Erdoğan’ın Goebbels’i
Hüseyin Inan

Kürtlere karşı öylesine kirli bir propaganda yürütüyorlar ki, insan gerçekten de bunların derisinin kalınlığı hakkında şüpheye düşüyor.

Ahmet Altan’ın aylardır ahlak kelimesi üzerinde deli danalar gibi tepinmesinin hiçbir anlamı yoktur, çünkü o bu savaşta işgalcilerin tarafında yer alarak en büyük ahlaksızlığı kendisi işlemiş oluyor. Kalemini imama ve AKP iktidarına satmış birinden ahlak dersi alacak değiliz.

Türk aydınlarından bazıları kalemlerini ve ruhlarını Kemalistlere sattı, diğerleri imama, param olsa bana da satarlar. Ama ben almam, onlara harcayacağıma nesli tükenmekte olan hayvanlara barınak yapardım.

Altan’ın dalgalandırdığı bayrak sömürgeci ve işgalcinin bayrağıdır, adına istediği kadar “barış” desin. Aydın olmakla, etik değerlerle hiçbir alakası olmayan ve ezilen Kürt halkı karşısında sömürgeci TC devleti saflarında yer alan kelimenin tam anlamıyla bir yalancıdır.

“Sorun tam çözülecekti, PKK savaşa başladı” deniliyor. Peki, sorun tam çözülecek dendikten sonra kaç defa Kürt avına çıkıldı? Şimdiki avcı boynunda imamın muskasıyla geziyor diye neden ona inanalım?

Ahmet Altan’ı okudukça, Adolf Hitler Almanya’sının propaganda bakanı Joseph Goebbels geliyor aklıma. Goebbels’de Yahudileri, savaş karşıtlarını, komünistleri, eşcinselleri, savaş esirlerini, Çingeneleri vs. gaz odalarına gönderirken edebi bir eser yazıyormuşçasına edebiyat parçalıyordu, Altan gibi.

Goebbels toplama kamplarına doldurduğu, işkence eşliğinde ölümü bekleyen insanların ailelerine, kampların evlerinden daha güzel olduğunu yazmalarını dayatıyordu. İnsanlar gaz odalarına doldurulurken, mektupları, ölüme taşınacak yeni insanları almak için Avrupa’nın dört bir tarafına doğru yola çıkan trenlerle ailelerine gönderiliyordu.

Bu, Kandil ve Kürdistan baştanbaşa bombalanırken, Altan’ın Kürtlere “neden savaşa karşı çıkmıyorsunuz” demesine benziyor.

Oysa vicdan ve ahlak sahibi olanlar, hiçbir koşul / şart öne sürmeden işgalci Türk ordusunun Kürdistan’dan çekilmesini isterler ve bunda diretirler.

Goebbels’de Hitler üzerine yazılar yazardı. Ve Hitler’in “Mein Kampf” kavgam adlı “başyapıt”ına hayrandı. Altan’ın Erdoğan’ın Kasımpaşalığına hayranlığı gibi.

Hitler ve Goebbels’de dünyayı bin yıl yönetecek bir Alman imparatorluğunun hayalini kuruyorlardı, Erdoğan ve Davutoğlu’nun “Yeni Osmanlı” hayalleri gibi. Onların bu hayali Altan’ın da iştahını kabartıyor. Ne de olsa paşa torunu, onda da vardır biraz Osmanlılık.

Goebbels Hitler’le tanışmadan önce sosyalisttir. Altan da Erdoğan iktidarından önce en azından rejim “muhalif”iydi. Şimdi Erdoğan’ın yörüngesinde bir pervane gibi dönüyor, onu Arap fatihi, en büyük Türk yapmanın derdinde.

Namuslu bir aydın Türk ordusunun Kürdistan’dan koşulsuz çekilmesini savunur. Ama Altan Kemalist orduyu Kürdistan’da başarısız olduğu için yerden yere vururken, imamın ordusunun Kürdistan’da daha güçlü konumlanmasını ve işgali sonsuza dek sürdürmesini canı gönülden istiyor.

Goebbels de Wehrmacht’ın (nazi Almanyasının ordusu) dünyanın en büyük ordusu olmasından yanaydı.

Goebbels ile Altan arasında farkı var mı?

Gün gelir ve Kürtler bu savaştan başarıyla çıkarlarsa tarih Altan’ı bu sıfatla yazacaktır. Sizde bunu bir tarafa yazın.

Yok, eğer Kürtler yenilirse, Kürt katili Mustafa Kemal gibi o da Türk tarihinin şanlıları arasında yer alacaktır.

Altan bu kirli propaganda işinde yalnız değil kuşkusuz.

Kemalistlerin safında yer alanlar Kürtler söz konusu olunca topluca imamın peşine takıldılar.

Bir de Diyarbakır cezaevinde işkence görmüş ve bu işkenceyi Kürt alanına girmek için kredi kartı gibi kullananlar var. Biri onlara hiçbir kredinin sonsuz olmadığını anlatsa iyi olacak. Onlar iktidardan aldıkları gazla kredilerinin bittiğini idrak edecek durumda değiller maalesef.
Evet, onlardan bir de Orhan Miroğlu.

Miroğlu’da bu propaganda makinesi içinde Goebbels’in defterdarlığını yapanlardan.

Naziler de gaz odalarına doldurdukları Yahudilere son darbeyi ellerinde tutsak ve ikinci postada aynı akıbeti yaşayacak olan başka bir Yahudi eliyle vuruyorlardı. Gaz vanalarını tutsak Yahudiler çevirmek zorunda kalıyorlardı ve Naziler bundan büyük bir zevk duyarlardı.

Altan’da işgalcilere karşı gazını aldığı Miroğlu’nu, Kürtleri zehirlemek için vananın başına atamış ve bunun adına da “muhalif aydın” oyunu diyorlar.

Şu an itibariyle işgal lokomotifinin makinisti Erdoğan, kazan dairesinin şefi Altan, kazana kömür atan Miroğlu ile birlikte Emre Uslu, Yasemin Çongar vs. ve yanan da insanlığın vicdanı ile birlikte Kürtlerdir.

Ha! Bütün bunları yapanlar ahlaklıysa, biz onlarla aynı ölçüye vurmayın.

Tek başına zalimin safında yer almak dahi insanı kirletir. Kir de görecelidir der, bunu da bir edebiyat çalımıyla hanenize puan olarak yazdırabilme yeteneğinde iseniz söyleyecek bir şey kalmıyor-demeyeceğim. Her zaman söylenecek bir söz ve takınacak tavır vardır.

Ahmet Altan’a Goebbels yoldaşın selamları var. Ruh bilimi konusunda uzman olan imam ona tercümesini yapar.

zengaso@yahoo.de


SÜRGÜNDE BİR KADIN, REWŞEN BEDİRXAN

Berjin Haki

Ey felek, ka ew sera û
Birc û qûnaxê di min?
Ka rez û bostan û dar û
Kanî ew baxê di min?

Cigerxwîn

Çok yazıp, çok anlattığımız halde anlattıklarımız, unuttuklarımızı yeterince geri getirmez. Kahramanlardan, ünlülerden, yazarlardan, şairlerden sıkça sözederiz. Ne varki, bazıları gölgesinde kalır bir ötekilerinin. Ne kadar yabancılaşmaya, unutmaya karşı olsak bile unutulup, yitirilir birileri ya da birşeyler belleğimizde. Rewşen Bedirxan da unutulmaya bırakılan, ara sıra sözü edilip geçilen Kürt aydın kadınlarından en önde gelen isimdir. Malesef çoğumuz onun neler yaşayıp, neler yaptığının üzerinde pek durmaz, çabucak geçiştiriveririz. Tanıyanların sayısı ise oldukça azdır. Sürgünlüğün o kadın duygularını, nasıl sızlattığını pek azımız düşünmüş olmalıyız. O dönemde sürgün olmanın, başkalarının ülkesinde kalmanın, en önemlisi bir kadın olarak mücadele etmenin hiçte kolay olmadığı kesin. Üstelik yaşadığı yer bir Avrupa ülkesi değil, Suriye. Dinin, feodalitenin etkisinin yüksek olduğu, kadının dıştalandığı bir ülkede ısrarla ve inatla mücadele etmek herkesin harcı olmasa gerek. Celadet Beyi okurken hemen yanı başında duran Rewşen Bedirxan’ın duygularının ne olduğunu hep merak ederim. Kimbilir nasıl da içi sızlıyordur eşinin öyle kahırlı tütün içmesine. Duyduğu haberlerde sürekli kürtlüğün yasaklanması, yok sayılması karşısında kim bilir neler söylemiş neler düşünmüştür? Eşini teselli edip güç verirken kendi yüreğine nasıl söz geçirebildi? Kim nerden bilebilir? Ya neşe? Çalabildi mi bir kere olsun kapılarını? Rewşen Bedirxan ve eşi Celadet Bedirxan Şam da çalınan Üm Qelsüm’ü, Asmahan’ı ve onların söylediği şarkıları dinleyip hüzünlendiler mi? Rewşen Hanım Arapçayı çok iyi bildiği gibi öğretmende üstelik. Arapça çalınan şarkıların tılsımını anlattı mı Celadet Bey’e. Bir mırra pişirip içebildiler mi karşılıklı ve keyifle? Dinlerken dengbej Ehmede Fermane Kiki’nin kavalını, hangi dağı, hangi kaleyi, hangi sürgünde yitirdikleri insanları hatırladılar? Kim nerden bilebilir? Hani Hawar dergisini kurarken yaşadıkları heyecana karşılık, dergi kapatıldığı sırada da yaşadıkları üzüntü karşısında neler yaptılar? Rewşen Hanım güç vermiş olmalı eşine. İnatla yeni bir dergi olan Ronahi için. O bir yazardı. İyi bilirdi kalemin mürekkebinin yürek olduğunu. Hani şöyle bir kaç saniyeliğine de olsa camın karşısına geçip, arap sokaklarına dalarken kendi sürgün acılarının dışında, başka insanların neler yaşadıklarını, acılarını yüzlerinde görebildi mi? Görmez olur mu? Kalemini bu kez de başka insanların en çok da başka kadınların yüreğindeki mürekkebine daldırmış olmalı. Yoksa hiç kadınlar için toplantılara, konferanslara katılır mıydı? Kadın derneklerine üye olur muydu?

Tam yazın başlangıcı olan 1 Haziran 1992 yılında hayata veda eden Rewşen Bedirxan’ı anmak, ”unutulmaya” eğilimli belleklerimizi uyandırmak istedim. Aslında kürtler için bu bir vefa borcudur. Bu nedenle bir kez daha olsa onun hayatına kısaca değinme gerekliliğini duydum.

Daha çok Bedirxan ailesinden olup değerli Kürt aydını Celadet Bedirxan’ın eşi olarak bilindi.

Rewşen Bedirxan 11 temmuz 1902 de Kayseri de ülkesinden uzak, sürgünde dünyaya geldi. Önce sürgünlüğü, sonra kürtlüğü tanıdı. Klamlarda masallarda sıkça geçen ve Kürlerle bir türlü barışmayan feleği daha küçük yaşlarda öğrenmiş oldu. İki yaşında iken ailesi İstanbul’a, 11-12 yaşlarında da Şam’a göç ettiler. Çok geçmeden ailenin bütün sorumluluğunu üstlenen sevgili babasını burada yitirdi. Bir süre sonra Türk ordusu Şam’dan çekilince gittiği okulda Arapça ve İngilizce eğitim aldı.

Öğretmen okulundan mezun olduktan sonra 23 yaşlarında önce Ürdün de, ardından Şam da çalışmaya başladı. Rewşen Bedirxan 1929 yılında evlendi. Ancak yirmi ay sonra eşinden ayrıldı. Bu evlilikte neler yaşadığı, neden ayrıldığı konusunda kaynaklarda pek söz edilememektedir. Rewşen Bedirxan, halkı için çalışmayı ve kendisini sürekli eğitmeyi ihmal etmedi. Kaldıki bu aileden gelen önemli bir öğreti olmuştu. 1934 tarihinde Suriye’de Kadınlar Birliğin’e üye oldu. Anlaşılan odur ki, özellikle o yıllarda toplumda en çok ezilenin kadınlar olduğunun derin bilincindedir. 1935 yılında Celadet Bedirxan ile ikinci evliliğini yaptı. Celadet Bedirxan ile el ele verip Hawar dergisinin çalışmalarını sürdürürken, sürgünlüğün derin acısını iliklerine kadar birlikte yaşadılar. Yaptığı söyleşiler de Celadet Bedirxan’ı sadece bir eş değil, iyi bir öğretmen olarak da gördüğünü söyledi. Rewşen Bedirxan, vatansızlığın nasıl bir anlam taşıdığını çok derinden hissedip yaşarken aynı zamanda tüm kadınların ızdırabının da bir vatanı olmadığının farkındadır. 1944 yılında Suriyeli kadınlar adına Kahire de düzenlenen Dünya Kadınlar Kongresi’ne katıldı. 1946 yılında okul müdiresi olarak atandı. 19 47 yılında ise Suriye radyosunda çocuk programında spikerlik yaptı. Hawar dergisinin dağıtım işlerinin yanında dergide yazılar yazdı. Hawar’da latin alfabesi ile yazılar yazan ilk Kürt kadını olmuştur. Celalet Bedirxan’ın ölümü ile oldukça derinden sarsıldı. Ancak buna rağmen Rewşen Bedirxan çalışmalarını tek başına kalma pahasına da olsa sürdürmekten asla çekinmedi.

1957 yılında ırak Kürtleri ile ilişkilendi. O dönem Atina’da yapılacak olan sömürgeciliğe karşı bir konferansa Kürdistan adına katılmak için büyük çaba sarfetti. Konferansa Kürdistan adına katılmaları için davetiyeler onun eline ulaştı. Davetiyeler Celal Talabani, Nureddin Zaza ve Rewşen Bedirxan’ın adına geldi. Ancak konferansa binbir zorlukla sadece Rewşen Bedirxan katıldı. Bu kongre kürtler için ulusal öneme sahiptir. Bu kongrede Baas partisinin kurucularından Mişel Eflaq’ın Rewşen Bedirxan’ın konuşmasına karşı çıkmasına rağmen Rewşen Bedirxan ilk defa Kürtler adına konuştu. Anılarında konferansda kürt delegeler için ayrılan koltukların konferans boyunca, boş olmasına sitem etmiş ve katılması gereken diğer davetlilerin ”hiçte makul olmayan sebeplerle gelmediğini” üzülerek anlatmıştır. Rewşen Bedirxan burada yaptığı konuşmanın metninin fransızcasını diğer delegelere dağıtmayı ihmal etmez.

Sonraki yıllarda Rewşen Bedirxan, Dr. Nuri Dersim’i, Hasan Hişyar, Haydar Haydar ve Osman Efendi ile birlikte ‘Kürt Bilim Ve Yardımlaşma’ derneğini kurdular. 1971 yılında ise Irak da bulunan Kora Zanyariya Kürd adlı akademinin onur üyesi seçildi. O dönem Kürtlerle ilgili kütüphanelerde bulunan eserlerin toplanması için görevlendirildi. O zaman İstanbul’a giderek bu çalışmayı da başarıyla yerine getirdi.
Ne yazık ki bu dönemlere ilişkin Rewşen Bedirxan’nın neler yaşadığı nasıl zorluklarla karşılaştığına dair hiç bir anlatıma rastlayamadım. O dönem İstanbul’a dönmek onun için nasıl bir duyguydu bilmiyorum. Ancak bilmeyi çok isterdim. Kaldıki sadece o zaman değil, bir kadın olarak tek başına verdiği mücadele takdire değerdir. Vefatından önce kürt kadınlarının Irak da yaptıkları çeşitli toplantı ve kongrelere katılarak katkıda bulunmaktan hiçbir zaman çekinmedi.

Rewşen Bedirxan’ın Dotmam adlı kitabının yanında Kürt Edebiyatından sayfalar adlı bir kitabı da arapça Beyrut da yayınlandı. Bunların dışında bir çok çeviriler yaparak, çeşitli dergilerde yazılar yazdı. “Jin û Bextiyariya Malê” adlı yazısında kadınlara şöyle seslenir: “Güzellik ve bahtiyarlık para ve köşkler değildir. Evet güzellik şudur: Güzel söz, alışveriş ve kendi milleti ve vatanına harcadığı emek, iş ve çalışmadır. Parayla olan yaşamın güzelliği biter. Ancak yurtseverlik ve bilgi ile olan yaşamın güzelliği bitmez.”

Rewşen Bedirxan son yıllarında bir kürt öğrenciyle yaptığı konuşmasında özellikle kürtlerin birliğine değinerek bir arada olmalarını öğütler. Bu konuda söylediği şu söz unutulmazdır: ”Bana Kürtlerin birliğini ver, sana özgür bir Kürdistan vereyim”.

(aktüel bakış)

Charlie Chaplin’in kızından Öcalan’a destek


Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Charlie Chaplin’in kızından Öcalan’a destek

KÖLN – Uluslararası “Abdullah Öcalan’a Özgürlük-Kürdistan’da Barış” İnisiyatifi yaptığı açıklamada PKK lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride son verilmesini istedi. Tüm askeri operasyonlara son verilerek Öcalan ile AKP hükümeti arasındaki görüşmelerinin yeniden başlatılmasını isteyen inisiyatifin destekçileri arasında Noam Chomsky, Nobel ödülü sahipleri Mairead Maguire, Dario Fo ve Adolfo Perez Esquivel ile Charlie Chaplin’in kızı Geraldine Chaplin gibi dünyaca tanınmış 58 isim bulunuyor.

Merkezi Almanya’nın Köln kentinde bulunan Uluslararası “Abdullah Öcalan’a Özgürlük-Kürdistan’da Barış” İnisiyatifi, PKK lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride ilişkin açıklama yaptı.

“Öcalan’a karşı yeniden uygulamaya konulan izolasyon kabul edilmez” başlıklı açıklamada, Türk hükümetinin son iki buçuk ay içinde, Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesine sadece bir defa izin verdiği, son 8 hafta da ise hiç kimse ile görüştürülmediğine dikkat çekildi. Açıklama metninde, “Böylece 1999-2009 yılları arasında Öcalan’a uygulanan tecrit, Erdoğan hükümeti tarafından yenilendi” denildi.

‘ÖCALAN’IN SAĞLIĞINDAN ENDİŞE DUYUYORUZ’

Öcalan’a yönelik tecridin, taraflarca kabul edilen, Öcalan ve devlet yetkililer arasında çöktüğü görünen görüşmeler ardından geliştiğine dikkat çekilen metinde devamla şunlar belirtildi:

“Aynı zamanda, Türk ordusunu yeniden şekillendiren Erdoğan hükümeti, Kürt legal parti ve organizasyonları yanı sıra PKK’ye karşı savaş ilan etti. Bu savaş, batı ittifakının Molla rejimine karşı tüm yaptırımlarına rağmen İran-Türkiye ve ABD arasındaki yakın işbirliği ile yapılmaktadır. Bundan dolayı, Kürt liderinin sağlığından endişe duyulmaktadır.”

‘SAVAŞI AKP HÜKÜMETİ GELİŞTİRDİ’

Savaşın yakın zamana kadar bazı reformlar başlatarak Kürt sorununa siyasal çözüm bulma vaadinde bulunan AKP hükümeti tarafından geliştirildiğine dikkat çekilen metinde, mevcut durumda binlerce Kürt siyasetçi ve toplum liderinin skandal suçlamalarla hapse atıldıkları belirtildi. Türk savaş uçaklarının son 2 ay içerisinde yasadışı sınır ihlalinde bulunarak PKK militanlarına ait olduğu iddia edilen mevzilere hava saldırıları düzenlediği, her an bir sınır ötesi kara harekatının beklendiği ifade edilen metinde, buna karşın PKK’nin Haziran 2011 seçimleri, öncesi, sırasında ve sonrasında defalarca tek taraflı ateşkes ilanında bulunduğuna dikkat çekildi.

ÖCALAN İLE DİYALOG

İmza kampanyasını düzenleyen İnisiyatifin geçen yıllarda birçok kez Öcalan’a siyasal diyalog çağrısında bulunduğunu belirten çağrıcılar, diyalogun da 2 yıldan fazla bir zaman öncesinde gizli olarak başladığına dikkat çekerek şöyle dedi:

“Öcalan, görüşmelerin kendisi tarafından sunulan Yol Haritası temelinde gerçekleştiğini ve seçimlerden sonra Türkiye Parlamentosu inisiyatifinde Barış Meclisi oluşumu ile ileriye taşınacağını beyan etmişti. Dahası, Öcalan Kürt militanlarının silahsızlandırılmasına ilişkin somut adımlar atılması önerisinde bulundu, ancak Erdoğan bu öneriye dahil yanıt vermedi. Öcalan’ın mevcut durumda görüşmeleri anlamlı bulmaması bundan dolayıdır. Türk hükümeti, uygulanabilir bir uzlaşma için zemin arama yerine görüşmeleri, gerçek bir çözümü geciktirmek için bir araç olarak kullanmıştır.”

‘SAVAŞTAN ERDOĞAN HÜKÜMETİ SORUMLUDUR’

İmzacılar uluslararası hukukun ihlali anlamına gelen mevcut büyük askeri saldırıdan tamamen Erdoğan hükümetinin sorumlu olduğunu belirtti. Hükümetin artık güçlü Türk ordusu arkasına sığınarak gizlenme ve çatışmayı siyasal yoldan çözme için hiçbir mazereti kalmadığına dikkat çekilen metinde, “Erdoğan bu askeri operasyonları istedi, hazırladı ve öncülüğünü yapıyor” diye kaydedildi.

‘SALDIRILAR YIKICI SONUÇLAR DOĞURABİLİR’

Askeri saldırıların çatışmanın çözümüne katkı sunmadığı, aksine çatışmayı şiddetlendirebileceğine vurgu yapılan metinde devamla şunlar ifade edildi:

“Türkiye’deki Kürt halkının tüm temsilcilerine yönelik saldırılar –Öcalan’a yönelik yenilenen total tecrit, gerilla mevzilerinin bombalanması ve Kürt siyasetçilerinin hapse atılması – öngörülebilir gelecek için yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Yine, siviller bu ölümcül askeri operasyonun kurbanları arasında olacak.

‘MÜZAKERELER YENİDEN BAŞLAMALI’

Uluslararası İnisiyatif, tüm askeri eylemlere derhal son verilmesi ve Öcalan ile Erdoğan hükümeti arasındaki müzakereleri yeniden sürdürme çağrısında bulunur. Sadece diyalog çatışmanın anlamlı çözümüne yol açabilir. Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılarak, başarılı yapıcı arabulucu rolünü oynayabileceği bir yere sevk edilmelidir.

Uluslararası kamuoyu Irak sınırlarının Türkiye ve İran tarafından ihlal edilmesi karşısında sesiz kalmamalı. Avrupa’da artık Türkiye’deki savaş çığırtkanlıklarına destek vermemeli, Erdoğan hükümetine devam eden çatışmanın nihai barışçıl ve siyasi çözüm yoluna girmesi için baskı kurmalı.”

Uluslararası “Abdullah Öcalan’a Özgürlük-Kürdistan’da Barış” İnisiyatifi’nin kurucu imzacıları arasında Nobel Barış Ödülü sahipleri ile uluslararası alanda tanınmış çok sayıda şahsiyet bulunuyor.

İşte inisiyatifin kurucu imzacıları: Nairead Maguire, Nobel ödülü sahibi, Kuzey İrlanda; Dario Fo, Yönetmen, Yazar, Nobel Edebiyat ödülü sahibi, İtalya; Adolfo Perez Esquivel, Nobel Edebiyat ödülü sahibi, Arjantin; Jose Ramos-Horta, Nobel Barış Ödülü sahibi, Doğut-Timor; Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Portekiz; Danielle Mitterrand, Fransa Özgürlük Vakfı Başkanı, Fransa; Ramsey Clark, Avukat, Eski Başsavcı, ABD; Uri Avnery, Eski Knesset (İsrail Parlamentosu) üyesi, Barış Bloğu, İsrail; Prof. Dr. Noam Chomsky, Dilbilimci-Yazar, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü, ABD; Alain Lipietz, Avrupa Parlamentosu Milletvekili, Fransa; Pedro Marset Campos, Avrupa Parlamentosu Milletvekili, İspanya; Mrs. Jean Lambert, Avrupa Parlamentosu Milletvekili, İngiltere; Lord Avebury, İngiltere Lordlar Kamerası, Parlamento İnsan Hakları Grubu Başkanı, İngiltere; Harry Cohen, İsçi Partisi Milletvekili, İngiltere; Cynog Dafis, Milletvekili, İngiltere; Lord Raymond Hylton, Lordlar Kamerası üyesi, İngiltere; Lord Rea, Lordlar Kamerası üyesi, İngiltere; Walid Jumblat, İlerici Sosyalist Partisi Başkanı, Lübnan; Rudi Vis, İsçi Partisi Milletvekili, İngiltere; Paul Flynn, İsçi Partisi Milletvekili, İngiltere; Máiréad Keane, Sinn Fein Uluslararası Daire Başkanı, Kuzey-İrlanda; Domenico Gallo, Avukat, eski senatör, İtalya; Livio Pepino, avukat, Demokrat Yargıçlar Başkanı, İtalya; Xabier Arzalluz, Bask Ulusal Partisi (PNV) Başkanı, Bask; Tony Benn, İşçi Partisi Milletvekili, İngiltere; Giovanni Palombarini, avukat, Demokrat Yargıçlar eski başkanı, İtalya; Heidi Ambrosch, Komünist Parti Başkan Yardımcısı ve Kadın Sözcüsü, Avusturya; Mag. Walter Baier, Avusturya Komünist Parti Başkanı, Avusturya; Giana Nanini, Sanatçı, İtalya; Geraldine Chaplin, Oyuncu, İspanya; Dietrich Kittner, Mizahçı, Yazar, Kabare, Almanya; David MacDowall, Yazar, İngiltere; Alice Walker, Yazar, ABD; Franca Rame, Oyuncu, Yönetmen ve Yazar, İtalya; Prof. Dr. Jean Ziegler, İsviçre Ulusal Konsey üyesi, yayıncı, İsviçre; Dr. Diether Dehm, PDS Başkan Yardımcısı, Almanya; Prof. Dr. Angela Davis, Californiya Üniversitesi, Santa Cruz, ABD; Prof. Dr. Luigi Ferraioli, Felsefe ve Hukuk Profesörü, İtalya; Prof. Dr. Uwe Jens Heuer, Hukuk Profesörü, Almanya; Prof. Dr. Wolf-Dieter Narr, Temel Haklar ve Demokrasi Komitesi, Almanya; Prof. Dr. Werner Ruf, Kassel Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü, Almanya; Prof. Dr. Norman Paech, Hamburg Ekonomi ve Siyaset Okulu Uluslar arası Hukuk Profesörü, Almanya; Prof. Dr. Gerhard Stuby, Bremen Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü, Almanya; Prof. Dr. h.c. Ronald Mönch, Bremen Yüksek Okul Başkanı Almanya; Prof. Dr. Elmar Altvater, Uluslar arası Lelio Basso Başkanı Almanya; Prof. Dr. Helmut Dahmer, Darmstadt Teknik Üniversitesi Sosyoloji Profesörü, Almanya; Prof. Jürgen Waller, Bremen Sanat Okulu Başkanı, Almanya; Christine Blower, Ulusal Eğitmenciler Sendikası (NUT) eski başkanı, İngiltere; Ken Cameron, İtfaiyeciler Sendikası Genel Sekreteri (FBU), İngiltere; Josep Lluis Carod Rouira, ERC Başkanı, Barcelona, İspanya; Michael Feeny, Cardinal Hume Göçmen işler Danışmanı, İngiltere; Gareth Peirce, Avukat, İngiltere; Frances Webber, Barrister, İngiltere; Norbert Mattes, Yakın ve Uzak Doğu Enformasyon Projesi, Almanya; Yayla Mönch-Buçak, Oldenburg Üniversitesi, Almanya; Dr. Mahmud Osman, Kürt Siyasetçi, İngiltere; Jutta Bauer, Kitap İllüstratör, Almanya; Günther Schwarberg, Gazeteci, Almanya; Hans Branscheidt, medico international / Hannover Çağrısı, Almanya; Rolf Becker, Oyuncu, IG Medien Sendikası, Almanya.

ANF NEWS AGENCY

Öcalan Derwêş’e sesleniyor


Öcalan Derwêş’e sesleniyor

Öcalan Derwêş’e sesleniyor
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan İmralı’da, Kürt halk kahramanı olarak bilinen Derwêşê Evdî’ye kaleme aldığı şiir ile seslendi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’da yazdığı „Derwêş’e“ adlı şiiri, Özgür Halk ve Demokratik Modernite dergisinin üçüncü sayısında yayınlandı. Öcalan, Kürtler arasında yiğit, mert ve kahraman olarak bilinen Derwêşê Evdî’ye atfen yazdığı şiirinde Evdî’ye „Kürtlük ve özgür yaşam kesinleşti, rahat uyu“ diye sesleniyor.
Özgür Halk ve Demokratik Modernite dergisinin üçüncü sayısı, „Radikal Demokrasi ve Demokratik Ulus“ kapak dosyasıyla çıktı. Radikal demokrasi ve demokratik ulus olguları kavramsal ve kuramsal boyutlarıyla ele alınarak irdeleniyor. Dergide, gazeteci-yazar Cengiz Çandar’ın „Ankara-Diyarbakır için Londra-Belfast dersleri“, Abdullah Öcalan’ın „Demokratik Ulus“, Sakıp Hazman’ın „İslam, Karşı-İslam ve Demokratik Ulus Çözümü“, Abdullah Koç’un „Matbaacılığın Kürt Aydınlanmasındaki Etkisi ve Toplumsal Rolü“, Prof. Dr. Sami Nair’in „Avrupa solu nereye gidiyor?“, avukat Emran Emekçi’nin „Demokratik Anayasa İçin İlke ve Öneriler“, Ali Koç’un, „Toplumun Demokratik Özgürlükçü Alternatifi: Radikal Demokrasi“, Nasrullah Kuran’ın „Ulus-Devlet Milliyetçiliğin Modern Dinidir Demokratik Ulus Halkların Özgür Birlikteliğidir“, Rıdvan Çelik’in „Radikal Demokrasi Perspektifinden Demokratik Konfederalizme Bakış“, İrfan Yıldız-Ömer Çelik’in „Demokratik Modernite’nin İnşasında Entelektüel Görevler“, Hacı Ali Baştürk, M. Şirin Bozçalı ve Aydın Şaka’nın „Seçkinliğin Tarihsel Resmi Geçiti ve Radikal Demokrasi“, Nujiyan Bahar’ın „Erkek Kadını ‘Karılaştırarak’ Asimile Etmiştir“ başlıklı yazıları yer alıyor. Öcalan’ın 8 Aralık 2010 tarihinde kaleme aldığı „Derweş’e“ şiiri şu dizeleri içeriyor:

Derwêş’e

Sincar Dağları’nda
Derwêşê Evdî’nin yanında olsaydım!
Beyaz atların sırtında
Musul ovasına dalsaydım!
Derwêş vurulduğunda
sırtlayıp Kürdistan dağlarına götürseydim!
O’na, bak!
Binlerce Edûlê ve onikiler var deseydim!
Tanrıçaların taht kurduğu bu dağlarda
Rahat uyu deseydim!
Ölüm…
Nerelerden…
ve nasıl gelirse gelsin
Artık gam yeme!
Kesinleşen Kürtlük ve özgür yaşam
Ebedi gerçekliktir deseydim!

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

”DEWREŞE EVDİ DESTAN.

”Urfa Viranşehir den şengal dağına kadar uzanan alanda büyük bir Kürt aşireti olan Mılla(Milli) aşireti konumlanmaktadır. Aşiretin lideri Temir Ağa, aynı zamanda Kürtlerin lideri konumundadır. Ayrıca şark aşiretinden de bahsedilir. Yezidi olan bu aşiret de Mılla aşiretine dayanır. Kürtler tarafından Kerdız olarak da anılırlar, oldukça yiğit ve savaşçı bir aşirettir. Mılla aşiretini Araplar kendi denetiminde tutmaya çalışırlarken, diğer taraftan da Tükler talan ve vergilendirmeye dayalı olarak egemenlik sağlamaya çalışırlar. Aslında Mılla aşiretinin somutunda Kürtlere yönelim vardır. Araplar bir gün gelip yedi yıllık vergi isterler. Bu durumu gören Mılla aşiret reisi Temir Ağa, şark aşiretinin lideri olan Evdi Ağaya mektup göndererek destek ister. Evdi: Temir ağanın destek mesajına alır ve Temir ağanın yanında oturan yiğit ve savaşçı Musekê Hemê ile birleşir ve savaş zırhlarını kuşanarak çatışmaya girer. 1700 kişilik arap ordusunu darmadağın ederek ayrılırlar. Daha önce Evdi’nin selamını bile almaya tenezzül etmeyen, ancak yarım saat sonra cevap veren Temir Ağa, bu sefer bizzat kendi hayatını kurtardığı ve teslimiyetçiliğini gördüğü için Evdi’yi misafir olarak evine kabul eder. Onu kadınların olduğu bölüme götürür. Kızkardeşi Rahmene kahve yapmasını söyler. Rahmen kahveyi altın tepside sunar.Güzel bir kız olan Rahmenden Evdi etkilenir ve aşık olur. Bunu fark eden Temir Ağa, Rahmeni ona vereceğine dair söz verir. Evdi bundan sonra artık hep onun etrafında dolaşır. Bir hafta sonra çocukları aklına gelince Temir Ağadan onları görmek için izin ister. Evdi ‚çocuklarını görüp bir gün tekrar Temir Ağanın konağına döndüğünde, büyük bir düğün olduğunu görür ve Temir Ağanın çadırında Türk bayrağının asılı olduğunu farkeder. Köle Muhammed, Evdi nun önüne gider ” sende vicdan yok. Sen nasıl Rahmenin düğününe gelirsin dediğinde” Rahmenin Bakır Ağaya verilmiş olduğunu anlar. Evdinin yüreğine Kaf dağı kadar bir ağırlık düşer. Temir Ağa onu kandırmıştır. Evdi 1700 kişiye karşı göğsünü siper etmiş, savaşmış, Temir Ağa ise karşılığında onu kendi kadın haremine koyduğu halde, kızkardeşini ona vermemiş ve onu kandırmıştır. Evdi bu olaydan sonra Mılla aşiretinden ayrılır ve Temır ağa için ”O Mılla aşiretinin reisi, ben şark beyiyim diyerek ” Bir daha ayağımı onların aşiretinin bulunduğu yere basmayacağım” andını içer ve aşiretini ayırır.Birbirini izleyen yıllarda Araplar şarklıların Mılla aşiretinden ayrıldığını öğrenince, Mılla aşiretine bir mektup göndererek savaşa hazırlanmalarını söylerler. Araplar bu sefer aşireti tamamen yok edip her açıdan ırzına geçmeyi hedeflemişlerdi. Bunun karşısında çok zor durumda kalan Temir Ağa, aşiretindeki 32 bin beye toplanmaları için haber yollar. Bunlar durumdan habersiz oldukları için, ziyafet verileceğini düşünerek sevinçle gelirler. Aşiretlerdeki bütün gençler, yaşalılar ve kahramanlar biraraya toplanır. Cemaatte üç biçimde oturulur. Birinci; bey ve efendilerden oluşan bölüm. ikinci; kahraman, yiğit ve eşkiyalar. üncü: ise; sakat, ihtiyarlar ve işe yaramayanlar biçimindedir. Cemaat tamamlanıp meclis toplanınca, Temir Ağa kendi nazarına kahve yapıp getirmesini söyler. Kahve gelince Temir Ağa; ” Bu kahve ucuz bir kahvedir demeyin, bu kahve kanlı bir kahvedir” diyerek, Arapların mektubundan söz eder. Devamla, ” Arapların önüne geçmesek bütün beyliği talan edecekler. Namussa hepimizin namusudur çünkü hepimize yönelecekler. Hanginiz bu kahveyi kaldırsanız göğsünüzü Türk-Arap düşmanlarına karşı siper edip önlerine geçerseniz ve sağ salim dönerseniz. Edulê (kızı)yi size vereceğim. Adulê’nin çeyizini de hazırlayıp, nikahlayacağım” der. Köle Muhammed, kahveyi üç gün-üç gece gezdirir hepsi Edulê’ye göz diktikleri halde kimse cesaret edip kanlı kahveyi alamaz.Temir Ağa bunlardan umudunu keserek, Evdi’ye mektup gönderir. Elçi mektubu götürdüğünde Evdi kendi yaşlılar cemaatiyle oturmaktadır. Mektubu alır, okuduktan sonra yastığının altına koyar ve elçiye “git Temir ağaya söyle o Mılla beyi, ben şark beyiyim. Benim onunla ilişkim kalmadı, ben yeminliyim onun bulunduğu yere ayak basmayacağımder”. Elçi oradan ayrılırken yolda Derwêşê Delalla karşılaşır. Edulêyi uzun zamandır sevmekte olan Delalê Derwêş elçiyi gördüğüne çok sevinir. Derwêş elçiye niçin geldiğini sorunca elçi “Ben bir mektup getirdim. Baban okuyup yastığının altına koydu” der. Derwêş babasının yanına mektupta yazılanları öğrenmek için gider. Babası ‚ “çok büyük bir engel var ki onu aşana Edulêyi verecekmiş” der. Ama Temir Ağa sözünü yerine getirmeyen yalancı bir insandır. Bir de önüne konulan şart ulaşılmayacak bir şarttır. Gidişi var dönüşü yok. Onun için boş hayallere kapılma diyerek devam eder: Tamam biliyorum. Edulê’nin mor örüklerinin karşılığı sandıklarla altın değil yiğitlerin kellesidir”. Derwêş Delale elçiyi göndermesini, büyüklerini dinlemezse pişman olacağını söyler. Baba oğul arasında birbirini ikna etme çabası sonuçlanmayınca Derwêş, cemaate seslenerek kendilerini dinletir ve kararın verilmesini ister. Ayrıca cemmaatten kalbinin kırılmamasını da ister ve aşkını anlatır. Evdi oğlunun yürek acısına dayanamayarak elçiye “Şark aşiretinin beylerinin ve Derwêşin geldiğini iletmesini söyler.

Derwêş arkadaşlarına Kuşanın, Temir Ağanın konağına gidiyoruz” diye seslenir. Bu arada üç-gün üç gece cemaatte dolaştırılan kahve fincanına 32 bin beyden alma cesaretini gösteren kimsenin olmadığını ve Evdiye mektup gönderildiğini duyan Edulê “Bu köpeklerden kahveye uzanacak kadar erkeklik damarı olan bir kişi yok mu ki, Derwêşe haber salınıyor. Derwêşi bu belaya sokacaklar, nasıl olsa ölsede-ölmesede onlar için kardır” diyerek, bu duruma üzülür. Derwêşin başı kopartılmış civciv misali kaderine üzülerek bir şeyler yapmak ister. Bu beylerin karşısına çıkıp bir-iki söz söylemesinin yasak olup olmadığını düşünür, babasına sorarak ricada bulunur. ” Babamın beş kızı var ama hiç ağlu yok. 71-72ye dayanmış beli bükülmüş, onun temsilini ben yapabilir miyim? Acaba böylelikle Derwêş gelmeden önce bu beylerden biri namusa gelir de kahveyi alır mı?” diye düşünür. Babası da “Benim oğlum yok, sen benim temsilimi yapabilirsin. Aslanın dişi veya erkek olması fark etmez. Beylerin karşısına geç ne istiyorsan söyle, özgürsün” der. Edulê, cemaatin karşısına çıkar ve şunları söyler: Beyler, ağalar! Hepinize sesim ulaşıyor, hele bir kafanızı kaldırın Mılla ağaları. Ben öncelikle şunu biliyorum: Bir kadına bu kadar ağanın, paşanın karşısına çıkıp konuşmak düşmez. Ben ne yapayım, babamın hiç oğlu olmamış, Kadın olarak karşınıza çıktığım için beni kırmayın, beni dinleyin, bir-iki kelime söyleyeceğim. Babamın başına gelen bu felaketten dolayı hepiniz toplandınız. üç gündür sırtınızı yastıklara dayamış, koyun-kuzu eti yemektesiniz. Ama kardeşler, kaç gündür cemaatte dolaşan kanlı kahveyi de kimse almıyor. Bu Mıllaların bayramıdır, şarklıların değil. üç gündür dünya babama dar geliyor. Niye sizin nazarımızda dolaşan bu kanlı kahve ve kadın haremi karşısında kafanızı kaldıramıyorsunuz? Öfkeden gözlerim kararıyor: babam bana ilişkin kararı verdiği zaman ben 21-22 yaşındaydım. Aşiretin binlerce süvarisi ayağa kalkıyor, çevrelerindeki bayrak ve sancaklarla ilerliyorlardı. Viranşehire kadar etkileri sürüyordu. Ordan‚çiyayê şengalê’ye kadar süren etki alanına ağalar gelip ağırlanırdı. Ben atıma binip binlerce ev içerisinde dolaşmaya çıktığımda beni zılgıtlarla karşılarlardı. Beni ayakta karşılamayan tek bir yaratık yoktu. Bütün Mılla ağalarının, reislerinin kadın ve kızlarının karşısında Sembol durumundaydım. Tanrı beni erkek doğurmadı ama, ben babamın temsilini yapıyorum. Fakat bugün 32 bin beyin karşısında hiçbir kıymetim kalmamış. Tanrının katliamına uğrayasıcalar; Derwêşê Evdi gelecek, sırtını sırat köprüsüne dayayacak, önüne de kadın haremini alarak hepinizin nazarında kahveyi kaldıracak. Göğsünü Araplara karşı siper edecek ki, o Arapların atalarının cesetleri hala sahipsiz arazilerde kalmıştır. Ağa ve beylerin hepsinin benzi sararmış, ölü gibi olmuş agalleri düşmüş, bıyıkları bükülmüş. Başlarına gelen felaketin ne olduğunu kimse bilmiyor. Adulênin rengi sararır, kanı çekilir, dişleri ve dudakları titrer. “Şarklı Evdinin oğlu Derwêşin türbesini kazdılar,çünkü onlara göre o buraya gelir ve fincandaki kahveyi içerse, Türklere ve Araplara yönelecek ve dönüşü olmayacak” diye düşünerek, bu oyunu bozmak ister. Edulê ayağa kalkar, ” Kaldırın başınızı! iki genç gelecek sizin karşınızda perdenin arkasında beş kızı yatıracaklar. Tanrının bu beş kıza verdiği aşk, olgunluk ve canlılık insanların tümüne acı verdi. Biri beyaz dolunayın 14ü gibi, diğeri aşk ve olgunluğunu erkeklerin güzelliğine verdi. Biri dağların yücelliği gibi kendini gökyüzüne vermiş. Biri Edulê’dir kızıl kanatlarıyla kendini Mılla ailesinin muradına vermiş. Üşte ben hepinizin karşısında duruyorum. Bu Agit ve kahramanlardan biri kahveyi içsin. Derwêş’in yolu dumanlıdır, gelinceye kadar alın, göğsünüzü hainlere ve düşmana siper edin .

O anda elçi, şarklıların geldiğini haber verir,Temir Ağa; Derwêş geliyor mu? diye sorar. Paşa seslenir: Mıllalar! Demeyin paşa bize demedi. şarklıların erkekleri geliyor, kimse atlarının başını tumasın, selamlarını almasın, kiymet vermesin. Adulêyle beş kız çadırlarının kapısını açıp bakarlar ki şarklılar gelmiş, şarklılar cemaate girerler, selam verirler ancak selamları karşılanmaz.Evdi ile ömer Paşanın yanına otururlar, bakarlar ki herkesin benzi solmuş ve başlarını öne eğmişler. Cemaatin içine Derwêş gelince Edulê ” misafirimize, kahveyi akşamdan beri hazırlamışım, fincanı kendi ellerimin üstüne koydum, sevda kafama vurdu, aşk bedenimi sardı, bilmiyorum acaba ayaklarım onun ayakkabısına mı değdi, bütün vücudum titredi. Yarın on iki süvarimiz 1700 Türk-Arap güçlerine karşı kılıç kalkan sallayacak, ben 41 Mılla kızını alıp kendimi Dicle suyunun kenarına bırakacağım. Dicle nin suyu kabarıktır ” der. Derwêş kahveyi içtikten sonra on iki süvariyle birlikte Musul ovasına savaşa gider. Savaş bir tufan gibi kopar, her taraf duman içerisinde kalır. Yaşlılar bastonlarına dayanmışlar, genç gelinler kınalı elleriyle dışarı çıkmış seyretmektedirler. Herkes; ” nedir bu bizim Kürtlerin başına gelen? diye yakarır” . Derken savaş biter ve on iki süvari dönerler ama Derwêşe Evdi aralarında yoktur. Adulê ” Bir süwari geliyor aşağıdan. Derwêş kendini aşağıya bırakalı üç gün-üç gece oldu, hiçbir haber yok” der. Derwêşin merakında olan Edulê Süvariye yaklaşarak; ” Delalım nerededir” diye sorar. Süvari ” Ey gelin! Birçok delal varki, gelinler kınalı elleriyle Delallerini bekliyorlar. Bu delallerin birisi yaralı Sivereke gitmiş. Sen bana söyle, senin Delalinin işareti nedir? ” der. Edulê ” Benim delalimin işareti bellidir. Elbisesi melesindir, omuzundaki zırhı davudidir, onun üzerinde agani bir aba vardır. Delalın göğsünde zırhlı gözlük, belinde kemeri vardır. Delalın şalvarı felemindir, ayakkabısı kız bağıdır. Delalın kafasında sarık var, kızıl bıyıkları var, Urfa kınasıyla yakılmış, yanakları nar gibidir. Delalın kalkanı Amedidir, kalkanın ucu Adulênin örükleriyle süslenmiştir” der.Süwari, “Edulê senin dediğin şarklı Evdinin oğlu Derwêşdir ki, kanlı fincanı kaldırmış, Musul ovasında Türk ve Arap düşmanının gözlerini korkutmuş. Ne kadar yaralı ve ölü varsa onun eliyle olmuştur. O kaç tane eli kınalı gelinin ocağını yakmış. Fare delikleriyle dolu bir topraktan geçerken atının ayağı kırılmış, at onu sırtından atmış ve Derwêşin bütün kemikleri kırılmış. Git Musul ovasında onu sağ olarak gör.” der demez, Adulê kendini ovaya bırakır.Edulê musul ovasında yerdeki süwarinin yanından geçer ve bakar ki Delali yaralıdır. Edulê oturur ve şu ağıtı söyler : ” Koşarak Delala ulaştım. Namus kanı zırhından akıyor. Delal yedi yerinden yaralıydı. Ama yüreğinin üstündeki yara çok derindi. Yarasına dokundum ve baktım at ciğerine vurmuş tabii; biliyorum ki, Kürt atları bile kinlidir. Yere düşünce beli kırılmış. Göğsüne vurulan darbeyle birlikte dört damarı kopmuş”.Ağıtlarına devam eden Edulê: ” Delal kalk! Boyum posum incedir. Senin için büküldü, alnım aktır, sana açıktır. Kaşlarım incedir, kirpiklerim karadır, gözüm belektir ve senin için sürmelidir… Ben bu dünyada hiç kimseye layık değilim, ben ne Rumlara, nede Türklere layığım. Ben şarklı Evdinin kına bıyıklı oğluna layığım. Alevler içindeki şengalımın mezarlarına, karanlık türbelerine layığım. Delal: ben senden sonra kalmacağım. Artık kimseye Yemen kavhesi pişirmeyeceğim. Paşanın cemaatinde gezdirmeyeceğim. Boyumu posumu hiç kimse için süslemeyeceğim. Senden sonra bahtım kara olacak, hiçbir dilek ve muratta bulunmayacağım. Hiçbir beşiğin önünde oturup sallamayacağım. Dağların üzerine çıkıp ağıt yakacağım, kanlı gözyaşı dökeceğim, göğsümü hiç kimseye göstermeyeceğim. Delal, sen babamın evinin misafirisin” .

Dağlara çıkıp diyeceğim Delal Bütün çobanların kavallarıyla diyeceğim Delal; Ben süvarilerin gelini olacağım Delal… ” der ve dediği gibi yapar. Bu destanın en belirgin yanı, aşk ile mücadele arasındaki bağlantıdır. Destanın kadın kahramanı Adule, kendisini tam anlamıyla aşiret olarak ifade edilen ülkesine adamış, ancak ülkesi yabancı güçler tarafından tehdit edildiği için, sevgisini bu tehdide karşı savaşmayı göze alan yiğit cengavare vermektedir. Destanda bu yiğit Derwêşe Delale olarak adlandırılmaktadır. Destanın anlatımında da görüldüğü gibi Derwêş aynı zamanda ülkeyi temsil etmektedir. …örneğin Edulê savaştan dönen süvarilere Derwêşi tarif ederken, *********ın her yöresini temsil eden özelliğini anlatmaktadır. Ayrıca Derwêşin ölümüne neden olan at darbesi iç ihaneti hatırlatırken, atın tekmesiyle ölümüne yol açan yüreğinde kopan dört damarı da, *********ın dörde parçalanmışlığını anımsatır. Derwêşin atının fare delikleriyle delik-deşik edilmiş bir zeminde ürküp onu sırtından atması, düşmanlar tarafından kemirilmiş, zedelenmiş ********* zemininin gerçekliği vurgulanarak, trajik bir sonu göstermektedir. Derwiş düşüş sonucu aldığı darbelerden dolayı yaşamını yitirmez. İhanet tarafından yüreğinden yediği darbe sonucu yaşamını yitirir. Buna ek olarak Edulê’nin ağıtında, kendisini başka hiçbir ulusa adamayacağını söylemesi, tam tersine Delalê, onunla beraber dağların süwarilerine adayacağını söylemesi, kendisini ulusunun kurtuluş mücadelesi için adayacağının yeminidir. Bu da gösteriyor ki, Edulênin aşkı özgür toprak aşkından bağımsız değildir.

Trajediyi hazırlayan diğer önemli bir gerçeklik de başarıya karşı duyulan umutsuzluktur. Kanlı kahvenin üç-gün üç gece dolaştırılmasına rağmen, 32 bin beyden hiçbiri bunu kaldırarak savaşı göze almaması, umutsuzluğun somut ifadesidir. Bu yetmiyormuş gibi savaşı göğüslemek isteyene türbe yaptırmaları peşinen yenilgiyi kabul etmeleriyle bağlantılıdır. Onlara göre Derwêşin düşmana karşı yapabileceği en büyük başarı, savaşıp ölmesidir. Bu bakış açısı ancak birçok değeri kaybetmiş, silikleşmiş ve en önemlisi de ihanete bulaşmış topluluklara aittir. 32 bin beyliğin hepsi Edulêye karşı duydukları arzuya rağmen bunun bedelini ödemeye yanaşmamaları, ulusal bağımsızlığı isteyip de gereken savaşımı vermemeye benzemektedir. Burada özel olarak Kürt gençliğinin çıkarılması gereken derslerde vardır. Edulê ve Derweş her ikisi de gençtirler. Bu tarihsel destan bu iki kahramının şahsında Kürt gençliğine nasıl bir duruş sahibi olmaları gerektiğini de hatırlatıyor. ”DEWREŞE EVDİ DESTANI”Urfa Viranşehir den şengal dağına kadar uzanan alanda büyük bir Kürt aşireti olan Mılla(Milli) aşireti konumlanmaktadır. Aşiretin lideri Temir Ağa, aynı zamanda Kürtlerin lideri konumundadır. Ayrıca şark aşiretinden de bahsedilir. Yezidi olan bu aşiret de Mılla aşiretine dayanır. Kürtler tarafından Kerdız olarak da anılırlar, oldukça yiğit ve savaşçı bir aşirettir. Mılla aşiretini Araplar kendi denetiminde tutmaya çalışırlarken, diğer taraftan da Tükler talan ve vergilendirmeye dayalı olarak egemenlik sağlamaya çalışırlar. Aslında Mılla aşiretinin somutunda Kürtlere yönelim vardır. Araplar bir gün gelip yedi yıllık vergi isterler. Bu durumu gören Mılla aşiret reisi Temir Ağa, şark aşiretinin lideri olan Evdi Ağaya mektup göndererek destek ister. Evdi: Temir ağanın destek mesajına alır ve Temir ağanın yanında oturan yiğit ve savaşçı Musekê Hemê ile birleşir ve savaş zırhlarını kuşanarak çatışmaya girer. 1700 kişilik arap ordusunu darmadağın ederek ayrılırlar. Daha önce Evdi’nin selamını bile almaya tenezzül etmeyen, ancak yarım saat sonra cevap veren Temir Ağa, bu sefer bizzat kendi hayatını kurtardığı ve teslimiyetçiliğini gördüğü için Evdi’yi misafir olarak evine kabul eder. Onu kadınların olduğu bölüme götürür. Kızkardeşi Rahmene kahve yapmasını söyler. Rahmen kahveyi altın tepside sunar.Güzel bir kız olan Rahmenden Evdi etkilenir ve aşık olur. Bunu fark eden Temir Ağa, Rahmeni ona vereceğine dair söz verir. Evdi bundan sonra artık hep onun etrafında dolaşır. Bir hafta sonra çocukları aklına gelince Temir Ağadan onları görmek için izin ister. Evdi ‚çocuklarını görüp bir gün tekrar Temir Ağanın konağına döndüğünde, büyük bir düğün olduğunu görür ve Temir Ağanın çadırında Türk bayrağının asılı olduğunu farkeder. Köle Muhammed, Evdi nun önüne gider ” sende vicdan yok. Sen nasıl Rahmenin düğününe gelirsin dediğinde” Rahmenin Bakır Ağaya verilmiş olduğunu anlar. Evdinin yüreğine Kaf dağı kadar bir ağırlık düşer. Temir Ağa onu kandırmıştır. Evdi 1700 kişiye karşı göğsünü siper etmiş, savaşmış, Temir Ağa ise karşılığında onu kendi kadın haremine koyduğu halde, kızkardeşini ona vermemiş ve onu kandırmıştır. Evdi bu olaydan sonra Mılla aşiretinden ayrılır ve Temır ağa için ”O Mılla aşiretinin reisi, ben şark beyiyim diyerek ” Bir daha ayağımı onların aşiretinin bulunduğu yere basmayacağım” andını içer ve aşiretini ayırır.Birbirini izleyen yıllarda Araplar şarklıların Mılla aşiretinden ayrıldığını öğrenince, Mılla aşiretine bir mektup göndererek savaşa hazırlanmalarını söylerler. Araplar bu sefer aşireti tamamen yok edip her açıdan ırzına geçmeyi hedeflemişlerdi. Bunun karşısında çok zor durumda kalan Temir Ağa, aşiretindeki 32 bin beye toplanmaları için haber yollar. Bunlar durumdan habersiz oldukları için, ziyafet verileceğini düşünerek sevinçle gelirler. Aşiretlerdeki bütün gençler, yaşalılar ve kahramanlar biraraya toplanır. Cemaatte üç biçimde oturulur. Birinci; bey ve efendilerden oluşan bölüm. ikinci; kahraman, yiğit ve eşkiyalar. üncü: ise; sakat, ihtiyarlar ve işe yaramayanlar biçimindedir. Cemaat tamamlanıp meclis toplanınca, Temir Ağa kendi nazarına kahve yapıp getirmesini söyler. Kahve gelince Temir Ağa; ” Bu kahve ucuz bir kahvedir demeyin, bu kahve kanlı bir kahvedir” diyerek, Arapların mektubundan söz eder. Devamla, ” Arapların önüne geçmesek bütün beyliği talan edecekler. Namussa hepimizin namusudur çünkü hepimize yönelecekler. Hanginiz bu kahveyi kaldırsanız göğsünüzü Türk-Arap düşmanlarına karşı siper edip önlerine geçerseniz ve sağ salim dönerseniz. Edulê (kızı)yi size vereceğim. Adulê’nin çeyizini de hazırlayıp, nikahlayacağım” der. Köle Muhammed, kahveyi üç gün-üç gece gezdirir hepsi Edulê’ye göz diktikleri halde kimse cesaret edip kanlı kahveyi alamaz.Temir Ağa bunlardan umudunu keserek, Evdi’ye mektup gönderir. Elçi mektubu götürdüğünde Evdi kendi yaşlılar cemaatiyle oturmaktadır. Mektubu alır, okuduktan sonra yastığının altına koyar ve elçiye “git Temir ağaya söyle o Mılla beyi, ben şark beyiyim. Benim onunla ilişkim kalmadı, ben yeminliyim onun bulunduğu yere ayak basmayacağımder”. Elçi oradan ayrılırken yolda Derwêşê Delalla karşılaşır. Edulêyi uzun zamandır sevmekte olan Delalê Derwêş elçiyi gördüğüne çok sevinir. Derwêş elçiye niçin geldiğini sorunca elçi “Ben bir mektup getirdim. Baban okuyup yastığının altına koydu” der. Derwêş babasının yanına mektupta yazılanları öğrenmek için gider. Babası ‚ “çok büyük bir engel var ki onu aşana Edulêyi verecekmiş” der. Ama Temir Ağa sözünü yerine getirmeyen yalancı bir insandır. Bir de önüne konulan şart ulaşılmayacak bir şarttır. Gidişi var dönüşü yok. Onun için boş hayallere kapılma diyerek devam eder: Tamam biliyorum. Edulê’nin mor örüklerinin karşılığı sandıklarla altın değil yiğitlerin kellesidir”. Derwêş Delale elçiyi göndermesini, büyüklerini dinlemezse pişman olacağını söyler. Baba oğul arasında birbirini ikna etme çabası sonuçlanmayınca Derwêş, cemaate seslenerek kendilerini dinletir ve kararın verilmesini ister. Ayrıca cemmaatten kalbinin kırılmamasını da ister ve aşkını anlatır. Evdi oğlunun yürek acısına dayanamayarak elçiye “Şark aşiretinin beylerinin ve Derwêşin geldiğini iletmesini söyler. Derwêş arkadaşlarına Kuşanın, Temir Ağanın konağına gidiyoruz” diye seslenir. Bu arada üç-gün üç gece cemaatte dolaştırılan kahve fincanına 32 bin beyden alma cesaretini gösteren kimsenin olmadığını ve Evdiye mektup gönderildiğini duyan Edulê “Bu köpeklerden kahveye uzanacak kadar erkeklik damarı olan bir kişi yok mu ki, Derwêşe haber salınıyor. Derwêşi bu belaya sokacaklar, nasıl olsa ölsede-ölmesede onlar için kardır” diyerek, bu duruma üzülür. Derwêşin başı kopartılmış civciv misali kaderine üzülerek bir şeyler yapmak ister. Bu beylerin karşısına çıkıp bir-iki söz söylemesinin yasak olup olmadığını düşünür, babasına sorarak ricada bulunur. ” Babamın beş kızı var ama hiç ağlu yok. 71-72ye dayanmış beli bükülmüş, onun temsilini ben yapabilir miyim? Acaba böylelikle Derwêş gelmeden önce bu beylerden biri namusa gelir de kahveyi alır mı?” diye düşünür. Babası da “Benim oğlum yok, sen benim temsilimi yapabilirsin. Aslanın dişi veya erkek olması fark etmez. Beylerin karşısına geç ne istiyorsan söyle, özgürsün” der. Edulê, cemaatin karşısına çıkar ve şunları söyler: Beyler, ağalar! Hepinize sesim ulaşıyor, hele bir kafanızı kaldırın Mılla ağaları. Ben öncelikle şunu biliyorum: Bir kadına bu kadar ağanın, paşanın karşısına çıkıp konuşmak düşmez. Ben ne yapayım, babamın hiç oğlu olmamış, Kadın olarak karşınıza çıktığım için beni kırmayın, beni dinleyin, bir-iki kelime söyleyeceğim. Babamın başına gelen bu felaketten dolayı hepiniz toplandınız. üç gündür sırtınızı yastıklara dayamış, koyun-kuzu eti yemektesiniz. Ama kardeşler, kaç gündür cemaatte dolaşan kanlı kahveyi de kimse almıyor. Bu Mıllaların bayramıdır, şarklıların değil. üç gündür dünya babama dar geliyor. Niye sizin nazarımızda dolaşan bu kanlı kahve ve kadın haremi karşısında kafanızı kaldıramıyorsunuz? Öfkeden gözlerim kararıyor: babam bana ilişkin kararı verdiği zaman ben 21-22 yaşındaydım. Aşiretin binlerce süvarisi ayağa kalkıyor, çevrelerindeki bayrak ve sancaklarla ilerliyorlardı. Viranşehire kadar etkileri sürüyordu. Ordan‚çiyayê şengalê’ye kadar süren etki alanına ağalar gelip ağırlanırdı. Ben atıma binip binlerce ev içerisinde dolaşmaya çıktığımda beni zılgıtlarla karşılarlardı. Beni ayakta karşılamayan tek bir yaratık yoktu. Bütün Mılla ağalarının, reislerinin kadın ve kızlarının karşısında Sembol durumundaydım. Tanrı beni erkek doğurmadı ama, ben babamın temsilini yapıyorum. Fakat bugün 32 bin beyin karşısında hiçbir kıymetim kalmamış. Tanrının katliamına uğrayasıcalar; Derwêşê Evdi gelecek, sırtını sırat köprüsüne dayayacak, önüne de kadın haremini alarak hepinizin nazarında kahveyi kaldıracak. Göğsünü Araplara karşı siper edecek ki, o Arapların atalarının cesetleri hala sahipsiz arazilerde kalmıştır. Ağa ve beylerin hepsinin benzi sararmış, ölü gibi olmuş agalleri düşmüş, bıyıkları bükülmüş. Başlarına gelen felaketin ne olduğunu kimse bilmiyor. Adulênin rengi sararır, kanı çekilir, dişleri ve dudakları titrer. “Şarklı Evdinin oğlu Derwêşin türbesini kazdılar,çünkü onlara göre o buraya gelir ve fincandaki kahveyi içerse, Türklere ve Araplara yönelecek ve dönüşü olmayacak” diye düşünerek, bu oyunu bozmak ister. Edulê ayağa kalkar, ” Kaldırın başınızı! iki genç gelecek sizin karşınızda perdenin arkasında beş kızı yatıracaklar. Tanrının bu beş kıza verdiği aşk, olgunluk ve canlılık insanların tümüne acı verdi. Biri beyaz dolunayın 14ü gibi, diğeri aşk ve olgunluğunu erkeklerin güzelliğine verdi. Biri dağların yücelliği gibi kendini gökyüzüne vermiş. Biri Edulê’dir kızıl kanatlarıyla kendini Mılla ailesinin muradına vermiş. Üşte ben hepinizin karşısında duruyorum. Bu Agit ve kahramanlardan biri kahveyi içsin. Derwêş’in yolu dumanlıdır, gelinceye kadar alın, göğsünüzü hainlere ve düşmana siper edin .O anda elçi, şarklıların geldiğini haber verir,Temir Ağa; Derwêş geliyor mu? diye sorar. Paşa seslenir: Mıllalar! Demeyin paşa bize demedi. şarklıların erkekleri geliyor, kimse atlarının başını tumasın, selamlarını almasın, kiymet vermesin. Adulêyle beş kız çadırlarının kapısını açıp bakarlar ki şarklılar gelmiş, şarklılar cemaate girerler, selam verirler ancak selamları karşılanmaz.Evdi ile ömer Paşanın yanına otururlar, bakarlar ki herkesin benzi solmuş ve başlarını öne eğmişler. Cemaatin içine Derwêş gelince Edulê ” misafirimize, kahveyi akşamdan beri hazırlamışım, fincanı kendi ellerimin üstüne koydum, sevda kafama vurdu, aşk bedenimi sardı, bilmiyorum acaba ayaklarım onun ayakkabısına mı değdi, bütün vücudum titredi. Yarın on iki süvarimiz 1700 Türk-Arap güçlerine karşı kılıç kalkan sallayacak, ben 41 Mılla kızını alıp kendimi Dicle suyunun kenarına bırakacağım. Dicle nin suyu kabarıktır ” der. Derwêş kahveyi içtikten sonra on iki süvariyle birlikte Musul ovasına savaşa gider. Savaş bir tufan gibi kopar, her taraf duman içerisinde kalır. Yaşlılar bastonlarına dayanmışlar, genç gelinler kınalı elleriyle dışarı çıkmış seyretmektedirler. Herkes; ” nedir bu bizim Kürtlerin başına gelen? diye yakarır” . Derken savaş biter ve on iki süvari dönerler ama Derwêşe Evdi aralarında yoktur. Adulê ” Bir süwari geliyor aşağıdan. Derwêş kendini aşağıya bırakalı üç gün-üç gece oldu, hiçbir haber yok” der. Derwêşin merakında olan Edulê Süvariye yaklaşarak; ” Delalım nerededir” diye sorar. Süvari ” Ey gelin! Birçok delal varki, gelinler kınalı elleriyle Delallerini bekliyorlar. Bu delallerin birisi yaralı Sivereke gitmiş. Sen bana söyle, senin Delalinin işareti nedir? ” der. Edulê ” Benim delalimin işareti bellidir. Elbisesi melesindir, omuzundaki zırhı davudidir, onun üzerinde agani bir aba vardır. Delalın göğsünde zırhlı gözlük, belinde kemeri vardır. Delalın şalvarı felemindir, ayakkabısı kız bağıdır. Delalın kafasında sarık var, kızıl bıyıkları var, Urfa kınasıyla yakılmış, yanakları nar gibidir. Delalın kalkanı Amedidir, kalkanın ucu Adulênin örükleriyle süslenmiştir” der.Süwari, “Edulê senin dediğin şarklı Evdinin oğlu Derwêşdir ki, kanlı fincanı kaldırmış, Musul ovasında Türk ve Arap düşmanının gözlerini korkutmuş. Ne kadar yaralı ve ölü varsa onun eliyle olmuştur. O kaç tane eli kınalı gelinin ocağını yakmış. Fare delikleriyle dolu bir topraktan geçerken atının ayağı kırılmış, at onu sırtından atmış ve Derwêşin bütün kemikleri kırılmış. Git Musul ovasında onu sağ olarak gör.” der demez, Adulê kendini ovaya bırakır.Edulê musul ovasında yerdeki süwarinin yanından geçer ve bakar ki Delali yaralıdır. Edulê oturur ve şu ağıtı söyler : ” Koşarak Delala ulaştım. Namus kanı zırhından akıyor. Delal yedi yerinden yaralıydı. Ama yüreğinin üstündeki yara çok derindi. Yarasına dokundum ve baktım at ciğerine vurmuş tabii; biliyorum ki, Kürt atları bile kinlidir. Yere düşünce beli kırılmış. Göğsüne vurulan darbeyle birlikte dört damarı kopmuş”.Ağıtlarına devam eden Edulê: ” Delal kalk! Boyum posum incedir. Senin için büküldü, alnım aktır, sana açıktır. Kaşlarım incedir, kirpiklerim karadır, gözüm belektir ve senin için sürmelidir… Ben bu dünyada hiç kimseye layık değilim, ben ne Rumlara, nede Türklere layığım. Ben şarklı Evdinin kına bıyıklı oğluna layığım. Alevler içindeki şengalımın mezarlarına, karanlık türbelerine layığım. Delal: ben senden sonra kalmacağım. Artık kimseye Yemen kavhesi pişirmeyeceğim. Paşanın cemaatinde gezdirmeyeceğim. Boyumu posumu hiç kimse için süslemeyeceğim. Senden sonra bahtım kara olacak, hiçbir dilek ve muratta bulunmayacağım. Hiçbir beşiğin önünde oturup sallamayacağım. Dağların üzerine çıkıp ağıt yakacağım, kanlı gözyaşı dökeceğim, göğsümü hiç kimseye göstermeyeceğim. Delal, sen babamın evinin misafirisin” . Dağlara çıkıp diyeceğim Delal Bütün çobanların kavallarıyla diyeceğim Delal; Ben süvarilerin gelini olacağım Delal… ” der ve dediği gibi yapar. Bu destanın en belirgin yanı, aşk ile mücadele arasındaki bağlantıdır. Destanın kadın kahramanı Adule, kendisini tam anlamıyla aşiret olarak ifade edilen ülkesine adamış, ancak ülkesi yabancı güçler tarafından tehdit edildiği için, sevgisini bu tehdide karşı savaşmayı göze alan yiğit cengavare vermektedir. Destanda bu yiğit Derwêşe Delale olarak adlandırılmaktadır. Destanın anlatımında da görüldüğü gibi Derwêş aynı zamanda ülkeyi temsil etmektedir. …örneğin Edulê savaştan dönen süvarilere Derwêşi tarif ederken, *********ın her yöresini temsil eden özelliğini anlatmaktadır. Ayrıca Derwêşin ölümüne neden olan at darbesi iç ihaneti hatırlatırken, atın tekmesiyle ölümüne yol açan yüreğinde kopan dört damarı da, *********ın dörde parçalanmışlığını anımsatır. Derwêşin atının fare delikleriyle delik-deşik edilmiş bir zeminde ürküp onu sırtından atması, düşmanlar tarafından kemirilmiş, zedelenmiş ********* zemininin gerçekliği vurgulanarak, trajik bir sonu göstermektedir. Derwiş düşüş sonucu aldığı darbelerden dolayı yaşamını yitirmez. İhanet tarafından yüreğinden yediği darbe sonucu yaşamını yitirir. Buna ek olarak Edulê’nin ağıtında, kendisini başka hiçbir ulusa adamayacağını söylemesi, tam tersine Delalê, onunla beraber dağların süwarilerine adayacağını söylemesi, kendisini ulusunun kurtuluş mücadelesi için adayacağının yeminidir. Bu da gösteriyor ki, Edulênin aşkı özgür toprak aşkından bağımsız değildir. Trajediyi hazırlayan diğer önemli bir gerçeklik de başarıya karşı duyulan umutsuzluktur. Kanlı kahvenin üç-gün üç gece dolaştırılmasına rağmen, 32 bin beyden hiçbiri bunu kaldırarak savaşı göze almaması, umutsuzluğun somut ifadesidir. Bu yetmiyormuş gibi savaşı göğüslemek isteyene türbe yaptırmaları peşinen yenilgiyi kabul etmeleriyle bağlantılıdır. Onlara göre Derwêşin düşmana karşı yapabileceği en büyük başarı, savaşıp ölmesidir. Bu bakış açısı ancak birçok değeri kaybetmiş, silikleşmiş ve en önemlisi de ihanete bulaşmış topluluklara aittir. 32 bin beyliğin hepsi Edulêye karşı duydukları arzuya rağmen bunun bedelini ödemeye yanaşmamaları, ulusal bağımsızlığı isteyip de gereken savaşımı vermemeye benzemektedir. Burada özel olarak Kürt gençliğinin çıkarılması gereken derslerde vardır. Edulê ve Derweş her ikisi de gençtirler. Bu tarihsel destan bu iki kahramının şahsında Kürt gençliğine nasıl bir duruş sahibi olmaları gerektiğini de hatırlatıyor.


Helbesta Ocalan çap bû
Helbesta Rêberê PKK’ê Abdullah Ocalan a li ser Dewrêşê Evdî ku di 8’ê kanûna 2010’an de nivîsandibû di 3’emîn kovara Ozgur Halk û Demokratîk Modernite de hate çapkirin.

Kovara ku bi dosyayên “Demokrasiya Radîkal û Neteweya Demokratîk” hate weşandin, li ser naverok û girîngiya demokrasiya radîkal û neteweya demokratik rawestiya ye. Kovarê di vê hêjmarê de ev têgeh bi awayekî wate û zanistî lêkolîn kiriye û pêşkêş kiriye. Her wiha dîsa cih daye nivîsa rojnameger û nivîskar Cengîz Çandar a “Ji bo Enqere-Amedê, dersên Londra-Belfastê.” Kovarê cih daye nivîsa Rêberê PKK’ê Abdullah Ocalan a “Neteweya Demokratîk” û bi xwendevanan re parve dike. Di kovarê de nivîskarên wekî Sakip Hazman bi nivîsa “Îslam, Dij-Îslam û Çareseriya Neteweya Demokratîk”, Abdullah Koç a wekî “Rola Çapxaneyê ya li ser civakîbûn rewşenbiriya Kurdan”, Prof. Dr. Samî Nair “Çepê Ewropayê bi ku ve diçe?” û Prz. Emran Emekçî “Ji bo Makeqanûna Demokratîk Rêgez û Pêşniyar”, Alî Koç “Alternatifa Civakê ya Azadiya Demokratîk: Demokrasiya Radîkal”, Nasrullah Kuran “Netewepeweriya Netew-Dewlet, Oldariya Nûjen, Neteweya Demokratîk, Yekîtiya Azad a Gelan e”, Ridvan Çelîk “Bi Perspektifindên Demokrasiya Radîkal, nerîna Konfederalizma Demokratîk”, Îrfan Yildiz-Omer Çelîk, “Di avakirina Moderniteya Demokratîk de Peyvirên Entelektuel”, Haci Alî Başturk, M. Şîrîn Bozçali û Aydin Şaka “Derbasîbûna fermî ya Dîrokî ya Hilbijêrtiyê û Demokrasiya Radîkal”, Nujiyan Bahar “Beramberiya Jin û Zilam asîlîme kiriye” cih girtine.

Di hêjmara 3’emîn a kovarê de helbesta Rêberê PKK’ê Abdullah Ocalan a di 8’ê kanûna 2010’an de bi navê “Ji Rewrêş re” ji bo Dewrêşê Evdî nivîsandiye hatiye weşandin.

Jibo Derwêşê Evdî
Xwezî li çiyayê Şengalê li ba Derwêşê Evdî bûma
Li ser pişta hespê boz li deşta Mûsilê bûma
Dema Derwêş birîndar dibû, biketama bin çengê wî
Û ber bi çiyayê Kurdistanê ve berjor çûma
Min jê re bigota,
binêre, va ye bi hezaran Edûlê û Diwanzdeh Hewarî hene
Min jê re bigota
Li van çiyayê ku Xwedavendan lê textê xwe daniye
Rihet û aram razê
Min jê re bigota;
Mirin…
Ji ku tê û çawa tê bila bê
Êdî xeman nexwe!
Ya ku hatiye erêkirin, Kurdbûn û jiyana azad e
Êdî ev rastiya ebedî ye…“

DÎHA/STENBOL


Düşük yoğunlukludan topyekun saldırıya..

Savaşı beklerken tahlil hastalığının gölgesinde kalem oynatamayız, tuşlara sorunsuzca basamayız. Alçaklar gelirken ukalalık yapılmaz. Topyekun savaşa karşı topyekun direnişin içinde oluruz. Bu hep böyle olmuştur, yine böyle olacaktır. 1992-93.. 1997’deki topyekun saldırılar.. 24 generalli Murat Savaşı.. 1998 Komplosu.. Zap’ta düşmana atılan dayak.. “Güneş operasyonu” karanlığı.. Unutulmadı.. Gerilla ve Halkımız elele vermiş, yeni bir destan yazmaya hazır bir şekilde beklemektedir..

Türk Devleti 2010 yılının sonundan beri bütün gücü ile Kürt Halkı’nı “nihai” bir yenilgiye uğratmanın hazırlıklarını yürütüyor. Bu bakından 2011 yılının başından beri bu savaş makinasının hareketlerini, moralini ve Türk Diplomasisi’ni daha dikkatli bir şekilde izledik, yapılanları okumaya çalıştık. Türkler’in 2011 yılı sona ermeden genel bir saldırı düzenleyeceği konusunda halkımızın öncü güçlerine ciddi uyarılarda bulunduk. Türk Devleti’ni yöneten faşist Erdoğan takımının sahtekarlıklarını yüzüne vurduk.

Biz Türk Devleti’nin attığı her adımı bir savaş taktiği olarak değerlendiriyoruz. Başbakanları Arap Devletleri’nde hava atar, İsrail’e çatar, dünyaya kafa tutar gibi pozlar takınır. NATO’nun uşaklığını yaapmakta bir sakınca görmez. Hepsi açık seçik Kürdistan’da verilmesi düşünülen “nihai” savaşın zeminini sağlam tutmak için uygulamaya konulan birer taktiktir. Biz bu manevraları biliyor ve devamını bekliyoruz.

Türk Devleti uzun bir süredir askeri ve diplomatik alanda hazırlıklarını (neredeyse) tamamlamıştır ve nihai bir saldırı için son rotuşları yapmakta, gücünü sınamadan önce, askerlerinin özel timlerinin öoralını yüksek tutmak için elinden geleni yapmaktadır.. Yarın uyandığımızda şaha kalkmış bir propaganda ordusunun eşliğinde yeniden ülkemize bomba yağdırdıklarını duyarsak hiç şaşmayız. Diyeceğimiz şudur: Düşmandır, yapar! Ama geleceği varsa göreceği de olacaktır.

Şu yıkılası dünyada hep yalnızdık.. 1961’de yalnız, 1976’da yalnız, 1984’te yine yalnız.. Şikayet yok! Yalnızlığımızda yarattığımız şerefli direnişler, dünya kurtuluş mücadelelerine örnektir. Bunda tereddüt yok. Bu direniş geleneği, bazı halkalardaki zayıflamalara rağmen, kurtuluşa kadar sürecektir. Bilinsin! Yalnızlığımız onurlu bir duruşun eseridir.. Hiç bir süper veya yöresel güç Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları’nı, yani gerillayı kullanamaz, yönlendiremez.

Türk Devleti’ni yönetenler şimdiye kadar hep Emin Oktay’ın “tarih” kitabındaki ninnilerle büyümüş, talan kültürüne dayalı bir kişilik kazanarak bu günlere gelmişlerdir. Yönetimi ele geçirdiklerinde “benim dönemimde Türklük bilincini yükselttik, ülkeyi genişlettik” diyebilmek için sorun üzerine sorun yaratırlar. Asimile olmuşu böyledir, devşirmesi, Türkmen’i hepsi böyle.

Türk Yetkilileri demeç üstüne demeç veriyor, ortalığı yakıp yıkacaklarını söylüyorlar. Bu arada üstü kapalı bir şekilde Güney Yönetimi’ni tehdit etmekten geri durmuyorlar. Bütün git-gellerinden bu yarı özgür parçaya şantajda bulunduklarını okuyabiliyoruz. Çok alçakça bir yöntem uygulayarak Güney Yönetimi’ni köy boşaltma mecburiyetinde bırakıyorlar. Bunu yaparken konjunkturel fırsatı en iyi değerlendirmeye çalışmaları tabiidir.

Kuzey’de ise bütün yaptıkları olumsuzlukları gerillaya mal etmek için basın-yayın organlarını sonuna kadar kullanıyorlar. Öte yandan siyasi ve silahlı caşları kullandıklarını görmemek mümkün değil. Metiner gibi omurgasız siyasiler, şuna buna yamanmış eski yıldızlar da cabası.

Kürtler arasında ABD’ci bir grubun oluştuğu artık açıktır. Bunların elektronik medyaları bazı eller tarafından finanse ediliyor, kendileri de Türk Devleti’nin siyasi ve ekonomik başkentlerine serbestçe gidiyor, TV’lerde boy gösteriyorlar.. İşte bu unsurlar yaşadığımız şu kritik günlerde, NATO üyesi TC’yi, atayurdunu savunan gerillaya ve komuta eden güce tercih ediyor, halk arasında ve savaşçılarda moral çöküntü gedikleri açmaya çalışıyorlar..

Çabalar beyhudedir!

Üç-buçuk siyasi ve askeri caşın çabaları halkımızı yıldıramaz..

Türk Devleti’nin tüm rehin alma çabalarına rağmen direniş çökeceğine gürleşiyor!

Tehditler, şantajlar, rüşvetler veya fiili yok etmeler yıldırmıyor insanlarımızı..

Direniş Hayattır! Berxwedan jiyane!

Bu bir oyun değil..

Bir halkın ölümle dansıdır yaşananlar!

Dimdik ayaktayız ve bekliyoruz diyor Kürt Halkı!

2011-09-15

A Sirac Kekuyon


Tek Seçenekli Kürt – Türk Müzakereleri!

Eşitlerin onurlu barışı!

Geçtiğimiz gün kaynağı belirsiz bir şekilde internet ortamında yayınlanan PKK-TC görüşmelerinin sesli kayıtları taraflarca onaylanmadığı gibi, red de edilmedi. ‘’Sahipsiz’’ kaldığı için ‘’meşruiyeti’’ de sorunlu hale gelen bu zabıtları esas alan bir tartışmanın zorluğunu da dikkate alarak, müzakerelere dair kimi hassas noktalara dikkat çekilmesi gerekiyor.

Taraflar arasında temasların sürdüğü bir dönemde; AKP Hükümeti’nin ‘’en büyük’’ operasyon hazırlıkları ve PKK’nin karşı atakları ile legal siyasette ve kamusal alanda süren mücadele ‘’son savaşın’’ da yaşanacağı zorlu bir süreçten geçileceğini gösteriyor! Nedense tam da şu anda insanın aklına 1998’de Türk tarafının Kürtlerle ”gizli’ görüşmeler sürdürdüğü ve Kürt tarafının şiddetli operasyonlara rağmen tek yanlı ateşkeste ısrar ettiği dönemde örülen Kenya Komplosu geliyor!

Ses kaydı yansıyan görüşmede dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hikmet Fidan, Ankara’nın ‘’entegratif strateji’’ planını sezdirmemek gibi bir görevle yanında MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile birlikte Kürt tarafına ‘’en samimi’’ jestler ile hitap ediyor. Devlet terbiyesi almış bir diplomatın inceliği ve kişisel centilmenliğinin de albenisi ile Kürt tarafını, Erdoğan’ın çözüm iradesine inandırmaya çalışırken, O’nun Kürtleri ‘’minimalize etme’’ projesini gizlemek için fazla bir çaba harcamıyor.

Türk temsilcisi Hakan Fidan’ın da görüşme kayıtlarında işaret ettiği gibi: “12 yıldır Öcalan ile çeşitli düzeylerde görüşüldü. Ancak bu görüşmelerin tek birinde bile güvenlik sorununun dışına çıkılmadı. PKK’nin tasfiyesi esas alındı.” MİT Müsteşarı, ‘’bu görüşmede de tasfiyenizi hedef alıyoruz’’ demeyi de anılarına saklamış olmalı. Çünkü eş zamanlı olarak Türk büyükleri Ankara’nın siyasi-askeri-entelektüel karargahlarında Kandil zirvelerindeki zafer gününü resmeden fotoğrafın kadrajında yer alma hayalleri kuruyordu. MİT, PKK’ye müzakerenin erdemlerini anlatırken Ankara’da da Kürtlere ‘’Üç derste Sri Lanka modeli’’ oyunu hazırlığına girişilmiş, Türk tarihinin en büyük hava operasyonu için keşifler başlatılmıştı! Fidan da, Kürt heyeti ile görüşürken, onları bir süre sonra Kandil’de başlatacakları Sri Lanka üsülu sürek avındaki birer kaplan olarak düşünmüyor olmalı idi!

Sri Lanka Fantazisi ve ‘’Kurtlar Vadisi – Kandil’’

Kürtlere ‘’entegratif strateji’’ planlayan ‘’Ortadoğu’nun model ülkesinin, model hükümet partisi, maneviyatçı AKP’nin’’ dikkate almadığı bir durum vardı; ‘’Sri Lanka Modeli’’ Tamil Halkı’nın özgürlük talebine karşı vahşi bir saldırı, onbinlerce insanın katli, insanlık tarihinin en büyük suçlarından biri idi. Ama Ankara’da kimse böyle bir suçu işlemeyi konuşmanın dahi utanç verici bir durum olduğunu aklına getirmemişti! Ne de olsa T.C’nin heybesinde o denli suç birikmişti ki, birkaç bin Kürd’ün daha katledilmesinin lafı mı olurdu!

Öte yandan aynı Türk tarafında kimse; İsteseler de, niyet de etseler, meyl de etseler, teşebbüs de etseler Kürtlere bir ‘’Sri Lanka yenilgisi’’ yaşatamayacaklarını da düşünmüyor! Sanki Kürt direnişi onların öfkesi ile dağılacakmış gibi hareket ediyor, Kürtleri Türk bıçağına boynunu uzatan kuzular gibi hayal ediyorlar!

Türklerin, Sri Lanka fantazileri için; önce ihanet edecek bir Komutan Karuna, sonra Jafna ve Batticcaloa diye ikiye bölünmüş Kürt toplumu, sonra direnen Kürt gerillaların arkasında Hindistan donanmasının kuşattığı açık bir deniz, ardından da mevzi savaşına girişecek gerillanın tanklarca ezileceği düz bir arazi bulmaları gerek! Tüm bunları yapabilecek bir sihirleri varsa, artık varsın bir de Rajapaska zaferleri olsun! Ancak en iyisi bir ‘’Kurtlar Vadisi – Kandil’’ ile idare etmeleri, nasılsa sanalda herşey mümkün! İşin ilginci; Sri Lanka marşları çalan Türk basınının ‘’mümtaz mareşallerinin’’ korosu! Günlerdir gazete manşetleri, TV ekranları; ‘’komandodan, özel timden, F-16’dan, kirpiden’’ geçilmiyor! ‘’Bıçak kemiğe dayandıcıların’’ çıldırmış militarist ruhiyelerinin, karşı tarafta yaratacağı en son tepkinin korku olduğunu anlamamaları, müzakerelerin geleceğini de tehlikeye atıyor!

Açık müzakere şarttır

Müzakere sürecinin artık sık sık gündeme geleceği gözönüne alınırsa, dikkate haiz birkaç olgu hatırdan çıkarılmamalıdır. Türk devleti; Güney Kürdistan Hükümeti, Irak, İran ve ABD’den istediği desteği alırsa beklenen ‘’sınır ve sinir ötesi operasyonu’’ yapacak. Artık Kandil, Sri Lanka mı olur, Vietnam mı olur, bunu göreceğiz! Ancak her halukarda konjöktörel nedenlerden dolayı bir süre ara bile verilse, taraflar arasındaki görüşmeler kaldığı yerden devam edecektir.

Avrupa’da yürütülen görüşmelerden birinin tutanaklarının yayınlanmasının ardından ortaya çıkan durumdan anlaşılıyor ki Kürtlerin, bu saaten sonra Türk devleti ile girişeceği her türden temasın şefaf olması gerekmektedir ve bunun sonsuz faydası vardır. Anlaşıldığı kadarı ile şimdiye dek yeterince gizli yürütülmüş bu görüşmelerin sonuçsuz kalmasının en büyük nedenlerinden biri, her an koparılabilecek, inkar edilebilecek ve uygulanmayabilecek sözler ve yaklaşımlar içermesidir.

Güney Afrika’da iktidardaki Apartheitçı Ulusal Parti ile direnişçi ANC arasındaki görüşmelerin ”gizli safhasında” binlerce kişi katledilmişti! Sonradan gizliliğin müzakere sürecinde karşı tarafı sıkıştırmak dışında fazla bir katkıda bulunmadığını ve müzakerelerin kanlı eylemler eşliğinde yürüdüğü itiraf edilmişti!

Bu bağlamda önceki gün BDP Eşbaşkanı Salahatin Demirtaş’ın ‘’açık müzakere’’ çağrısı ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in ‘’devletin böylesi görüşmeler sürdürebileceğini’’ ifade etmesi önemlidir.

Transparent olarak yürütülecek her türden müzakereye kamuoyu da dahil olabilmektedir. Kamuoyu baskısı ve gözetimi altında gelişen bir görüşme sürecinden taraflar istese de rahatça çekilemez. Ayrıca kimin ne istediği ve kimin ne istemediği de herkesin gözleri önünde cereyan edecektir. Verilecek ve alınacak tavizler, vazgeçilecek veya hesabı sonraya ertelenecek günahlar da herkesin gözü önünde olacaktır. Ayrıca kamuoyunun taraf olması, müzakerelerin vebalinin ve sorumluluğunun liderler veya partileri baskı altına almasını da engellemekte, siyasetin ve karar verici mekanizmanın daha rahat çalışmasına neden olmaktadır. Bu durumda sonuçlar da herkes açısından tolore edilecek ve kollektif sorumluluğu öne çıkaracaktır.

Bu şekilde yapılacak müzakerelere sadece savaşan taraflar değil, günümüz dünyasında artık sivil toplum örgütleri de katılmakta ve kamuoyunun nabzı eşliğinde görüşmelere yön verilmektedir. Gölgede yapılacak temasların aldatıcı ve uzun süre sorun yaratıcı özellikleri de bu şekilde bertaraf edilebilecektir.
Kaldı ki Kürtler, katılımcı demokratik bir yaşam modeli talep etmektedir, dolayısı ile müzakere sürecinde de Kürt halkının yetki verdiği temsilcilerinin arkasında durmasından daha doğal bir şey olamaz. Seçmenin yüzde 50’sinin oyunu almış bir hükümetin de açıklık ve katılımcılıktan çekinmesi için bir neden olmayacaktır!

Keza hem ‘’Balıkçı’’ hem ‘’İstihbaratçı’’ deşifrasyonunda ortaya çıkan sonuç toplumun konuya oldukça duyarlı olduğu ve gelişmeleri bilme isteği ve ilgisi idi! İki olayın da sızdırılmasında ortaya çıkan bir diğer sonuç, aslında görüşmelere ‘’meşruiyet ve açıklık’’ boyutu katılması ve kamuoyununun bundan haberdar edilmesi zorunluluğu olmuştur.

”Türk hasassiyeti” Türk sorundur

Bir diğer konu kamuoyu hassasiyetidir! ”Türk kamuoyunun hasassiyeti” Türk tarafının sorundur. O ”hassasiyeti” yarattanlar, o ”hassasiyetti” nasıl oya ve ranta dönüştürüyorlarsa, öyle de alacaklardır, bunun başka da bir yolu yoktur. Kürt tarafına ‘’Türk hassasiyetine hassasiyet’’ baskısı yapmak bir aldatma yöntemidir. ‘’Hassasiyetlere saygı’’ beklenecekse bunu daha çok hakları gasbedilen Kürtlerin isteme durumu vardır!

Her transformasyon süreci aynı zamanda o döneme dek savaşın tarafı olmuş kamuoylarının terapi süreci anlamına da gelmektedir de. Türk rejimi şimdiye dek Kürtlerin hak talebine düşmanlık ekseninde manipüle ettiği kendi kamuoyunu, bu sorunu çözmek istiyorsa ”terapi” de edecektir. Bunun için öncellikle kamuoyuna şövenizm pompalayan vanaları kapatmalıdır.

Geçmişle yüzleşmedikçe Kürtlerle barışılamaz

Müzakere süreçlerinin bir diğer özelliği geçmiş ile hesaplaşmadır. ‘’Suçlu’’ geçmişinin üstünü örtmekte ısrar eden bir rejim, bugününe karşı da samimi davranamaz ve geçmişin frekansları ile her zaman ‘’suç’’ işlemeye eğilimli olur. Türkler, katledilen Ermeniler için özür dileyip, mallarını iade etseydiler, Hrant Dink katledilir miydi? Rejim, ulusal burjuvazi yaratmak için Rumları, Yahudileri soyup varlık vergisi koyar mıydı? İstanbul’un, İzmir’in son Rumlarını kovmak için 5-6 Eylül tezgahını kurar mıydı? Bugüne ilişkin olanına gelirsek; Türk yöneticiler, kanlı ve suça bulaşmış geçmişlerinin ‘’mağrur mudafileri’’ olmasaydı Ermenilere yaptıklarını zamana yayarak Kürtlere yapmaya vicdan yettirirler miydi?

Şeyh Sait ve Zilan katliamlarının, Dersim Soykırımı’nın, Amed cezaevi işkencelerinin, 1990’lardaki yoketme endeksli kontrgerilla savaşının hesabı görülmeden, Kürtlerin kayıp cesetleri, kayıp kemikleri iade edilmeden yapılacak müzakereleri veya ‘’barışı’’ kim sindirecektir?

Türk tarafının geçmişi ile yüzleşmesi müzakare süreci ile eşzamanlı olarak gündeme gelmek ve kendi kulvarında ilerlemek durumundadır. Kürtler bu konuda ısrarcıdır. Dünyada müzakere süreci örneklerinin kimileri aynı zamanda geçmiş ile yüzleşme süreçleri olarak da gelişmiştir. Türkler, Kemalizmin bütün yıkıcı sonuçları ile hesaplaşmadıkları sürece, Kürtler ile de ”barışamayacaktır!’’

Habur ‘’Utanç içinde teslim olmuş isyancılar’’ rolüne yanıttır!

Öte yandan gerek görüşmelerde gerekse hükümet argümanlarında Habur dönüşünün ısrarla ‘’yol kazası’’ veya ‘’kırılma noktası’’ şeklinde tanımlanması Türk tarafının ‘’iyi niyetinden’’ kuşku duymaya yol açıyor. Türkler neden dağlarda yıllarca fedekarca direnmiş ve savaş kurallarına uymuş gerillaların ve zülme uğradıkları için göçertilmiş köylülerin onurlu dönüşünden ve Kürt halkının evlatları ile gurur duymasından, bunu gösteriler ile ifade etmesinden rahatsız oluyor? Neden bu durum ‘’açılım bitti’’ yaklaşımının sebebi sayılıyor? Eğer yapılmak istenen Kürt direnişçilere ‘’utanç içinde teslim olmuş isyancılar’’ rolü oynatmak ise Türk Devleti bunu yapamayacaktır! Habur olayı konusunda dik durulması ve bunun tartışma konusu bile yapılmaması gelecekte taraflar arasında oluşacak hukuk açısından oldukça önemlidir.

Güvenlik modlu yaklaşım aşılmalıdır

Müzakerelerdeki eşit profil veya denklik de sürecin selameti açısından elzemdir. Muhalifleri izlemek ile amil olan MİT’in müsteşarı ve yardımcısı bu görüşmelerde Kürt tarafının partnerleri olmamalıdır. İlk temaslarda bu durum zorunlu bile olsa, denk heyetler muhatap olmalıdır!
Görüşme kayıtlarında MİT Temsilcisi Afet Güneş’in Kürt heyetine; ”Sizin metropollere bomba doldurduğunuzu biliyoruz” repliği bile apolitik ‘’güvenlik modlu’’ anlayışın kısırlığını ifade etmektedir. Afet Hanım’a ne yanıt verildi bilmiyorum, ancak, TSK’nin hergün Kürdistan dağlarına attığı tonlarca bomba ve cephane hatırlatılınca birazcık utanmış olduğunu varsayıyorum!

Kürtlerin hak talebi gayri meşru, kriminal istemler değildir. Sorun politik ise savaşta da müzakerede de partnerler politik makamlardır. Kürtlerin muhatabı; devleti yönetmekten ve yürütmeden sorumlu, yetkili hükümettir. Kuralları ile oynanacak bir oyun iki taraf açısından da en sağlıklı sonuçlar doğuracaktır, yoksa aldatma ve oyalamaya yönelik taktikler sadece daha çok kan dökülmesine ve zaman kaybına yol açacaktır. Ayrıca müzakerelerde bugün bastırılan veya gaspedilen bir hak yarın mutlaka alınacaktır. Kendine güvenmek iyidir ama tarihin deneyimlerine, derslerine güvenmek daha iyidir! Daha fazla acının, daha fazla savaşın tek alternatifi; tek seçeneği ‘’eşitlerin onurlu barışı’’ olan Kürt – Türk müzakereleridir!

faysaldagli@yahoo.com

PJAK Başkanı Heci Ahmedi’yle Röportaj-H.Yetişen


PJAK Başkanı Heci Ahmedi’yle Röportaj-H.Yetişen

Hülya Yetişen arkadaşımız bu ayki röportajını PJAK Başkanı Heci Ehmedi’yle yaptı. Heci Ehmedi’nin özlü cevaplarında PJAK’ı ve mücadelesini, İ-KDP’nin Kasımlo davasından çekilişini okuyacaksınız. Röportaj bittiğinde ise Doğu Kürdistan’da atan Kürt yüreğine dokunacaksınız.

Röportajın aslı Soranicedir. Bu röportajı Soranice’den Kürtçe ve Türkçeye çeviren Yusuf Mıstonıj’a ve bu röportajın yapılmasında emeği geçen arkadaşlara çok teşekkür ediyoruz.

Hülya Yetişen arkadaşımız PJAK Başkanı’yla İran saldırılarının yeni başladığı dönemde görüştü. Röportajın yayınlanmasıyla ilgili çalışma sürerken, PJAK, 4 Eylül günü savaşın ve şiddetin, sorunların çözümüne katkı sağlamadığına dikkat çekerek, yeni bir ateşkes sürecinden yana oldukları yönünde bir açıklama yaptı.

Haci Ehmedi- 1941 Yılında Doğu Kurdistan’ın Mahabad iline yakın bir köyünde dünyaya geldi. 1963 yılında Prag’da Ekonomi dalında masterini tamamladı. 1978 yılında Dr. Qasımlo ile birlikte İran’a döndü ve 1983 yılına kadar İran Kürdistan Demokrat Partisi (İ-KDP) saflarında yönetici düzeyinde devrimde yerini aldı. 1983 yılında tekrar Avrupa’ya döndü. 1995 yılında Sürgünde Kürdistan Parlamentosu (PKDW) üyesi oldu. 1999 yılına kadar bu görevini sürdürdü. 1999 yılında Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) üyesi oldu. 2004 yılında da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) başkanı seçildi.

Hülya Yetişen- Doğu Kürdistan olarak tanınan bölgeyi tarif eder misiniz? Hangi şehirlerden oluşuyor? Bu şehirlerin nüfusu ne kadardır? Kürt nüfusunun genel nüfus içindeki oranı nedir? Kürtler hangi lehçeleri konuşuyor, hangi mezhep veya dine sahipler? Ekonomi hangi sektöre dayanıyor?

Heci Ehmedi- Doğu Kürdistan 4 eyaletten oluşuyor. Bunlar; Îlam, Kirmanşan, Kürdistan ve Batı Azerbaycan’dır. Îlam Eyaleti’nin başkenti Îlam şehridir. Kirmanşan Eyaleti’nin başkenti Kirmanşan kentidir. Kürdistan Eyaleti’nin başkenti Senendec (Sıne) ve Batı Azerbaycan Eyaleti’nin başkenti de Urmiye’dir. Her Eyalet bir kaç şehir ve ilçeden oluşur. Bu Eyalet ve şehirlerin kesin nüfus rakamları elimde yok
.
Doğu Kürdistan Kürtleri, Kürtçe’nin Kurmanci, Sorani, Hewrami, Leki ve Lori lehçelerini konuşur. Burdaki Kürtlerin büyük çoğunluğu Müslüman’dır, Sünni ve Şii mezhebindedirler. Ayrıca Doğu Kürdistan’da Yaresan, Zerdeşti, Bahayi, Hırıstiyan ve Yahudi dinine mensup olanlar da vardır. Doğu Kürdistan halkının geçimi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.

Hülya Yetişen- Doğu Kürdistan tarihinde üç önemli aşamadan söz edilir: 1639 tarihli Kasrı Şirin, 1946 Mahabad Cumhuriyeti ve 1982 Otonom Kürdistan. Kısaca bunlardan söz eder misiniz? Bu gün ve geçmişte Doğu Kürdistan’ın statüsü ne olmuştur?

Heci Ehmedi- Kürdistan, 1514 yılındaki Osmanlı İmparatorluğu ile Safavi İmparatorluğu arasında meydana gelen Çaldıran Savaşı’ndan sonra ikiye bölündü. Bu paylaşım, 1639 yılındaki Kasr-ı Şirin Anlaşması ile resmileşti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında bulunan Kürdistan parçası, Türkiye, Irak ve Suriye devletleri arasında paylaştırıldı.

Bu durum günümüze kadar gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında İran, Sovyetler Birliği ve İngiltere tarafından işgal edildi. Sovyetler Birliği tarafından işgal edilen bölümde bulunan Doğu Kürdistan halkı, 1946 yılında başkenti Mahabad olan bir cumhuriyet kurdu. Mahabad Cumhuriyeti yaklaşık 1 yıl kadar yaşadı. 1982 yılında da, Kürtler savaşta idi bu nedenle otonom bir Kürdistan’dan bahsedilemez.

Hülya Yetişen- 1979 İran Devrimi’nden sonra İran Kürdistan Demokratik Partisi – İKDP öncülüğünde özerk bir Kürdistan fiilen kurulmuştu. Bu fiili oluşum ne kadar süre ayakta kaldı. Hangi alanları kapsıyordu? Neden ve nasıl yıkıldı?

Heci Ehmedi-1982 yılında Doğu Kürdistan otonom değildi. 1979 yılındaki İran Halk Devrimi’nden sonra, Kürdistan halkı, Salmas İli’nden Kirmanşan Eyaletine kadar olan bölgeyi kurtarma mücadelesine girişti. Bu sebeple İran-Kürdistan Demokrat Partisi ile İran rejimi arasında çatışmalar baş gösterdi. Diğer yandan İ-KDP ile Komele örgütü arasında da iç çatışmalar başladı. Bu iç çatışma çok şiddetli geçti ve Kürt halkı gün be gün mücadelesinde geri düştü. 1985-86 yıllarında İran İslam Cumhuriyeti, Doğu Kürdistan’ın tümünde kontrolü eline geçirdi.

İran, Güney Kürdistan’daki örgütlerin de yardımı ile, Doğu Kürdistan Partileri’ne bağlı güçleri sınır bölgesindeki dağlardan indirtip sınırdan 200 kilometre uzaklaştırdı. İran İslam Devleti bununla, Kürtlerin iradesini kırdığına inandı. Doğu Kürdistan’daki bütün köy ve mahallelerde karakollar kurdu. Kürt örgütlerinin yenilgisi, halkın irade ve umudunu kırdı.

Kürtlerin eli ile Besic denilen ajan-korucu örgütlenmesi oluşturuldu. 1995 yılında, üniversitelerde okuyan gençler ile yurtsever aydınlar tarafından siyasi istemler etrafında bir hareket oluşturuldu. Bu hareket, eski örgütler gibi geri bir temel üzerinde değil, modern ölçülerde ve Apoizm felsefesi doğrultusunda mücadelesine başladı. 2004 yılında da bu mücadeleden Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (Partiya Jiyana Azad a Kurdistanee –PJAK) doğdu. PJAK’ın doğumu, Doğu Kürdistan halkının yüreğinde yeniden umut ve inanç yeşertti. Kürt genç kız ve delikanlıları kafile kafile halkının yaşama yeniden dönmesi için dağların yolunu tuttu, PJAK saflarına katıldılar.

Hülya Yetişen- Humeyni’nin ‘Bir Kürdü öldüren cennete gider’ sözü üzerine yüzlerce Kürt köyünün bombalandığı ve 250 bin Kürd’ün katledildiği söyleniyor. Bu olayı ve o süreci anlatır mısınız?

Heci Ehmedi-Humeyni’nin böyle bir sözü olduğu doğrudur. Humeyni böyle bir fetva verdi ve bunun sonucunda binlerce Kürt peşmergesi ve sivili şehid edildi. Binlerce İran Pasdarı da öldürüldü, yüzlerce Kürt yerleşim yeri viran edildi. Ancak buna ilişkin kesin rakamlar elimde yoktur.

Hülya Yetişen-Şah Rejimi.TUDEH, İKDP ve Humeyni ittifakı sonucu yıkıldı. Humeyni iktidara geldi. Dr. Qasımlo ve birçok önderlik büyük umutlarla ülkelerine döndüler. Ancak güçlenen Molla rejimi bunların tümünü imha etti, kitleleri de katliamdan geçirdi. 1979-1982 yıllarında İran’da gelişen bu olayı günümüz Türkiyesi ve AKP ile nasıl bir benzerlik kurulabilir? Türkiye Kürtlerinin böyle bir tuzağa düşmemesi için ne söylemek istersiniz?

Heci Ehmedi-Şah rejiminin yıkılması için, TUDEH, İ-KDP ve Humeyni arasında anlaşma yapılmadı. İran’da solun iktidar olmaması için, Batı’nın desteği ve ABD öncülüğünde Şah rejimi yıkıldı. Batı direk Şah rejimine karşı savaştı ve iktidarı Humeyni’ye teslim etti. Humeyni başkanlığında bütün siyasi örgütler ve diğer mezhepler bertaraf edildi. Bu Amerika’nın istemi idi. Çünkü o dönemde sol büyük bir güce sahipti ve aynı zamanda Sovyetler Birliği ile de sınır komşusu idi. Özellikle Fars Körfezi’nden dolayı İran, Ortadoğu’da jeostratejik açıdan en önemli bölge idi. Zaten Rus Çarı’nın bir sözü var; “Fars Körfezine sahip olan, tüm dünyaya hakim olur.” Anlaşılıyor ki, Humeyni’ye verilen destekte bugün hesaba katılmamıştı.

Dr. Kasımlo ile üç arkadaşı ki, içlerinde ben de vardım, 1978 yılı sonunda İran’a döndük. Politburo, Merkez Komite üyesi ve parti üyelerinden oluşan yaklaşık 30 kişilik bir grup ülkeye döndü
.
Şimdiki Ortadoğu ile 32 yıl önceki Ortadoğu arasında fark var. Aynı değil. O dönemde İran ve Türkiye’nin durumları da şimdiki gibi değildi. Yine o zamanki Doğu Kürdistan şartları ile şimdiki Kuzey Kürdistan şartları da fazla birbirine benzemiyor. O dönemde kriz sadece İran’da idi. Ancak bugün ekonomik ve siyasi kriz yalnız Ortadoğu’da değil bütün dünyada var.

Hülya Yetişen- Avusturya Adalet Bakanlığı Dr. Qasımlo ile ilgili yeni bir soruşturma açtı. Avusturya Yeşiller Partisi’nden milletvekili olan Peter Pilz, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın eski bir Pasdar (Devrim Muhafızı) olarak Qasımlo cinayetine karıştığıyla ilgili ellerinde önemli belgelerin olduğunu basına açıkladı. Bunun İran’daki yankısı ne oldu? Bu konuda Kürtlerin uluslar arası çapta başlattıkları bir girişim var mı?

Heci Ehmedi-Avusturya Adalet Bakanlığı bu konuda soruşturma başlatamaz. Çünkü onlar bizzat Dr. Abdurrahman Kasımlo’nun katillerini yakaladılar ve İran İslam Cumhuriye’ne teslim ettiler. Önemli bir şahsiyet ve gerçek bir demokrat olan Peter Pilz, Dr. Kasımlo’nun öldürülmesine ilişkin bir belgeyi açıkladı. Ancak İ-KDP desteği ve izni olmadan böyle bir soruşturma açılamaz. İ-KDP yöneticiler, bireysel kaygı ve çıkarları için bu davadan çekildiler. Niye? Bu soruya cevap vermeleri gerekiyor.

Hülya Yetişen- PJAK’ın İran’daki Kürd partilerine ve Kürdistan’ın diğer parçalarına bakış açısı nedir ? PJAK dışında Askeri ve siyasal örgütlenmeler var mı ? Durumları nedir ?

Heci Ehmedi- Kürdistan’da bir sürü siyasi parti var. Her parti ayrı bir program, proje ve stratejiya sahip. Kürt halkı da bu program ve stratejilere göre, mücadele tarzlarına göre kendi partisini belirliyor.

Hülya Yetişen- PJAK ABD’nin ‘terör’ listesinde yer almıyor. Uluslararası ilişkileriniz ne düzeyde ?

Heci Ehmedi- Bizim partimiz daha yeni. Ancak bir çok ülke ile ilişkilerimiz var.

Hülya Yetişen-İran’daki Kürtler ne istiyor? PJAK hangi ihtiyaç temelinde doğdu? Hangi gerekçelerle özerklik talebinde bulunuyorsunuz? Bağımsızlık isteminin uluslararası camiada özerklik talebinden çok daha az kabul gördüğü tezini nasıl değerlendiriyorsunuz? Amerika, Avrupa ve neredeyse bütün dünyanın diş bilediği bir İran’a karşı Kürdler neden bağımsızlık savaşı vermiyor?

Kürdistan ve Kürt halkı, dört devlet arasında bölüştürülmüş durumda. Bütün parçalardaki Kürtlerin kaderi birbirine bağlıdır. Ancak aynı zamanda her parçanın özgünlüğü de vardır. Bu nedenle biz Doğu Kürdistan için Demokratik Konfederalizm istiyoruz. Bu bizce en makul çözüm biçimidir.

Hülya Yetişen- Şimdi Dola Kokê’nin Xırpape denilen alanından Zelê’ye kadar 15 kilometre çapında bir cephe savaşı yürütülüyor. Sizce neden İran birdenbire saldırıya geçti? Türkiye bu savaşa dahil mi?

Heci Ehmedi- Bu saldırı sadece Dola Koke’de ve sadece İran tarafından yapılan bir saldırı değil. Bu saldırı bütün Kürtleri ve Kürtlerin bütün kazanımlarını hedefliyor. Bu saldırıda Kürdistan’ı işgal eden bütün devletler ile, çıkarları bu savaşta olan devletler yer alıyor.

Hülya Yetişen- Bir cephe savaşı biçiminde süren bu savaşta İran ordusuna karşı HRK gerillaları ne tür taktiklerle cevap veriyor? Gerillanın elinde hava ve zırhlı kuvvetlere karşı kullandığı yeni ve etkili teknik var mı? (füze, tanksavar gibi)

Heci Ehmedi- HRK (Hêzên Rojhilita Kurdistanê), gerilla savaşı ile kendine özgü taktiklerle bu saldırılara karşı direniyor. Bu taktiklerle, havadan ve karadan yapılan saldırılara karşı kendilerini başarılı bir biçimde koruyorlar.

Hülya Yetişen- İran ordusunun Xınêrê alanına da saldırdığı haberleri geliyor. HPG’den yapılan açıklamaya göre bu alanın kendi denetimlerinde olduğu söyleniyor? İran bir anda neden hem PKK ve hem de PJAK güçlerine yönelik saldırıya geçti? Her iki cephede de yürüyen çatışmalara ilişkin durumlar nedir

Heci Ehmedi- Bu savaş Türkiye, İran ve Irak’ın ittifakı ile gerçekleşiyor. Bu nedenle hem İran hem de Türkiye eş zamanlı olarak Kürtlere karşı saldırıyı başlattı. Bu saldırılarda İran ve Türkiye’in hiç bir başarısı yoktur. Sonuç Kürtlerin lehinedir. Gün sonunda kazanan Kürtler olmuştur.

Hülya Yetişen- Bu çatışmalı sürecin sonunda nasıl bir durum oluşabilir? “Doğu Kürdistanlı Kürtlerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Heci Ehmedi- Bu savaşın sebep ve sonucu, az çok Ortadoğu’daki gelişmelere bağlıdır. Doğu Kürdistan’daki mücadelenin başarısı İran halkları ve Kürt halkının başarısı olacaktır.

Hülya Yetişen- Zamanınızı bize ayırdığınız için size teşekkür ediyorum

Heci Ehmedi-Ben de teşekkür ediyorum.

Kurmanci

Kurtejiyan: Sala 1941ê li Rojhilata Kurdistanê gundekî nêzîkî bajarê Mehabadê ji dayik bûme. Di sala 1963ê de min xwendina fakulteyê qedand û bo domkirina xwendinê derketim Ewropayê. Di sala 1976 de min Zanîngeha Pragê di beşa Aboriya Giştî de master temam kir. Sala 1978ê tevî Dr. Qasimlo vegeriyam Îranê û heta sala 1983ê min di rêveberiya Partiya Demokrata Kurdistan-Îranê de nav şoreşê cih girt. Di sala 1983 de dîsa vegeriyam Ewropayê. Di sala 1995 de bûm endamê Parlamentoya Kurdistanê ya Derveyî Welat û heta 1999ê min dom kir. Di sala 1999 de bûm endomê Kongreya Netewî ya Kurdistanê (KNK) û di sala 2004 de jî bûm Serokê Partiya Jiyana Azad a Kurdistanê (PJAK)
.
Hülya Yetişen- Herêma ku wek ‘Kurdistana Rojhilat tê binavkirin hûn dikarin bidin nasîn? Ji kîjan bajaran pêk tê? Serjimêriya kurdên wê derê di nava serjimêriya giştî ya Îranê de çiqas e? Kurd bi kîjan zarevayan daxivin, xwedî kîja mezheb an olê ne? Debar û aboriya wan ser çî ye?

Heci Ehmedi- Rojhilata Kurdistanê ji çar eyaletan pêk tê. Ev jî Îlam, Kirmanşan, Kurdistan û Azerbaycana Rojava ne. Navenda eyaleta Îlamê bajarê Îlam e; navenda eyaleta Kirmanşanê bajarê Kirmanşan e; navenda eyaleta Kurdistanê bajarê Sine (Senendec) û navenda eyaleta Azerbaycana Rojava jî bajarê Ûrmiye ye. Her eyalet ji çend bajar û navçeyan pêk tê. Serjimireya van bajar û eyaletan bi awayakî misoger di destê min de nîne. Kurdên Rojihilata Kurdistanê bi zarevayên kurmancî, soranî, hewramî, lekî û lorî daxivin. Piraniya kurdên Rojhilata Kurdistanê misilman in û ji her du mezheban (şîe û sunî) in. Li aliyê dîtir, li Rojihata Kurdistanê bawermendên olên yaresanî, zerdeştî,cihû, behayî, mesîhî jî hene. Li Rojhilata Kurdistanê gel bi çandinî debara xwe dike.

Hülya Yetişen- Di dîroka Rojhilata Kurdistanê de qala sê qonaxên girîng tê kirin: 1639 Peymana Qesrî Şîrîn, 1946 Komara Mehabadê û 1982 Komara Otonom. Bi kurtî hûn dikarin behsa van qonaxan bikin. Statuya Rojhilata Kurdistanê di dîrokê de û îro çî ye?

Heci Ehmedi- Kurdistan piştî şerê Çaldiranê ya navbera Împaratoriya Osmaniyan û Sefewi ya 1514ê hate dabeşkirin. Ev dabeşkirin, di sala 1639 de bi peymana Qesrî Şîrîn bû resmî. Piştî Şerê Yekemîn ê Cîhanê, parçeyê Kurdistanê ku di bin jêrdestiya Îmaparatoriya Osmaniyan de bû, di navbera Sûriye, Iraq û Tirkiyeyê de hat parvekirin û heta îro wiha maye. Di Şerê Duyemîn ê Cihanê de Îran ji hêla Sovyetan û Brîtanye ve hat dagirkirin. Di nav beşa ku ji hêla Soyetan ve hatibû dagirkirin de, gelê kurd di sala 1946 de karî Kurdistana serbixwe îlan bike û paytext jî Mehabad bû. Komara Mehabadê nêzî salek jiya. Di sala 1982ê de jî ji ber ku kurd di şer de bû, li Kurdistanê otonomî nebû.

Hülya Yetişen- Piştî şoreşa Îranê ya 1979ê, di bin pêşengiya Partiya Demokrata Kurdistan-Îranê de (PDK-Î), bi awayekî fiîlî Kurdistana Xweser hatibû damezrandin. Gelo ev yek çiqas ser piyan ma û ji kîjan herêman pêk dihat? Çawa û çima hilweşiya?

Heci Ehmedi- Di sala 1982 de li Rojhilata Kurdistanê otonomî nebû. Piştî şoreşa gelê Îranê ya sala 1979ê, gelê kurd li Rojihalata Kurdistanê, hewl da ku ji bajarê Selmasê heta dorûberê eyaleta Kirmanşanê rizgar bike. Ji ber vê di sala 1979 de şer di navbera Partiya Demokrata Kurdistan-Îran û rejîma Îranê dest pê kir. Li aliyê dîtir di navbera Partiya Demokrata Kurdistan-Îran û Komele de jî şerekî nevxweyî yê tund derket û gelê kurd bi vê roj bi roj paş ket. Di sala 1985 û 86 de Komara Îslamî ya Îranê di tevahiya Rojhilatê Kurdistanê de kontrol xist destê xwe. Komara Îslamî ya Îranê bi alîkariya partiyên Başûrê Kurdistanê, hêzên partiyên Rojhilata Kurdistanê ji çiyayên sînorê navbera Îran û Iraqê daxistin û 200 kîlometre ji sînorê Îranê dûr xistin.
Bi vê Komara Îslamî ya Îranê xwebawer bû ku îradeya gelê kurd a şorêşê şikandiye. Li hemû gundên Rojhilata Kurdistanê û taxên nav bajaran Paygehên (qereqol) Pasdaran (jandarma) ava kirin. Têkçûna partiyên Rojhilata Kurdistanê îrade û hêviya gelê kurd şikand. Bi destê kurdan Besîc (cerdevan) û sîstema sîxurî û cehştî hat damezrandin. Welatparêz, rewşenbîr û xwendekarên kurd ên zanîngehan di salên 1995 û 96 de, bo daxwazên siyasî ketin nav tevgerê. Wek partiyên berê ne ser bingeha kevneperestî, vê carê li gorî pîvanên modern û ser bingeh û felsefeya Apoîzmê dest bi têkoşîneke nû kirin. Ev tevger di sala 2004 de wek Partiya Jiyana Azad a Kurdistanê (PJAK) ji dayik bû. Jiyakbûna PJAKê hêvî û baweriyeke nû di dilê gelê Kurdistana Rojhilat de çêkir. Keç û kur, ciwanên kurd kom bi kom bo zindîkirina gelê xwe berê xwe dan çiyayên Kurdistanê, nav refên PJAKê.

Hülya Yetişen- Tê gotin ku, ser gotina Xumeynî ya “Kesê ku kurdek bikujê dê here cennetê” bi sedan gundên kurdan hatine bomberankirin û 250 hezar kurd hatin qetilkirin. Hûn dikarin ev bûyer û pêvajoyê vebêjin?

Heci Ehmedi- Rast e, Xumeynî destûreke wiha da û bi hezaran gelê sivîl û pêşmergeyên Kurdistanê şehîd bûn. Bi hezaran Pasdarên Îranê jî hatin kuştin û bi sedan gund hatin wêrankirin. Lê derbarê vê de hejmarên rast di destê min de nîne.

Hülya Yetişen- Rejîma Şah, di encama hevalbendiya TUDEH û PDK-Î ruxiya. Xumeynî bû desthilat û Dr. Qasimlo û gelek rêber vegeriyan welatên xwe. Lê rejîma Mollayan ev hemû tune kirin û gel jî qetil kirin. Ev pêvajoya ku di sala 1982 de li Îranê qewimî, gelo hûn dikarin bi rewşa niha ya Tirkiye û AKP (Partiya Dad û Geşêpêdanê) muqayese bikin. Bo ku kurdên Tirkiyeyê nekevin xefkeke wiha hûn dixwazin çi bêjin?

Heci Ehmedi- Bo hilweşandina rejîma Şahê, tu peymanek di navbera TUDEH, PDK-Îran û Xumeynî de nebû. Bo ku li îranê çep nebe desthilat, bi destê hêzên Rojava û bi pêşengiya Amerîkayê rejîma Şah hate hilweşandin. Rojavayê li dijî rejîma şah şoreş kir û radestî Xumeynî kir. Bi serokatiya Xumeynî bi destê mezheban hemû çepên Îranê hatin paqîjkirin. Ev yek daxwaza Amerîkayê bû. Ji ber ku wê demê li Îranê çep xwedî hêzeke mezin bû di heman demê de digihîşt sînorê Sovyetan. Bi taybet ji ber kendava Basrayê (Fars) jî Îran di warê jeostratejiyê de li Rojhilata Navîn girîngtirîn welat e. Hê di berê de Çarê Rûs gotiye, “Kî hakimê Kendava Farsê be, ew hakimê Cihanê ye.” Bi destê îslamiyan çep paqij kirin û radestî Xumeynî kirin. Diyar e ku hesabê Xumeynî ya îro nehatibû kirin.
Doktor Qasimlo û sê hevalên xwê ku ji wan yek ez bûm, di dawiya sala 1978ê ji Ewropayê vegeriyan Îranê. Endamê Polîtburo û Komîteya Navendî û hinek endamên partiyê ku nêzîkî sih kes bûn bi rêya Iraqê vegeriyan Îranê.
Rojhilata navîn a îro wek Rojhilata Navîn a 32 sal berê ye.Wê demê Rewşa Tirkiye û Îranê jî cihê bû. Ew dema Rojhilata Kurdistanê û îroya Bakurê Kurdistanê ne wek hev in. Bi giştî rewşa kurdan a wê demê û ya niha naye muqayesekirin. Wê demê tenê li Îranê qeyran hebû. Lê îro hemû cihan bi taybet jî Rojhilata Navîn di nav qeyrana siyasî û aborî de ye.

Hülya Yetişen- Wezareta Dadê ya Awisturyayê derbarî bûyera Dr. Qasimlo de lêpirsîneke nû vekir. Parlamenterê Partiya Keskan a Awisturyayê Peter Pilz da xuyakirin ku di destê wan de belgeyên girîng ku Serokomarê Îranê Ahmedînejad wek endamê ‘Muhafizên Şoreşê’ beşdarî vê bûyerê bûye, hene û ji çapemeniyê re aşkere kirin. Gelo vê yekê li Îranê çawa deng veda? Derbarê vê de kurdan di asta navneteweyî de çi kirin?

Heci Ehmedi- Wezareta Dadê ya Awisturyayê nikare derbarê vê mijarê de lêpirsîneke nû veke. Ji ber ku wan bi xwe qatilên Doktor Qasimlo girtin û radestî Komara Îslamî ya Îranê kirin. Kesayetekî naskirî û demokrateke mezin û alîgirê mafên mirovan ê Awisturayê Peter Pilz belgeyeke rast û girîng derxist holê, lê bê alîkarî û destûra Partiya Demokrata Kurdistan-Îranê lêpirsîneke nû nayê destpêkirin. Rêveberên PDK-Îranê ji ber berjewendiyên xwe yên şexsî xwe ji dozê kişandin. Gelo jibo çi? Divê bersivên vê pirsê bête dayîn.

Hülya Yetişen- Nêrîna PJAKê bo partiyên kurd ên li Îranê çawa ye û çawa li parçeyên dîtir dinêre. Derveyî PJAKê li Îranê rêxistinên leşkerî û siyasî yên kurdan hene? Rewşa wan çawa ye?

Heci Ehmedi- Bersiv: Li Kurdistanê partiyên siyasî pir in. Her partiyek bername, proje û stratejiya xwe heye. Gelê kurd li gorî bername, stratejî û şêweya xebata wan partiyan, partiya xwe hildibijêr.

Hülya Yetişen- PJAK di lîsteya ‘terorê’ ya Dewletên Yekbûyî yên Amerîkayê (DYA) de nîne. Gelek caran behsa piştgiriya DYA bo PJAKê tê kirin. Gelo pêwendiyên we yên navneteweyî çawa ne?

Heci Ehmedi-Partiya me hê nû ye. Lê pêwendiyên me bi gelek welatan re hene.

Hülya Yetişen- Kurdên li Îranê çi dixwazin? Partiya Jiyana Azad a Kurdistanê (PJAK) ji ber çi pêwîstiyê hate damezrandin? Ser kîjan bingehan hûn daxwaza xweseriyê dikin? Bi mînakan tê nîşandayîn ku, daxwaza serxwebûnê di asta navneteweyî de ji daxwaza xweseriyê hê zêdetir piştgirî dibîne, gelo hûn vê tezê çawa dinirxînin. Amerîka û Ewropa û hema bêje hemû cihan li dijî Îranê ye, gelo di vê rewşê de kurd bo çi şerê serxwebûnê nameşînin?

Heci Ehmedi- Kurdistan û gelê kurd li ser çar welatan hatiye dabeşkirin. Çareseriya pirsa kurdî ya hemû parçeyan bi hev re girêdayiye. Lê di heman demê de çareseriya her parçeyê jî cûda ye. Ji ber vê em Konfederalîzma Demokratîk bo Kurdistana Rojhilat wek baştirîn şêweya çareserî dibînin.

Hülya Yetişen- Ji Xirpapê, Dola Kokê heta Zelê qasî 15 kîlometrê dirêjahiyê de şerê cepheyê tê meşandin. Bi ya we, çima Îran ji nişka ve dest bi êrişê kir? Gelo Tirkiye di vê êrişê de heye?

Heci Ehmedi- Ev êriş tenê li ji hêla dewleta Îranê ve û tenê li Dola Kokê nîne. Ev êriş hemberî gelê kurd û hemberî hemû destkeftiyên hemû parçeyên Kurdistanê hatiye kirin. Di vê êrişê de hemû dewletên ku Kurdistan dagir kiriye û hin welatên dîtir hene.

Hülya Yetişen- Di nava vê şerê cepheyê de hemberî Artêşa Îranê gerîlayên Hêzên Rojhilata Kurdistanê (HRK) bi kîjan taktîkan bersiv didin? Di destê gerîlayan de hemberî balefirên şer û wesayîtên bizirx de fuze û çekên giran hene?

Heci Ehmedi- HRK (Hêzên Rojhilita Kurdistanê), bi şerê partîzanî û bi şêweya taktîkên xwe yên taybet hemberî êrişan xwe diparêze. Di encama wan êrişan ku heta niha bi rêya bejahî û hewayî hatiye kirin de, bi van taktîkan bi awayekî serkeftî xwe diparêzin.

Hülya Yetişen- Tê ragihandin ku, Artêşa Îranê li herêma Xinêre-Xakurkê jî dest bi êrişê kiriye. HPG (Hêzên Parastina Gel) da xuya kirin ku ev dever di bin kontrola wan de ne. Gelo bo çi Îran ji nişka ve hemberî PKK û PJAKê dest bi operasyonê kir? Rewşa pevçûnên ku li her du alî jî dimeşin çawa ne?

Heci Ehmedi- Ev şer bi hevpeymaniya Îran, Tirkiye û Iraqê tê meşandin. Ji ber vê ye ku Tirkiye û Îranê her yek di aliyê xwe de di heman demê de dest bi êrişê kirin. Di vê şerê de çi serkeftiya Îran û Tirkiyeyê nîne û bi serkeftiya kurdan encam bûye. Di dawiya rojê de jî serkeftin a gelê kurd e.

Hülya Yetişen- Di ecama vê pêvajoya şer de, gelo dê rewşaka çawa derkeve holê? Hûn sibêroja kurdên Rojhilata Kurdistanê çawa dibînin?

Heci Ehmedi- Baredoxa vê şerê kêm û zêde bi rewşa Rojhilata Navîn re jî girêdayiye. Serkeftin û azadiya Rojhilata Kurdistanê, serkeftina gelên Îranê û ya gelê Kurd e.

Hülya Yetişen- Gellek spas u ez ji wera serkefin dixwazim

Heci Ehmedi-Eji ji wera gellek spas dikim.

Sorani
پرسیارەکان
سی ڤی ( ناسینی خۆت بە کورتی ) و فۆتۆگرافێک
ج- ساڵی 1941 له‌ گوندێکی نزیک شاری مهاباد له‌ دایک بوم. ساڵی 1963 ده‌بیرستان( به‌که‌لۆری)م ته‌واو کردوه‌. 1964 بۆ ده‌رس خوێندن هاتوم بۆ ئۆروپا. سالی 1976 له‌ زانستگای پراگ ماسته‌رم له‌ ئابوری کشت وکاڵ وه‌رگرتوه‌. ئاخری ساڵی 1978 له‌ گه‌ڵ دوکتور قاسملو گه‌راینه‌وه‌ بۆ ئێران، تاساڵی 1983 له‌ رێبه‌رایه‌تی حیزبی دێموکراتی کوردستانی حێران دا به‌شداری شۆرش بوم. ساڵی 1983 گه‌رامه‌وه‌ بۆ ئۆروپا. ساڵی 1995 بوم به‌ ئه‌ندامی پارلمانی کوردستان له‌ده‌ره‌وه‌ی وڵات تا ساڵی 1999. له‌ ساڵی 1999 را بومه‌ ئه‌ندامی کۆنگره‌ی نه‌ته‌وه‌ی کوردستان (ک ن ک). له‌ ساڵی 2004 را بۆمه‌ سه‌رۆکی پارتی ژیانی ئازادی کوردستان .
ئەو هەرێمەی کە وەک ڕۆژهەلاتی کوردستان دەناسێ دەکرێ پێناسە بکەن ؟ لە کامە شار پێک هاتووە ؟ ژمارەی دانیشتوانی ئەو شارانە چیە ؟ ژمارەی دانیشتوانی کورد لە نێو ئەو دانیشتوانەدا چیە ؟ کوردەکان بە چ زاراوەیەک قسە دەکەن؟ باوەڕیان بە چ ئاین و مەزهەبێک هەیە ؟ پشت بە چ کەرتێکی ئابوری دەبەستن ؟
ج- رۆژهه‌ڵاتی کوردستان له‌ چوار ئوستان( ئه‌یاله‌ت)ی ئیلام، کرمانشان، کوردستان، ئازه‌ربایجانی رۆژئاوا پێک هاتوه‌. مه‌رکه‌زی ئوستانی ئیلام شاری ئیلام، مه‌رکه‌زی ئوستانی کرمانشان شاری کمانشان، مه‌رکه‌زی ئوستانی کوردستان شاری سه‌نه‌نده‌ج( سنه‌ )، ومه‌رکه‌زی ئوستانی ئازه‌ربایجانی رۆژئاوا شاری ئورمیه‌ یه‌. هه‌ر ئوستانه‌ی چه‌ندین شار وشاروچکه‌ی تێدایه‌. نفوسی ئه‌وشارانه‌ یان نفوسی ئوستانه‌کان به‌رونی له‌ به‌ر ده‌ستم دانین. کورده‌کان له‌ رۆژهه‌ڵاتی کوردستان به‌ زاراوه‌کانی کرمانجی، سۆرانی، هه‌ورامی، له‌کی، ڵۆری ده‌دوێن. پرانی گه‌لی کورد له‌ رۆژهه‌ڵاتی کوردستان موسیلمانن، هه‌ردوک مه‌زهه‌بی شیعه‌ وسوننی. سه‌ره‌رای موسیلمان ئایین وئاینزای تریش وه‌ک یارسان، زه‌رده‌شتی، یه‌هودی، به‌هایی، مه‌سیحی له‌ رۆژهه‌ڵاتی کوردستان ده‌ژین. ئابوری کوردستان زیاترهه‌ر به‌شێوه‌ی کلاسیک له‌رێگه‌ی کشت وکاڵه‌وه‌ به‌رهه‌م دێ.
باس لە سێ قۆناغی گرنگ دەکرێ لە رۆژهەلاتی کوردستان : پەیماننامەی قەسری شیرین لە رێکەوتی ١٦٣٩ ، کۆماری مهاباد لە ١٩٤٦ و ئۆتۆنۆمی کوردستان ساڵی ١٩٨٢ . دەکرێ بە کورتی باسی هەریەک لەوانە بکەی ؟ پێگەی ڕۆژهەڵاتی کوردستان لە ئەمرۆ و ، ڕابردوودا چی بووە ؟
ج. کوردستان پاش شه‌ری چالدیران له‌ نێوان ئیمپراتیوی عوسمانی و سه‌فه‌وی سالی 1514 له‌ نێوان ئێران وتورکیه‌ دابه‌شکرا وئه‌و دابه‌ش کردنه‌ ساڵی 1639 له‌قه‌سری شیرین به‌ ناوی په‌یمانی قه‌سری شیرین واژۆ کرا. پاش شه‌ری یه‌که‌می جیهانی ئه‌و به‌شه‌ی کوردستان که‌ له‌ ژێر ئیمپراتۆری عوسمانی دابو له‌ نێوان تورکیه‌ و عێراق وسوریه‌ دابه‌شکرا، تا ئیمرۆ هه‌روا ماوه‌ته‌وه‌. له‌ شه‌ری دوهه‌می جیهانی دا، ئێران له‌ لایه‌ن سۆڤیه‌ت وئینگلستانه‌وه‌ داگیر کرا. له‌وبه‌شه‌ی که‌ له‌ژێر ده‌ستی سۆڤیه‌ت دابو گه‌لی کورد توانی ساڵی 1946 کۆماری کوردستان که‌ پێته‌خته‌که‌ی شاری مهاباد بو دامه‌زرێنێ، ئه‌وکۆماره‌ توانی نزیکه‌ی ساڵێک ده‌وام بێنێ. سالی 1982 له‌ رۆژهه‌ڵاتی کوردستان ئۆتۆنۆمی نه‌بوه‌، به‌لکو کورد له‌ شه‌ر دابوه‌.
ساڵی 1982 کورد له‌ رۆژهه‌ڵاتی کوردستان ئۆتۆنۆمی نه‌بوه‌. پاش شۆرشی گه‌لانی ئێران ساڵی 1979 گه‌لی کورد له‌رۆژهه‌ڵاتی کوردستان ئه‌و هه‌له‌ی بۆ روخسا که‌ له‌ باشوری شاری سه‌لماسه‌وه‌ تا ده‌وروبه‌ری کرمانشان بخاته‌ ژێر ده‌سه‌ڵاتی خۆی. دیاره‌ هه‌ر له‌ساڵی 1979 را شه‌ر له‌ نێوانی کۆماری ئیسلامی وکورده‌کان به‌رێبه‌ری حیزبی دێموکراتی کوردستانی ئێران ده‌ستی پێکرد، له‌ لایه‌که‌وه‌ به‌ هۆی تاکتیکی نادروستی شه‌رێ جه‌بهه‌یی وله‌لایه‌که‌وه‌ به‌هۆی شه‌رێکی توندی ناو خۆیی له‌ نێوان حیزبی دێموکراتی کوردستانی ئێران وحیزبی کۆمه‌ڵه‌ دا، گه‌لی کورد ‌رۆژ به‌رۆژ له‌ پاشه‌کشه‌ی دا، تا ساڵه‌کانی 1985 و86 کۆماری ئیسلامی توانی ته‌واوی رۆژهه‌ڵاتی کوردستان بخاته‌وه‌ ژێر کۆنترۆڵی خۆی. کۆمارئیسلامی ئێران به‌یارمه‌تی حیزبه‌کانی باشوری کوردستان توانی حیزبه‌کانی رۆژهه‌ڵاتی کوردستان له‌ چیاکانی سه‌ر سنوری نێوان ئێران وعێراقیش دور بخاته‌وه‌، تا 200 کیلۆمه‌تر له‌ سنوری ئێرانیان دور بخاته‌وه‌. کۆماری ئیسلامی ئێران ئیتر باوه‌ری به‌وه‌ هێنا که‌ شۆرشی کورد و ئیراده‌ی کوردی بۆ هه‌میشه‌ تێکشکاندوه‌. له‌ زوربه‌ی گونده‌کان وهه‌مو گه‌ره‌کی شاره‌کان ده‌ستی کرد به‌ دامه‌زراندنی پایه‌گای پاسداران، و هه‌ر وه‌ها له‌ تێکشکان وپاک کردنه‌وه‌ی حیزبه‌کانی کوردی له‌ رۆژهه‌ڵاتی کوردستان که‌لکی وه‌رگرت، ئیراده‌ی کوردی شکاند، وهیوا و هومێدی کوردی تێکروخاند، ده‌ستی کرد به‌ دامه‌زراندنی به‌سیج وسیسته‌می سیخوری و جاشایه‌تی له‌ ناو گه‌لی کورد دا. نیشتمانپه‌روه‌ران و روناکبیران وبه‌تایبه‌تی ته‌ڵه‌به‌کانی کورد له‌ هه‌مو زانستگا کانی ئێران له‌ساڵه‌کانی 1995 و96 را ده‌ستیان کرد به‌ جموجۆڵی سیاسی، به‌ڵام ئه‌مجاره‌یان ئیتر نه‌ک وه‌کو شۆرشه‌کانی تر له‌سه‌ر بنه‌مای ته‌حه‌سوب وخورافات وئیحساسات، به‌ڵکو له‌سه‌ربنه‌مای زانستی وبه‌شێوه‌یه‌کی سه‌ر ده‌میانه‌ ومۆدێرن قۆڵیان لێ هه‌ڵماڵی وده‌ستیان کرد به‌کار وخه‌باتی سیاسی وخۆ په‌روه‌رده‌ کردن و خۆئاماده‌کردن له‌ پێناو دروستکردنی حیزبێکی سه‌رده‌میانه‌ ومۆدێرن به‌ ئیدیۆلۆژی وفه‌لسه‌فه‌ی ئاپۆئیزم. تا ساڵی 2004 ئه‌و حیزبه‌ دلخۆازه‌ی گه‌لی کورد به‌ نێوی پارتی ژیانی ئازادی کوردستان(پژاک) له‌دایک بو. به‌ له‌دایک بونی پژاک ئومێد وهیوایه‌کی تازه‌ له‌ دڵی گه‌لی کورد له‌رۆژهه‌ڵاتی کوردستان دا سه‌ری هه‌ڵدا. گه‌نجانی کورد کچ وکور پۆل پۆل رویان کرده‌ چیاکان و پژاک یان به‌و رۆژه‌ گه‌یان که‌ ئیتربۆته‌ هۆی زیندوبونه‌وه‌ی گه‌لی خۆی.

لە دوای شۆڕشی ئێران لە ساڵی ١٩٧٩ بە پێشەنگی حزبی دیموکراتی کوردستانی –ئێران ئۆتۆنۆمیەکی کوردستان بەکردەیی پێک هات . ئەو پێکهاتەیە چەند توانی لەسەر پێ بمێنێ ؟ چ هەرێمی لە خۆدەگرت؟ چۆن و بە چ هۆکارێک هەڵوەشایەوە ؟
ج- ئه‌و پرسیاره‌ ، له‌پرسیاری پێشودا وڵامدراوه‌ته‌وه‌.
لەسەر گوتەیەکی خومەینی کە کێ کوردێک بکوژێ دەچێتە بەهەشت باس لەوە دەکرێ کە سەدان گوندی کورد بۆردومان کران و ٢٥٠ هەزار کورد کوژران. دەکرێ باسی ئەو ڕووداوانە و ئەو قۆناغە بکەن ؟
ج- راسته‌ خومه‌ینی ده‌ستوری جیهادی دا وبه‌ هه‌زاران خه‌لکی سیویل وبه‌ هه‌زاران پێشمه‌رگه‌ شه‌هید بون وبه‌هه‌زاران پاسداری ئێرانی کوژران وبه‌سه‌دان گوند وێران کران. به‌ڵام له‌وباره‌وه‌ ئامارێکی ده‌قیق له‌ده‌ست دانیه‌.

لە ئەنجامی هاوپەیمانی تودە ، کەدەپە ئیران و ، خومەینی ، ڕژێمی شا ڕوخا و ، خومەینی هاتە سەر دەستەڵاتداری ، دکتۆر قاسملۆ و زۆرێک لە رێبەرەکانیان بەو ئومێدەوە گەڕانەوە وڵاتەکەیان . پاش ئەوە رژێمی مەلاکان ئەوانیان هەموو پاکتاو کرد ، کۆمەڵکوژیشیان لە بەرامبەر بنکە جەماوەریەکانیان ئەنجام دا . لە ساڵی ١٩٧٩-١٩٨٢ ئەو ڕوداوانە کەوتەوە ، دەکرێ چۆن بەم قۆناغەی ئیستای تورکیا و ئاکەپەی بچوێنن ؟ بۆ ئەوەی کوردەکان نەکەونە تەڵەیەکی بەم هەمان شێوەیە دەکرێ چی بگوترێ ؟
ج- بۆ روخانی رێژیمی شای ئێران هیچ په‌یمانیک له‌ نێوان حیزبی توده‌ و که‌ده‌په‌ و خومه‌ینی نه‌بوه‌. روخانی رێژیمی شای به‌ ده‌ست تێوه‌ردانی رۆژ ئاوا به‌سه‌رۆکایه‌تی ئامریکا بۆ له‌ناوبردنی هێزی چه‌پ له‌ ئێران بو. رۆژئاوا شۆرشه‌که‌یان دژی رێژیمی شا به‌گه‌لانی ئێران کرد ودایان به‌ ده‌ست خومه‌ینی. و به‌ده‌ستی مه‌زهه‌بێکان به‌سه‌رۆکایه‌تی خومه‌ینی هه‌مو چه‌په‌کانیان پاکتاو کرد. ئه‌وه‌ ویستی ئامریکا بو، چون ئه‌وکات چه‌پ له‌ ئێران زۆر به‌هێز بو و هاو سنوری ئه‌وکاته‌ی سۆڤیه‌ت بو، و ئێرانیش له‌لایه‌ک له‌باری ژێئۆستراتێژێوه‌، وبه‌تایبه‌تی به‌هۆی خه‌لیجی فارسه‌وه‌ گرینگترین وڵاتی رۆژهه‌ڵاتی ناوینه‌. کاتی خۆی تزاری روس گوتویه‌تی هه‌ر که‌س خه‌لیجی فارسی له‌ده‌ست دابێ ده‌توانێ حکومه‌تی دونیا بکا. به‌ ئیسلامێکان چه‌په‌کانیان پاکتاو کرد وراده‌ستی خومه‌ینیان کرد. دیاره‌ حیسابی ئه‌ورۆ‌یان بۆ خومه‌ینی نه‌کردبو.
دوکتور قاسلو و سێ هه‌والی وی که‌ یه‌کیان من بوم ئه‌وکاته‌ یانی ئاخری ساڵی 1978 له‌ئۆروپارا گه‌راینه‌وه‌ بۆ ئێران، و ئه‌ندامانی ده‌فته‌ری سیاسی وکۆمیته‌ی ناوه‌ندی و هێندێک له‌ ئه‌ندامانی حیزب که‌ نزیکه‌ی بیست سی که‌سێک ده‌بون و به‌ساڵان بو په‌ره‌وازه‌ی عێراق ببون گه‌رانه‌وه‌ بۆ ئێران.
نه‌ رۆژ هه‌ڵاتی ناوینی ئیمرۆ وه‌ک رۆژهه‌لاتی ناوینی 32 ساڵ به‌رێیه‌ نه‌ ئه‌وبارودۆخه‌ی ئیستای تورکیه‌ وئه‌وکاتی ئێران ونه‌ وه‌زعی ئه‌وکاته‌ی رۆژهه‌ڵاتی کوردستان وئیمرۆی باکوری کوردستان له‌ هیچ بارێکه‌وه‌ وه‌ک یه‌ک ناچن، وبه‌تایبه‌تی وه‌زعی کورد به‌گشتی ئیمرۆ له‌گه‌ڵ وه‌زعی کوردی ئه‌وسه‌رده‌م پێکه‌وه‌ مقایسه‌ ناکرێن. ئه‌وکات ته‌نیا ئێران توشی قه‌یران ببو، ئیمرۆ دونیا وبه‌تایبه‌تی ته‌واوی رۆژهه‌ڵاتی ناوین گرفتاری قه‌یرانی سیاسی، ئابوری بوه‌.

وەزارەتی دادی ئوترێش لەسەر کوشتنی دکتۆر قاسملۆ لێپرسینەوەیەکی نوێی کردەوە . پیتەر پلزی پەرلەمانتاری سەر لیستی پارتی سەوز رایگەیاند کە بەڵگەی گرنگی لە دەستدایە لە تێوەگلانی سەرۆک کۆماری ئیسلامی ئیران ئەحمەدی نەژاد وەک پاسدارێکی کۆن ( محافەزەکارێکی شۆڕش ) لەو تاوانە بۆ دەزگاکانی ڕاگەیاندن ئاشکرا کرد. ئەو بەڵگانە چ دەنگدانەوەیەکی هەبوو لە ئێران ؟ داخۆ کورد هیچ دەسپێشخەریەکیان لە ئاستی نێونەتەوەیی دا لەو بارەیەوە ئەنجام داوە ؟
ج- وه‌زاره‌تی دادی ئوتریش ناتوانێ لێپرسێنه‌وه‌یه‌کی نوێ بکاته‌وه‌، چونکی وه‌زاره‌تی دادی ئوتریش بۆ خۆی قاتله‌کانی دوکتور قاسملوی به‌ لێ زانینه‌وه‌ راده‌ستی کۆماری ئیسلامی کردۆته‌وه‌. پێته‌ر پیلز که‌سایه‌تێکی ناسراو ودێموکراتێکی گه‌وره‌ ولایه‌نگرێکی زانای مافی مرۆڤی ئوتریشه‌ و زۆر به‌ڵگه‌ی هاشاهه‌ڵنه‌گرو راست ودروستیشی له‌ لایه‌، به‌ڵام ئه‌و به‌ ته‌نیا سه‌ربه‌خۆ، بێ پشتیوانی وئیزنی حیزبی دێموکراتی کوردستانی ئێران ناتوانێ لێپرسینه‌وه‌یه‌کی تازه‌ ده‌ست پێبکاته‌وه‌، سه‌رانی حیزبی دێموکرات کاتی خۆی دادگای تیرۆری دوکتور قاسملویان له‌ پێناوی مه‌سڵه‌حه‌ت وبه‌رژه‌وه‌ندی شه‌خسی خۆیان کێشاوه‌. بۆچی؟ له‌ پێناوی چی؟ ئه‌و پرسیارانه‌ ده‌بێ مێژو وڵامیان بداته‌وه‌!!!

کوردەکانی ئێران چیان دەوێ ؟ داوای ئۆتۆنۆمی ( خۆسەری ) تان لە ئیران هەیە ؟ هۆکاری سەرەکی داخوازیتان بۆ خۆسەری چیە ؟
ج- ئێران وڵاتێکی فره‌نه‌ته‌وه‌یه‌، ئێمه‌ وه‌کو پارتی ژیانی ئازادی کوردستان سیسته‌می کۆنفیدرالیزمی دێموکراتیک بۆ ئێران به‌ گونجاوترین چاره‌سه‌ری ده‌زانین. که‌ هه‌مو نه‌ته‌وه‌کان بتوانن به‌ فه‌رهه‌نگ وکولتور وزمان وناسنامه‌ی خۆیان، له‌ هه‌مو بواره‌کانی سیاسی وکۆمه‌ڵایه‌تی وفه‌رهه‌نگی ئابوری ئاینی به‌ مافی وه‌ک هه‌وی له‌ ولاتی خۆیان دا پێکه‌وه‌ بژین.
دیدی پەژاک بۆ پارتە کوردیەکانی ئێران و پارتەکانی پارچەکانی تری کوردستان چیە ؟ بەدەر لە پەژاک داخۆ ڕێکخراوەی تری سیاسی و سەربازی تر هەیە ؟ بارودۆخیان چیە ؟
ج- له‌ کوردستان حیزبی سیاسی زۆرن. هه‌ر حیزبه‌ی به‌رنامه‌و پرۆژه‌و ستراتێژی خۆی هه‌یه‌. خه‌ڵکی کوردستان به‌ پێی به‌رنامه‌ وپرۆژه‌و ستراتێژی وشیوه‌ی خه‌باتی ئه‌و حیزبانه‌، حیزبی دڵخوازی خۆیان هه‌ڵده‌بژێرن.
پەیوەندیە نێودەولەتیەکانتان لە چ ئاستێکدایە ؟
ج- ئێمه‌ حیزبێکی گه‌نجین، به‌ پێی ته‌مه‌نی خۆمان پێوه‌ندیمان له‌گه‌ڵ زۆر وڵاتان هه‌یه‌.
بۆچی کورد لە کاتێکدا کە ئەمەریکا و ، ئەوروپا و نزیکەی هەموو جیهان لە دژی ئێران ، بۆ سەربەخۆیی خۆی شەڕ ناکات ؟
ج- کوردستان وگه‌لی کورد به‌سه‌ر چواروڵاتان دا دابه‌شکراوه‌، چاره‌سه‌ری کێشه‌ی کورد له‌ لایه‌که‌وه‌ پێکه‌وه‌ گرێدراوه‌، و له‌هه‌مان کاتدا چاره‌سه‌ری له‌ هه‌ر یه‌ک له‌و وڵاتانه‌دا جیاوازه‌، بویه‌ ئێمه‌ کۆنفیدرالیزمی دێموکراتیک بۆ رۆژهه‌ڵاتی کوردستان به‌ باشترین شێوه‌ی چاره‌سه‌ری ده‌زانین.

ئێستا لە دۆڵەکۆکێ ، خرپاپێ تا زەلێ نزیکەی ١٥ کم شەڕی بەرەیی هەیە ، بۆ ئێستا ئێران هێرش دەکاتە سەرتان ؟ داخۆ تورکیا بەشدارە لەو شەڕەدا ؟
ج- ئه‌و هێرشه‌ ته‌نیا له‌ لایه‌ن ئێرانه‌وه‌، وهه‌ر وه‌ها ته‌نیا له‌ دۆڵه‌ کۆکی تا زه‌لێ نیه‌، ئه‌و هێرشه‌ له‌سه‌ر گه‌لی کورد وله‌سه‌ر ده‌سکه‌وته‌کانی گه‌لی کورد به‌تێکرایی له‌ هه‌مو پارچه‌کانی کوردستانه‌. وله‌و هێرشه‌دا هه‌مو داگیرکه‌رانی کوردستان وهێندێک وڵاتی خاوه‌ن به‌رژه‌وه‌ندی له‌و ناوچه‌دا به‌شدارن.
هەرەکە بە چ تاکتیکێک وەلامی ئەو هێرشە بەرەییانەی ئیران دەداتەوە ؟ داخۆ گەریلا لە دژی هێڕشی ئاسمانی و زەمینی تەکنیکی خۆپاراستنیان هەیە ؟ ( وەک رۆكێت ، دژە تانک و هتد ) ؟
ج- هه‌ره‌که‌ به‌شه‌ری پارتیزانی وبه‌شێوه‌ی تاکتیکی تایبه‌تی خۆی به‌رگری له‌و هێرشانه‌ ده‌کا. له‌ ئاکامی ئه‌و هێرشانه‌ی که‌ تا ئێستا چ له‌ رێگه‌ی به‌ژایی وچ هه‌وایی کراوه‌ته‌ سه‌ریان توانیویانه‌ به‌ پێی ئه‌و تێکنیک وئه‌و تاکتیکانه‌ی که‌ هه‌یانه‌ زۆر سه‌ر که‌وتوانه‌ خۆیان بپارێزن.
لە هەرێمی خنێرەوە هەواڵی هێرشی ئەرتەشی ئێران دێت . بە پێی ئەو لێدوانەی هەپەگە ڕایگەیاندووە ئەو هەرێمانە لە ژێر کۆنترۆڵی ئەواندایە ؟ ئیران بۆ چی لەیەک کات دا هەم هێرشی کردە سەر پەژاک و هەم پەکەکە ؟ دۆخی ئەو شەرە چیە لە هەردوو لایەنەوە ؟
ج- ئه‌و شه‌ره‌ به‌ هاوپه‌یمانی ئێران وتورکیه‌ و عێراق کرا، بۆیه‌ تورکیه‌ وئێران پێکه‌وه‌ وهاو کات له‌هه‌ر دولاوه‌ ئه‌و هێرشه‌یان ده‌ست پێکرد. دۆخی ئه‌وشه‌ره‌ تا ئێستا هیچ ده‌سکه‌وتێکی بۆئێران وتورکیه‌ تێدانه‌بوه‌، وبه‌قازانجی کورد ته‌واو بوه‌. وله‌دوا رۆژیشدا سه‌رکه‌وتن هی گه‌لی کورده‌.
چ بارودۆخێک دەردەکەوێ لە ئەنجامی ئەو شەڕەوە ؟ ئایندەی کوردەکانی رۆژهەلاتی کوردستان چۆن دەبینن ؟
ج- بارودۆخی ئه‌وشه‌ره‌ که‌م وزۆر گرێدراوه‌ به‌وئاڵوگۆرانه‌ی رۆژهه‌ڵاتی ناوینیش، وسه‌رکه‌وتن وئازادی له‌ رۆژهه‌ڵاتی کوردستان وله‌ ئێران هی گه‌لانی ئێران و هی گه‌لی کورده‌.

Doping


Doping
ahmetaltan111@gmail.com

Savaş çığlıkları, meydan okumalar, kavmi, ırkı, milleti yücelten milliyetçi haykırışlar, “biz çok güçlüyüz” böbürlenmeleri, tehditkâr nutuklar her zaman kitleleri hareketlendirir, “şiddet” kendi çevresinde heyecanı yüksek bir taraftar kalabalığı oluşturur, bir tür toplumsal “doping” etkisi yaratır.

Bu heyecan, bu dopingli kabarma siyasetçilerin hoşuna gider.

Hem safları sıklaştırmanın, hem gerçek sorunları gizlemenin, hem de taraftarı hareketlendirmenin en iyi yoludur.

Ama her “doping” gibi bir sorunu vardır.

Bünyede hasar oluşturur.

Tedavisi zor yaralar bırakır.

Dün İhsan Dağı, Zaman gazetesinde çok güzel anlatıyordu; savaş daima demokrasiyi ve sivilleşmeyi geriletir, silahı ve silahlıları yüceltir.

Hükümet son zamanlarda şiddetli ve tehditkâr bir üsluba fazla abanıyor.

Başbakan’ın İsrail’le ilgili her açıklamasından sonra “Türkiye mutlaka savaşmak mı istiyor” sorusu insanın zihnine takılıyor.

Başbakan’ın yakınları “Doğu Akdeniz’i kontrol etmenin yararları” üzerine yazılar yazıyor.

Kıbrıs’ın stratejik öneminden bahsediyor.

“Kıbrıs’ın jeo-stratejik önemi ve Doğu Akdeniz’i denetlemenin gereği” konuşmaları bize hiç yabancı değil, biz bunları yıllar önce generallerden de dinledik.

Garip bir biçimde, “Gazze” meselesi yavaş yavaş “Doğu Akdeniz’in egemenliği” meselesine doğru kayıyor sanki.

Bu konuşmalar, bu yazılar, “emperyal bir gücün fütuhat hazırlığı” gibi çınlıyor insanın zihninde.

“Biz çok güçlüyüz ve bölgeyi biz denetleyeceğiz” inancı, milliyetçi ruhlara tatlı bir şerbet hazzı verebilir ama “evrensel bir akılda” ciddi endişeler yaratır.

Doğrusu ya ben, Osmanlı’yı dünya savaşına koşa koşa sokan Enver Paşa’nın ahmaklığının bir kez daha yaşanmasını pek istemem.

Koca imparatorluk, hayal dünyasında yaşayan bir budalanın “Almanya’nın oyununa gelmesi” sonucu çatır çatır parçalanmış, insanlar ölmüş, sefalete düşülmüş, büyük acılar çekilmişti.

Gerçekler, milliyetçilerin en çok nefret ettiği şeydir, onlar bir masal dünyasında, hayallerle avunarak yaşamayı, gerçeklerle yüzleşmeye tercih ederler.

Ama sonunda mutlaka gerçeklerle yüz yüze gelinir.

“Çok güçlü olduğumuza” ve neredeyse yeryüzünde herkesi yenebileceğimize iman etmiş bir duygusal coşkuyla “Barbaros harekâtı” planları hazırlıyoruz ama galiba nasıl bir ülke olduğumuzu unutuyoruz.

Önce askerî konulardan başlayalım isterseniz.

Bizzat Genelkurmay Başkanı’nın ağzından ifade edildiği kadarıyla, “tüfeğini mevzide bırakıp kaçan komutanların olduğu kepaze bir ordumuz” var.

Bu lafları söyleyen general, ordunun durumunu hepimizden iyi bilen biri.

Bütün ülkede duyulan bu sözler söyleneli çok olmadı, o zamandan bu zamana ordunun durumu değişti mi, birdenbire müthiş bir ordumuz mu oldu?

Bu “fütuhat” arzusunu destekleyen nasıl bir silahlı güce sahibiz?

De ki müthiş bir ordumuz var ve Doğu Akdeniz’i donanmamız fethedecek, oradan geçen herkes bize hesap verecek.

Bunun Türkiye’ye nasıl bir yararı olacak?

Böyle bir savaş ve böyle bir denetim için bu ülke silahlara kaç para harcayacak, o paraları nereden bulacak, hangi kaynaklardan kesecek, sağlık, eğitim, ulaşım yatırımları böyle sürekli bir “savaş” halinde de sürebilecek mi?

Üstelik biz savaşa Doğu Akdeniz’e giderken zaten içimizde savaş devam ediyor.

O savaşı durduracak, Kürt meselesini çözecek hiçbir adım atmadan, “demokratikleşemeden” başka bir savaşa koşturmanın anlamı ne?

Doğu Akdeniz’de savaşacaksak, o savaş sırasında içerde “demokratikleşme”, yumuşama, sivil bir anayasa yapma imkânı olacak mı yoksa İhsan Dağı’nın da vurguladığı gibi “askerleşme” mi hızlanacak?

Yeni bir anayasa yapmadan, Kürtlerin haklarını tanımadan, kendi içimizdeki savaşı sona erdiremeden, bizzat hükümet üyelerinin “ekonomik durgunluk” uyarılarına aldırmadan biz niye Doğu Akdeniz egemenliğine merak sardık?

Hadi biraz daha net ve anlaşılır söyleyeyim: “Kardeşim sen kendi ülkendeki dağları denetleyebiliyor musun ki Doğu Akdeniz’in denetimi peşine düşüyorsun?”

Yanlış hatırlamıyorsam, Falih Rıfkı, “Cephede her asker öldüğünde Saray’daki paşaların göğsünde yeni bir madalya parlıyordu” diye yazmıştı.

Hükümetin göğsündeki madalyaları ölen çocuklarla mı parlatacağız?

AKP, daha geçen yıl gördüğümüz “barışçı, sivil, sorun çözücü, demokratik bir ülke isteyen” kimliğine yeniden dönse herkes için daha iyi olacak.

Yoksa bu garip çıldırma hali sonunda bir bela çıkartacak başımıza.


Richard English: PKK’nın muhatapları farklı

Ekin Kadir Selçuk, PKK, IRA ve ETA gibi örgütlerin farklı ve aynı olan yanlarını IRA örgütü üzerine çalışmaları olan Prof. Richard English sordu.

PKK’nın IRA ve ETA gibi örgüt olmasına rağemen çözüm konusunda neden bu örgütler gibi olmadığını IRA örgütü üzerine çalışmaları olan Prof. Richard English sorduk.

Şiddetin nasıl sona erdirilebileceği konusunda hayli deneyimli olan, Prof. Richard English ile konuştuk. Kuzey İrlanda’da doğup büyüyen Prof. English dünyada IRA üzerine çalışan en önemli bilim insanlarından biri.

Bir ülkede etnik taleplerle ortaya çıkan siyasal şiddetin çözümü konusunda en temel engel nedir?

‘Kendi kaderini belirleme’ (self-determination) üzerine yaşanan tartışmalarda temel sorun o ‘kaderi’ belirleyecek olan ‘kendi’nin kim olduğu. Yani karar verecek olanlar kimler? Ve onlar yekpare bir bütün mü, aralarında mutlak bir fikir birliği var mı, bunlar önemli sıkıntılar. Bu konularda bir anlaşma sağlandığı taktirde genellikle sorun kolay çözülür.

Tüm dünyada siyasal şiddet ve etnik mücadelelere baktığımızda Türkiye bu çatışmalarda en çok kayıp veren ülkelerin başında geliyor. Peki Türkiye bu sorunu niçin çözemiyor?

Çatışmalarda şiddetin boyutu farklılık arz edebilir. Bazı çatışmalar çok daha kanlı sonuçlara yol açabilir. Fakat çözüm ihtimalinin bununla pek bir ilgisi yoktur. Örneğin İspanya’ya kıyasla Kuzey İrlanda’da siyasal şiddet çok daha fazla ölüme neden oldu ama İspanya’da daha güçlü bir barış süreci yaşandı. Barış ihtimali daha ziyade güç dengesine ve barışın şiddetten daha iyi neticeler vereceğine inanan insanların sayısına bağlıdır.

PKK Türkiye’ de terörist bir organizasyon olarak geçiyor ama genellikle Batı basınında Kürt isyancılar olarak nitelendiriliyor. Bu farklı kavramsallaştırma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Farklı taraflar PKK’yı farklı isimlerle anmaya devam edecekler. Fakat terminolojiden ziyade insanların ne düşündüğü asıl önemli olan. Örneğin İngiliz hükümeti yıllarca IRA’yı terörist bir organizasyon olarak değerlendirdi ve halen öyle düşünüyor fakat buna rağmen onları muhatap aldı ve karşılıklı bir barış sürecini yürüttü.

Diğer ayrılıkçı örgütlerle (ETA gibi IRA gibi) PKK’nın arasında temel benzerlikler ve farklılıklar neler?

PKK da IRA ve ETA gibi etnik-milliyetçi bir örgüt. Kullandıkları şiddet yöntemleri de oldukça birbirine benzer. Kanımca aralarındaki en büyük fark muhatap oldukları devletler. Madrid ya da Londra yönetimleri ile Ankara yönetiminin bu konuya yaklaşım tarzları birbirinden oldukça farklı.

Barış sürecinde aydınlara medyaya nasıl bir rol düşüyor, aydınlar ve medya nasıl bir tutum almalı? Türkiye’de bu konuda aydınların ve medyanın tutumunu takip edebiliyor musunuz?

Aydınların bu sorunların çözümünde etkisi her zaman az olmuştur, medyanın onlardan da az. Gördüğüm kadarıyla Türkiye’de medya oldukça taraflı bir tutum takınıyor. Gazetecilerin ve aydınların bu tür durumlarda aynı fikirde olmasalar bile karşı tarafa empatiyle yaklaşmaları daha doğru olur.

Türkiye’de PKK’yla yakın ilişkiler kuran ve Meclis’te temsilcileri de olan bir siyasal parti var. Barış sürecinde hükümetin öncelikle kimi muhatap alması gerekiyor, doğrudan örgütü mü yoksa örgüte yakın olan siyasi partiyi mi?

İlk başlarda yapılması gereken legal siyasi partiyi muhatap almak ve silahlı örgütü kamuoyunda mahkum etmek. Fakat elbette sonraki aşamalarda barış sürecine örgütün kendisi de dahil olmak zorunda.

Türk ve Kürt kamuoyu bir uzlaşma zeminine nasıl ikna edilebilir? İki taraf için barış konusunda ortak çıkar ve ortak tercih nasıl sağlanabilir?

Şiddetin daha fazla kan ve ölüm getirdiğine ve kanın durması için uzlaşmadan başka bir yol olmadığına kamuoyunu ikna etmeye çalışarak.

Richard English kimdir?

Terörizm, siyasal şiddet, IRA ve milliyetçilik üzerine çalışmaları bulunan Prof. Richard English, 20 yıldan fazla Belfast’taki Queen’s University’de görev yaptı. Bu konularda yayınlanmış pek çok kitabı ve makalesi bulunan Prof. English halen St. Andrews Üniversitesi Terörizm ve Siyasal Şiddet Çalışmaları Merkezi başkanlığını yürütüyor. Prof. English’in başlıklı yeni kitabı “Terörizm İşe Yarıyor mu?” kısa bir süre içinde Oxford yayınlarından piyasaya çıkacak.

http://www.ilkehaber.com