Yüksekova’da durum ve Öcalan’ın uyarıları


 

Yüksekova’da durum ve Öcalan’ın uyarıları

oralcalislar@gmail.com

Yüksekova, Kürt coğrafyasının en duyarlı kentlerinden. BDP’nin oy oranı yüzde 90’larda. Geçmişte devletin kanlı infaz çetelerinin hedef aldığı, faili meçhullerin yoğunlaştığı yerlerin başında geliyordu.

Üç gün önce polis kurşunlarıyla iki kişinin hayatını kaybettiği Yüksekova’da, gerginlik sürüyor. Lice’nin Fis Mevkii’nde dört askerin kaçırılması da eklenince, herkesin kafasında aynı soru belirginlik kazanıyor: Çözüm sürecini kim baltalıyor?

‘Yüksekova Haber’ internet gazetesinin sahibi Necip Çapraz, öldürülen BDP’lilerin cenazelerinden yeni dönmüştü. Yediği biber gazlarının etkisi altındaydı. “Durum karışık Oral Ağabey” diye başladı sorularımı yanıtlamaya.

Necip, kısa süre önce Kandil’e gitmişti. Cemil Bayık’la yaptığı uzun röportajın en önemli kısmını, KCK Eşbaşkanı’nın “Bahara kadar hükümete süre tanımışız” ifadesi oluşturuyor.

PKK’den marttaki yerel seçimlerin sonucuna kadar bir eylem yapılmayacağı, en üst düzey yetkili tarafından açıklandığı günlerde, bu kargaşalık aniden patlak vermiş durumda.

Necip Çapraz durumu şöyle yorumluyor: “İki taraflı bir provokasyon da olabilir. BDP’liler, mezarların kırılması dahil, barış ve çözüm sürecine ilişkin talepleri dile getirmek için basın açıklaması yapacaklardı. Daha önceki deneyimlerden biliyorum. Polis, önce uyarılarda bulunurdu. Bu kez, hiç zaman tanımadan ateş etmeye başladı. Üstelik insanların kafalarını hedef alan bir ateşti bu.”

Valilik ve İçişleri Bakanlığı, mezarların kırılmadığını söylüyor. Necip Çapraz da böyle bir duyum aldığını ancak kırılmış bir mezara ilişkin net bilgisinin bulunmadığını ifade ediyor. Öcalan’ın Yüksekova olayından yola çıkarak yaptığı değerlendirmedeki “Büyük provokasyonlar olabilir. Yüksekova’da da provokasyona dikkat edin” uyarısı göz önünde bulundurulduğunda, tablo iyice dikkat çekici hale geliyor.

Düğmeye mi basıldı?

Çözüm sürecini istemeyenler harekete geçmiş olabilir mi?

Necip Çapraz’ın da bu paralelde şüpheleri var. İki tarafta da çözüm istemeyenlerin olduğu ortada.

Çapraz’a göre polislerin göstericileri öldürmeyi hedefleyen şekilde ateş etmesi, ‘polis içindeki bazı güçlerin harekete

geçmesi’ olarak yorumlanabilir.

Veysi Sarısözen de Özgür Gündem’deki köşesinden benzer bir değerlendirmede bulunuyor:

“Ve küresel güçlerin polis kurumlarıyla içli dışlı olan, pek çoğu orada eğitimden geçirilmiş kimi emniyetçilerin, tam da şu sırada sokağı kana bulayarak provokasyon yapması hiç de yabana atılacak bir ihtimal değildir.”(…) “Nitekim PKK Önderi Öcalan da BDP heyeti vasıtasıyla yaptığı açıklamada, ‘provokasyonlar karşısında dikkatli olma’ çağrısı yaptı.”

Sarısözen, BDP’nin, ‘hükümeti yıkma projesi’nin içinde bulunmadığını, özellikle vurguluyor: “BDP’nin düzenlediği gösterilerin amacı belli ki, bu hükümeti yıkmak değil. Kürtler kendi kazanımlarını korumaya ve yalnız Türkiye’de değil, tüm Kürdistan ve bölgede barışçı bir demokratikleşme sürecini ilerletmeye çalışıyor. Kürt özgürlük hareketi, burada da ‘üçüncü yol’dan yürüyor. BDP yöneticilerinin defalarca yaptığı açıklamalardan da anlıyoruz ki, onlar, ‘Hükümetle cemaat arasındaki kavganın aleti’ olmamakta kararlılar. O nedenle şimdi herkes PKK önderi Öcalan’ın ‘provokasyon uyarısını’ büyük bir ciddiyetle ele almalıdır.”

Lice’de kaçırılan askerler bırakıldı. Bölgedeki yoğun protesto gösterilerine rağmen, BDP’liler, Öcalan’ın da uyarısıyla, daha özenli davranıyor. Hükümete görev düşüyor. Yüksekova’da halkı hedef alarak ateş eden polisler kimin nesidir, neyin nesidir? Ciddiyetle araştırılmalı, sorumlular ortaya çıkarılmalı.

Çözüm süreci, bu kez de kritik ve karmaşık bir eşikte. Savaş yanlılarının boş durmadığı, durmayacağı belliydi. Barış yanlılarının da iki taraflı olarak, daha özenli ve hedef odaklı bir yol izlemesi gerekiyor.

Belli ki, bu yoğun seçim atmosferinde, her şey mümkün. Bütün gerilim merkezleri harekete geçmiş durumda. Dikkat!

Erdoğan’ın devletleşmesi: Şırnak’tan Roboski’ye, fişlenmekten fişlemeye


 

Erdoğan’ın devletleşmesi: Şırnak’tan Roboski’ye, fişlenmekten fişlemeye

 

Devleti demokratikleştirmek iddiasıyla, “Beraber yürüdük biz bu yollarda / Beraber ıslandık yağan yağmurda” diye özgürlük şarkılarıyla yola çıkan bir siyaset adamı için geldiği nokta gerçekten hazin.

Erdoğan Ankaralılaştı mı, yani devletleşti mi?” diye sormuştum iki sene önce köşemde. Başbakan arayarak “Ankaralılaşmadım, Türkiyelileştim” demişti. Geçen zamanda yaptıkları Erdoğan’ı doğrulamıyor. Neden mi?

Taraf gazetesi geçen cuma günü “Susturamazsınız!” manşetini taşıyan çarpıcı bir kapakla çıktı.

Genel Yayın Yönetmeni Neşe Düzel’in “Aynı yağmurlarda kirleniyorlar” başlığını taşıyan başyazısında şu satırlar vardı:

“Başbakanlık, Milli Güvenlik Kurulu ve MİT, hep birlikte Taraf için suç duyurusunda bulunmuş…

Biz bu macerayı daha önce de yaşadık.

Şimdi aynen taklit ettiğiniz askerî vesayet de zamanında Taraf’ı susturabilmek için aynı yöntemleri denedi.

Askerî vesayet için bitişe giden süreç, yalanlarla ve tehditlerle Taraf ’ı susturmaya çalışmasıyla başlamıştı. Bu iktidar da şimdi aynı yoldan yürüyor.

Gerçekleri gizledikleri… Dost göründüklerini sattıkları… İnsanları fişledikleri… Vatandaşlarına karşı suç işledikleri, birer birer ortaya çıktıkça daha fazla tehditkâr ve baskıcı olmaya çabalıyorlar.

Siz, askerî vesayet paşalarının yürüdüğü yollardan yürümeye devam edin.”

Bir iktidar hikâyesi: Fişlenmekten fişlemeye

Sevgili Neşe Düzel’in haklı tepkisi böyleydi.

Taraf hakkındaki suç duyurularını geçen hafta perşembe günü Kürt Konferansı için bulunduğum Brüksel’de öğrenince akşam vakti şu tweet’i attım:

“Başbakanlık, MİT ve MGK’nın Taraf’a suç duyurusunda bulunmasını protesto ediyorum! Medyanın görevi sır ahbaplığı değildir.”

Evet değildir.

Gazeteci olarak meslek hayatım boyunca siyasal iktidarların özgürlük alanlarımıza yaptıkları o kadar çok saldırıya tanık oldum ki.

Türkiye’de ve dışarıda, gazeteci milleti olarak, devlet sırları gerekçesiyle basın ve ifade özgürlüğünün uğradığı sayısız saldırılarla o kadar çok uğraştık ki.

Şimdi de farklı değil.

Demek ki bazı şeyler değişmiyor.

Değişmesi çok zaman alıyor.

Özgürlüğe açılan yollar ince ve uzun.

Bir zamanlar, “aynı yollarda yürüdük, aynı yağmurlarda ıslandık” diye özgürlük şarkıları söyleyenler, bugün iktidarda özgürlüğün kolunu kanadını kırıyorlar.

Bir zamanlar, örneğin 28 Şubat döneminde, EMASYA çerçevesinde fişlenenler, bugün iktidarda muktedir olunca kendileri ‘fişleme’ye başladılar. (Ali Bayramoğlu; Fişleme, Fişlenme; Yeni Şafak, 6 Aralık 2013)

Bir zamanlar, vatan hainliği kara çalmasını alınlarına en çok yiyenler, bugün iktidarda muktedir olunca, gerçekleri gün ışığına çıkarmaya çalışanlara kara çalmaya, onları vatan hainliği ile suçlamaya başladılar.

Yankılanan devletlû sesi ve işbirlikçilik

Başbakan Erdoğan, Taraf’la Mehmet Baransu’yu ‘vatan hainliği’yle suçlarken şöyle diyordu:

“Neymiş basın özgürlüğü… Ne basın özgürlüğü ya?.. Sen devletin bu sırrını nasıl ifşa edersin?.. Sevsinler böyle basın özgürlüğünü…”

Bu memlekette özgürlüklerin canına hep böyle bir üslupla okundu. Demokrasinin kolu kanadı hep böyle bir üslupla kırıldı.

Askeri yönetimlerin üslup ve söylemi de böyleydi. Askerle uyum içinde bu memleketi ikinci sınıf, üçüncü sınıf demokrasi ve hukuk devleti koşullarında idare edenler böyleydi.

“Sen devletin bu sırrını nasıl ifşa edersin?.. Sevsinler böyle basın özgürlüğünü!”

Bu sesi, 45 yıllık meslek hayatımda o kadar çok duydum ki. Bu ses devletlû sesidir.

Çoktan beri Tayyip Erdoğan’ın kendisi de devletleştiği için böyle ses veriyor.

Bu nedenle, ‘Roboski Katliamı’nın üzerine gitmiyor.

Bu nedenle, Roboski’de devletin savaş uçaklarının korkunç bombardımanında hayatını kaybedenlerden bir özrü bile esirgeyebiliyor.

Bu nedenle, Roboski’de soruşturmayı ‘sivil’den alıp askeri savcılığa veriyor.

Bu nedenle, 1994’te 38 kişinin dört savaş uçağının bombardımanında katledildiği ‘Şırnak Katliamı’yla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi mahkûm eden kararını es geçebiliyor.

‘Rekor tazminat’ haberleriyle geçiştirilen Şırnak Katliamı

Oysa bu karar, tüyler ürpertici bir karar.

Hem bu katliamın 1994 yılındaki sorumlusu sivil ve asker kişiler açısından öyle, hem de sonraki süreçte Erdoğan iktidarının işbirlikçi rolü açısından öyle.

Ama medyamız bu kararı, ne yazık ki geçiştirdi. Sadece parasal boyutuyla ele aldı. İnsani ve hukuki boyutunu sorgulamak yerine, AİHM’den rekor tazminat diyerek geçiştirdi Şırnak Katliamı’nı.

Ne yazık!

T24, AİHM kararının üstüne gitti.

Ben iki yazı yazdım.

T24’teki 4 Aralık 2013 tarihli haberinde Hazal Özvarış, AİHM’nin geçen ay çıkan ve Türkiye’yi mahkûm eden kararını didik didik etti.

Şırnak’ta hukuk nasıl katledildi? İşte A’dan Z’ye AİHM kararı” başlığını taşıyan haberinde şu noktaları vurguladı:

(1) Erdoğan Hükümeti, Hava Kuvvetleri’nin 1994 yılı Mart ayında 38 Kürt köylüsünün katledildiği Şırnak uçuşlarını kanıtlayan belgeleri AİHM’ye vermedi.

(2) Erdoğan Hükümeti daha önceki hükümetlerin yaptığını AİHM’de yaptı, saldırıyı PKK’nın yaptığını savundu.

(3) Erdoğan Hükümeti, Şırnak’ın iki köyünün dört savaş uçağıyla 1994’te bombalanmasıyla birçoğu çocuk toplam 38 kişinin hayatını kaybettiği katliamda sadece 1 kişiye otopsi yapılmış olmasını sorgulamadı.

(4) Katliamdan tam 14 yıl sonra ilk defa bir savcı, 1994’te Şırnak’ın bombalanan köylerine gitmek istedi, jandarma engelledi, üstelik güvenlik gerekçesiyle…

(5) 1994 yılı Mart ayından 2013 yılı Kasım ayına kadar 19,5 yıl boyunca, sivil makamlar konuyla ilgili olarak tek bir askeri yetkiliyi bile sorgulamadı.

(6) Erdoğan Hükümeti, 18 yıl boyunca inkâr edilen uçuşları teyit eden askeri belgeyi yalanlamadı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararında bu altı noktanın tüm ayrıntıları yer alıyor.

Ama bizde tık yok!

Bugüne kadar medyadan Başbakan Erdoğan’a bu konuda tek bir soru bile sorulmadı.

Bu normal mi?

Hükümetten, gelmiş geçmiş asker ve sivil kişilerden ‘Şırnak katliamı’nın hesabının sorulması gerekmez mi?

Anayasa Mahkemesi’nin Balbay-Haberal kararı, evet, hukukun üstünlüğü açısından hiç kuşkusuz olumlu bir gelişme. (Dün akşam İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Mustafa Balbay’ın serbest bırakılmasına karar verdi. Tutukluluk hali zaten başlıbaşına bir cezaya dönüşmüş olan Mustafa Balbay’la ilgili bu karar, hukuk adına son derece olumşlu bir gelişme).

Peki ya AİHM’nin Şırnak kararı?..

Bu ülkede hukukun nasıl çiğnendiğinin, insan haklarının devlet tarafından nasıl hiçe sayıldığının korkunç bir örneği değil mi?

Neden o zaman ‘rekor tazminat’ deyip geçiştiriyoruz bu insan hakları ve hukuk katliamını?..

Erdoğan’ın itirazına rağmen…

Yine Başbakan Erdoğan’a gelince…

Devletleşme yolunda tam gaz gidiyor.

Aklıma geldi.

16 Nisan 2011.

Madrid’deyim, El Clasico, yani Real Madrid-Barcelona maçı için. Sabah cep telefonum çaldı.

Başbakan Erdoğan arıyordu.

O gün Milliyet’te çıkan yazıma takılmıştı.

Erdoğan bürokratlaştı mı, Ankaralılaştı mı, yani devletleşti mi?” diye sormuştum yazımda.

Başbakan Erdoğan’ın, “Ankaralılaşmadım, Türkiyelileştim” yanıtına ertesi gün köşemde yer verirken inandırıcı bulmadığımı da eklemiştim.

Yukarıdaki satırlarım Sayın Başbakan’ın çoktan beri ‘devletleştiği’ni gösteriyor.

Devleti demokratikleştirmek iddiasıyla, “Beraber yürüdük biz bu yollarda / Beraber ıslandık aynı yağmurda” diye özgürlük şarkılarıyla yola çıkan bir siyaset adamı için geldiği nokta gerçekten hazin.

Ahmet Hakan tutuklanacaktı Başbakan engelledi


AKP-Cemaat savaşıyla ortaya dökülen ifşaatlar bitmek bilmiyor. Taraf gazetesi yazarı Hayko Bağdat, hükümet kanadından önemli bir isimle yaptığı röportajı köşesine taşırken çok konuşulacak iddialara yer verdi.

CEMAAT AHMET HAKAN VE ÇANDAR’I TUTUKLAYACAKTI!

Bağdat’ın sorularını yanıtlayan hükümet yetkilisi, yargı ve emniyette cemaate bağlı otonom grupların geçtiğimiz dönemlerde medyada çok önemli isimleri tutuklamak için harekete geçtiğini iddia etti.
Taraf yazarına konuşan ve ismi saklı olan “yetkili”, Cengiz Çandar ve Ferhat Kentel’in KCK’dan Ahmet Hakan’ın ise Odatv’den tutuklanacağını ama Başbakan’ın müdahelesi ile bunun engellendiğini söyledi.

İşte Hayko Bağdat’ın köşesindeki ilgili bölüm:

AK PARTİ TSK’YA İNAT CEMAATİN ÖNÜNÜ AÇTI

— Cemaat’e iktidarınız döneminde ne verdiniz?

“AK Parti hükümet olduğu andan itibaren ordu içindeki cuntalar darbe planları yapmaya başladı. Sadece Genelkurmay Başkanı Hilmi Paşa darbeye karşıydı. O süreçte ilk dört yıl Hilmi Paşa ile müzakere içinde götürüldü. Demokrasiyi korumak için stratejik ve dengeci davranılması lazımdı. O dönem bütün generaller Gülen Cemaati’ni bir numaralı tehdit görüyordu. Bahsettiğim stratejik dengeci çizgi içinde Cemaat mensuplarının hakları korundu ve kollandı. Generallere inat sivil alanda ve devlet alanında daha da önleri açıldı. Cemaat mensupları her konuma geldiler. Fakat 2012 yılından itibaren Cemaat’e mensup devlet görevlilerinden bir kısmı darbeci generaller gibi davranmaya başladılar. Ve sonra Cemaat içindeki bu vesayetçi azınlık, çoğunluğun iradesini gasp etti. Cemaat içinde hâkim çizgi haline geldiler.”

GÜLEN BU DARBECİ AYAKLANMAYI DURDURABİLİR

— Bugün iktidara operasyon yaptığını öne sürdüğünüz Cemaat, sizlerle koalisyon hâlindeyken başka bir operasyona imza attı mı?

“Tüm Cemaat varlığının bu operasyonu yaptığı kanaati yok. Devlet görevlisi olduğu halde demokratik devlete meydan okuyan gayrihukuki yollara sapmış bir grup var. Kendileriyle beraber devlette çalışan tüm Cemaat mensuplarını da batağa sürüklüyorlar. Fethullah Gülen isterse bu darbeci ayaklanmayı durdurabilir. Sonuçta eğer Başbakanımıza yönelik bu gayrimeşru ve gayrihukuki darbe planı işlemeye devam ederse demokratik düzen ne gerektiriyorsa o yapılır.”

ÇANDAR, KENTEL, AHMET HAKAN… HEPSİ TUTUKLANACAKTI

— Başbakan’ın Ferhat Kentel, Cengiz Çandar ve Ahmet Hakan’ı Cemaat yargısının elinden zor kurtardığı söyleniyor. Başbakan yargıya bu tip talimatları ne sıklıkla veriyor?

“Ferhat Kentel olayı doğrudur. Olay daha polis aşamasındayken müdahale edilmiştir. Cengiz Çandar olayı da böyle olmuştur. Eğer polise durun denmese zannediyorum her ikisi de KCK’dan içeri alınırdı. Ahmet Hakan olayı polis aşamasını çoktan geçmişti. Odatv’nin ikinci iddianamesi hazırdı ve Ahmet Hakan’ın tutuklanacağı söyleniyordu. Kanıtlarımız net diyorlardı. 7 Şubat’tan sonra o savcıların görev yerini HSYK değiştirdi. Zannediyorum 7 Şubat darbe girişiminin geri püskürtülmesi Ahmet Hakan’ı da şimdilik kurtardı. Ama dosya bir yerlerde duruyordur.”

ŞENER VE ŞIK YARGIDAKİ KİŞİSEL HESAPLAŞMA İLE TUTUKLANDI

— Ahmet Şık ve Nedim Şener’i Cemaat yargısı mı tutuklattı?

“Ahmet Şık ve Nedim Şener konusundaki kişisel görüşüm bu tutuklamaların tamamen hukuksuz olduğu yönündedir. Öte yandan Şener ve Şık olayını makul gören hiç kimseyi görmedim. Bu olay kişisel hesaplaşmaların yargıya intikalinin sonucudur. Kafalarına göre aldılar içeri. Sonrasında da zaten kritik bir ismin Emniyet’teki konumu kaydırıldı. Ardından aynı ekip 7 Şubat’ta doğrudan Başbakan’a vesayete kalkıştılar.”

İmralı’ya gazeteci ve âkil açılımı


İmralı’ya gazeteci ve âkil açılımı

 

imrali2Hükümet, Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesini sağlayacak. Ardından da âkil insanlar heyetinin bölge başkanları ile bir grup gazeteci İmralı’ya gidecek. Taraf gazetesinin haberi. 

Devlet ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşmeler, önümüzdeki günlerde yeni bir boyut kazanacak. Önce, Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi sağlanacak, ardından da âkil insanlar heyetinin yedi bölge başkanı ile bir grup gazeteci-yazar İmralı’ya götürülecek. Bu ay içinde en az iki avukatın PKK lideri ile görüştürülmesi planlanıyor. Ancak hükümet, avukatların, KCK soruşturmasında birtakım suçlamalara muhatap olan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından olmamasını istiyor. Sonrasında âkil insanlar heyetinin bölge grubu başkanları Ada’ya gidecek. Bu isimler ise şöyle: Rifat Hisarcıklıoğlu, Can Paker, Tarhan Erdem, Yılmaz Ensaroğlu, Ahmet Taşgetiren, Deniz Ülke Arıboğan, Yusuf Şevki Hakyemez. Ardından ise gazeteciler Ada’ya gidecek. Bu konuda “Dört-beş kişilik gazeteci-yazar grubu” veya “Bazı gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin de dahil olduğu bir gazeteci-yazar grubu” şeklinde iki görüş üzerinde duruluyor.

Öcalan’ın daha önce Cengiz Çandar, Ertuğrul Özkök ve Hasan Cemal ile görüşebileceğini belirttiği gündeme gelmişti. Ancak hükümetin bu isimlere sıcak bakmadığı ve bunların yerine, âkil insanlar heyetinde de yer alan Oral Çalışlar, Yıldıray Oğur ve Abdülkadir Selvi gibi alternatifler üzerinde durduğu belirtiliyor. Listeye nihai şeklini Başbakan Erdoğan’ın vereceği belirtiliyor. İsimler konusunda henüz BDP’ye de bilgi verilmediği ifade ediliyor.

Âkil insanlar heyeti ve gazeteci-yazar grubunun İmralı ziyaretlerinin yeni yılda gerçekleşmesi planlanıyor.

DOĞRUDAN TEMAS

Bu arada, hükümetin özellikle yerel seçimlerin ardından sürece ilişkin bazı somut adımlar atmayı planladığı vurgulanıyor. Bu kapsamda, Abdullah Öcalan’ın koşullarında iyileştirmeler yapılması ve ayrıca, Kandil ile İmralı arasında doğrudan temas kurulması planlanıyor.

HÜSEYİN ÖZKAYA