WAS WURDE FÜR DIE AUFKLÄRUNG GETAN?


Am 28. Dezember 2011 wurden zwischen 21:30 und 22:27 Uhr 34 kurdische Zivilisten im Alter von 12 bis 25 Jahren nahe dem Dorf Roboski (türkisch: Ortasu) im Kreis Uludere, durch ein Bombardement türkischer F 16 Kampfflugzeugen ermordet.

EIN UNFALL?

Den Behörden und dem Militär ist bekannt, dass Dorfbewohner der Grenzregion seit Jahren regelmäßig mit Maultieren die nahe Grenze zum Irak überqueren, um Handel zu treiben. Dies wird weitgehend geduldet, da teils korrupte türkische Polizisten und Soldaten mitverdienten, teils die kurdischen Gebiete im Südosten der Türkei bewusst wirtschaftlich vernachlässigt werden und so den Dörfern an der Grenze keine andere Möglichkeit bleibt, den eigenen Lebensunterhalt zu verdienen. Auch am 28.12.11 war klar, dass unbewaffnete Zivilisten ihrer regulären Route folgten, um in ihr Dorf zurückzukehren. Trotzdem wurde die Gruppe von Kindern und Jugendlichen mit Hilfe US-amerikanischer Aufklärungstechnik aufgespürt und bombardiert. Die Rechtfertigung: das Militär hätte Mitglieder der kurdischen Guerilla angreifen wollen.

roboski-katliami

Nach der Bombardierung hat der türkische Staat zunächst versucht, diesen Vorfall zu verheimlichen. Erst durch die Angehörigen der Opfer sowie kurdische Politikerinnen und alternative Medien erfuhr die Öffentlichkeit von dem Massaker. Erst 12 Stunden später berichteten türkische Mainstream-Medien, die Regierung reagierte erst nach 27 Stunden! Es habe sich um einen Irrtum gehandelt, ein Unfall für den niemand im Militär oder der Regierung die Verantwortung trage; im Grunde sei es die Schuld der Getöteten selbst. Auf den Versuch des Ministerpräsidenten, die Familien der Ermordeten durch lächerliche Geldzahlungen zum Schweigen zu bringen oder die öffentliche Debatte durch Äußerungen über die Kriminalisierung von Schwangerschaftsabbrüchen zu beenden, ließen sich die meisten großen türkischen Medien ein. Eine Aufklärung des Massakers steht bis heute aus. Die Regierung hat jegliche Nachforschungen blockiert und sogar in diesem Jahr die Akte mit einem Bericht „Es war ein Unfall” geschlossen und als „erledigt” abgetan. Eine breite „Plattform für Gerechtigkeit für Roboski” aus über 850 Nichtregierungsorganisationen, Parteien Gewerkschaften und Verbänden der türkischen und kurdischen Zivilgesellschaft hat sich hingegen gegründet und streitet für die Aufklärung des Massakers von Roboski.

WIE IST DER FALL ZU BEWERTEN?

Das Massaker von Roboski ist eindeutig ein Gewaltakt des Staates und ein Verbrechen gegen die Menschlichkeit. Dieser „Unfall” reiht sich allerdings nahtlos in die seit Jahren herrschende Politik des türkischen Staates ein: die Verleugnung des Genozids an den Armenierinnen (1915), die Nicht-Aufarbeitung des Genozids von Dersim (1937/38) oder der Pogrome von Maras (1978) und Sivas (1993) verdeutlicht, wie der türkische Staat mit seiner eigenen Geschichte umgeht. Statt sich der drängenden Fragen der eigenen Vergangenheit zu stellen, lässt der Staat nach wie vor Fragende umbringen (Musa Anter 1992, Hrant Dink 2007) oder ins Gefängnis sperren (bei derzeit etwa knapp 5000 politischen Gefangenen in der Türkei). Insbesondere heute, wo seit Newroz 2013 über die Lösung der seit fast 100 Jahren andauernden kurdischen Frage diskutiert wird, ist eine Aufarbeitung der Massaker des türkischen Staates für einen dauerhaften gesellschaftlichen Frieden notwendig. Die Einrichtung einer Wahrheits- und Gerechtigkeitskommission zur Untersuchung solcher Massaker und Verbrechen, wie sie von der kurdischen Bewegung ebenfalls unterstützt wird, halten wir für zielführend.

Wir, der Verband der Studierenden aus Kurdistan – YXK e.V., verurteilen die menschenverachtende Politik der AKP-Regierung und fordern die Öffentlichkeit auf, das Massaker von Roboski nicht zu vergessen oder ungesühnt zu lassen, sondern die Verantwortlichen zu Rechenschaft zu ziehen. Ohne die Aufklärung des Massakers von Roboski sowie der anderen Massaker in der Geschichte der Türkei, wird es keinen gesellschaftlichen Frieden in der Türkei geben.

Solidaritätskomitee Rojava


Dem Solidaritätskomitee Rojava – Luzern ist es gelungen, Feleknas Uca, jesidische Kurdin und ehemalige deutsche Europaabgeordnete (Die Linke) nach Luzern einzuladen. An einer Podiumsveranstaltung wird sie zusammen mit einem Vertreter der Partei der demokratischen Union (PYD) in Syrien über das alternative Gesellschaftsmodell in Rojava und den Kampf gegen den sog. Islamischen Staat (IS) berichten.

 

In Syrien herrscht ein furchtbarer Bürgerkrieg, über 200‘000 Menschen wurden bisher getötet, Millionen sind geflüchtet. Im Schatten dieses Krieges hat die Bevölkerung im überwiegend kurdischen Norden Syriens (Rojava) selbstverwaltete Strukturen aufgebaut. Die Menschen versuchen, ein alternatives Gesellschaftsmodell jenseits von nationalistischen, religiös-fundamentalistischen und patriarchalen Vorstellungen zu entwickeln. Dieses Projekt ist zurzeit durch die Angriffe des IS ernsthaft bedroht.unnamed

 

An der Podiumsveranstaltung vom 5. Dezember 2014 wird das Modell Rojava beleuchtet und über den Angriff des sog. Islamischen Staats (IS) auf den Kanton Kobane berichtet. Warum wird Rojava so massiv vom IS angegriffen? Wie ist das Verhältnis der Kurden zum syrischen Regime? Wie ist die Unterstützung durch die USA aus der Luft bei der Verteidigung von Kobane zu werten? Diese und weitere Fragen werden diskutiert mit:

FELEKNAS UCA, jesidische Kurdin, ehemalige deutsche Europaabgeordnete (Die Linke)

und einem Vertreter der Partei der demokratischen Union (PYD) in Syrien

Eine kurdisch-deutsche Übersetzung ist gewährleistet.

Enwer Muslim: Buna ‘iftiradır’ demeleri yetmiyor


DAİŞ çeteleri tarafından 29 Kasım’da Türkiye üzerinden Kobanê’ye yönelik olarak bombalı zırhlı araçla gerçekleştirilen saldırının aydınlatılması için inceleme komitesi kurulmasını isteyen Kobanê Kantonu Başbakanı Enwer Muslim, “Bizlerin yanı sıra Türkiye’de bulunan insan hakları kuruluşlarının, siyasi partilerin, bağımsız şahsiyetlerin ve milletvekillerinin içinde bulunduğu bir inceleme komitesinin oluşturulması gerekir. Herkesin bu olayın niye burada olduğunu öğrenmesi gerekir. Kim suçlu, kim sorumlu ortaya çıkarılmalı ve hesap sorulmalı” dedi. Saldırının Türkiye üzerinden yapılmasının büyük bir tehlike olduğuna işaret eden Muslim, “Türk hükümetinin tavrı net olmalı. Buna ‘iftiradır’ demeleri yetmiyor. Ortada görüntüler, fotoğraflar, şahitler ve içerideki cenazeler var. DAİŞ oraya uçaklarla ya da Mürşitpınar Kapısı’ndan gelebilir. Onun dışında başka bir yol yok” diye belirtti.

DAİŞ saldırılarına karşı Kobanê’deki direniş 79 gündür sürüyor. Çatışmaların devam ettiği Kobanê’ye, 29 Kasım’da DAİŞ çeteleri tarafından Türkiye toprakları da kullanılarak kapsamlı bir saldırı gerçekleştirildi. DAİŞ’in Türkiye üzerinden getirdiği bombalı bir araç ise, Mürşitpınar Sınır Kapısı’nın Kobanê girişinde infilak etti. DAİŞ’in saldırıları püskürtülürken, Kobanê Kantonu yönetimi ve Kobanê halkı, Türkiye üzerinden gerçekleştirilen bu saldırıya ilişkin Türkiye’den açıklama bekliyor ve saldırının aydınlatılmasını istiyor. Söz konusu 29 Kasım saldırısının Türkiye toprakları da kullanılarak yapılmasını, bunun amacını ve Kobanê’nin içinde bulunduğu son durumu, Kobanê Kantonu Başbakanı Enwer Müslim’e sorduk.

Herkesin bildiği gibi 15 Eylül’den bu yana Kobanê’ye yönelik başlatılan saldırıların çok ağır saldırılar olduğunu vurgulayan Enwer Muslim, şunları dile getirdi: “Onlarca tank, yüzlerce Hummer araç, yüzlerce top ve binlerce elemanıyla DAİŞ yönünü Kobanê’ye çevirdi. Sadece bir taraftan değil; doğu, batı ve güney cephelerinden Kobanê’ye yönelik bir saldırı başlatıldı. Kobanê’de bir katliam gerçekleştirilmek isteniyordu. Kobanê’de ortaya çıkan ortak yaşam fikri, renklilikleri barındırması, eşitlik ve kardeşlik temelinde oraya çıkan yaşam hedeflendi. Kobanê Suriye’nin başka kentlerine benzemiyordu. Çok sayıda göçmen yönünü buraya çevirmişti, burada bir özsavunma vardı, bir yönetim oluşturulmuştu, halka hizmet veriliyordu. Sonrasında DAİŞ ve destekçileri bunu kabullenmeyerek, yönlerini Kobanê’ye çevirdiler. Ama bunlar başarıya ulaşamadı.”

‘TÜRKİYE TOPRAKLARINI KULLANMASI BÜYÜK TEHLİKE’

Söz konusu ağır saldırılara rağmen dikkat çekici olan şeyin DAİŞ’in 29 Kasım’da Türkiye topraklarından Kobanê girmesi olduğunun altını çizen Muslim, “Bu büyük bir tehlike. Biz bugün yerel bir terörist grupla değil, global bir terör örgütüyle mücadele ediyoruz. Birçok devlet de DAİŞ’e karşı mücadele etme kararı almış. Koalisyon güçleri de hava bombardımanlarını gerçekleştiriyor. Karada ise YPG kendi topraklarını savunuyor. Ama bir aracın Türkiye’den gelerek patlama gerçekleştirmesi ve onlarca silahlı kişinin Türkiye topraklarına, buğday deposuna yerleşerek, Kobanê’ye saldırması büyük bir tehdittir. Bizler, Türk yetkililerden inceleme başlatmalarını istedik ve yine de istiyoruz. Bunun aydınlatılması gerekir. Sorumlu kim? Türkiye topraklarında kendisini patlatan canlı bombaların cenazeleri şimdi de Türkiye topraklarında ve ortada olan bir şeydir. Bunun kamuoyunda aydınlatılması gerekir. Ortadoğu’da yaşayan Kürt, Türk, Arap ve bütün halkların kardeşliğinin yüzlerce yıllık kardeşliğinin bozulmaması için DAİŞ’e fırsat verilmemeli. Türk hükümeti yetkililerinin ve Türk parlamentosunun Kobanê Kantonu’na yapılan bu saldırının üzerinde durması, inceleme başlatması ve kamuoyuna açıklanması gerekir” diye konuştu.

‘BUNA İFTİRA DEMELERİ YETMİYOR’

“Bizim Ortadoğu tasavvurumuz, bölgenin bütün halklarının ve farklılıklarının barış içinde ortak bir yaşam sürmesidir” diyen Muslim, şu değerlendirmede bulundu: “Türkiye’nin topraklarını kullarak Kobanê’ye geçen ve saldıran DAİŞ’in Avrupa, Mısır ve Tunus gibi ülkelerden gelen elemanlarına destek veren kişilerin yargılanmaları gerekiyor. Hesap sorulmalı onlardan. Bundan kısa bir süre önce Türk Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, DAİŞ’in kendilerinin de düşmanı olduğunu söyledi. Zaten Kobanê pratikte DAİŞ’i düşman olarak görüyor ve karşısında duruyor. Bir buçuk yıldır DAİŞ’e karşı savaşıyoruz. Içerisinde geçtiğimiz bu ağır şartlarda bir ortaklaşmanın olması gerekir. Eğer ‘DAİŞ benim de düşmanımdır’ deyip de buna kaşı herhangi bir tavır almıyorsan bu soru işaretlerini barındırır. O zaman herkes, o kadar kameranın, zırhlı aracın ve radarın önünden DAİŞ’in önünde nasıl Türkiye toprakları üzerinde Kobanê’ye saldırdığını sorar. Onun için de Türk hükümetinin tavrı net olmalı. Buna ‘iftiradır’ demeleri yetmiyor. Ortada görüntüler, fotoğraflar, şahitler ve içerideki cenazeler var. DAİŞ oraya uçaklarla ya da Mürşitpınar Kapısı’ndan gelebilir. Onun dışında başka bir yol yok. Onun için de bu işi yapanlardan hesap sorulmalı.”

‘ÖLDÜRMEKTEN VE KATLETMEKTEN BAŞKA KÜLTÜRLERİ YOK’

Koalisyon içerisinde yer alan devletlerin de kendilerinin de ağrısının aynı olduğunu dile getiren Muslim, “Bizim yüzlerce köyümüz talan edildi. İnsanımız katledildi. Yine DAİŞ’in sivillere yönelik gerçekleştirdiği kafa kesmeler, herkese düşman olduğunu defalarca gösterdi. Bundan önce Kanada’da gerçekleşen bir saldırı, Şengal’de yaşanan katliam herkesin malumu. Türkiye de DAİŞ’e karşı oluşturulan koalisyonda yerini alan devletlerden biri. Zaten Türkiye başta kabullendi, sonra ise inkar etti. Türkiye’nin de koalisyonun da bunun üzerinde durması gerekiyor. Eğer Türkiye 40-50 devletin aldığı birlikte hareket etme kararının dışında kalırsa o zaman dışarıda da kalır ve yalnız da kalır. Türkiye yalnızlaşır. Bu da bir tehdittir. Çünkü söylediğimiz gibi DAİŞ sadece Kürt halkının düşmanı değil. Islam’ı da temsil etmiyor. DAİŞ bütün halkların ve inançların düşmanıdır. Çete bir yapıdır, öldürmekten ve katletmekten başka bir kültürleri yok. Bunun için de Türkiye’nin tutumunu gözden geçirmesi gerekir. Ortadoğu’nun barışı ve huzuru için birlikte hareket edelim, diyoruz. Yoksa DAİŞ gittikçe büyür. Bugün Kobanê’de ise yarın Türkiye’de olur. O zaman Türkiye’nin çocukları da DAİŞ tehlikesi ile yüz yüze kalır” diye belirtti.

‘İNCELEME KOMİTESİ OLUŞTURULMALI’

Kobanê Kantonu temsilcileri olarak; Kobanê’ye yönelik DAİŞ saldırılarının küçük bir şey olmadığını söylediklerini ifade eden Muslim, “Bizler üç cephede savaşıyoruz. Son olarak da tek bağlantımız olan kuzey tarafından da böyle bir saldırının olması dikkat çekiyor. Onun için de bizlerin yanı sıra Türkiye’de bulunan insan hakları kuruluşlarının, siyasi partilerin, bağımsız şahsiyetlerin ve milletvekillerinin içinde bulunduğu bir inceleme komitesinin oluşturulması gerekir. Herkesin bu olayın niye burada olduğunu öğrenmesi gerekir. Kim suçlu, kim sorumlu ortaya çıkarılmalı ve hesap sorulmalı o kişilerden” dedi.

‘KOBANÊ ÜZERİNDEKİ TEHDİT DEVAM EDİYOR’

Kobanê’ye saldırının Türkiye üzerinden gerçekleştirilmesinin araştırılmasını isteyen Muslim, “insani yardım koridoru”na ilişkin şunları söyledi: “Kobanê’de binlerce sivil bulunuyor. Herkesin insani bir koridorun açılması için destek vermesi gerekir. Günlük olarak eleman, silah ve tank desteği alan DAİŞ’e karşı mücadele etmemiz için böyle bir şeye ihtiyaç var. Aynı zamanda bir koridorun açılması için için herkesin demokratik baskıyı artırması gerekiyor. Kobanê üzerindeki tehdit devam ediyor. Burada bu kadar sivili savunan ve insanlığı savunanlara da destek verilmesi gerekir. Bu teröre karşı duran gençlerimize silah desteğinin de verilmesi gerekir. Bugüne kadar sadece bir defa Federe Kürdistan’dan koalisyon uçaklarının aracılığıyla destek alabildik. Ondan sonra herhangi bir destek almadık. Kısa bir sürede DAİŞ’i Kobanê’den ve talan ettikleri 400’e yakın köyden çıkarmak için böyle bir desteğe ihtiyacımız var.”

‘DESTEĞİN DEVAM ETMESİ GEREKİR’

Kobanê’ye yönelik desteğin devam etmesi gerektiğini vurgulayan Muslim, şu değerlendirmede bulundu: “DAİŞ buranın sahibi değil. Direnenler buranın sahibidir. Kobanê’ye destek verenler de barış isteyen ve insanlığın bu zulümden kurtarılmasını isteyen kimselerdir. Kuzey, Güney, ve Rojhilat’tan da destek geldi. Diğer yerlerden de destek geldi. Ama bu desteğin devam etmesi gerekir. Kobanê sadece Kürtler için Kobanê değil artık. Burada olan direniş de sadece Kürtler için değil. Birçok kimse Kobanê’ye destek sundu. Artık Kobanê direnişin sembolüdür. Herkesin de bu direnişte payı var. DAİŞ’e karşı çıkan herkesin Kobanê direnişinde payı var. Bizler de buradan herkese geleceğin demokratik Suriyesi’nin zemini olacağımızı söylüyoruz. Bunun Ortadoğu’nun geleceğinin öncüsü/örneği olması için mücadele edeceğiz. Son olarak; başta Kuzey Kürdistan halkımızın ve bütün dünyanın bilmesini isteriz ki; bizler Kürt, Türk, Arap ve bütün halklar kardeşiz. Bizler ne kadar barış içerisinde yaşamayı tercih eder ve istersek; DAİŞ’i de sadece Kobanê’den değil, Ortadoğu’dan atarız. Bu noktada yurtsever ve demokrat olan herkesin teröre karşı direnişe destek vermesini istiyoruz.”

PYD Eşbaşkanı: Bize sadece Güney Kürdistan silah gönderdi


PYD Eşbaşkanı: Bize sadece Güney Kürdistan silah gönderdi3ece8dbb6483af90ad1ff83ec65122d0

PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah, “Birçok yerden silah istedik ancak şimdiye kadar bir tek Güney Kürdistan Hükümeti gönderdi” dedi.

Rûdaw’a konuşan PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah, Kobani’de büyük bir savaşın ve direnişin yaşandığını belirterek, IŞİD’in birçok yerden takviye güç getirttiğine dikkat çekti.

“Acilen bir yardım koridorunun açılmasını ve YPG’ye silah gelmesini istiyoruz. Bu taleplerimiz karşılanırsa Kobani IŞİD’den temizlenir. Kobani üzerindeki çember kırılır. Birçok yerden silah istedik ancak şimdiye kadar bir tek Güney Kürdistan Hükümeti gönderdi. Destek gelmediği ve yardım koridoru açılmadığı müddetçe Kobani üzerindeki tehlike kalkmayacak.”

Peşmerge Güçleri’nin, “Kobani için üzerlerine ne düşerse yapacaklarını” açıklamasını önemli bulduklarını vurgulayan Abdullah, “Peşmerge’nin Kobani’ye gelişi ve silah getirmesi çok önemli oldu. Peşmerge YPG ile birlikte savaşıyor. Ağır silah kullanıyor” diye konuştu.

Kobani’de çok sayıda sivil olduğunu aktaran Abdullah, “Siviller zor durumda. Kobani içinde ve sınırda siviller var. Sınırda bir mayın patlaması sonucu bir sivil yaralandı. Yine birkaç gün önce IŞİD’in attığı ateş sonucu bir sivil sınırda hayatını kaybetti” dedi.

Kader Ortakaya’dan mektup: İnsanlık için savaşmaya gidiyorum


“Değerli ailemB10sOzhCAAAVjY6-300x22510431474_10152831569626737_6943575314872438201_n

Ben Kobanê’deyim. Bu savaş sadece Kobanê’de yaşayan insanların değil,  hepimizin savaşı. Bende çok sevdiğim ailem ve tüm insanlık için bu savaşa katılıyorum. Eğer bu savaşı kendi savaşımız olarak görmezsek, yarın bombalar bizim evimize düştüğünde yalnız kalırız. Bu savaşın kazanılması bu yoksulların ve sömürülenlerin de kazanmasıdır. Ben bu savaşa katılarak aileme ve tüm insanlığa memur olmaktan daha çok fayda sağlayacağıma inanıyorum. Sizi üzdüğüm için bana belki kızacaksınız ama haklı olduğumu er ya da geç anlayacaksınız.

Ben istiyorum ki bütün insanlar özgür ve eşit bir şekilde yaşasın. Hiç kimse bir lokma ekmek, başını sokacak bir ev için ömrü boyunca sömürülmesin. Bunların olabilmesi içinde savaşmak ve mücadele etmek gerekiyor.

Savaş bitince Kobanê kazanılınca geri geleceğim. Geldiğimde arkadaşlarıma güzel davranın. Beni bulmaya çalışmayın. Bu çabanızın sonuç vermesi mümkün değildir. Size bu mektubu yazmamın en önemli sebeplerinden biri de beni arama yollarına düşüp yorulmanızı, yıpranmanızı, istemeyişimdir. Eğer başıma bir şey gelirse mutlaka haberiniz olur zaten.

Döndüğümde hapse girmemi, hapishanede işkence görmemi istemiyorsanız sakın polise ya da devletin her hangi bir kurumuna başvurmayın. Eğer böyle bir şey yaparsanız bundan hem ben hem ailem hem de bütün arkadaşlarım zarar görecektir. Benim Kobanê’ye gittiğimi akrabalarımız dahil kimseye söylemen ki geldiğimde hapse girmeyeyim. Bu notu okuduktan sonra yırtıp atın mutlaka.

Benim için bir şey yapmak isterseniz mücadelemi sahiplenin. Yıllardır devletin bütün yaptığı olumsuzluklara sessiz kaldınız. İnsanların öldürülmesine sokak ortasında gazlanmasına, Roboskî’deki gibi bombalanmasına buna artık yeter deyin. Ben yanınızda olsaydım eylemlere katılmaya ve derneklere gitmeye devam edecektim. Ben gelene kadar mücadelemi size emanet ediyorum.

Başta Annem ve Babam olmak üzere Ada, Deniz, Zelal ve doğacak Mahir’i ve hepinizi kucaklıyorum. Kadri kardeşime özel selamlar. O kendine yakışır gibi davranacaktır.

Hepinizi devrimci duygularımla kucaklıyorum.

Telefon abimin hediyesiydi. İçinde fotoğraflarımız var. Burs kartımı anneme yolluyorum. Ben gelene kadar ilaçlarını alsın.

Hepinizi çok seviyorum.

Şimdilik hoşça kalın.”

Kurden demonstrieren in Luzern gegen IS


Friedliche Demonstration

Die Demonstranten versammelten sich gegen 18 Uhr auf dem Luzerner Kapellplatz. Mit Transparenten wie «Kobani ist unsere Ehre, deshalb sind wir für den Widerstand bereit» oder «IS mordet, die Welt schaut zu» und Sprechchören wie «Stoppt den Terror» protestierten sie gegen den Vormarsch der Dschihadisten in Kobani.

Danach führte der bewilligte Umzug mit Erwachsenen und Kindern unter den Augen zahlreicher Polizisten vom Kapellplatz über die Seebrücke zur Bahnhofstrasse und endete bei der Jesuitenkirche. Die Demonstration blieb friedlich.

Für den Umzug wurden auf der Seebrücke während einer Viertelstunde zwei Fahrspuren gesperrt. Es kam vorübergehend zu Verkehrsbehinderungen im Abendverkehr.

Bewilligte Veranstaltung

Die Kundgebung des Kurdischen Kultur- und Integrationsvereins war von der Stadt Luzern bewilligt worden. Die Organisatoren riefen am Vortag unter anderem auf Twitter zu einer Teilnahme auf.

Seit Wochenbeginn war es wegen der aktuellen Offensive der IS-Terrormiliz gegen die nordsyrische Stadt Kobane in mehreren europäischen Städten zu Demonstrationen gekommen. In der Schweiz fanden Kundgebungen von Kurdenanhängern in Zürich, Basel, Bern und Genf statt. In Biel waren am Donnerstag elf Personen aus Protest in einen Hungerstreik getreten.


İkinci Cilt: Sakine Cansız tarihe ışık tutuyor

Sakine Cansız’ın doğup büyüdüğü Dêrsim’den başlayarak 1996 yılına kadar yaşadıklarını anlattığı ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ adlı kitabının 2. cildi Mezopotamya Yayınevi tarafından basıldı.

Paris’te katledilen Cansız’ın hayatını, devrimciliği ve biraz da PKK tarihinin ilk yıllarını anlattığı kitabının ilk cildi Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de yoğun ilgi gördü. Merakla beklenen, Sakine Cansız’ı unutulmaz efsanevi bir kahraman haline getiren 2. kitap ise cezaevi günlerini anlatıyor. Kendi kaleminden okuduğumuz Sakine Cansız kitabında 1979’da Elazığ’da yakalanışından 1991 yılına kadar süren serüvenini anlatıyor.

Her an’ı her duyguyu en ince ayrıntısına kadar yakalayan Cansız yaşadığı olayları iç diliyle anlatırken hem eleştirel hem tavır koyucu hem de mücadeleci yönünü her fırsatta gösteriyor. Tarihe not düşecek, bugüne kadar bilinmeyen olaylara da kapı aralanan bu ciltte bir zindan direnişçisi, bir kadın, bir PKK’li, bir devrimci, bir Kürt olarak çıkıyor karşımıza Sakine Cansız.

İLK YAKALANMA

Cansız, bu ciltte ilk olarak 1979 Mayıs ayında Elazığ’daki yakalanışını anlatıyor. İhanetin kol gezdiği günlerdi o günler. Henüz PKK direnişçiliğinin ilk tohumlarının ekildiği ancak zirveye ulaşmadığı yıllar. Elazığ’da yakalandığı günlerde Sakine Cansız devrimci direnişçiliği nasıl ele aldığını ve ihanet karşısındaki tavrını şu sözlerle özetliyor: “Devrimci intikamcılık sınıf bilincinin derinliğini gerektirir. Kini, intikamı, öfkeyi, sevgiyi gerçek temeline oturtmayan hiçbir yaklaşım hedefini bulmaz. Anlık, kısa vadeli olur etkileri, sonuç vermez. Bilincini, duygularını, istemlerini idealine bağlamayanın, onun yatağına akıtmayanın cesareti, erdemliliği, güvenilirliği de olmaz.” O dönem Elazığ grubundan çıkan ilk ihanet olarak da adlandırılabilecek Şahin Dönmez’i derinlikli bir şekilde ele alıyor.

Ağır işkencelere maruz kalan Sakine Cansız’ı en çok öfkelendiren işkencenin ağırlığı değil, en yakınındakilerin itirafları, çözülmeleri ve direnmek yerine teslimiyeti seçmiş olmaları oluyor. Tüm bunlara karşı ise tek tercihi ‘direniş’ oluyor: “Coplarla bacaklarıma, bacak aralarıma, bele kadar nereye rast geliyorsa vuruyorlardı. İnsanın beynini uyuşturan acılardı. Ama ne zamanki bizimkiler konuşmaya başladı, çok ezik, çok zorlanarak söylenmiş sözler peşpeşe sıralandı, işte o zaman patladım…Hele işkencehane gibi bir yerde en ufak bir korku, en basit bir çekingenlik, ikircikli ruh hali çok önemli. Onda (Şahin Dönmez) sezdiğim her zayıflık bende güç haline dönüşüyordu. ‘O bunlarla düşmanı sevindirirse, ben de inadına düşmanı çatlatacak şeyler yaparım” diyordum. Hayır, bunları önceden düşünerek, tasarlayarak yapmıyordum, kendiliğinden oluyordu. Onu gördüğüm ilk anda da öyle oldu. Ayaklarımı yere basarken acı duyuyordum. Ama onu öyle şaşkın, öyle zavallı görünce yürüyüşüm değişmişti; daha dik başlı ve canlı yürümüştüm.”

CEZAEVİNDEN KAÇIŞ PLANLARI

Sakine Cansız daha Elazığ’dayken gözaltı ve cezaevinde direnişiyle, yoldaşları üzerindeki moral etkisiyle, sürekli bir iletişim, ilişki içinde olma çabasıyla ve belki de en fazla da bulunduğu mekana sığmaz kişiliğiyle sürekli bir arayış içerisinde oluyor. Kitapta pek de bilinmeyen yeni ayrıntılar var. Örneğin daha Elazığ’dayken kaçma planları yapmaya başlıyor. Ona göre bir devrimci asla ve asla cezaevinde olamaz. O dönem yine PKK kurucularından Kemal Pir’in de cezaevinden firarı Sakine Cansız’da da firar düşüncesini iyice perçinliyor.

PKK henüz o yıllarda grup aşamasından parti aşamasına yeni geçmiş olmasına rağmen Öcalan’a olan inanç ve sarsılmaz bağlılık inanılmaz düzeydeydi. Cansız bunu işkencecilerin karşısında o günlerde şu sözleriyle gösteriyor: ”Sen boşuna inat ediyorsun. Neyi savunuyorsun hala? Örgüt bu kadardı. Bir kaç kişi daha var, onları da yakalarsak tamamdır. Peşlerindeyiz’ dedi bir diğeri. ‘Buradakilerin hepsi de ihanet etse, herkesi yakalasanız, bir tek Apo kalsa yeter!’ deyince bir süre hepsi sustu, garip garip bana baktılar.”

Sakine Cansız günlük olarak kaleme aldığı yazılarında bizleri o yıllara, işkencenin ve direnişin en zirvede olduğu yıllara götürüyor. Her zorluk karşısında direncinin daha da keskinleştiğini görüyoruz Cansız’ın. Dêrsim’in bu asi kızı ilk sürgününü Malatya’ya yaşıyor.

VE CEZAEVİNDEN KAÇIŞ

Özellikle Malatya cezaeviyle başlayan günlerde Cansız kadının içine düşürüldüğü sorunları daha yakından görüp tanıma, sorunlara çözüm olma arayışını geliştiriyor. Farklı farklı nedenlerle hapse düşmüş kadınları anladıkça onlara daha da yakınlaşır ve kadının sorununun bir yerde ortak olduğunu görür. Erkek egemenlikli sistem.. Firar sevdası Malatya’da da peşini bırakmaz Cansız’ın. ve dışarısıyla bağlantısı çok sınırlı olmasına rağmen kendisini örgütler. İlk fırsatta müthiş bir planla soluğu dışarıda alır. Ancak hem dış bağlantıların sağlıklı olmayışı ve arkadaşlarının gelmeyişi hem de alanı tanımayışı firarın erkenden sona ermesine neden olur.

12 Eylül askeri darbesini de cezaevinde karşılar Cansız. Ve 1981’in Mart ayında Malatya’dan PKK’nin kuruluş kongresini yaptıkları Amed’e, bu kez tutsak olarak geri döner.

SAKİNE KAHRAMANLAŞIYOR

Diyarbakır Zindanı Sakine Cansız’ı Sakine Cansız yapan yer olarak tanınır, bilinir. Orda cunta rejiminin en insanlık dışı uygulamalarına maruz kalır. Her türlü işkence karşısında baş eğmeyen duruşuyla başta kadın koğuşunda bulunan yoldaşlarına ve tüm cezaevi yapısına üstün bir moral olur.

Diyarbakır Zindanı’nda Binbaşı Esat Oktay Yıldıran ile ilk karşılaşmasını ise Cansız şöyle anlatıyor:

”Aniden biri yanımızda beliriverdi, nereden gelmişti, rütbesi neydi? O ne biçim adım atıştı, o ne biçim surattı. Kalleş gözlerini kan bürümüştü! Sırıtıyor gibi duruyordu. Dudakları, ağzı işkenceciliğin şekillendirdiği sırıtkanlıktaydı. İnsan gülüşü, insan yüzü, insan bakışı değildi kesinlikle. Bazılarındaki insan siması ilk anda yanıltıcı olabilir. ‘Bu yüz ifadesi altında kişilik nasıl bu kadar işkenceci olabilir’ diyebiliyor insan. Ama hayır, bu yaratık ilk görüntüsüyle kendisini ele veriyordu. Belli ki bu işte yoğrulmuş. Önümde dikilmiş, ilk sorusu “Adın ne?” oluyor. Ben de “Sakine” dedim. “Türk müsün?” dedi, “Hayır, Kürdüm” diye cevap verdim. Şiddetli bir tokat indirdi. Yolculuğun verdiği yorgunluk, o an yaşananlar ve tokat, bir anda gözlerimin önü kararır gibi oldu. Evet, çok iyi anlaşılıyordu. Esat Oktay Yıldıran ile ilk tanışma! Amed zindanıyla ilk tanışma! Düşmanın tokadını yemek herhalde arzulanan bir şey değildi ama arkadaşların acısı biraz olsun hafiflemişti yüreğimde.”

İşkenceci Esat’a karşı direnişi işte bu sözlerle başlamıştı Sakine Cansız’ın. Ve sonraki günlerde cezaevine dayatılan tüm uygulamalara karşı kendi tavrını koymuştu ortaya. Öyle ki birçok koğuşta belirli şeyler kabul edilmiş olsa bile kadınlar koğuşunda direnmeyi bir gelenek haline getirmişti hatta bazen kadınlar koğuşu içinde tek başına direnmek bir ilkeydi onun için. Tüm baskılara rağmen ne direnişten ne de örgütlü yaşamdan tek bir an dahi geri adım atmadı. O sert işkence günlerinde tek amaç örgütlülüğü dağıtmakken Cansız ve arkadaşları tüm olumsuzluklara rağmen örgütlü bir duruş sergilemek için canla başla hem düşmana karşı hem de içe karşı büyük bir mücadele verirler.

Esat’ın kadınlar koğuşuna yaklaşımını ve direnişlerini şu cümlelerle özetliyor Sakine Cansız: “Esat’ın belki de en çok sevindiği an direnişi kadınlarda kırdığı an olmuştu. Onun dışında Esat hep hırçın, öfkeli ve istediğini yapamamanın saldırgan ruh hali içindeydi. Bize yansıyan yüzü böylesine iğrençti. Her koğuşa gelişte “Hayvanoğlu hayvanlar! Bir siz beni kızdırıyorsunuz” derdi. O küfürleri, o söyleyiş tarzı görülmeye değerdi. Düşmanın bu halinin insana ne kadar moral verdiğini şimdi nasıl anlatayım? O küfürler, o kudurganlık kendimize güvenimizi geliştirmeye yol açıyordu. Düşman bu kadar hırçınsa, düşman bu kadar kinliyse o zaman demek ki bizde yaşayan, direnen, ayakta duran yanlar hala vardı ve güçlüydü. Bazı kuralları kabul ettiğimiz halde bunları söylüyorsa, demek ki amacına ulaşmamış düşman. Duvara, parmağıyla sinek ezer gibi yapardı ama sorun Esat’ın dediği gibi, yaptığı gibi değildi, bizler sinek gibi ezilmemiştik. Avucuna sığacak kadar küçülmemiştik. Bunu o da biliyordu.”

Diyarbakır Zindanı’ndaki işkence politikası en ayrıntısına kadar anlatılıyor kitapta. Her an her yerden bağrışmaların eksik olmadığı, işkence altındaki insanların yaşadığı o ağır travmalar, direniş buna karşı teslimiyet ve ihanet. Hedefin tek tip itaat etmiş, teslim olmuş kişilikler yaratmak olduğunu söyleyen Sakine Cansız, Diyarbakır Zindanı’nı en sade tanımıyla Nazi Almanya’sı kamplarına benzetiyor.

TARİHE IŞIK TUTAN BİR KİTAP

PKK’nin kurucu kadroları olan Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Dörtler ve diğer tutsakların yaşamları, duruşları, direnişlerine götürüyor bizi kitap. İlk ölüm orucunun başlatıldığı eylemin de canlı tanığıdır Sakine Cansız. O günkü duygularını, ilk olarak karşıladıklarını an be an yazıyor kitabında.  Adeta okuyucuyu o günlere, 1980’li yılların Diyarbakır Zindanı’na götürüyor okuyucuyu. O kahramanlaşan, destanlaşan direniş hikayeleri, bugüne kadar birçok şekilde anlatılmıştı. Fakat ilk kez Diyarbakır Zindanı bir kadının dilinden hem de Diyarbakır Zindanı’nda direnerek efsaneleşmiş bir kadının, bir PKK militanının Sakine Cansız’ın dilinden anlatılıyor. Çağdaş Kürt tarihine yaşamıyla damgasını vurmuş olan Sakine Cansız Amed’den sonra Amasya ve Çanakkale’ye sürgün ediliyor. Gittiği her yeri bir direniş mekanına çeviren, bulunduğu her yeri adeta bir devrim sahasına çeviren özelliğiyle örgüt yaratan bir kadının inanılmaz yaşamını bulacaksınız Hep Kavgaydı Yaşamım kitabında.