı.

Anglo saksonlar ve İberikliler (İspanyollar ve Portekizliler) Amerikayı bir baştan bir başa kan gölüne çevirmediler mi? Orada bir denge halinde yaşayan insanların kökünü kazıdılar. Ama ardından kendileri haklı gösteren kitaplar, çocuk romanları ve western filmlerle insanların kafalarını karıştırdılar.

Fakat benim gördüğüm kadarı ile Ortadoğu’ya Çin’den gelmiş olan Türkler kadar zalim, fırsatçı, kirli, inkarcı bir başka sömürgeci yoktur. Sömürgeleştirdikleri sekiz ulusu yutmuş, yok veya asimile etmiş, Kürdistan’ı ise hiç bir haklı gerekçeye dayanmadan ilhak etmişlerdir.

Bunda tarihin akışı boyunca Kürt Önderleri’nin tümünün teslimiyetçi bir “gerçekçiliğe soyunmaları” önemli rol oynamıştır. Kürt Önderleri eğer Libyalı Ömer Muxtar gibi, Marockolu el-Mahdi gibi davranmış olsalardı yine de asılmak suretiyle idam edileceklerdi. Ama bıraktıkları miras, “zayıf olduklarını, yenilebileceklerini bile bile ölüme merhaba” demek olacaktı. O kahrolası feodal yapımız ve ona bağlı olarak biribirimizin boğazına sarılmamız Neolithic Çağ’dan beri değişmez karekterimiz olmuştur. Bundan dolayı Asya Tipi Üretim Biçimi’nin ürünü yapısı ile Türk talancılığı muvaffak olmuş, dünya uygarlığına beşiklik eden yurdumuzu başta Araplar olmak üzere pekçok talancı imparatorlar işgal etmişlerdir. Kürd’ü yenilgiye mahkum eden bu feodal kafa, modern çağdaki partilere de yansımış bulunuyor. YNK-PDK ayrışması ideolojik mi, feodal ayrı durma mı siz karar verin..

Evet, feodal kafanın yarattığı yıkımın en bariz örneği olan ve 1514’te cereyan eden İran ile Osmanlı Şah ve Padişahları’nın karşılaşması hakkında çok şey yazıldı, çizildi. Fakat bu savaştan önce sınırın her iki tarafında, başta feodal Beyler olmak üzere Kürt Halk kitlelerine karşı uygulanan aşağılık bir zulüm vardı. Şah İsmail en aşağısından 11 Kürt feodal beyini sırf Sün’i oldukları için zindana kapatmıştı. Osmanlı’nın “Gaddar Selim” adlı padişahı ise Şeyhül-İslam Nurettin el-Hamza’nın 1512 de hazırladığı fetvayı yürürlüğe koydu. Bu fetvada, kızılbaşlar kâfir ve dinsiz olarak tanımlanmış, onları öldürmenin vacip ve farz olduğunu söylenmişti mühür altına almıştı. Sonuçta en aşağısından 40 Bin kızılbaş Kürt katledildi.

Ama yine de İdris-i Bitlisi’nin Sultan Selim’e onaylattığı antlaşma KÜRDİSTAN’IN İLHAKI ANLAMINA GELEN BİR TEK CÜMLE İÇERMİYORDU.

Bu belgede;

-Kürdistan Beylikleri ilişkilerinde ve içişlerinde tamamen bağımsız olacaklardı.

-Osmanlı İmparatorları İslam’ın koruyucuları sayıldıklarından, İslam’ın birliğinin (Sün’ilerin birliğinin) temsilcileri olduklarından onlara biat edilecekti..

-Osmanlı İmparatorları’nın Doğu seferlerinde Kürt Beyleri onları para ve asker vererek destekleyeceklerdi.

Selim’in yerine padişah olan oğlu Süleyman bu belgeyi tanımama eğilimindeydi. Bunun için Kürdistan’a saldırdı, ama ummadığı bir yenilgi alarak Selim’işn belgesinin bir benzerini yayınladı. Aynı belgeye bağlılık 1840’da da teyit edilmişti.

1806’ya geldiğimizde Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmaya yüz tuttuğu günlere varırız. Bu tarihi başlangıç olarak alırsak, Türkler’in ülkemizi parça parça yutmaya çalıştığı, buna karşı direnişlerin sergilendiği günleri görürüz. Nerede tümü iç ihanet yüzünden yenilgiye uğrayan bu direnişlerin hiç biri “teslim antlaşması” ile sonuçlanmamıştır. Kısacası 1514 iradesi hukuki açıdan hala geçerlidir. Eğer bir gün uluslararası hukuk geçerli olursa Kürdistan’ın mevcut devlet çerçevesini tanımaması Kürt İnsanı’nın en tabii hakkıdır.

Fakat biz şunu unutmuyoruz: Uluslararası ilişkilerde tek geçerli kural güçtür, güçlülüktür. Şu anda bu köprüden geçiyoruz, ama “ayıya dayı” deme şansı olmadan..

2011-10-04

A Sirac Kekuyon


Savaş derinleşirken

Önümde compüterim, kulağımda “Berfo.. Berfo” diye haykıran Sevinç Eratalay’ın içe işleyen sesi.. “Dağların kızı berfo” beni, halkıma karşı suç işleyerek, elde silah dağların yolunu tutmadığım günlere götürdü.. Ne diyordu Güney Amerikalı Enternasyonalist Devrimci Che: “Devrim için savaşmayana devrimci denmez!” Kürt Abdullah Öcalan ise anlamlı bir cevapla Kürdistan’dan el veriyor: “Savaşan güzelleşir, güzelleşen sevilir”..

Mahir “kapitalizmin bunalımı süreklileşmiştir” diyerek kısa bir ömüre çok şeyler sığdırmış olmanın rahatı ile Kızıldere’de evrene karışmıştı.. Ahmet Repo, Botan’da sonsuzluğa misafir olduğunda ardında efsanevi bir devrimcinin nesilden nesile anlatılacak hayat hikayesini bırakmıştı. O Repo ki vücudunda taşıdığı yüz kurşun izi ile bir Teyrê Baz gibi zirveden zirveye uçuyordu. Düşmanı bile saygı ile önlerinde eğilmeye davet eden Çarçilê direnişçilerinin sonsuzluğa dimdik gidişleri unutulabilir mi?

Ah be Kürdistan toprakları!

Ah be Kürd’ün sevdası cennet vatan!

Senin kucağında, elimde bir taş dahi olsa, o taşı kullanarak direnip ölmek varken,

Ben ne yaptım!!!

Kürdistan’da,

Elinde mavzeri Yadosu’na veda eden Telli… İhanetin kurbanı Zarife olmak ne güzel..

Dersim’de düşmanın orta yerinde bir öfke gibi patlayan Zilan.. Beritan.. Oniki yaşındaki gerilla kızımız gibi olmak..

Bunlar gibi yaşamak, bunlar ve sayısız şehit, gazi ve direnişçi gibi vuruşarak yürümek, vatanlaşmak varken..

Bir yerlerde ense yaparcasına “yaşamak” da neyin nesi oluyor?

Benim rüyam çok basittir, ama gerçekleşmesi, ilerleyen yaşıma ve sağlık durumuma bakılınca şu anda oldukça zor..

Ayrıca

Bu rüyanın gerçekleşmesi,

Emek ister..

Çelik bir irade ister..

Sevda ister, sevda!

Nedir bu rüya?

Kürdistan’da Viking usulu fiziki bir yok oluştur…

Bilir misiniz? Viking Savaşçıları elde kılıç savaşarak ölmedikçe rahata ermezlerdi.

İlle de savaşta,

Ölümcül bir darbe aldıklarında elde kılıç “Odiiin” diye haykırdıklarında her yönü ile ebedi yolculuğa hazır olurlardı. Ermek istedikleri en son yer savaşçı, zafer ve ölümde varılması arzulanan yönü ile Odin’di..

İşte benim Odin’im Kürdistan Toprakları’nın kendisidir.

Yer; Kuwo Sipye.. Orada da Şarık Şivon denilen zirve..

Bir yanı Kerbegon’a bakan, diğer yanı Darêyênî’ye ve arkasını yaslandığı o volkanik dağ.. Siwon buranın batı’sında, Şarik’ın doğusunda uzanır, yemyeşil.. Karşıda kuzeyde Dakon ve Hecîyê ile Sulton Qibeysî uzanır..

Tam da zirvede elde Karnas nöbete durmak var.. Gökleri kirleten Türk Jetleri ve Kobraları ateş kusar dururlar..

İşte bu anda Zelê’de nöbete duran gerilla gibi klêşini havaya kaldırıp,

“Tirko, gene karavana!” demek var…

Sonra adres sormayan bir güllenin bana “merhaba” dediğini düşünmek ve o güzelim, vefalı toprağın bağrına düşmek..

Hiç bir şekilde o iğrenç “rahat” yatağı düşünmeden,

Halkıma hiç ihanet etmemiş olan Kuwo Sipye’ye vücudumu hediye etmek..

Kısacası ana kucağında uykuya dalmak..

İşte hepsi bu!

Kürdistan’ın yiğit evlatları, gerillalar, milisler ve mücadeleci kitleler hep bu rüyamı yaşadılar, yaşattılar..

Zafere kadar bu böyle gidecektir..

İç hainlere,

Satılmanın diyetini ödeyenlere,

İnkarcı-ilhakçı rejimin faşist şefine inat geri dönüşü olmayan bir yoldur bu..

“Point no return”de (geri dönüşsüz noktada) kararlı bir şekilde ilerleniyor..

Sokaklarda, dağlarda, ovalarda,

Ölüme göğüs geren bu insanlar destan ötesi bir tarih yazıyorlar..

Onlara selam olsun!

2011-10-05

A Sirac Kekuyon