Irkçılar övünecek bir mirasa sahip olmalı… Kürd’ün intiharı


Irkçılar övünecek bir mirasa sahip olmalı… Kürd’ün intiharı

Kürt dinle! Dinle de not et. Türk TV’lerine kanma! Onların tehditlerine, övünmelerine ve seni aşağılamalarına papuç bırakma! Aynen mukabelede bulun. Baş düşman tarafından yazılan ve uygulanmakta olan senaryoları anla, bil!

Bu bir psikolojik harekattır!

Bu, beyinleri teslim alma savaşımıdır!

Bu seni korkutma atılımıdır!

Kanma onlara.. Duruşunu dikleştir! Bil ki… Bil ki hiç bir halt yiyemezler, yiyemeyecekler..

Türk Devleti psikolojik savaş boyunca geniş ölçüde ırkçılığı, dini bir boya ile örterek kullanıyor. Irkçıdırlar, ama saf bir ırkları yoktur. Varolan saf Türk ırkına mensup kişileri ise hiç beğenmezler. Bunlara “köylü”, “sürü peşinde koşan aşağılık Türkmen” gözü ile bakarlar. Bu devletin Türkçülük şampiyonları olarak boy verenler ise devşirmeler, Ermeni, Kürt, Çerkez, Laz, Gürcü ve Arap dönmelerdir.

Övünecekleri silah, talan ve katliamdan başka bir şey yoktur. Tarihleri hep kan kokar. Devşirmeleri istila ettikleri hristiyan köylerinden koparıp alan ve bunları sonradan ailelerine düşman kılıp onların üstüne salan vicdansızlardan başka ne beklenir? Yine de üstünlük taslarlar. Kişiye tapıcılık bunlarda neredeyse genetik bir kod haline gelmiştir. Düşünün tuvaletlere bile Atatürk büst ve heykellerinin konduğu bir coğrafya nemenem bir şeydir? Normal, insancıl Türkler’i tenzih ederim, ama “Türküm” diyen her yüz kişiden 95-97’si bu zihniyete sahiptir.

Türk;

Soruyorum sana: Tarihte kan, gözyaşı ve talandan başka neyin ile övünebilirsin? Hangi uygarlığın mirasçısısın? O uzun tarihi süreçte yakıp yıkmaktan başka ne öğrendin? Dişe dokunur ve sana ait olan bir mitoloji mi var? İç iktidar çatışmanızda yenilgiye uğrayıp sökülmekte olan milliyetçi örgütünün adı neden Ergenekon? Ergenekon Moğolistan’da bir akarsu değil mi? O halde sana tarihin gördüğü en yıkıcı talancısı Cengiz’in torunları dediğimde neden kızıyorsun? Neden kendi “ırkın”ın arasından çıkardığın tarihi bir edibin, sanatkarın, müziğin yok veya olanla yetinmiyorsun da başkalarından çalıyorsun?. İbni Sina nasıl “Türk” olabiliyor? Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi tapulaman hangi aşağılık duygusunun sonucudur? Mimar Sinan’ın Türk olduğuna dair bir delil yaratabildin mi? Kafatasını bile ölçmeye kalkmadın mı? Başkalarının otlağında fazilet arayan Fuzuli ve benzerleri nasıl oluyorda Kürt veya Fars olmuyorlar da Türk olabiliyorlar? Abdulhamit adlı padişahının ve hatta fatihliği ile övündüğün talancı Mehmet Sultan’ının yüzde kaçlık kısmı Türk kalmıştır? Ordunuzun tepelerini tutanlardan kaçı Türk’tür? Kemal mı? Hain İsmet mi? Hatta en kanlı kaatillerden biri olan Büyükanıt mı Türk’tü? Göçmen İlker mi? Hain Gürsel mi? Türkçülüğün Esasları’nı yazan Amedli Hain Ziya Gökalp’ı hala el üstünde tutman bir çaresizlik değil mi?

Yazılı tarihte adının ilk geçtiği yapıt MS 760-80 yıllarından kalma olan Orhun yazıtları değil mi (oysa Kürt adı MÖ 3500’lü yıllarda Sumer yazıtlarında geçer)? Nerede uzak geçmişin? Hunlar’a sahip çıkan sende hiç mi utanma duygusu yok?

Evet, bunlarınki komşu eliyle yaratılan bir ırkçılıktır.

Kürdistan’a tam hakim olmaları 1800’lü yıllarda gerçekleşen Türkler, bu hakimiyeti 1000 yıl geriye kadar çekerler. Şunu da peşinen kaydedeyim; bir saatlik Türk veya yabancı hakimiyetini bile utanç verici bulmayan bir Kürd’e Kürt demem. Ama maalesef durum bu..

Eli her zaman kanlı olan bu devlet yapısının MİT, JİTEM, Polis istihbarat, Kontralar ve Özel Harp Dairesi’nin veya yeni adı ile Kontr-gerilla’nın katılım ve raporlarının sağladığı güç ve bilgi eşliğinde, son zamanlarda uyguladığı derin bir plan oluşturulmuştur. Bu plan gereği Kürdistan’daki direniş odaklarını biribirlerinin aleyhine teşvik ediyor, DTP ile Kürt halk kitlelerini karşı karşıya getirmeye çalışıyor. O da tutmazsa DTP’yi kapatıp yöneticilerini zindanlara tıkmayı ciddi bir şekilde düşünüyorlar. Çok ahlaksızca uygulanan ve Obama kokan bu plan sayesinde halk yoğun bir desinformasyon bombardımanına tutulmakta, havuç-kırbaç politikası alabildiğine uygulanmaktadır.

Son zamanlarda siyasi arenada “provokasyon”, “ihanet”, “teslimiyet” lafları almış başını gidiyor. MHP, nara üstüne nara patlatarak ortalığı kan gölüne çevireceğini ima ediyor. AKP Lideri’ni “yüce divan”a vermekle tehdit ediyor. CHP Lideri “neo Ata”, Kürtler’e gösteri yapma ve sevincini gösterme fırsatını verdiğini iddia ettiği Erdoğan’ı yerden yere vuruyor. Erdoğan ve ekibi ise, “vurun abalıya” misali DTP’ye yükleniyor. Söz konusu Kürt partisine saldırarak koskoca bir halka hakaretler yağdırıyor.

Neden?

Nedenini hepiniz biliyorsunuz.. Dağlardan ve Mahmur’dan gelen kafilelerin halk tarafından bağra basılması değil mi? Ulusal bilincin tüm tedbirlere rağmen dipdiri kalması değil mi?

Şimdi hukuka dönelim:

Farz edin ki Türk Devleti Kürtler nezdinde de meşru sayılmaktadır. O zaman evrensel hukuka ve hatta bu devletin hukukuna bakalım: “Suçluluğu mahkemeler tarafından sabitleştirilmemiş herkes masumdur” ilkesi 34 Kürt için de geçerli olmalıdır. Tamam, karşılama ekibi ve halk saatlerce Habur’un kapısından içeri geçişi ve gerillaların serbest bırakılmalarını beklemişti. Kabul.. Fakat herhangi bir taşkınlık söz konusu oldu mu? Hayır. Demek ki her şey hukuka, gösteri yapma hakkına uygun olarak cereyan etmişti. Serbest bırakılma anından itibaren bağra basma olayı, artık tam anlamı ile meşru zeminine oturmuştu. Halk, sözüm ona “terörist”i değil, kendi evlatlarını, barışa katkıda bulunmak için her şeyi göze alarak düze inen 34 kişiyi bağrına basma hakkını kullanmıştı. Terörist Devlete inat, büyük bir olgunluk içinde. Ne yapalım, Erdoğan’ın “karşılama çadırlarda olmalıydı” yolundaki sözleri bu hukuksal yorum karşısında havada kalıyor. Hem Hakkari’den, Van’a, Silopi’den İstanbul’a kadar uzanan bir yarış pistine çıkan bir milyonu aşkın insanı içine alacak çadır bulunabilir mi?

Ama ne Türk Devleti meşrudur, ne de o devleti yöneten ve yönetmeye soyunanlar meruiyeti içlerine sindirebilmişlerdir. 1223’ten beri Kürd’ü aldatan, kırımdan geçiren, Seyyid Riza’nın dediği gibi “Hukumeto zureker” meşru bir devlet olarak kabul edilebilir mi? Vicdanı kara insanların vicdanlarını tabiattaki hiç bir madde temizleyemez. Onlar ancak daha büyük bir güç tarafından derslerini aldıkları zaman süt dökmüş kediye döner ve rakibe yaltaklanırlar.. Avrupa ve ABD bu gösterileri görmezden geldi. Uygar olduklarını söyler, çıkarlarını korumak için yaptıkları müdahaleleri gizlemek için uygarlık ihraç etmiş gibi davranırlar.İşte bu uygarlık ihracatçılarının şampiyonu Obama, boşuna halkın iradesini hiçe sayarak “Kürt satışına devam”, “hem de kelepir fiatına” demedi. Asıl amaç 1990 öncesine dönmekti. Bunun için de Kürt feda edilecekti.

Bunların demokrasi anlayışı budur.. Tüm hayatları tüccar zihniyeti çerçevesinde kararlar almakla geçti, geçecek. İran Seçimleri sonrasında yapılan ve bir balon gibi sönen gösterileri göklere çıkaran Batı dünyası, çok daha kararlı, bilinçli, ne yaptığını bilen, haklı ve İran’dakinin iki misli olduğu kesin olan kitleleri görmezden gelmeyip de ne yapacaklardı?

Ama “maalesef” diyerek kaydedelim ki Kürt bir yanıyla dirilişe doğrulmuşken, diğer yanı ile kendi başını yemekle meşgul. “Açılım”ı yanlış yorumlayan, hiç bir adım atmayıp laf üreten AKP iktidarı için övgüler dizen Güneyli kardeşlerimiz aslında kendi kuyularını kendileri kazıyorlar.. Hem de bilgiçlik taslayarak! And olsun ki, Türk’ün Güney için biçtiği istikbal, ölü Kürt istikbalidir. Güney’de palazlanan rant kapitali bazılarını servetlerinin üstüne titrer duruma getirmiş olabilir, ama bunun çıkar yol olmadığı tez elden görülecektir. Güney 2005’ten beri bütün haklılığınave çabasına rağmen hiç bir şey alamadığı, hep oyalandığı bilincine Mahmud Osman düzeyinde de olsa ermiştir. Ama bu yetersiz, etkisiz ve kişisel çıkışlar batışı engelleyemez. Toplu eylem olmadan hakkaniyetli bir çözüm yaratılamaz. Türk Devleti Irak ile görünürde 40’ı aşkın belge imzalarken, kapalı kapılar ardında Sadabad Paktı’nın yeniden hayat bulmasını sağlamış bulunuyorı. Bakar görmezler bu paktın amacını iyi bellesinler.. Suriye ile tam bir kardeşlik havası yaratılması boşuna değil. İran ile doğal gaz ortaklığı yaratmaları sadece ticari mi?

Ben bu konuyu şimdilik kısa kesiyorum. Ama buradan direnişçilere seslenmek istiyorum: Yeni Yaşarlar yaratmayın. Kemaller’in Türk Devleti’ni aratırcasına ötüşü sizin kararlılığınızı bozmasın. Bazı sanatçıların şöhret tutkusu ile hareket etmeleri sizi moral açıdan etkilemesin. Bugün Erdoğan’ın bir göz kırpması ile bavullarını hazırlayan teslimiyetçiler sizi hiç etkilemeyecektir. Bunu biliyorum. Şiarınız; “Kürtsüz bir dünya, batmış bir dünya” olsun. 60’bin şehidimizin ruhunu şad etmenin, şehid ailelerimizi mutlu etmenin yolu onurlu bir ölüm de olsa, ona güler yüzle koşacağınızı biliyorum. Çünkü siz ve halkımız “hayatı uğrunda ölecek kadar” seviyorsunuz.

Dünyanın her tarafında bolca bulunan

Vicdansızlara,

Kaatillere,

İnsan hayatını bir damla petrole, bir metreküp gaza feda edenlere,

Uygarlık yıkıcısı ikiyüzlü haysiyetsizlere,

İç ve dış düşmanlara

Karşı koymaktan geri durmayacağınızı biliyor, hak yolundaki mücadelenizde gazanız şimdiden mübarek olsun diyor, hepinizi o dünyalara değer gözlerinizden öpüyorum..

2009-10-31

Aşavan Sirac Kekuyon

Ölümsüz Kürt Destani Mem u Zin



MEM U ZIN

Cizre hükümdarlarından Mir Abdullah’ın oğlu Mir Zeynuddin zamanında (854 Hicri, 1451/1451 Miladi) yıllarında olay meydana gelmiştir.
Kürt şairi, bilgini olan Ehmedê Xanî tarafından yazılmış ve 1695 yıllında tamamlanmıştır. Bu bu eserin hangi tarıhte yazılmış olduğu hakkında hiçbir belge yoktur. 1690 yılında yazmaya başladığı söylenmektedir.
Xanî’nin, hangi tarihte doğup hangi tarihte vefat ettiği hakkında da kesin bilgiler mevcut değil. Buna rağmen Xanî’nin (1651/52) yılında Hakkârî bölgesinde bulunan Xân köyünde dünyaya geldiği ve ismini buradan aldığı yargısı güçlüdür. Ehmedê Xanî, Kürt edebiyatına can verenlerin başında gelmektedir. Ve Kürt halkına birçok eser armağan etmiştir. Bu eserlenden biri (şaheseri) olan Mem û Zîn’dir.

Ahmedê Xanî, bu olaydan yaklaşık olarak 240 yıl sonra Cizre’ye gelmiş ve eserini yazmıştır. Bu ölümsüz eser hakkında günümüze kadar onlanca inceleme kitabı ve yüzlerce makale yayınlanmış, konferanslar düzenlenmiş, tartışmalar yapılmıştır. Bir eseri üzerine bunca şey yapılmışken, Ehmedê Xanî’yi anlatmak ve bir kaç sayfaya sığdırmak elbette ki mümkün değildir. Onun için ben de Xanî’nin ‘Mem û Zîn’ adlı ölümsüz eserinde birazcıkta olsa bahsetmeye (tanıtmaya çalışacağım desem
daha doğru olur.) çalışacağım.

Cizre Beyi, Mir Zeynuddin’in Zîn ve Sitî adlarında iki tane bacısı vardı.

Zîn, beyaz tenli, beyin can ciğeriydi. Bey onu çok severdi. Sitî ise esmer, selvi boylu biriydi. Tacdin, Beyin Divan Vezirinin oğluydu. Hikâyenin ana
kahramanı Mem ise Tacdin’in manevi kardeşi ve dostuydu. Botan bölgesinde baharın müjdecisi olan Mart ayında (21 Mart Newroz), eğlence ve bayram günlerinde çoluk – çocuk bütün Cizre halkı kırlara çıkar süslenirlerdi.

İşte böyle bir günde Mem ile Tacdin kendilerine kızlar gibi süs verip ve kıyafet değiştirerek şenliğe katılırlar. Şenlik alanına vardıklarında
erkek kıyafetli iki kişiyi görürler. (onlar Sitî ile Zîn’di) Onları görür görmez ikiside yere düşüp bayıldılar. Sitî ile Zîn bayan kıyafetli iki
erkeği iyice süzerek onlar sezmeden kendi yüzeklerini onların parmaklarına geçirip oradan ayrılırlar. Mem ile Tacdin ayıldıklarında kendilerinin bezgin
ve sersem onlduklarını görürler. Bu esnada Tacdin Mem’in parmağında, üzerinde Zîn yazılı mücevheri fark eder, Tacdin Mem’ın parmağına doğru elini
uzatınca Mem de onun parmağında bulunan pana biçilmez ve üzerinde Sitî yazılmış olan yüzüğü görür. İkiside Sîti ve Zîn’in ne yapmış olduklarını
anlarlar. Sitî ile Zîn dadıları olan Heyzebun’a anlatırlar. Dadıları bir hekim kılığına girerek hasta olan Mem ve Tacdin’in yanına varıp, Sitî
ve Zîn’inde onlar gibi yandığını söyler ve yüzükleri geri ister. Tacdin yüzüğü geri verir. Fakat Mem ‘bununla yaşıyorum’ diyerek yüzüğü vermez.
Mem ile Tacdin kalkıp arkadaşlarına durumu anlatırlar. Bunun üzerine Tacdin için Cizre’nin önde gelenleri Cizre Bey’inden Sitî’yi Tacdine isterlerler.
Bey, Tacdin’e Sitî’yi verir. Böylece yedi gün yedi gece düğün yapılır. Aslen Botanlı olmayıp İran’ın bir köyünden (Merguverli) olan Beko, Bey’in kapıcısıdır.
Tacdin Beko’yu hiç sevmez. Bey’e kaç sefer bu adamın kapıcılığa layık olmadığı söyler fakat bey: ‘değirmenimiz onunla dönüyor. Köpekler de
kapıcıdırlar’ der. Beko, Bey’in Zîn’i Mem’e vermemesi için ‘Efendim, Tacdin kendi tarafından Zîn’i Mem’e vermiş.’ Bunun üzerine kızan Bey,
‘and içerim ki; Zîn’i eş olarak Mem’e vermeyeceğim’ der. Bey’in ava çıktığı bir günde Mem Zîn’i görmek için bahçeye girer. Mem’i gören Zîn birden yıkılıverir
yere. Bu sırada Mem onu görmez gül ve reyhanları seyrederek şöyle der:

‘Ey gul! Eger tu nazenînî, / ‘Ey gül! Gerçi sen de nazeninsin,
Kengê tu ji rengê ruyê Zîn’î / Sen nerde, Zin’in yüzünün rengi nerde?
Ey sınbıl! Eger heyî tu xweş bû, / Ey sünbül! Gerçi senin güzel kokan var,
Reyhan ji te bûyîne sîyehrû, / Reyhan senin için kara yüzlü olmuş.
Hun ne ji mîsalê zilfe yarin / Fakat siz yarimin zülfine benzemezsiniz.
Hun her du fızûl û he zekarın / İkiniz de arsız ve herzecisiniz.
Ey bılbıl! Eger tu ehlê halî / Ey bülbül! Gerçi sen de aşk adamısın,
Perwanyê şem’ê werdê alî, / Kırmızı gül mumunun pervanesisin.
Zîn’a me ji sorgula te geştir / Benim Zîn’im senin kırımızı gülünden daha şendir.
Bext’ê me ji talıê te reştir’ / Benim bahtım da senin talihinden daha karadır.’

Mem bunu söyledikten sonra Zîn’i görür ve oda orada bayılır. Ava giden Bey, avdan dönünce Mem’i bir abaya sarılmış bir şekilde bahçede görür. Mem
‘Beyim, biliyorsunuz ben hastayım canım sıkıldı gezeyim derken sonra kendimi burda buldum’der. Bey’in yanında bulunan Tacdin abanın altında
Zîn’in saçlarını görür, durumu anlayan Tacdin Bey’i ikna ederek divana doğru götürür. Daha sonra eve gidip Sitî ve çocuğunu evden çıkararak,
evi ateşe verir. Böylece Mem ile Zîn’in kurtuluşu için Tacdin evini feda eder. Emsali görünmemiş bir dostluk örneğini sergiler. Beko’nun oyunlarıyla
beyle satranç oynamaya ikna edilen Mem başlangıçta ilk üç oyunu alır. Beko Mem’in iyi oynadığını görünce Mem’in yönünü Zîn’e doğru çevirir. Zîn’i görüp
hayallere dalan Mem, Bey’e yenilir. Sevgilisinin Zîn olduğunu öğrenen bey Mem’in zindana atar. Bir seneye yakın zindanda kalan Mem, Zîn’in hasretine dayanamayıp
ölür. Mem’in cenazesinin kaldırıldığı esnada Tacdin Beko’yu görüp öldürür.

Beko’nun öldüğünü gören Zîn, bakın hakkında ne düşünüyor:

‘Ey şah û wezirê izz-û temkin! / ‘Ey izz ve temkinli şah ve vezir!
Ez hêvî dikim ne kin înadê / Rica ediyorum inatetmeyiniz,
Der heqqê vi menbeê fesadê / Bu fesat kaynağı hakkında.
Lewra ku xwedanê ins û canan / Çünkü insanlar ve cinlerin Allahın,
Wi xaliqe erd û asimanan, / Yer ve göklerin yaratıcısı,
Roja ewî hubbe da hebîban / Sevgiyi, sevgilileri verdiği gün,
Hıngê ewî buxzê da raqiban / O zaman buğzu da rakiblere verdi.
… / …
Em sorgulin, ew jibo me xare / Biz kırmızı gülüz, o bizim için dikendir
Em gencîn û ew jibo me mare / Biz hazineyiz o bizim için yılandır.
Gul hıfz-ı di bin bi nûkê xaran / Güller dikenlerin gagasıyla korunur,
Gencîne xwedan di bin bi maran / Hazinelerde yılanlarla beslenir.
… …
Ger ew ne bûya di nêv me hail / Eğer o olmasaydı aramızda engel,
Işqa me di bû betal û zail’ / Aşkımız da buzulur ve zail olurdu.’

Nasıl ki bir gülü diken, hazineyi de yılan koruyorsa, bizim de bekçimiz (köpeğimiz) Beko olacaktır. Diyen Zîn, Mem’in mezarının
başında devamlı ağlayarak şöyle der:

‘Ey vücudumun ve canımın mülkümün sahibi,
Ben bahçeyim, sen de bahçıvan
Senin bahçen sahipsizdir
Sen olamazsan onlar neye yarar
Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir.
Zülfümü tel tel çekeyim
Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün
En iyi hepsi yerinde kalsın
Hakk’a emanetim teslim ediyim.’

Diyerek yapıştığı Mem’in mezar taşında canını verir. Bey, Zîn’i gömmek için Mem’in mezarını açtırarak Zîn’i sarktığı esnada şöyle seslenir:

‘Memo! Al sana yar! der.

Xanî, bu aşk hikâyesini, Kürt halkı arasında oldukça yaygın olan ve sözlü gelenek yoluyla yüzyıllarca dilden, dile dolaşan ‘Memê Alan Destanı”ından esinlenerek yazmıştır. Mitolojik bir nitelik kazanan
bu destan M.Ö.’den bu yana halk arasında, daha çok ‘dengbêj’ ‘ler tarafından ve özellikle uzun kış gecelerinde ard arda uzayıp giden gecelerde manzum ve bazen de anlatıcı durup mensur (hikaye edici bir dille) a
nlatırdı. Uzun soluklu bu dengbêjleri, halk âdeta büyülenmiş bir şekilde ve kendinden geçercesine saatlerce dinler ve onu takip eden gecelerde hikâyenin
sonunu büyük bir sabırsızlık ve merakla beklerdi. Halkın ilgisini göre anlatıcısı da hikâyenin kısa veya uzunluğunu belirler. Xanî, ‘Mem û Zîn’ ‘ i XVII. Yüzyılın
sonlarında yazmıştır. O dönemde yazılmış olan bütün eserlerde Arapça ve Farsça’nın etkisi altında kalıp bu dillerden kelimeler mevcuttur. (Bu Divan Edebiyatı’nın
da bir özelliğidi.) Bunda dolayıdır ki bu Mem û Zîn’de de bu etkiyi görebilmek mümkündür. Buna rağmen bu eser, Kürt dilinin ve zengin kültürünün ispatıdır. Xanî’nin, ‘Kurmancım, kûh-î kenarî ‘ (Kürdüm, dağlıyım, kenardanım) deyişi,
sanırım birçok sorunun cevabı niteliğindedir. Bu eser, ilk olarak Ahmed Faîk tarafından (1143 hicri-1730 miladî) yılında Azeri Türkçesine çevrilmiştir.
Sırrı Dadaşbilge, 1969 yılında nesre çevirip, beyitlerini sadeleştirmiştir. 42 yaprak 83 sayfadan meydana gelmiş bu çevirinin ilk sayfası zayidir. Faîk,
Ehmedê Xanî’den 35 yıl sonra çeviri yapmıştır. İki ayrı yerden kendisinden bahsetmekte olan Faîk ayrıca gazellerin son beyitlerinde mahlaz kullanmıştır.
İkinci olarak Abdulaziz Halis Çıkıntaş 1906 yılında Türkçeye çevirmiştir. Fakat kitap bir türlü basılamaz. Arapça, Fransızca, Almanca, Rusça başta olmak üzere birçok
dile çevrisi yapılmıştır. 1968 yılında M.Emin Bozarslan tarafından Türkçeye çevirilmiştir. Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliyet gibi Mem û Zîn’de dünyanın ölümsüz edebi eserleri arasında yerini almıştır. Ve yine bu eserlerdeki gibi
Mem û Zîn’de de beşeri aşktan ilahî bir aşka yükseliş vardır. Bu aşk etrafında Xanî, çağın sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde tasvir
etmiş, bölge (Botan bölgesi)’nın törelerini, bayramlarını (Burada Newroz bayra**nın yeri oldukça önemli…), bayramlarla birlikte av partilerini,
kır eğlencelerini kısacası halkın bütün yaşantı tarzlarını görebilmek mümkündür. Aşk unsurunun yanında, dağlardan (Cudi, Tura ‘Tur dağı’), sulardan
(Özellikle Dicle nehrini), ağaçlardan, hayvanlardan, kuşlardan (Bülbülün önemi büyük), bitkilerden (Bülbülle bağlantılı olarak gül’den ), renklerden,
kokulardan sık sık bahsetmekte bunları okuyucunun zihninde canlandırıp adete gözler önüne sermektedir:

MEM BI DÎCLE’RA DI BEYÎVE / MEM’IN DİCLE’YE SESLENİŞİ

‘Ey Şıbhetê eşkê min rewane! / ‘Ey benim gözyaşlarım gibi dökülen nehir!
Be Sebr û Sıkünî aşiqane / Ey âşıklar gibi sabırsız ve sükûnetsiz nehir!
Bê Sebr û Qerar û bê Sıkûnî / Sabırsız, karasız ve sükûnetsizsin,
Yan Şıbhetê min tu ji cinûnî? / Yoksa benim gibi sen de deli misin?
Qet nine jibo tera qerarek / Senin için hiçbir karar kılmak yok,
Xalıb di dilê tedaye yarek.’ / Galiba senin gönlünde de bir yar var.’

Dicle’ye seslenen Mem’in onunda kendisi gibi sabırsız ve sükünetsiz bir âşık olduğunu döktüğü gözyaşlarını da Dicle’nin suyunu benzetmesi, Dicle’yi kendisi gibi deli, aşık görmesi bunların her biri Mem’in kendi vasıflarını Dicle nehrine de yüklemesi ile, böyle bir bağlantı
kurmuştur. Dicle suyu gibi Mem’in dağa ve rüzgara karşı seslenişi;Zîn’in de muma kamlara ve pervaneye seslenişi bunların her biri bahtsız olan Mem ve Zîn’in içinde bulundukları çaresizleği anlatır.

ZÎN BI FINDÊRA DI BEYÎVE / ZÎN MUMA SESLENİYOR

‘Ey henser û hemnişîn û hemraz / ‘Ey sır ve oturma arkadaş, baş arkadaşım!
Herçendi bî sohtinê wekî min / Gerçi yanmak yönünden benim gibi sin sen,
Emma ne bî gotinê wekî min / Fakat konuşmak yönünden benim gibi değilsin.
Ger şibhetê min te jî bî gota / Eğer sen de benim gibi söyleseydin
Dê min bî xwe dil qewî ne sohta.’ / Benim de gönlüm fazla yanmazdı.’

Zîn bir sohbet arkadaşı aramakta ve derdini muma yanmaktadır. Xanî, aynı zamanda hikâyede ateşin önemine, kutsallığı da deyinmiş: Mem, Zîn’le beyin bahçesinde buluşuyorken bey, av partisinden döner beyin döndüğünü gören Tacdin, Mem’i kurtarabilmek için evini ateşe verir. Burada ateş kurtarıcı bir görev almaktıdır. Diyebiliriz ki Xanî, Zedüştlük inancının düalizminden etkilenmiştir. Zerdüşt dininde düalizm (iyi-kötü, aydınlık-karanlık) var. Mem û Zîn’de de ikili sistem esas alınır. ‘Kötünün bilinmediği yerde iyiyi tarif edemezsin. Her şey zıddı ile izah edilir.’ İyiliği ve aydınlığı Mem û Zîn; kötülüğü ve karanlığı ise Beko’ya veren Xanî, aynı zamanda ay ile güneş, ateş ile su, kadın ile erkek, melek ile iblis gibi ikili temaları oldukça işlemiştir. Bununla birlikte dönemin yönetimini elinde tutanları, gericiliği, zalimleri, kötü niyetli kimseleri yermiş, haksız düzene karşı âdeta isyan bayraklarını göklere çekmiştir. Haksızlığa ve feodal düzene karşı cephe alan Xanî, haksızlığa uğrayanların, yoksulların ve çarezilerin yanında yer almış. Kötülüğü, ikiyüzlülüğü fitne ve fesatçılığı yine dalkavukluğu Bekir (Beko)’de; doğruluğu, iyiliği, suçsuzluğu, güzeli ve çaresizliği de Mem ve Zîn’de toplamıştır. Fakat, bu âşkın büyüklüğüne ve ölümsüzlüğüne en büyük katkıyı sağlamış olan Beko’dur. Evet, yaşadıkları sürece kendilerine cefa çektiren onların kavuşamamaları için her türlü fitne ve fesatlığa başvuran Beko, bu aşkın edebîleşmesinde büyük rol oynamıştır. Mem ve Zîn’in ölümünden sonra Bey Beko’nun söylediklerine kulak verdiği için pişmanlık duyar, fakat iş işten geçmiştir. Onlar ebedî mutluluğa erdiler. Aşk Botanda ebedileşti, aşk MEM Û ZÎN’de ölümsüzleşti.

Zinê got: “Lolo! Memo, ez bi heyrana wê bejna mîna tayê rihanê li qelem e ku tu tune tûk gulmit. Ji derdê min re xwes sîfa û xwes merhem e.
Her gav kedera dilê min ê bi kul û bi elem e.
Seba xatirê te, ez cito ranakim serê lêvan e ?
Lê li pas binêre, hemû xeklê bajarê me yê Cizirê li me dikin temasene.
Ebebozên bajarê me Cizîrê, karê wana dek u dibare ne.
Sibe heya êvarê, digerin, dibêm: Xwedêo, tu ji me re bisînî ser û dawane”
Dibên: ” Xwedêo, lê niha vî xortê xerib ji qizên me yên Cizîrê re sorek bikira, yan peya biba li cem wane!”
Berî gistikan xwe hazir kirine, destê waanli ser sûr u silehane.
Ma cavên min rijiyane ku vê carsefê ji ser cavên xwe rakin li cem van qizane?
Welah, welah. ku ez carsefê bilivînim ji ser cavên xwe, bajar giskî dê hilwese van derane,
Wê me her diyan bavên ber deve sûrane
Ma tu berê nizanî ku xelkê Cizirê büne sê bendane?
Wê, li ser me, bi hev kevin, mîna guran li erdê hildin cendekanek.
Xwîna mêran wê bimese li erdê, mîna cemane.
Wê li ser kaniya Qestele bibe sîngîna sûran u tasên mertalane.
Ez nakevime ber rûhê xwe û vê koma meriyane,
Lê xelkê bêje: Heyfa Padisahê Kurdan, Memê Alanê,
Ku gura min kî, serê vî heywanê rihet vegerîne, here ber derê Hesen, Ceko û Qeretacîn, wane.
Ji Xwedê berjêr ewana wê ji derdê min û te re bibînin dermane.
Memî got: Lêlê, Zînê, ez nizanim ku tu ji min re rastî an derewîn i?
Mîna kihêlên tewlan ên sorboz û zengûzêrîn î.
Arekî mezin ketiye hundÎrê min û dûman ji devê min dice, ma tu nabînî?
Tu nabê, ez carê berê xwe bidime Memî û bêjim: Tu dibirîn î !
T u niha bixwazî, dikarÎ vî arê di dil û hinavê min de vemirînî
Vê hêzarê li ser cavên res û belek û eniya gewr hilînî
Ma tu kû da herî ? tu dergistiya min î, her hal tu nikarî vê gustirê ji tiliya min bi derxînî.
Ku tu vê nekî. dikarê min li pês hezar û sed qîzên Cizire vegerînî.
Dinê û alemê bi mêvanê xwe yê sevan, Memê Alan û siwarê Bozê Rewan bikenînî.
Were, guh bide min, carê kucê hêzarê bilivînî,
Cavên rês û belek, eniya gewr ji bin da, ji bo xatirê min bi derxînî.
Werî ser kaniyê, tasa zÎvîn ji ber kemberê da bi derxînî,
ji ava Gulan tijî, bikî, bînî, li ber pêsÎra Bozê Rewan bisekinînîn,
Cavên xwe rakî, li cavên min binhêrî û tasê bi destê rastî hilînî.
Bi destê xwe avê bi ser min vekî û daxwaza min xerîbî bi cîb bînî!
Pê vî arî di hundirê min de bi careke vemirînî.”
Zînê got: Lolo. Memo, dilê min bi kul û bi jan e.
Madem ku tu guh nadî gotinên merÎvane
Ji berê da, xelkê kêmanî xistine dorê me jinane,
Dibêjin: jin parsiya kêm in, û rûresiya dê û bavane”
Were, destê xwe bavêje destê min û min cek ke ser pista Boze Rewane,
Berê, xwe bide welatê xwe, bajarê Mixribiyane,
Bila heywan me her diyan bide, bigihîne xwediyane.
Emê xilas bi û bifilitin ji sor û gotinane.
Nema li ser me dimîne tirsa mêrane.
Ne ji me wê birije xwîna tu kesane.
Gava em bigehin bajarê we, Mihribiyane.
Wê li nava xelkê welatê we bibe sor û gotin û dengiyane,
Xeber bigerin di devê mezin û ***ûkane,
Wê bêjin:”Dibêne, hatiye Memê Alane,
Bi xwe re aniye diyaereke layiqî padisane
Kecek aniye ji welatê Cizîra Botane
Dibên nave vê kecê Zîna Zêdane.”
Wê were Bengîn, birayê te yê canecane.
Li dora min kom bike temamë qîz û bûkên bajarê Mixribiyane.
Giskî bêjin:” Ku qeder bû, bila wa be, bûk û zava pîroz bin ji xwediyane!”

Memî got: “Zalim, li cêkirina bajarê we yê sewitî û li van zikakan û ewcane.
Li van kas û newalên di dorê de, li van col û ciyan û meslewane!
Ku meriv nû hevalê jinan, her gav westê were ber dest û cavan.
Nizanin ku min bicerbînî bi derewane.
Min ji te re digot:” Hele, Kuce hêzar û carikê hilde ji ser eniya gewr û her du cavane,
Were, tasek av bi dest bin de, belkî pê vemire arë di kezeba min û hinavane
Gava Xwedê kire qeder, emê herin, tu yê bibî bûk û ez zavane.”
Zinê got:” Memo dilê min ji kulan bi keser û firqate û wer liyan e !
Yê ku îro bi dest te de hatî serê min, bira neyê serê kesê gawir û misilmane!”
Ne min got:” Em jin, qismê parsiya xwar in, her gav dibin hevda serê peyane,
Serê xwediyê xwe berjêr dikin di nav xelkane.
Madem tu qebul nakî peyiv û gotinane,
Ku tu yê tim bibî sebebê sere me her diyane,
Tu were, ez bi te rûnim li ser kaniya Qestelê, ava Gulane,
Tu jî peya be ji ser pista vî heyvanî û berde nav keskayî û mêrgane.
Were, ez û te va cokên xwe bidine ser hev, têr li hev û din binêrin,
Bila ev hesrata nemîne di dilê me her diyane.
Ez dibêjim:” Belkî va ji te re cêtir e ji vexwarina tasek av ji ser destane.”
Memî got:” Canemergê, dilê min hewa ye!
Va bû saetekê te di serê min de ne hist, bi peyvan û bendan, aqil û sewdaye.
Ev gotina ku tu dibê, em li cem hev rûnin, congan bidine ser congaye
Ev yeka han lit u deran ne layiqê mîr û padisaye”
Zînê got:” Min ji te re ci goti bû? Hele care binhêre li pas xwe, li bajarê Cizîra Botane!
Di nav bajêr de, giregir û axa ne mane.
Hemî rabûne ser banê qers û qonaxan, rûnistine li ser kursiyane.
Tu niha dibê, kaniya Qestelê ji bajêr pir dûr e, kesek nabîne meriyane.
Herhal, niha durbîn dane ber cavane!
Dinhêrine li dorhela kaniya Qestelê û li vî êxliyê qîzikane.
Gava hinke me di vî halî de bibînin, li van derane, ji bona me her diyan sermeke pir giran e.”
Meme got:”Ez Mem in, wergÎ dîn im,
Va ses meh in bi pê vî îsî ketime, text û tacê xwe dihêlînim.
Ma ez nizanim vî canî xwe derbeka din li welê venagerknim.
Zînê bila tu zanî bî ku Hesen, Ceko û Qeretacîn I min re bûne bira, êdî ez xemê li tu kesan nakisînim.
Tu dixwazî ku ez care sure xwe ji kalên bikisînim?
Ehmedê Xanî

Kürt köyünde devrim


Kürt köyünde devrim Dersim~8
Altın Portakallı yazar Evrim Alataş “Her dağın gölgesi Deniz’e düşer” adlı ikinci kitabında Güneydoğu’da bir köyden Türkiye’nin 1968’leri, 1970’leri, 1980’leri, 1990’ları ve 2000’li yıllarını masalsı bir üslupla anlatıyor.

Evrim’in ilk kitabı “Ben Gördüm”den yola çıkarak Kürtçe “Min Dit” adıyla film oldu ve bu yıl Antalya’da en iyi senaryo ödülünü kazandı.

Evrim’in olağanüstü dili, okurken kitap bitecek diye insanı üzüntüye sevkediyor.

Kitap Malatya’nın ücra bir köyünde yaşanan olayları aktarıyor. Ama köy de köy hani…

O köyden kimler geçmemiş ki?

Malatya’nın Akçadağ ilçesine bağlı Gürpınar Köyündeki hikâyeye konu olan iki evden birinin büyük oğlu Teslim Töre, 1968 kuşağının devrimci gençlik önderlerinden… Onun mücadele arkadaşları Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner, Hasan Ataol, Niyazi Yıldızhan, Sefa Asım Yıldız, Ergun Adaklı hepsi kitaba konu olan Gölpınar’a gelip, geçiyorlar.

Evrim, Deniz’in Gölpınar’a gelişini anlatırken okurunu sayfaların arasından alıp göklere uçuruyor. Köye önce martıları getiriyor, ardından da Deniz’i… Martısız deniz olur mu?

STALİN, MALATYA SSK’DA

Köylüler o yıllarda (1970’ler) devrim olacağına o kadar inanıyorlar ki, tarla sürmeyi falan da bir kenara itiyorlar.

Nasıl olsa devrim olacak!??

Köylüler bazen devrimci sloganlarla, kendi gerçek hayatları arasında bağlantı kurmada sorunlar yaşıyorlar. Mesela şu ünlü slogan köylülerin kafasını karıştırıyor:

“Fabrikalar tarlalar her şey emeğin olacak!”

Köylü emeksiz tarlanın tarla olmayacağını iyi bildiği için slogandaki devrimci öze sadık kalarak kendi aralarında şöyle diyebiliyorlar:

-Emeksiz tarla mı olur?

Ancak devrime hazırlık konusunda kendilerini alabildiğine özgür bırakıyorlar. Yeni doğan çocuklara verilecek isimler konusunda radikal davranmaktan da çekinmiyorlar.

Bir köylü altı aylık oğlunu Malatya’ya doktora götürüyor. Muayene bitince reçete için doktor soruyor:

-Çocuğun anı ne?

-Stalin!

-Stalin mi? Alın o zaman Moskova’ya götürün orada baksınlar!

Doktor macerası evde anlatılırken evin büyük annesi Xace tepki gösteriyor:

-Sen ananı yolla Moskova’ya da Stalin’in öpsün onu iyi gelir, diyemedin mi?

DENİZLER, DAĞLAR, GENÇLER

Köyün adı devrimciye çıkınca, jandarma baskınları da doğal bir ziyaret haline geliyor. Cemseler uzaktan göründüğünde köyden götürülecek olanlar birbirleriyle vedalaşmaya başlıyorlar.

Evrim Alataş’ın özel dili mizahı kadar, hüznü de aynı sayfalar içinde harmanlayabiliyor. Bu yüzden bir sayfanın başında gözünüz nemlenmişken, ikinci sayfanın sonuna doğru kendinizi gülerken yakalayabiliyorsunuz.

Denizler yakalanıp idam edildiklerinde, bütün köyde matem ilan ediliyor. Sinanlar köyün üst yanındaki Nurhaklarda vurulduklarında olduğu gibi…

Bu olaylardan sonra çocukların adları ise acıların izleriyle birlikte devrimci gençlerin ölümsüzlüklerini de ilan ediliyor. Anneler çocuklarına şöyle sesleniyorlar:

-Deniiiiz… Yusuuuf… Hüseyiiin… Sinaaaan… Alpaslaaan… Kadiiir…

İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabın son sayfalarını Batman’da çeviriyordum. Artık 2000’li yıllar gelmiş, 1970’lerin bebekleri büyümüşlerdi. Ama onların da gözü dağlardaydı. Evrim Alataş kitabının finalinde, gerillaya katılan bir gencin ruh halini, katılım sürecini, zorlu koşullarını anlatırken, ülke dağdan dönecek olanları bekliyordu.

Türkiye’de gençler ile dağlar arasında kurulan özgürlük bağı, 1968’den 2000’lere kadar hep acılı sonlara sahne oldu.

Haksızlıklara karşı çıkmanın başka yolları olamaz mı? Eğer imkânlar daraltılmazsa, hukuk devleti etkinleşebilirse Türkiye gençlerini dağlarda kaybetmeyebilir.

Evrim Alataş’ın kitabı bu özlemi gerçek zemin üzerinden masalsı bir tat ile anlatıyor.

“Her dağın gölgesi Deniz’e düşer” tam bugünlerin kitabı olma özelliği taşıyor. Barışın kapısı aralanmışken, alıp okuyun, bakıp görün, nasıl oluyormuş:

-Kürt köyünde devrim!

Yazar: Nazım ALPMAN

Kürdistan her geçen gün büyüyor


kurdistanKürdistan her geçen gün büyüyor

İçişleri Bakanlığı nüfus cüzdanına Kürtçe karakterlerle yazılan ‘Hêvî Jiyan’ isminden dolayı inceleme başlatırken, DTP Şanlıurfa Merkez İlçe yöneticilerinden Ahmet Atış’ın geçtiğimiz yıl dünyaya gelen kızına ‘Helin Kürdistan’ adını koyduğu ve bunu da nüfus cüzdanına yazdırdığı ortaya çıktı.

19 aylık olan kızını ve Helin Kürdistan ismini çok sevdiğini söyleyen Ahmet Atış, “Çocuğuma Kürdistan ismini verdik ve kimliğine de yazdırdık. 19 aydır bu isim ülkeyi bölmedi” dedi.

HELİN KÜRDİSTAN ADI NÜFUS CÜZDANINDA

Şanlıurfa’da 4 yıllık evli Ahmet ile Dilek Atış çifti, 2 yaşındaki kızlarının ismini nüfus cüzdanına ‘Helin Kürdistan’ olarak yazdırdı. Kürdistan ismiyle büyüttüğü kızının 19 aylık olduğunu söyleyen baba Ahmet Atış, “19 aydır Türkiye bölünmedi. Biz Türkiye’yi herkesten çok seviyoruz” dedi.

KÜRDİSTAN YUVASI ANLAMINA GELİYOR

Süleymaniye Mahallesi’nde oturan 25 yaşındaki Ahmet ile 23 yaşındaki Dilek Atış çiftinin 4 Şubat 2008 tarihinde kız çocukları dünyaya geldi. Kürt kökenli olan Atış çifti, çocuklarına ‘Helin Kürdistan’ ismini verip daha sonra 6 Şubat 2008 tarihinde Nüfus Müdürlüğü’ne müracaat etti.

DAVA AÇACAĞIM DEDİM YAZDILAR

Türkçe’de karşılığı ‘Kürdistan Yuvası’ anlamına gelen ‘Helin Kürdistan’ isminin nüfus cüzdanına yazılması için gittiği Nüfus Müdürlüğü’nde sıkıntı yaşadığını söyleyen Ahmet Atış, “Kararlı duruşumuz sayesinde kızımızın ismini kimliğe istediğimiz gibi yazdırdık. Müracaatım sırasında, görevliler ‘Bu ismi koymak istiyorsan, adını, soyadını, adresini vermen lazım. Biz de İçişleri Bakanlığına soracağız’ dediler. Ben de gerekli bilgileri verdim ve yetkililere ismin verilmemesi halinde dava açacağımı söyledim. Bunun üzerine Nüfus Müdürlüğü’nde Helin Kürdistan yazılı kızımın kimliği hemen verildi” dedi.

‘KÜRDİSTAN BÜYÜYOR, TÜRKİYE BÖLÜNMÜYOR’

Evde kızlarını ‘Kürdistan’ diye çağıran Atış ailesi, ismin Türkiye’yi bölmediğini söyledi. Kızının ismiyle gurur duyduğunu dile getiren baba Ahmet Atış şunları söyledi:

“Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın ismini araştırdığımda, tarih kitaplarında da Kürdistan isminin kullanıldığını gördüm. Bu ismin bir devlet ismi olmadığını, Kürtlerin yaşadığı bölgenin ismi olarak geçtiğini gördüm. Bundan dolayı kızımın adını Kürdistan koymayı düşündüm. Kızımın ismini kimliğe ‘Helin Kürdistan’ olarak yazdırmak istemem yetkilileri şaşırttı. Bana ilk etapta mümkün olmadığını söylediler ama kararlı duruşum ile bu ismi nüfus cüzdanına yazdırdım. Kızımın adından dolayı hiç bir sıkıntı yaşamadım ve herhangi bir tepkiyle karşılaşmadım. Kızımın ismini duyan herkes ona hediye alarak, onu öpüp seviyor. Helin’in Türkçe anlamı yuva olarak geçiyor. Kızımın isminin Türkçe tam karşılığı Kürdistan’ın yuvasıdır. Türkler nasıl kendi ismini rahat koyabiliyorlarsa, bizimde kendi dilimizi kullanarak çocuklarımıza isim koymamız gayet doğaldır. Kürdistan isminin Türkiye de ilk kez nüfus cüzdanına yazıldığını sanıyorum. Bu ismin bölücü olduğu lanse ediliyor ama böyle bir şey yok. Çocuğumun Kürdistan ismi 19 aydır Türkiye’yi bölmedi. Biz Türkiye’yi, bize bölücü diyenlerden daha fazla seviyoruz.”

Kürt Kadini Rojin’den Türk Köpegi Serdar Turgut’a cevap


Rojin202008[1]Türkiye, demokratik açılım olarak isimlendirilen bir süreçte geleceğini en çok tehdit eden, insanlara en çok acı veren sorunuyla yüzleşiyor ve kalıcı çözüm yolları arıyor.

Bu süreç Türkler açısından da Kürtler açısından da gel gitlerle, tuzaklarla dolu. Yaralar çok derin, kırgınlıklar çok taze, öfkeler çok taşkın.

Ancak umudumuz o ki duygularımızı biraz kontrol edebilirsek, şu geçirdiğimiz çakıl taşlı yolu devrilmeden, savrulmadan, birbirimizi hırpalamadan atlatabilirsek önümüz çok açık.

Aydınlar, yazarlar, entelektüeller, sanatçılar yani toplumun ortalamasından boyu daha uzun olanlar, gözü daha keskin olanlar, tepenin arkasını daha iyi görenler için aydınlıklarını, entelektüelliklerini gösterme günü işte tam da bugündür.

Ne yazıkki; gazete köşelerinin bazı efendileri kalemlerini yaralara tuz basmak, ateşe körükle gitmek, yumrukların biraz daha sıkılmasını sağlamak için oynatıyorlar.

İşte bu yazılardan biri 24 Ekim 2009 Cumartesi günü Akşam Gazetesinde Serdar Turgut tarafından kaleme alınmıştır. ‘PKK Teröristi Olmadığıma Pişmanım’ başlıklı yazıda devletin silah bırakmaları cazip hale getirecek önlemleriyle dalga geçilmekte, sürecin suhuletle aşılması yerine yeni gençlerin ölmesine yol açacak bir uçuruma sürüklenilmesine davetiye çıkarılmaktadır.

Serdar Turgut, bu çirkin amaç için adımı da aynı çirkinlikte kullanmıştır. ‘Dağa kaldırmak’, ‘seks kölesi yapmak’ gibi ağzı salyalı erkek edebiyatının en ucube cümlelerine fütürsuzca kullanmaya cesaret etmesinin nedeni benim Kürt olmam mı hele de kadın olmam mıdır?

Ben sanat hayatımda nereye geldiysem annemin hayır dularından başka kimseden destek almadan ve kimseye taviz vermeden geldim. Şimdi de adımın ve kişiliğimin; onbinlerce satan bir gazetenin tanınmış bir yazarının yazısına malzeme yapmasına asla izin vermeyeceğimi, yasal yolları sonuna kadar kullanacağımı kamuoyuna saygıyla duyururum.

Mizah güldürmeli, iğrendirmemeli.

Namlunun ucuna gul degil gülle koymak isteyen anlayış bölücüdür.

ROJİN

Avrupa Barış Grubu: Çözüme katkı sunmaya hazırız


Avrupa Barış Grubu: Çözüme katkı sunmaya hazırız

barisgrubu_avrupaROJİN FELAT-ANF13:22 / 27 Ekim 2009 BRÜKSEL – Türkiye’ye gidişi hükümet tarafından engellenen Avrupa barış grubu beklenenen basın toplantısının bugün Brüksel’de yaptı. Barış grubu, “Hükümet tarafından tıkatılan sürecin önünü açmaya ve çözüme katkı sağlamaya, bedeli ne olursa olsun hazırız ve hazır olacağız” dedi.

Avrupa barış grubunun 15 üyesi, Belçika’nın başkenti Brüskel’de basın toplantısı düzenledi. Türkiye ve yabancı basının yoğun ilgi gösterdiği basın açıklamasını grubun sözcüleri İsmet Kem ve Vesile Yüksel yaptı.

İŞTE 15 ÜYENİN İSİMLERİ

İsmet Kem, grupta yer alanların 9’unun siyasi ilticası olduğunu, diğer 6’sının ise çeşitli Avrupa ülkelerinin oturumları veya vatandaşlıklarına sahip olduğunu söyledi. Kem, grupta yer alan 15 kişinin isimlerini şöyle sıraladı: Arif DIRIK, Ayten KAPLAN, Baki ULUDAĞ, Halime GÖKÇEN, Hasan AKBABA, Hikmet ÇETİN, Hikmet KARAHAN, İsmet KEM, M.CEVAT Akın, Mahmut EROL, M.Sait YILDIRIM, Muazzez KAYA, Ümmühan SÜRMELİ, Veli TEKİN, Vesile YÜKSEL.

Basın açıklamasını okuyan Kem, kendilerini tanıtırken, “Bizler, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için bu süreçte yaşanan siyasal tıkanıklığın önünü açmak amacıyla, Kürt Halk Önderi sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrı üzerine, Avrupa’dan Türkiye’ye gitme kararını veren ‘barış grubuyuz’. Grubumuz, toplam 15 arkadaştan oluşmaktadır” dedi.

19 Ekim’de Türkiye’ye giriş yapan Kandil ve Maxmur gruplarının karşılanmasına dikkat çeken Avrupa Barış ve Demokratik Çözüm Grubu, halkın taleplerine cevap olmak için kendileri de Öcalan’ın çağrısı üzerine Türkiye’ye giriş yapmayı planladıklarını anlattı. Grup, “Bu konuda tüm hazırlıklarımızı tamamlayarak, gerekli seyahat belgeleri için Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilgili temsilcilikleri nezdinde girişimlerde bulunduk. Bu konuda anlayış ve yaklaşımda, işlemlerin belirlediğimiz tarihte tamamlanması için de, grup olarak son derece kolaylaştırıcı bir tavrın sahibi olduk” dedi.

Açıklamada şunlar ifade edildi: “Ancak kamuoyunun bildiği gibi, başta Başbakan olmak üzere, hükümet ve devlet yetkilileri, hem halkımızın ilk grubu karşılama coşkusuna yanlış yaklaşmış hem de grubumuzun Türkiye’ye gidişini engelleyici açıklamalar yapmıştır. Bu doğrultuda ilgili merciiler de, gerekli seyahat belgelerini bizlere vermemiştir. Bunun üzerine, biz de grup olarak Türkiye’ye gidişimizi, istemediğimiz halde, erteleme kararı aldık.

Çünkü Kürt sorununda barış ve demokratikleşme sürecinin, tüm taraflar açısından büyük bir ciddiyet, sorumluluk ve cesaretle ilerletilebileceğine inanıyoruz. Bu nedenle ilgili tüm çevrelerin, yüksek bir duyarlılık ve özveri ile çaba harcaması zorunluluğu vardır. Oysa Kürt halkının, Önderinin ve özgürlük hareketinin, barış ve demokratik çözümde ne denli kararlı, iyi niyetli ve ısrarlı olduğunu, bir kez daha ortaya koyan barış gruplarına karşı, hükümetin ve devletin mevcut tutumu, süreci tıkatıcı tarzda olmuştur. Barışa, demokratik çözüme dair tüm iyi niyet, güven, kararlılık ve bu yönlü pratik hazırlığımıza rağmen, başta AKP hükümeti olmak üzere devlet, kendi deyimleriyle ‘güven bunalımı’ yaratan, süreci tahrik, tehdit ve sabote eden, taraf olmuştur. Önderliğimizin, hareketimizin ve halkımızın barış ve çözüme dair kararlılığı ve samimiyeti karşısında geri adım atan Hükümet, böylece CHP ve MHP’nin başını çektiği çözümsüzlük politikasına teslim olarak, bu çevreleri cesaretlendirmiştir. Bu koşullarda, Türkiye’ye gidişimizi zorunlu olarak erteleme kararımızın, başta halkımız, ilgili ve duyarlı tüm kesimlerce, anlayışla karşılanacağına olan inancımız tamdır.”

EN KISA ZAMANDA CEVAP OLMAK İSTİYORUZ

Hükümeti tıkanan sürecin önünü açmaya çağıran Barış Grubu, şunları belirtti: “Ancak bununla birlikte yine başta halkımız, ilgili ve duyarlı tüm kesimler bilmelidir ki, barış ve demokratik çözüme olan büyük özlem ve inancımızla, Önderliğimizin çağrısı temelinde, halklarımızın barış umutlarına ve özgürce birlikte yaşama arayışına, en kısa zamanda cevap olmak istiyoruz. Hükümet tarafından tıkatılan sürecin önünü açmaya ve çözüme katkı sağlamaya, bedeli ne olursa olsun hazırız ve hazır olacağız. Bu konuda kendimize olan güven ve azmimiz tamdır. Barışa katkı sunacak olmanın verdiği heyecan ve coşkumuz tüm yoğunluğuyla sürmektedir. Bu çerçevede, önümüzdeki günlerde, Türkiye hükümetinin siyasi, yasal ve hukuki yaklaşımlarına ilişkin yeniden durum değerlendirmesi yaparak, yeniden bir karara ulaşacağız. Yeni kararımızı, basın ve kamuoyuyla da paylaşacağız.”

Tüm iyi niyet, umut ve kararlılıklarına rağmen tek taraflı çabalarla bu girişimlerin sonuç vermeyeceğinin bir kez daha görüldüğüne işaret eden Grup şöyle dedi: “Bu nedenle başta hükümet olmak üzere, Türkiye devletinin ilgili tüm kurumlarından, sorumlu, ciddi, cesur ve iradeli hareket etmesini bekliyor, grubumuzun en kısa sürede gidişini kolaylaştırıcı siyasi, hukuki ve yasal koşulları oluşturmasını talep ediyoruz. Türkiye’de CHP’nin yönetim sultasıyla MHP ve Ergenekon çetesinin barış ve çözüm sürecini olanca güçleriyle süreci tıkamaya; sabote ve saptırmaya çalıştıkları açıktır. AKP hükümeti, savaş ve kandan beklenen bu gerici, çağdışı zihniyetin etkisinde kalıp, geri adım atacağına, daha sorumlu, iradeli ve iddialı bir tutum sergilemelidir. Kürt halkının barış haykırışları ve çözüm arayışları Türkiye halkına en büyük destek ve kardeşlik duygusu olarak algılanmalıdır.

Ayrıca başta medya, aydınlar, sanatçılar, siyasi parti ve sivil toplum örgütleri olmak üzere, Türkiye kamuoyunu, bu barış adımına yönelik kararlılık ve çabamıza gereken anlam ve değeri vererek, başarısı için aktif destek sunmaya ve mücadele etmeye çağırıyoruz.

Bu temelde onurlu bir barış ve demokratik çözüme dair büyük özlem ve inancımızla, Kürdistan ve Türkiye halklarını saygıyla selamlıyor, ilginizden dolayı, siz basın mensuplarına da teşekkür ediyoruz.”

FOTOĞRAFLAR: DURSUN AYDEMİR

ANF NEWS AGENCY

Lost Städte Mesopotamiens


Lost Städte Mesopotamiens

SERDAR EROGLU-ANF09.02 / Oktober 26, 2009 NEWS CENTER – Heute ist die Ruine der syrischen Grenze im Februar-Enlil die antike Stadt bei den Ausgrabungen in einer Tablette der Stadt Akkad Zerstörung gefunden wurde wie folgt beschrieben: “The Sleeping Dam, starb auf dem Dach / home schlafen in einem Grab aus der auch nicht”.

thumb2075War Gastgeber der spektakulärsten Städte der antiken Mesopotamien. Dass dieses Land der Kultur entfalten und die Zunahme von Dutzenden Reich war der Ort der Zerstörung. Keiner von denen, alles war zerstört, diejenigen, die sich haben als die schrecklichen Verwüstungen, Massaker Zugang zu haben.

Städte, die vertraut sind. Nein, die den Verlust der Stadt erleben ist.

“Feuerlöschung der TAC”

Einer der Stadt, diese Stadt von Akkad. Sumerischen Sprache “von der Krone Feuer” Bedeutung der Stadt Akkad in Bagdad 2500lü v. Chr. in einem Gebiet südlich 50 km werden geglaubt, um eingerichtet worden sind. Trotz intensiver Suche in der Stadt noch nicht vollständig bestimmt werden.

Als Folge der Eroberung der König von Akkad Sargon’un Jahrhundert v. Chr., zwischen 24 und 22’inci leben in der Blütezeit des Reiches in den folgenden 100 Jahren zerstört werden, wurden von der Landkarte gelöscht. Geschätzt, dass die Flut Zağroslardan Guti zerstört als das Symbol der kaiserlichen Stadt, die keinen Grund, warum es immer noch eine Frage der Diskussion ist.

Im Norden der Stadt von Akkad in Mesopotamien anderen Ausgrabungen Tel. Leylan’da was Akkad’da, die Tipps gibt. Nach den Historikern, erfolgte die Untersuchung einer großen Dürre in der Region im Jahr 2000 v.Chr. Viele Städte in dieser Zeit, leere Akkad. Grabungen an den Standorten in vielen Tiere starben unter Trockenheit Klimawandel in das Skelett der Zerstörung der Stadt von Akkad gefunden werden können, der wichtigste Grund gewesen ausgerichtet ist.

“Stadt Babylon of Tales”

Eines der sieben Wunder der Welt ist die Heimat der Hängenden Gärten von Babylon der verlorenen Stadt von Mesopotamien. Rückstände innerhalb der Grenzen des Irak heute, in der Nähe von Hilla in Babil goldene Zeitalter des 2300 Jahre v. Chr. gelebt befindet. Der Ursprung der Namen der Götter in der akkadischen Sprache im Sinne der Passage aus dem babylonischen Babilu Worten, trotz der zahlreichen Invasionen und Katastrophen, lebte bis zu BC 141’e.

Erste historische Aufzeichnungen über den König von Babylon Akkad ist in einer Tablette beschreiben Sargon’u entfernt. Diese Tabletten von Babylonien in v. Chr. von Sargon 2 Jahrhundert Herrlichkeit konnte ausgedrückt werden. Einige Forscher bereits in der Tafel des assyrischen Königs Kaiser II. Sargon argumentiert.

Anthropologen I. Nach einer früheren Phase des Babil J Gelb’e mit Sitz in den Osten und nahm den Namen einer Stadt zerstört wurde. Forscher David Reflexion Röhl als der babylonischen Eridu’nun dann zustimmt. Der eigentliche Gründer von Babylon in der Bibel, Nimrod zum Ausdruck kommt.

Babel Unternehmen 20 v. Chr. Der Aufstieg und Niedergang eines Jahrhunderts bis in die Zeit des Lebens. BC 20 Jahrhundert und später babylonischen Hammurabi Amoritler wird durch das Reich besetzt und Kassitler’in CENTRAL.

Nach Ansicht der Wissenschaftler in der ganzen Welt als Babel 1770’ten 1670er Jahren ist die größte Stadt. Während dieser Zeit 200 Tausend Menschen leben in der Mitte von Babylon. Natürlich in diesem Zeitraum an der Gesamtbevölkerung in der Welt, wenn Sie angeben, es ein wenig mehr als 30 Millionen haben, um anzugeben.

Stadt später Assyrer, Keldaniler, Perser, und schließlich der König der Perser im Jahre 331 v. Chr., Alexander der Große Darius gegessen in die Hände übergeben. Handels-und Bildungszentrum in der Zeit von Alexander wieder in die Stadt, wenn eine Großmacht Kriege, die nach dem Tod des Kaisers Stadt begann verwandelt sich in einen Weinstock. Alle Einwohner von Babylon im Jahr 275 v. Chr. Seluçya’ya abgeschoben werden. Im Anschluss an diese Entwicklung auf Ende von Babylon. Allerdings Stadt entladen von großen Massen rund um die Stadt für eine lange Zeit, um ihre religiösen Zeremonien fortzusetzen. Die Stadt in 141 BC, der Region durch die Parthlar besetzt ist völlig zerstört.

ENKİ’NİN STADT: Eridu

Eridu in Mesopotamien ist die älteste Stadt gegründet wurde. Größten der Stadt zigguratlarından sumerische Gott der sumerischen Stadt wird vermutet, dass Enki’nin. Heute sind die Ruinen der Stadt ist in der Nähe des modernen Nasiriye’nin entfernt.

König der sumerischen Tabletten in der ersten Stadt der Welt beschrieben wird, zum Ausdruck gebracht Eridu’nun. Tablet des ersten Verses ist wie folgt

“Königreich der Himmel nach unten / Deutschland gegründet Eridu’da”

Stadt der Wasserressourcen auf der Verfütterung von einem großen Tempel, der von Enki gekennzeichnet ist, die Stadt aus den roten Lehmboden erhalten war aus dem Haus zusammen. Zeitraum der größten Kultureinrichtungen der Stadt-Zentrum, nicht, wie die Strecke ist nicht bekannt.

Nach einer Theorie, mit dem Anstieg des Wasserstandes landwirtschaftliche Felder und Häuser mit Schlamm bedeckt. Tempel blieb in der Stadt und nur Bewohner der Stadt Enki müssen daher zu migrieren. 6. Jahrhundert v. Chr. Tempel, der in der Stadt zerstört wurde.

Einige Historiker Bewohner von Babylon von Eridu gegründet und Ansprüche als Folge dieser Migration. Aber damals gewichteten Meinungen der Bewohner Eridu nach Babylon als eine kleine Stadt in der Richtung, die sie bewegten sich hier und Kulturen befindet.

IREM CITY hohen Säule

Dauer des Koran Fajr beginnt:

“Von den Anfängen der

In den Nächten

Hersteller und einzigen Anbieter wie folgt kombiniert

Wenn fließt in die Nacht

Sie haben daran ist, dass ein Eid, richtig?

Name des Herrn nicht sehen, was Sie zu meinem Volk getan hat?

High-Spalten müssen İrem ”

Nach den Gerüchten über die legendäre Stadt Irem Arabian Nights, Noahs Nachkommen können von der Ad-Nation geschaffen werden. Geschätzte 3 Tausend Jahre v. Chr., wurde in der Stadt festzulegen, bleibt bestehen heute wird geschätzt, dass innerhalb der Grenzen von Oman werden. High-Spalte, die riesigen Palast in der Forschung zu vielen Historikern im Zusammenhang enthält, wurde am Ende der Stadt gefunden wurde am Irem Grundwasser auf den Zusammenbruch der Region, der bestimmt hat, und verloren gegründet.

Werden gedacht, um der Stadt Irem gehören in den Ruinen, den Archäologen in der Region die Aufschlüsselung des 5. Jahrhunderts v. Chr. zu analysieren, zwischen 3 und Erfahrungen zum Ausdruck kommt.

Irem Stadt berühmten britischen Autor T.E. Von Lawrence “Atlantis der Wüste” genannt worden.

Die blühen von ART ORT: Ninive

Einer der größten Zivilisationen in Mesopotamien Ninova’nın in BC mit 2 Tausend Schätzungen zufolge wurden von König Ninos gegründet. In der Nähe von Mossul, die Ruinen der Gründer der Stadt, zum ersten Mal in der Geschichte Ninus’un domestizierte Hunde zur Jagd und Pferde, um den Wagen macht die Person, die glaubt, ausgeführt werden soll.

Sumerischen Gott, im Herzen der Anbetung İştar’a Statue hatte einen großen Ninova’da İştar’ın. Daher die Bedeutung des geistigen und Bildungszentrum der Zeit wurde eine Stadt, der Tempel der Ischtar Mittani Statuen des Königs als ein Geschenk nach dem Pharao Amenhotep’e langsam um ihre Bedeutung zu verlieren.

Doch der König von Akkad Neo II. Die Stadt heute bekannt, auf den Sohn Sanheribs Sargon’un Herrlichkeit 8. Jahrhundert v. Chr. hat gewonnen. 22-Fuß-Säulen und 80 Zimmer gelegt riesigen Palast wurde mit großartigsten Werke Zeitraum von Kunstwerken dekoriert. Palast der das Gewicht des Steinmetz riesigen Statuen reichte von 9 bis 27 ton. Alle Wände waren mit der Gravur verziert.

Während dieser Zeit nur im Inneren der Burg Ninova’da genannt fast 150 Tausend Menschen in dem Gebiet sind Schätzungen zufolge leben. In einem Sinn, auch ein erheblicher Teil dieser Menschen in der Festung der talentiertesten Künstler der Epoche, Stein und Architektur geschützt waren die Herren.

Allerdings war die Zeit kurz und herrlichen Ninova’nın im Jahre 612 v. Chr. von Med-Allianz wurde dem Erdboden gleichgemacht. Jeder in der Stadt getötet wurden.

Um AY Tapan CITY: UR

Sumerische Gott des Mondes ist eine Stadt der Ur Nunna’nın. Wie ein kleiner Campus, die in BC 3 Tausend in der Ur Bereich der Entwicklung des Handels wurde in kurzer Zeit zum Zentrum von Sumer gegründet. Ausgrabungen in den Ruinen von Ur, in der Nähe des Queen heute Nasiriye Puabi, König der Tafel, auf die Existenz von Mekalamdug und Akamdalug’a Zeitraum einflussreichsten König der Stadt ist die Heimat zeigt.

Stadt der Sumerer Gastgeber waren der größte zigguratına.

Nach den 2030 und 1980 v. Chr. sumerischen Stadt Akkad’lara im vergangenen Jahr zwischen den beiden größten Stadt der Welt mit einer Bevölkerung von 65 Tausend Menschen zeigen, wie.

6. Jahrhundert v. Chr. babylonischen König von Ur in den Prozess des Wiederaufbaus Macht Nabukednezzar’ın trotz 5. Jahrhundert v. Chr., hat die Bevölkerung verloren aufgrund der Trockenheit, die von aufgetreten. Nach diesem Prozess, führte die Stadt zwischen dem Sand von Wind, verloren in der Wüste und ging weg.

Nach der Bibel als der Geburtsort des Propheten Abraham von Ur von etwa 100 Jahren die Ausgrabungen auf die Reste von Studien noch nicht abgeschlossen.

Marie: Nordmesopotamien’S GATE

2. Jahrhundert v. Chr. modernen North Mezoptamya’da der Stadt Abu Kamal in der Umgebung 10 Kilometer nördlich der damaligen Zeit war einer der wichtigsten Handelspartner der Stadt. In 2900 v. Chr., der syrischen Stadt Mari Küste mit der Stadt gegründet und dient als Bindeglied zwischen den Städten Sumer wurden.

Mari kurz die Bedeutung des Schutzes der Stadt nach der Mitte des Jahrhunderts v. Chr. 2 von Eblaites Reich zerstört wurde. Dann, der die Kontrolle über die Region Amoritlerin Stadt wird wieder hergestellt erlebt seine Blütezeit wurde im Jahre 1900 v.Chr. King of the erbaut und Zimrilim Amorit und mehr als 300 Räume des Palastes der Zeit war einer der größten Paläste. Laut Gerüchten, besuchte der König von Aleppo Palast des Königs von Ugarit und Yahmad und hatte ihre Bewunderung zum Ausdruck gebracht.

Wiederaufleben der Stadt mit Hammurabi’nin Zeitpunkt endete. Die ganze Stadt brannte in 1759 Hammurabi und die Schätze der Stadt geführt.

Nach dieser Zerstörung der Stadt wurde um ein Dorf gegründet. Diese Dörfer wurden im Laufe des mazedonischen Invasion zerstört.

In Mesopotamien heute noch außerhalb der Reichweite von dem, was wir sagen, wenn auch in einer kleinen Stadt in der Antike gab es Dutzende von bekannten nie. Entsprechend ihrer Herrlichkeit des Goldenen Zeitalter in die Stadt erreichte, zusammen mit der Anzahl Lages, Kish, Nigirsu erstes in den Sinn kommt, wenn man an die verlorenen Städte.

ANF NEWS AGENCY

Hinweis: NEWS: COPY oder Wiederverwendung ist verboten, nach

Sezarın hakkı Sezar’a.. Bazı noktalarda yanıldım..


Sezarın hakkı Sezar’a.. Bazı noktalarda yanıldım..

1Önceki yazımda doğru tesbitler de vardı: Mesela Türkler’in şu anda gerillalara ve miting komitelerine karşı soruşturma başlatmaları, Çelê’de provokasyonlara girişmeleri, Erzincan’da 23 gencin gözaltına alınmaları ve bunlardan 14’ünün zindana gönderilmeleri, gözaltına alınan DTP’li Resul’un şehit edilmesi, İstanbul’da içlerinde Azadîya Welat muhabirinin de bulunduğu 7 kişinin enterne edilmesi, Adana’da Kürt Halkı’nı kriminalize ve tedirgin etmek için yaptığı baskınlar ve yaşanan gözaltılar sadece son günlerde yaşanan saldırganlıklardır. Türk “bağımsız yargısı” tam da bu sırada PKK’yi MİT kurdurdu, Sayın Abdullah Öcalan “Ergenekon örgütü mensubudur” yaygarasını başlattı. Bir kaç gün önce ise Türk Anayasa mahkemesi (siz bunu siyasi partiler kasabı olarak okuyunuz) DTP’nin kapatılması davasını hızlandıran bir süreç başlattı. Cizîrli 18 aylık şehit “Memo” adeta Türkler’in İsrail’e yönelttiği “çocuk kaatili” suçlamasında suç üstü yakalanmaları anlamına gelir. Karşılıklı suçlamalar, biraz değiştirerek duruma uyarlarsak tıpkı eski bir TRT reklamında olduğu gibidir; “yok aslında biribirimizden farkımız, ama biz ‘moğolların torunuyuz’” (bu işi daha iyi biliriz).5

Fakat Sayıları milyona varan muhtelif yerlerdeki direniş düzeyindeki gösteriler beni günlerce uykusuz bıraktı. Büyük coşkunun eşlik ettiği yanılgımı yaşadım.. Orada, kitlenin içinde bir damla olarak bulunamamanın üzüntüsünü yaşadım. Bu yanılgı, bir tutuklanma yaşansaydı veya yaşansa bile ortaya konan büyük direnişi önceden hesaplayamamamdır. Bu direniş olgundu. Bu direniş tavizsizdi. Bu direniş teslimiyetçi tavrın bir kez daha reddi idi. Bu direniş kendi tarzı ile gündem yarattı, gündeme oturdu. Doğduğumdan beri Ulusal Mücadeleyi yaşayan ben, bu yanılgıyı hak etiyordum. KÜRT KİTLESİ VE MİLLETİ BANA BU YANILGIYI YAŞATTIĞI İÇİN SAĞOLSUN!

19O yürüyüşler, o uykusuz geceler, Mahmurda coku eşliğinde yaşanan şehadet tümüyle sessiz bir silkelenme savaşının göstergesi idi. Savaşım içinde yaşanan sessiz bir savaştı bu. Sekiz gerilla ve 26 Mahmur Mukimi Kürt Milleti’ne duygularını ortaya koyma fırsatı vermişti. Sanki tetiğe basılmış, kurşun namluyu terk etmişti. Bu direniş coşkusu, bu bağra basış tarzı, dört çocuk ve otuz yetişkinin şahsında gerillayı, tüm direniş odaklarını, tüm şehitleri, zindanları dolduran tüm kahramanlarımızı, tüm bedel ödeyenleri selamlama tarzıydı.. Habur’dan Amed’e uzanan 500 küsur Km’lik yolu 24 saatte aldıran Kürt Kitlesi, aslında çok saptamaya da cevap vermiş oldu.

Nelerdir bu saptamalar:

Türk Hükümeti; “çözülüyorlar, uyguladığımız geniş bir plan tüm hatları ile işliyor”9

Türk Kürtleri; “dili çok iyi kullanmalı, durumu sertleştirici demeçlerden sakınmalıyız”

Evrensel ve Taraf gibi bazı gazeteler hariç Türk Basını; Teslim olmaya, pişmanlıktan yararlanmaya geldiler”16

Türk “Şehit aileleri” denilen grup; “madalyalarımızı iade edeceğiz”

Şimdi saptamaların tümünün yanlışlığı bir tek hamle ile gösterildi. Türk Hükümeti’nin “PKK ve gerilla çözülüyor” saptamasının bir psikolojik savaş silahı olduğu Kürt Halk Kitleleri tarafından açıkça gösterildi. Halk gerillayı bağrına basarak onunla ayrılmaz bir bütün olduğunu gösterdi. Lideri’ne sahip çıktı. Bölünme görüntüsü yaratmaya çalışanları kıç üstü oturttu. Türk Hükümeti “açılım”ı başka mecralara çekmekten vazgeçmeli, uygarlaşmaya doğru cesur adımlar atmalıdır. Türk Hükümeti’nin, “kişisel haklar” saplantısını terketmesi, Kürtler’e bir halk için gerekli olan ve sadece insan hakları çerçevesinde kabul edeceği İlkokuldan üniversiteye kadar kesintisiz “fakatsız” eğitim hakkını tanıması tek ara çözüm olacak, gerilla böylesi bir durumda siyasal arenaya silahsız olarak dönebilecektir. Benim verilen mektuptan anladığım budur. Türk Hükümeti’nin gaflet uykusundan uyanması için bu uyarı önemlidir.

Türk Hükümeti’ne yakın bazı kaynakların Sri-Lanka’daki ırkçı-faşist rejimin Tamilliler’e karşı yürüttüğü katliamı takip ettiklerini de kulaklarımla duydum. Sakın ola ki bunu akıllarından dahi geçirmesinler. Hatta, sakın ola ki inşa ettikleri “gizli” ve yeni Padabad Paktı’na, yeni Bağdad Paktına veya yeni CENTO’ya güvenmesinmesinler! Kürt böyle bir niyet karşısında gerekeni yapacak, milyon cenazeye de mal olsa bağımsızlığın dışında hiç bir çözümü kabul etmeyecektir.

Türk Kürtleri’nin duruşu ise tam olarak mide bulandırıcı bir cehalet kokuyor. Kitlesel berxwedan’ların başladığı andan itibaren bu unsurlar hep sukunet, hep kısık sesle konuşma, hep efendileri kızdırmamayı tavsiye ediyorlar. Bunlar kazanılan mevzilerin, ki bunların en muhteşemi ulusal birliğin bir yürüyüş tarzı ile kazanıldığını bilmiyorlar. Eğer bu yürüyüş tarzı olmasaydı Kürt Milleti şimdi utanç duvarındaki bir çakıl taşı durumuna düşmüş olacaktı. Barışa doğru giderken başı dik gidilir diyor yeni Kürt. Başka yolu yok! Eğer bu Türk Kürtleri’ne bakarsak, dörde ayrılıp; birinci grup Türk Ordusu’nun kapısında, ikinci grup Türk Başbakanlığın kapısında, üçüncü grup Türk meclisinin kapısında ve dördüncü grup ise Çankaya’da mendil açmalı, buralara girip çıkanlara “Allah rızası için biraz özgürlük” diye dilenmeli, ağa ne verirse onunla yetinmeliyiz.. Bu zihniyet iğrenç değil mi? Ama şunu da unutmamalıyız: Bir Kurtuluş mücadelesi devam ettiği sürece böylesi unsurlar da varolacaktır. Viet Nam’daki “Viet-gih”ler (siz caş diye okuyunuz) buna en tipik örnektir. Bunlar tarihte de aşılmıştı, şimdi de aşılacaktır.. 10

Türk Basını bu yeni süreç boyunca büyük bir şaşkınlık geçiriyor. Önlerine konan psikolojik savaş literatürü işlemez duruma geldikçe onların şaşkınlığı artıyor, “teslim oldular”, “daha arkası gelecek”, “çözülme başladı” gibi terimleri tekrarladıkça daha komik duruma düşüyorlar.. Köşe yazarlarının büyük bir çoğunlu hala eski teraneleri tekrarlıyor, bu yeni ve manifest direniş durumunu izahta oldukça yetersiz kalıyorlar. Bu durumu yaratanın hükümetlerinin basiretsiz politikaları olduğunu tekrarlayıp duruyorlar. Bunların o ufak kafaları cevherin bir kaynağının, Kürd’ün iki asırdır süren bağımsızlık mücadelesinin bir kaynağının olabileceğini anlayamıyorlar. Bu cevher, bir milletin tarih sahnesine çıkma, insanlık camiasında layık olduğu yeri alma mücadelesinin motorudur. Milli gurura, milli kişiliğe, milli benliğe sahip olmanın kaynağı da bu cevherdir. Bundan dolayı barış elçileri gruplarının karşılanması dolayısı ile ortaya konan duruşun kaynağını hükümet politikalarında aramak bilgisizliktir, zorlamadır..

Türk “Şehit Aileleri”nin yaygaralarının, Türk görsel, işitsel, yazılı basını tarafından öne
çıkarılması son günlerdeki en büyük sahtekarlıktır. Dünyada hiç bir işgalci devlette yakınları savaşta ölen kadınlar “niye (mazlumların-NB) köklerini kazımıyorsunuz” diye ortaya çıkmazlar. Dünyada bazı ilkeller hariç, tüm uygarlarda bu tür ölümlere karşı analar, sadece “askerlerimizi geri çekin” diye gösteri yaparlar.. Üstelik şu haksız “şehit” yaftasını da anlamak mümkün değil. Behey adamlar, çocuklarınız nerede ölüyor? Kürdistan’da.. Kürdistan Türkler’in uğrunda “şehit düşeceği” bir alan mıdır? Asla. Neden? Çünkü şehadete ancak (savaş hali için söylüyorum) vatan savunmasında erilir. O halde ne işiniz var Kürdistan’da? İşgali, ilhakı ve inkarı sürdürmek için.. Hiç bir dinin zalimlerin emri ile savaşanları “martyr”, “şehit” ilan etmez. Siz eğer bir hak arayacaksanız, çocuklarınızı savaşa, ölüme süren generallerin, siyasilerin veya bürokratların yakalarına yapışın ve onları Kürdistan’dan çıkmaya zorlayın. Hepsi bu!

2009-10-22

A Sirac Kekuyon

DE Young Living kurdischen Kultur in allen Schweizer Camp Treffen


DE Young Living kurdischen Kultur in allen Schweizer Camp Treffen

3-tägiges Kultur Lager war in der Schweiz statt ..folklor1

Kurden in der Schweiz, um mit ihrer eigenen Kultur mit dem Ziel der Young Bern Region 3 treffen heute Camp statt Folklore. Kurdischen Kultur Studien als bekannte Namen in der Yilmaz eingeladen Beyazgülün Lager Folklore aus verschiedenen Regionen Kurdistans (Amed Wan Varto auf Rih Heavy) Geschichte mit der Erklärung Zahlen gelehrt.

50 Personen nahmen an der allgemeinen kurdischen Kultur und Folklore Lager auch eine der konkrete Schritte des Systems konfederal Jugendräte erhielten Seminare von Studien. Beyazgül: Ver des kapitalistischen Systems in das Seminar zu einer negativen Wirkung auf die jungen Leute versuchten, gleichgestellt werden unter Bezugnahme auf die Bedeutung des Kurt lenkte die Aufmerksamkeit auf eine Kultur der Erhaltung. Jugend-Versammlung wurde in der Schweiz innerhalb der Kultur Lager gehalten endet mit Begeisterung, wenn ein größerer Tragweite fortschrittlicher Verfahren organisiert wird angegeben werden.

Ruken AMED