Bu kalp seni unuturmu,berzanim nasilsin


Dizideki ceza evi sahnesi tamamen gercek yasanmis bir öykü.Kamber ates nasilsin öyküsünü okuyanlar bilir.12 Eylül fasist cuntasinin Türkce konus cok konus uygulamalarini anlatiyor.Türkce bilmeyen bir kürt anasinin Ceza evinde kalan ogluyla Türkce konusma mecburiyetinden ancak iki kelime türkce ögrenmesi.Kmber Ates nasilsin,yada dizideki gibi Berzanim nasilsin

Demokratie im Mittleren Osten! Frieden in Kurdistan! Freiheit für Öcalan!


Demokratie im Mittleren Osten! Frieden in Kurdistan! Freiheit für Öcalan!

Die KurdInnen werden noch im 21. Jahrhundert unterdrückt und ihre existenziellen Rechte werden vollkommen verleugnet und verboten. Die Friedensbemühungen des kurdischen Volkes werden ständig von der Türkei, Syrien, Iran und dem Irak ständig zunichte gemacht. Auf jede Friedensbemühung wird mit einer völkerrechtswidrigen Handlung reagiert. Es hat sich ausnahmsweise einmal, in der von zahlreichen Kriegen verstörten Welt, eine reale Möglichkeit, die als »Kurdenkonflikt« bezeichnete Auseinandersetzung dauerhaft zu beenden, ergeben. Die kurdischen Friedensgruppen, die aus Mahmur (Irak) und Kandil (Irak) die Türkei gesendeten wurden, sollten als Friedensbotschafter fungieren. Damit hat das kurdische Volk ihren langjährigen Friedenswunsch nochmals der Welt und insb. der Türkei präsentiert.
Auf diesen Friedenswunsch wurden wie folgt reagiert:
Die Situation in der Türkei:
Trotz der gesendeten Friedensgruppen haben die Regierung in Ankara, publizistische Stimmen und selbst das Militär in der Türkei sich gegen diese Friedensbotschafter gestellt, indem sie keine konkrete Stellung hierzu genommen haben. Weiterhin hat die Regierung wie bisher die Kurdenfrage ignoriert und verleugnet und eine ablehnende Haltung eingenommen. Diese war deutlich an der Sitzung im türkischen Parlament zu erkennen. Die kurdische Frage wurde ständig vertagt und faschistische Parteien wie die MHP und CHP haben eine offensichtliche Angriffsposition eingenommen. Ziel dieser Handlung ist, diese Friedensbemühungen zunichte zu machen.
Die Situation in Iran:
Der völkerrechtliche Verstoß als Reaktion auf die Friedensbemühungen wurde in ganz brutaler Weise deutlich gemacht.
In letzter Zeit werden immer mehr KurdenInnen im Iran aus einer Willkürlichkeit ständig hingereicht. Als aktuelles Beispiel ist der Kurde Ehsan (Esma’il) Fattahian zu nennen, der am 11. November 2009 hingerichtet wurde, obwohl er zunächst zu einer 10jährigen Haftstrafe verurteilt wurde. Grund dieser Verhaftung war es, ein Kurde zu sein und der Grund für die plötzliche Hinrichtung ist bis heute noch ungeklärt.
Die Situation in Syrien:
Seit dem 30. Oktober 2009 befinden sich 300 kurdische politische Gefangene im Adra Gefängnis von Damaskus, Syrien, in einem Hungerstreik.
Der Protest richtet sich gegen willkürliche Inhaftierungen, Folter und Isolationshaft. Der Hungerstreik wird sich so lange fortsetzen, bis sich die Forderungen der Gefangenen: Ein fairer Prozess, Besuchserlaubnis für Verwandte in den Gefängnissen, Kontakt zu anderen Gefangenen sowie Zugang zu Radio, Fernsehen und Zeitungen erfüllt werden.
Haftbedingungen von Abdullah Öcalan müssen verbessert werden!
Seit der völkerrechtswidrigen Verschleppung von Herrn Abdullah Öcalan am 15. Februar 1999 in die Türkei, befindet sich Herr Abdullah Öcalan auf der Gefängnisinsel Imrali. Durch die schweren Isolationshaftbedingungen ist sein Gesundheitszustand stark angegriffen.
Die Verbesserung der Haftbedingungen von Abdullah Öcalan wäre ein glaubhafter Schritt in diese Richtung. Die Haftbedingungen von Herrn Öcalan wurden letzte Woche angeblich verbessert. Herr Öcalan wurde in eine andere Gefängnisanstalt in Imrali versetzt und es kamen noch weitere Gefangene nach Imrali. Doch die jetzige Gefängnisanstalt ist im Vergleich zu der vorherigen viel schlimmer. Seine Zelle ist viel kleiner, es gibt keine Besuchsräumlichkeiten für Anwälte und auch keine Ausgangsmöglichkeit.
Mit diesem Schritt hat die türkische Regierung wieder mal bewiesen, dass sie in Sachen Kurdenproblematik nie einen Frieden und Demokratisierung anstreben, sondern nur mit falschen Tatsachen die Öffentlichkeit beeindrucken möchte.
Wir missbilligen die 86ige antidemokratische und faschistische Politik der Türkei, Iran, Irak und Syrien, v.a. missbilligen wir die passive Haltung der europäischen Länder, insb. Deutschland, die sich in diesem Geschehen nur als Zuschauer beteiligen.
Wir rufen die europäischen Länder, demokratische Vereinigungen, Menschenrechtsvereine, MenschenrechtlerInnen und alle humanistisch Denkende dazu auf eine aktive Haltung in der Kurdenfrage einzunehmen, denn nicht nur die Vernichtungspolitik der o.g. Diktaturstaaten stellt eine Menschrechtsverletzung dar, sondern auch das Schweigen in solch einer brutalen Situation.
Der Kurdische Kampf für Demokratie und Freiheit wird weiter geführt werden, solange keine demokratische Lösung in der Kurdenfrage erstellt wird.

Onurun ve Sevdanın adı, yaşayan ve yaşatan efsane PKK



Rotînda Yetkîner
Yaşama birdaha gelsem yada böyle bir şansım daha olsa, her türlü zorluk ve her türden baskı, acıya rağmen yine Kürdistan’lı ve yine o dağları kutsayan kadim cennet halkının bir bireyi olmak isterim. Çünkü benim halkım hiç bir katliamda rol almamış, hiç bir komşusuna zulüm etmemiş, hiç bir coğrafyayı talan etmemiş.

Dokuz yaşıma kadar tanıdığım tek insan grubu Kürtlerdi ve ben dünyanın en güzel köşesi olarak tanıdım doğduğum toprakları. Kasabamız o kadar muhteşem bir doğa ile nakış nakış işlenmişti ki; orda yaşadığım her an ama her an hala tüm detaylarıyla belleğimde. Annem Kürtleri kastederek derdi ki, “xwede hemu xweşikiya daye me, le hemu neyare nebaş jı daya der u dora me” bunu o yaşlarda çok anlamasamda, ailede siyasi tutuklu olarak 1970’de işkencede ölen ilk amca oğludan sonra, küçük yaşta annemin söylemini acı olayların habercisi biçiminde yorumlayabiliyordum.

Yıllar sonra zorunlu öğrendiğim Türkçe ile artık kitaplar okuyor ve dünyayı kendimce yorumluyordum. O sıra ailede sık sık acılı söylenen bir cümle beni adeta çılgınca bir araştırma, sorgulama içine itiyordu.

– “ bu çocuklarımız bu diyari Romda kaybolup gidecekler” annem bazen gözyaşı dökerek derdi. Babamsa öfkeyle. Nedenini sorduğumda, “Allah’ın işi” deyip geçiştiriyorlardı.

Kürtler, yaban ellerin kentlerine mecburi veya çaresiz yerlerini, yurtlarını bırakarak göçleri adeta bir kadermiş gibi algıladıkları ve akın akın cennet Kürdistan topraklarını terkederek, Türkiye ve Avrupa şehirlerine göç etmesiyle, ailemin sık sık duygulanarak vurguladığı gerçeği daha iyi kavrıyordum.

Bir halk, kadim ve sevda dolu bir halk.

Doğaya tutkuyla bağlı, saygılı ve humanist bir halk

İnsanı yeryüzünün et kutsal olgusu belleyen, seven ve yaşama hep dört elle sarılmasını bilen bir halk.

Tarihin başlangıcından beri Mezopotamya Aryen diyarında yaşayan, yaşama ilkleri sunan bir halk.

Hiç bir komşusuna zulum etmeyen, barışçıl yaşamı parola edinen bir halk, yeryüzünde silinmek isteniyordu.

Sen yoksun, sen asla varolmadın, sen aslında Türksün, Arapsın, Acemsin denildi bu halka

Sen ancak kendini inkar ettiğin sürece yaşam sansı bulabilirsin denildi bu halka.

Akılalmaz işkenceler, zulum, katliam her gün yaşamını bir kesiti oldu bu kadim halk kendi kimliğine sarılınca.

Zilan’da, Koçgiri’de, Dersim’de, Agiri’de, Amed’de, Halepçe ve Şengal’da bu halk akıl almaz, insanlığa sığmaz bir hunharlıkla katledildi. Tek suçu Kürt olmalarıydı.

Bu halk tarihin bir dönüm noktasına gelmişti; ya bitecekti tıpkı bitirilen yüzlerce kadim halklar gibi, yada direnecekti.

Direnmek için öncü, cesaret, akıl gerekliydi.

Kürtler 1920’li yıllardan sonra yaşadıkları katliam ve baskılar nedeniyle adeta şoka girmiş, korku ve baskı karakolları beyinlerinin içine yerleşmişti.

1970’li yıllardan sonra, Türkleşmek, Araplaşmak, Acemleşmek, yani başkalaşmak, devşirmeleşmek Kürtlere tek kurtuluş gibi sunuldu ve Kürtler bu kulvarda son hızla ilerliyordu.

Tarih utanıyor ve çığlık çığlığa bağırıyordu!..

Yaşam durmuş, Kürdistan baştan başa kan ağlıyarak inim, inim inliyordu….

Çocuklar ölü doğuyor ve kimliksiz büyüyorlardı…

Böyle bir tufan tüm Kürdistanı sarmalamışken, kendilerine APOCULAR denilen bir grup genç sahneye çıkarak, bir fırtına başlattılar…

Kimsenin rüyasında dahi göremediği, hayalini dahi kuramadığı inanılmaz yol ve yöntemlerle, Mazlum ve Hayri’ler direniş başlattı.

Egitler dağlarda efsane yaratıyordu ve APO artık bir felsefe, bir yeni yaşam, onurlu direnişin, güzel yaşamın simgesiydi…

PKK; bu kutsal ve tılsımlı üç harf, tarihin akışını değiştirdi, yeryüzünün en kadim halklarından olan Kürtler, onunla yepyeni ve onurlu bir yaşama başlıyordu.

PKK bugun milyonların, 40 milyon Kürdün soyadı, özü, yaşam felsefesi ve var olmanın tek gerekçesidir…

Küserse de, kaçsada, hatta ihanet etsede, her Kürt için PKK onurlu yaşamın tek adresidir…

İyik doğdun ve iyiki varoldun, yoksa bu yeryüzünün en barışçıl ve en humanist halkı yok olacaktı.

Her onurlu Kürde, Reber APO ya, yaşamı kendinde kutsallaştıran gerillalarımıza, kahraman halkımıza ve ilerici insanlığa PKK kuruluş yıldönümü kutlu olsun.

Bijî mirovahî

Bijî reber APO

Bijî PKK e

Bijî Kurd û Kurdîstan

‘PKK 31 yılda büyük başarılara imza attı’


BEHDİNAN – PKK’nin 31. kuruluş yıldönümünü Kürdistan halkı ve tüm insanlığa kutlayan PKK Parti Meclisi, PKK’nin 31 yılda büyük başarılara imza attığını vurguladı.

PKK Parti Meclisi, 31. Kuruluş yıldönümünde yayınladığı kutlama mesajında, PKK’nin Kürdistan halkını ayağa kaldırma olan ilk amacına ulaştığını ve bugün Kürt halkının özgürlük mücadelesi veren örnek bir halk haline geldiğini kaydetti.

PKK Parti Meclisi şunları belirtti: “PKK’nin 31. Kuruluş yıldönümünde yaratılan bütün değerlerin gerçek yaratıcısı şehitlerimizi minnetle anıyor, fedailiğin sembolü gazilerimizin özlemlerini gerçekleştirme sözünü bir daha veriyoruz. PKK’ye Önderlik ve kuruculuk yaparak bu 31 yılda büyük başarılar elde edilmesini sağlayan Önder Apo’nun da kuruluş gününü kutluyor, minnetle ve saygıyla selamlıyoruz.

31 YILDA BÜYÜK BAŞARILARA İMZA ATI

PKK onlarca yıldır karşılaştığı ağır baskılara, her türlü komplolara ve tasfiye saldırılarına karşı halklarımızın demokrasi ve özgürlük umudu olmaya devam ediyor. PKK, Kürdistan halkının inkar ve imha sistemi altında yok oluşa sürüklendiği bir süreçte tarih sahnesine çıkmıştır. Sömürgeci güçlerin Kürdistan’ı mezara gömdüklerini düşündükleri bir zamanda var olma mücadelesini başlatmıştır.

PKK’nin ilk amacı, ölümünü bir kader gibi bekleyen Kürdistan halkını ayağa kaldırmaktı. PKK bu en büyük amacına ulaşmıştır. Bugün Kürt halkı özgürlük ve demokratik yaşamı için mücadele veren örnek bir halk haline gelmiştir. PKK, bu 31 yılda özgücüne ve Kürdistan halkının tarih içinde oluşmuş güzel değerlerine dayanarak hiçbir örgütün ulaşmadığı başarılar elde etmiştir. Önder Apo’nun öncülüğü, şehitlerimizin ve gazilerimizin fedaice mücadelesiyle Kürdistan’da köklü bir demokratik devrim gerçekleştirilmiştir.

PKK, bu 31 yılda siyasal başarılardan daha fazla, sosyal ve kültürel alanda büyük başarılara imza atmıştır. Kürdistan’da dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar demokratik değerlerin geliştiği bir ulusal ve toplumsal değişim yaşanmaktadır. Bugün Kürtler Ortadoğu’da demokratik ulusal değerler, demokratik siyaset ve sosyal devrim düzeyi ile en gelişkin halktır.

21. YÜZYIL KÜRTLERİN YÜZYILI OLACAK

Hala kapitalist sistemin ve sömürgeci güçlerin ağır saldırılarına maruz kalsa da 21. yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacaktır. Kürtler Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlüklerin şekillendirdiği yeni toplumsal yaşamın öncülük edecektir. Kendi yaşamında somutlaştırdığı demokrasi ve özgürlük değerleriyle Ortadoğu halklarının demokratik birliğinin yıkılmaz köprüsü olacaktır. Kürdistan halkı bu öncülüğü de Önder Apo’nun felsefi, ahlaki, ideolojik, teorik ve siyasal yol göstericiliğinde gerçekleştirmektedir.

PKK, bu 31 yıl içinde her zaman kendini yenileyerek, değişim ve dönüşüme uğratarak mücadelesini yenilmez kılmıştır. PKK, Önder Apo öncülüğünde kendisini sürekli yenileyerek her gücü de değişime zorlamakta ve her türlü gerici direnişi kırmaktadır. Bugün Türkiye başta olmak üzere tüm bölge ülkelerinin değişim sancısı yaşaması, PKK’nin sürekli kendini yenileyerek mücadelesini yükseltme gerçekliğinin sonucudur.”

Yiğit Kürdistan Halkı Ve Tüm Ortadoğu Halkları;

Kürdistan halk ve tüm Ortadoğu halklarına seslenen PKK Parti Meclisi şunları ifade etti: “Önder Apo’nun düşünsel Önderliğinde mayalanan Ortadoğu coğrafyası, demokrasi ve özgürlükler konusunda tüm dünya halklarının çekim merkezi olacaktır. İnsanlığın ilk büyük toplumsal devrimi gerçekleştirdiği ve uygarlığın da ilk ortaya çıktığı bu coğrafya, tarihine yakışır bir biçimde yine insanlığa öncülük yapacaktır.

Bu öncülüğün gerçekleşmesinde Önder Apo’nun düşünceleri ve Kürt halkının demokratik mücadele gücü belirleyici olacaktır. Kürt halkının 31 yılda kazandığı bütün değerler ve özellikler bu öncülüğü yapacak düzeydedir. Böyle bir tarihsel rolü ve sorumluluğu olan PKK, en yakın hedeflerinden biri olan 20. Yüzyılın başlarında kurulmuş inkar ve imha siyasetini de önemli oranda geriletmiştir. Her ne kadar AKP hükümeti eliyle inkar ve imha siyaseti başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkelerinde restore edilmek istense de bu politikanın Kürdistan üzerinde yürütülme imkanı ve şansı kalmamıştır. Özgürlüğü ve demokratik yaşamını elde etmede kararlı olan Kürt halkı, AKP’nin bu politikalarını Türkiye’de ve tüm bölge ülkelerinde yenilgiye uğratacaktır.

YURTSEVERLİK ÖLÇÜLERİ YENİLMEZ KILINDI

PKK öncülüğündeki Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin tasfiye edilmesi kolay değildir. PKK’nin yürüttüğü özgürlük ve demokrasi mücadelesinde sonucu belirleyen güçler ne kapitalist sistemdir ne de sömürgeci güçlerdir. Bu mücadelede inisiyatifi elinde tutan ve sonucu belirleyen PKK’nin değerleri, ölçüleri ve bunların halkta somutlaşmasıdır.

PKK öncülüğü var olduğu müddetçe, PKK yönetim ve kadro ölçüleri Önder Apo çizgisinde pratikleştiği sürece sömürgeci güçlerin Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesini yenme şansı yoktur. Eğer PKK’nin öncülük ettiği mücadele yenilmiyor ve Kürt halkı bütün bastırma operasyonlarına rağmen ayaktaysa, bunları sağlatan PKK’nin mücadele eden kadrolarında ve halkta somutlaştırdığı ölçülerdir. Bu ölçülerle yürüttüğü mücadeleyle Kürdistan’daki yurtseverlik ölçüleri yenilmez kılınmıştır.

Bugün Kürt halkı sorumluluk düzeyi yüksek, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, Önderliğine ve partisine bağlı bir halktır. Bugün mücadele eden ve demokratik kurumlaşmasıyla demokratik irade haline gelen bu halk gerçekliği, PKK’nin somutlaşmış halidir. Halkımız bu gerçekliği “PKK halktır halk burada” ifadesiyle dile getirmektedir.

PKK’nin başarılı mücadele gerçeği en başta da Önderlik gerçeğidir. Özgürlüğüne ve demokratik yaşamına aşık halk gerçekliği, Önder Apo gerçekliğidir. Önder Apo yenilmezliğin sihrini PKK ve Kürt halkının eline vermiştir. Önder Apo, Kürtlerin ve Ortadoğu halklarının tarihselliğini güncelleştirerek, günümüzü tarihselleştirerek yenilmezliğin temellerini güçlü bir biçimde atmıştır. Bu yenilmezliğini kadın özgürlük ideolojisi ve özgür yaşam çizgisiyle mayalamıştır. Kadın özgürlük mücadelesiyle özgürlüğün ve demokrasinin tüm gücünü açığa çıkarmış ve toplumun ruhu haline getirmiştir.

Önder Apo bugün yalnız Kürt halkının değil, tüm Ortadoğu haklarının da gerçek lideridir. Bugün Ortadoğu tarihini ve gerçeğini temsil eden tek lider Önder Apo’dur. Başta Kürt halkı olmak üzere, Ortadoğu halkları Önder Apo’yla muhteşem tarihlerini yeninden canlandırmaktadır. Kürt halkı kendini demokratikleştirdikçe Ortadoğu haklarını da demokratikleştiriyor. Kürt halkı kendini özgürleştirdikçe Ortadoğu halklarını da özgürleştiriyor. Bugün Ortadoğu’nun demokrasi ve özgürlük denklemi böyle kurulmuştur. Kürt halkının demokrasi ve özgürlüğü Ortadoğu’yu demokratikleştirmenin ve özgürleştirmenin şifresidir.”

CİDDİ TEHLİKELER

PKK Parti Meclisi’nin açıklamasında devamla şu ifadeler yer aldı: “Bugün dünya ve bölge gericiliği, halkların umudu olan PKK’yi tasfiye edip özgürlüğüne aşık Kürt halkının mücadelesini bastırmak istemektedir. PKK şahsında Kürt halkının var olma mücadelesinin ezilmesi hedeflenmektedir. Kuşkusuz PKK ve Kürt halk gerçeği şahsında boğulmak istenen Ortadoğu halkı ve insanlık gerçeğidir.

İnsanlığın var oluş biçimi olan toplumsallığın yaratıldığı bu coğrafyada Kürt halkına yönelik saldırı, insanlığın kök değerlerine ve geleceğine yönelik saldırıdır. Kapitalist sistem, bölge gericiliği ve sömürgeci güçler, Kürtler şahsında direnenin kendilerini yok edecek değerler olduğunu görüyorlar. Bu nedenle Kürtlerin Apocu çizgide yarattığı özgürlük ve demokrasi değerleri karşısında hem komplekse kapılıyorlar hem de korkuyorlar.

Özgürlük ve demokrasi mücadelemiz bir yandan daha büyük başarılar elde etme yolundayken, diğer yandan ciddi tehlikelerle karşı karşıyadır. Uluslar arası komplocu güçler, PKK’nin daha büyük başarılar elde etmesinin önüne geçmek için yeni tasfiye planlarını devreye koymuşlardır.

Önümüzdeki dönemde bu tasfiye saldırılarıyla halkımızın özgürlük direnişi arasında kıyasıya bir mücadele sürecektir. Sömürgeci güçlerin saldırısında somutlaşan bu tasfiye planı da püskürtüldüğünde Kürdistan ve Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi şafağı atacaktır. Halkların gözü bu özgürlük ve demokrasi şafağıyla kamaşacaktır. Bugünlere ulaşmak kesinlikle PKK öncülüğünde yürümekle ve KCK sistemi etrafında toplanmakla sağlanacaktır.

Önder Apo ve PKK etrafında toplanan ve mücadeleye atılan Kürdistan halkını hiçbir zaman yanıltmamıştır. PKK zaten halkın umudunu gerçekleştirme sözüdür. Hiçbir zaman da halkın bu umudunu boşa çıkarmayacaktır. Halkımız 32. Mücadele yılında da demokratik örgütlülüğünü geliştirmeli ve buna dayanarak mücadeleyi yükseltmelidir. Kadınlar ve gençler başta olmak üzere tüm halkımız ayağa kalkmalı ve serhıldanları süreklileştirmelidir.

Gençler tasfiye ve imha saldırılarına gerillaya katılarak cevap vermelidir. Halkımızın ve insanlığın umudu olan özgürlük gerillasının yenilmeyeceği herkese gösterilmelidir.”

PKK ŞAHSINDA HALKLARIN ÖZGÜRLÜK UMUDU KAZANACAK

PKK şahsında ezilmek istenen sadece Kürtler değildir. Halklarımızın özgürlük umudu ve öz savunma gücü kırılarak baskıcı ve sömürücü güçler karşısında çaresiz bırakılmak istenmektedir. PKK’nin tasfiyesi ve Kürt halkının Özgürlük Mücadelesinin ezilmesi en başta da Türkiye, İran, Suriye ve Irak gericiliğinin kendini yeniden hakim kılması olacaktır. PKK şahsında kazanan ise halkların özgürlük ve demokrasi umudu olacaktır.

Ya bölgedeki baskıcı ve sömürücü iktidar güçlerinin dayanakları zayıflayarak halkların zamanı başlayacak ya da halkların özgürlük ve demokrasi umudu başka bir zamana kalacaktır. Önümüzdeki aylar ve yıllar böyle tarih değiştirecek ve yeni bir toplumsal gelecek ortaya çıkaracak gelişmelere tanık olacaktır.

Geleceğin halklarımızın beklentileriyle taçlandırılması için PKK’nin öncülük ettiği özgür ve demokratik yaşam mücadelesine destek verilmelidir. Kürt halkıyla yan yana demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkelerinde yükseltilmelidir.

Önder Apo’nun yeni paradigmasıyla zihniyet devrimi yapan PKK, bugün her zamankinden daha fazla güçlüdür. Mücadele gücü ve azmi her zamankinden daha fazladır. PKK şehitlerine ve söz verdiği halkına bağlılık temelinde, Önder Apo’nun yol göstericiliğinde 32. Yılı da mutlaka başarı yılı haline getirecektir. Önder Apo’nun yarattığı zihniyet devrimi ve gösterdiği tarihsel direniş, Kürt halkını PKK öncülüğünde mutlaka özgür ve demokratik yaşama kavuşturacaktır.”

ANF NEWS AGENCY

CHP Bindigi Dali Kesti


Dersim’de, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in Dersim İsyanı ile ilgili konuşmasına tepki gösteren CHP’li 3 ilçe belediye başkanı ve 400’e yakın CHP üyesi, istifa etti. Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, ‘1937-38 yılları ve sonrasında Dersim’de kadın, erkek ve çocuklardan oluşan onbinlerce masum insanın öldürülmesini meşrulaştırmaya çalışan bir anlayış ile aynı çizgide olmamız imkansız olduğu için, mensubu bulunduğumuz CHP’nden istifa ediyoruz’ dedi.

‘CHP anlayışı ile olmamız mümkün değil’

Dersim’de, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in Dersim İsyanı ile ilgili konuşmasına tepki gösteren CHP’li 3 ilçe belediye başkanı ve 400’e yakın CHP üyesi, istifa etti. Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, ‘1937-38 yılları ve sonrasında Dersim’de kadın, erkek ve çocuklardan oluşan onbinlerce masum insanın öldürülmesini meşrulaştırmaya çalışan bir anlayış ile aynı çizgide olmamız imkansız olduğu için, mensubu bulunduğumuz CHP’nden istifa ediyoruz’ dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in Meclis’te Dersim ile ilgili yaptığı konuşmaya tepkiler devam ederken, CHP’nin tavır almaması üzerine partiden istifalar arttı. Dersim’de aralarında Pülümür Belediye Başkanı Mesut Coşkun, Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, seçimleri bağımsız kazanan ve CHP’ye geçen Nazimiye İlçesi Belediye Başkanı Cafer Kırmızıçiçek, 22. Dönem CHP Dersim Milletvekili Hasan Güyüldar, Pülümür İl Genel Meclis üyesi İsmail Hakkı Şahin, CHP İl Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Bozkurt, CHP İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Doğan Benli, Dersim Sanayi ve Ticaret Odası Disiplin Kurulu Başkanı Ali Güyüldar, Dersim Spor Başkanı Yaşar Moğultay, CHP Eski İlçe Başkanı Davut Yıldırım, Dersim Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Hasan Kuru,Dersim Ticaret ve Sanayi Odası Eski Başkanı Ali Asker Güler ve CHP Pülümür İlçe Başkanı Hasan Hayri Kesik’in yanı sıra 400’e yakın CHP’li, partisinden istifa etti.

CHP’liler istifalarını Yeraltı Çarşısı üzerinde bir basın açıklamasıyla duyurdu. Açıklamaya CHP’lilerin istifasına destek amaçlı DTP yöneticileri ve EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel de katıldı. Burada istifa eden CHP’liler adına açıklama yapan Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, ‘Onbinlerce insanın öldürüldüğü ve insanların başka bölgelere gönderildiği Dersim halkının yarası, mensubu bulunduğumuz CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in 10 Kasım tarihinde Meclis’teki ‘Demokratik Açılım’ ön görüşmeleri sırasında yaptığı konuşma ile kanamıştır’ dedi.

‘Meşrulaştırmaya çalışıyorlar’

Sarıgül, Dersimliler olarak 1937-38 olaylarının acısını yüreklerine zincirlediklerini ‘demokratik açılım’ adına Meclis’te ‘Şeyh Sait isyanı Dersim İsyanı böyle mi bastırıldı’ sözlerini sarf eden Öymen’in bu tavrının sorunları çözme değil, şiddet yönteminin anlayışı olduğunu ortaya koyduğuna dikkat çekti. Sarıgül, Dersim halkının tüm baskılara rağmen zulmün önünde boyun eğmediğini, ölümlere, sürgünlere, açlıklara göğüs gererek soysuzlaşmayı kabul etmediğini, tarih boyunca insanlık onurunun birinci değer olduğunu savunan bir halk olduğunu belirtti. Sarıgül, ‘Bu anlayışa sahip, bu sözleri sarf edenden hesap soramayan bir anlayışın içinde bir Dersimli olarak yer almamız ve üyeliğimizi devam ettirmemiz kendi halkımıza karşı bizler adına utanç verici olacaktır. 1937-38 yılları ve sonrasında Dersimde kadın erkek ve çocuklardan oluşana onbinlerce masum insanın öldürülmesini meşrulaştırmaya çalışan bir anlayış ile aynı çizgide olmamız imkansız olduğu için mensubu bulunduğumuz CHP’nden istifa ediyoruz’ şeklinde konuştu.

Sarıgül’ün konuşması sık sık ‘Dersim onurdur onuruna sahip çık’ sloganıyla kesilirken, EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel ise, ‘Türkiye’nin tarihi, yaşamsal, demokratik sorunlarının bütün çarşıcılığıyla konuşulduğu bir dönemdeyiz. 86 yıllık Cumhuriyet rejimi sorgulanmakta, devletin ne kadar laik, ne kadar demokratik olduğu tartışılmaktadır’ dedi.

DİHA

Dersimliler CHP’yi bıraktı

Türk Hava Kuvvetleri’nin staj alanı: Kürt isyanları


“Hükümetin Kürt Açılımı’na tepkiler sürüyor. Ben de Kürt Meselesi’nin tarihini yazmaya devam ediyorum. 24/25 Eylül 2009 gecesi ATV’de yayınlanan Siyaset Meydanı programında, Türk Hava Kuvvetleri’nin 1930’daki Ağrı Kürt İsyanı’nın bastırılmasında önemli rolü olduğunu söylediğimde, salondaki üniversite öğrencilerinden biri, o günlerde Türk Hava Kuvvetleri’nin uçak sayısının çok az olduğunu, mevcut uçakların ‘pırpır’ tabir edilebilecek nitelikte uçaklar olduğunu, hele bombardıman yapma kabiliyetlerinin olmadığını söyleyerek, beni yalanmaya çalışmıştı. Aslında söylemek istediğim, Türk Hava Kuvvetleri’nin (ve genel olarak TSK’nin) kendi halkına karşı harekâtlarının adeta bir çeşit ‘staj’ işlevi gördüğüydü. Ancak o gece, esas tartışma konusundan uzaklaşmamak için, o tarihte Türk Hava Kuvvetleri’nin yaklaşık 300 uçağa sahip olduğunu, Ağrı’daki harekâtlara yaklaşık 60 uçağın katıldığını söylemekle yetinmiştim. Tartışmayı sürdürmeyişim, Ekşisözlük gibi sitelerde eleştiri konusu olmuştu. Bu hafta, o hafta söyleyemediklerimi anlatmak istiyorum.”

***

Osmanlı Dönemi’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne kalan uçak sayısının 100 civarında olduğu sanılıyor. Bunların ne kadarının kullanılabilir olduğu bilinmiyor ama 1925 yılında, Mardin, Erzurum ve Diyarbakır havaalanlarında yaklaşık 50 kadar askeri uçak bulunuyordu. 13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said İsyanı’nı bastırmak için, THK’nın uçakları da seferber edilmişti. Bu müdahalede kaç uçak kullanıldığına dair Türk arşiv belgelerine ulaşmak, malum nedenlerle henüz mümkün değil, ancak Robert W. Olson’un incelediği 27 Nisan 1925 tarihli bir İngiliz istihbarat belgesine göre, Mardin’de bulunan yedi veya sekiz uçaklık filodan sadece iki uçak çalışır durumdaydı. Fransızların 1921’de geri çekilirken bıraktıkları dört uçakla birlikte Mardin’de müdahaleye hazır sadece dört uçak vardı. Yakıtları trenle İstanbul’dan getirilen bu uçaklar günde iki kez uçuyor ve isyan bölgesini bombalıyorlar; olası bir sabotajdan korunmak için de Mardin’e gece dönüyorlardı. Aynı rapora göre, pilotlardan üçü daha önce Almanlarca eğitilmiş Osmanlı ordusundan gelen asker, diğer üçü ise sivil pilotlardı.

Britanya ile işbirliği

Türk Hava Kuvvetleri’nin isyanı bastırmakta yetersiz olduğunun açıkça görülmesi üzerine Ankara Hükümeti bu konuda adım atması gerektiğini anlamıştı. Bu iş için seçilen ortak çok ilginçti. 5 Haziran 1925 tarihinde Britanya İmparatorluğu ve Türkiye arasında imzalanan bir antlaşma uyarınca, İstanbul’daki İngiliz Askerî Ataşesi Binbaşı R. E. Harene ile İtalyan Ataşesi Deniz Yarbayı Neyroni’den oluşan bir ekip Türk Hava Kuvvetleri’ni yetkinleştirmek için bir dizi rapor hazırlamışlardı. (Resmî tarihe göre Şeyh Said İsyanı’nın arkasında Britanya’nın olduğu söylendiği halde, Türkiye’nin isyan sürerken, Türk Hava Kuvvetleri’ni geliştirmek için Britanya ile askerî işbirliği yapmasının ne anlama geldiğinin yorumunu okurlara bırakıyorum.)

Söz konusu rapora göre 1926 sonu itibariyle Türk Hava Kuvvetleri’nin elinde 153 savaş uçağı vardı. Bunlardan 87’si (20 Bréguet, 10 Junkers, 30 Caudron, 17 Savois markalı) 1925 yılında satın alınmıştı. Ayrıca Osmanlı’dan kalma faal 10 savaş uçağı vardı. Geri kalan uçaklar kullanıma uygun değildi.

Türk Hava Kuvvetleri’nin uçakları ilk olarak 1927 yılı sonbaharında, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdürrahim’in güçlerine karşı kullanıldı. Bir Fransız istihbarat raporuna göre, Palu ve Malatya’dan kalkan uçaklarla, Diyarbakır’a götürülmek üzere 25 Ekim 1927’de trenlerle Mardin’e getirilen beş uçak isyancıları bombalamıştı. Rapora göre, bölgede 24 uçak müdahaleye hazır bekliyordu.

Çelik kartallar Ağrı’da

Türk Hava Kuvvetleri uçakları esas olarak 1927-1930 arasında birkaç fasılada gerçekleşen Ağrı Kürt İsyanı sırasında kullanıldı. Bu dönemde kullanılan uçak sayısı konusunda resmî bilgi yok. Ancak 27 Ocak 1928 tarihli bir Fransız istihbarat raporuna göre, o sırada Türk Hava Kuvvetleri’nin elinde 200 kadar uçak vardı. (Örneğin 1928’te 45 adet Bréguet 19.7.A2 alınmıştı.) Robert Olson’a göre bu sayı 1930 sonlarında 300’e ulaşmış, bunlardan 60 kadarı Ağrı’da kullanılmıştı. Araştırmacı Emin Karaca’ya göre ise Ağrı’da kullanılan uçak sayısı 80 civarındaydı.

Ağrı’daki Kürt kuvvetlerinin kumandanı İhsan Nuri Bey’in hatıralarında bu uçakların nasıl moral bozduğunu okuyabiliriz. İhsan Nuri’ye göre 1927 yılı sonbaharında İran sınırından iki kilometre içerde olan Kürdova köyüne yapılan bombardımanı diğerleri izlemiş, 1930 sonbaharına kadar onlarca köy ve mezra imha edilmiş, yüzlerce Kürt öldürülmüştü.

Düşürülen uçaklar

Bu uçakların Türk tarafına verdiği güven ve gururu ise Temmuz-Ekim 1930 arasındaki Oramar Harekâtı sırasında gazetelerde çıkan haberlerde okuyoruz. Örneğin 13 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki habere göre “10-15 tayyareden mürekkep muhtelif filolar, ağır bombalar ile hücum etmişler, büyük telefat veren şakileri şaşkın ve yılgın bir hale getirmişlerdir.” Muhabir Yusuf Mazhar Bey, 16 temmuzdaki haberinde şöyle devam eder: “Ben böyle zabitlere malik olduğum için bahtiyarım. Arkadaşlarım asiler üzerine öyle kahramanca ve müthiş akınlar yaptılar ki bu ateşli harekâtı tasvir edebilmek bile pek güçtü. Şakilerin üzerine dört beş metreye kadar inerek onları mitralyöz ateşleri içinde mahvettiler.” Yazara göre, ‘çelik kartallarımız’ın yaptığı ‘bilafasıla’ (aralıksız) bombardıman sonucu (uçaklar yangın bombaları da atıyordu) Kürt isyancılar tamamen ezilmişti. Zilan Deresi, ağzına kadar ceset dolmuştu. Zilan’da imha edilenlerin sayısı 15 bin kadardı. Harekât sırasında sekiz uçak düşürülmüş ve isyancıların eline sağ geçen iki pilotun gözleri oyulmuş, burunları kesilmiş, sonra da öldürülmüşlerdi. Kürt kaynaklarına göreyse düşürülen uçak sayısı 12’ydi ve pilotların öldürülmesinden onlar da söz ediyordu.

Ebabil Kuşları

Cumhuriyet’in 23 temmuz tarihli sayısında uçaklar, ‘Ebabil Kuşları gibi’ Kürtlere saldırıyordu. (Ebabil Kuşları, 570 veya 571 yılında Mekke’ye saldıran Yemen Valisi Ebrehe’nin ordusunu yok eden efsanevi kuşlardı.) Aynı günlerde gazetelerde bölgede 60 uçağın kalkış ve inişine elverişli bir havaalanı inşa edildiği haberleri çıktı. Bu haberle birlikte Türkiye ile İran savaşın eşiğine gelmişlerdi. Sonuçta, İran’ın desteği sağlandı, karacısıyla, havacısıyla Türk ordusu, Kürt isyancıları ‘yendi’.

Dersim’de bir Atatürk kızı: Sabiha Gökçen

1937-1938’deki iki aşamalı Dersim Harekâtı’na Diyarbakır’dan havalanan, 16 ila18 adet Bréuget markalı uçak katılmıştı. (1934’te hizmete girenlerle sayıları 70’e ulaşan Bréguetler 1938’den itibaren Vulteeler ile değiştirileceklerdi.)Harekâta katılanlardan biri, ‘Türkiye’nin ilk kadın pilotu’, ‘ilk askerî kadın pilotu’, ‘savaşa katılan ilk kadın pilotu’ unvanlı Sabiha Gökçen’di. Bu konuda kapsamlı bir makale yazan Ayşe Gül Altınay’ın (ki Gökçen’le ilgili bilgileri, kaynakçada künyesini verdiğim bu makaleden derledim) Sabiha Gökçen’in hatıratından aktardığına göre, 1913’te Bursa’da doğan, anne babasını küçük yaşta kaybeden ve ağabeyi ile yaşayan küçük Sabiha’nın hayatı, 1925’te Mustafa Kemal’in Bursa’yı ziyareti sırasında kökünden değişmişti. Koruma duvarını bir şekilde aşarak, okuma isteğini kendisine ileten Sabiha’nın azminden çok etkilenen Mustafa Kemal, ağabeyinden izin alarak Sabiha’yı evlat edinmişti. Bir süre Arnavutköy Kız Koleji’nde, bir süre Üsküdar Kız Lisesi’nde okuyan Sabiha, sağlığı elvermediği için eğitimine ara vermiş, Heybeliada’da ve Viyana’da bir süre tedavi gördükten sonra Paris’e gitmiş; ancak hem memleket, hem de Paşa’nın hasretine dayanamayarak, tedavisi biter bitmez Türkiye’ye dönmüştü.

Soyadını Atatürk veriyor

1934’te Soyadı Kanunu çıkınca, Mustafa Kemal kendisine Gökçen soyadını vermişti. Belki de bu soyadının etkisiyle, o güne kadar havacılıkla hiç ilgilenmezken, Mayıs 1935’te yeni kurulan Türk Kuşu’nun açılış töreninde Rus öğretmenlerin planörleriyle yaptıkları gösterilerden çok etkilenmiş ve kendisinin de denemek istediğini söylemişti. Atatürk’ün bu isteğe yanıtı şöyle olmuştu: “Cesaretini beğendim (…) Gökçen soyadına havacılık çok yakışır doğrusu.”

Paraşütle başlayıp uçaklarla havacılığa devam edecek olan Sabiha Gökçen için artık ‘istikbal göklerde’ idi. Birkaç ay içinde Türk Kuşu’ndaki eğitimini tamamlayan Gökçen, yedi erkek öğrenciyle birlikte Rusya’ya planör öğretmenliği eğitimi almaya gönderildi. Odessa’da planör öğretmenliği diploması alan Gökçen, Ankara’ya dönüşünde Eskişehir Askerî Tayyare Okulu’ndan getirilen motorlu bir uçakla eğitimine devam etti. Motorlu uçakla ilk kez tek başına uçuşundan sonra Atatürk kendisiyle ilgili planlarını şöyle açıkladı: “Teşekkür ederim Gökçen (…) Beni çok mutlu ettin. Şimdi artık senin için planladığım şeyi açıklayabilirim (…) Belki de dünyada ilk askerî kadın pilot olacaksın. Bir Türk kızının dünyadaki ilk askerî kadın pilot olması ne iftihar edici bir olaydır tahmin ediyorsun değil mi? Şimdi derhal harekete geçerek seni Eskişehir Askerî Tayyare Okulu’na göndereceğim. Orada özel bir eğitim göreceksin.”

Dersim gönüllüsü

Bu eğitim gerçekten özel bir eğitimdi, çünkü okuldaki tek kadın Sabiha Gökçen’di. Ona eşlik eden ilkokul öğretmeni Nüveyre (Uyguç) Hanım’la birlikte Eskişehir’de iki yıl eğitim gören Sabiha Gökçen, hatıratına bakılırsa, Atatürk’ü bizzat ikna ederek, kendi isteğiyle 1937’de Dersim Harekâtı’na katıldı.

1937 yılı ilkbaharında bir ay boyunca “bir gün rasıt (gözleyici) bir gün pilot olarak” çok sayıda uçuş yapan Gökçen, anılarında Dersim Harekâtı’nın nedenleri ve sonuçları üzerinde durmaz. O, bu harekâta ülkesinin kendisine “verdiği görevi yerine getirmek” üzere katılmıştır. Havanın kötü olduğu bir gün kalktıkları havaalanını bulamama riskiyle karşı karşıya kaldıklarında ise Atatürk’e verdiği sözü hatırlar: “Paraşütle atlamak zorunda kalsalar bile ölmeyi göze almak durumundadır. Yakalanma halinde, ‘namusunu korumak üzere’ Atatürk’ün kendisine verdiği silah hep yanındadır.

Dersim Harekâtı sonrası Sabiha Gökçen bir ulusal kahramandır. Onu ilk kutlayanlar Başbakan İsmet İnönü ve Cumhurbaşkanı Atatürk’tür. Atatürk “Seninle iftihar ediyorum Gökçen! Yalnız ben değil, bu olayı çok yakından izleyen bütün bir Türk ulusu iftihar ediyor… Genç kızlarımızın neler yapabileceklerini bir kez daha bütün dünyaya ispat ettiğin için övünsen yeridir… Biz asker bir ulusuz. Yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine asker yaratılmış bir ulusuz… Ancak bizim askerlik anlayışımız asla emperyalist düşüncenin yarattığı bir anlayış değildir… Barış amacı ile asker olan bir ulusun dünyadaki yeri barış bayrağının yanıdır” demişti.

Anlamlı suskunluk

Sabiha Gökçen’e 28 Mayıs 1937 tarihinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere üç yüzden fazla davetlinin katıldığı bir törenle Türk Hava Kurumu’nun Murassa (=değerli taşlarla bezenmiş) Madalyası verilecektir. Ancak ortada garip bir durum vardır. Sabiha Gökçen’in neden ulusal bir kahraman olduğu konusunda çarpıcı bir suskunluk vardır. Çünkü Dersim Harekâtı kamuoyundan gizli tutulmuştur. Nitekim Havacılık ve Spor dergisine göre Sabiha Gökçen bu madalyayı “gerek kurslarda, gerek Türk hava ordusu mektep ve kıt’alarında büyük muvaffakıyetler [gösterdiği] ve son atışlı tatbikatta kahramanca hizmet” ettiği için almıştır. Gökçen’i ateşli bir şekilde tebrik eden gazete yazarları ve hatta madalyayı sunan Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca’nın açıklaması da şöyledir: “Türk Hava Kurumu’nun madalya nizamnamesi (hayatını istihkâr edecek derecede fedakârlık gösteren uçmanlara) madalya verilmesini kaydeder. Bunun için hava ordusu kıtalarından parlak notlar alan ve Genelkurmay Başkanı Sayın Mareşal’in takdirlerini kazanan yiğit Gökçeni, Türk Hava Kurumu murassa madalya ile taltife karar vermiştir.” Gökçen’in yaptığı teşekkür konuşmasında da Dersim’in adı geçmez, ancak Mareşal Çakmak’a özel bir teşekkür vardır.

Kemalist klişe: Feodaliteyi tasfiye

Dersim harekâtı ve Gökçen’in buradaki başarıları üzerine suskunluk İsmet İnönü’nün TBMM’de bu konuda yaptığı konuşmanın ardından bozulur. 15 Haziran 1937 gününden başlayarak gazeteler Dersim üzerine haberler yayımlamaya başlar. Aynı gün Tan gazetesinde çıkan bir yazı gazetelerde o güne kadar uygulanan (oto)sansürü açıklamaya çalışır: “Birkaç gün evvel ilk kadın tayyarecimiz Sabiha Gökçene murassa bir madalya verildiği yazıldığı zaman uçuş tatbikatındaki hizmetlerinden bahsedilmişti. Bu hizmetlerin mahiyeti sarahatle (açıklıkla) ortaya konulmamıştı. Buna da sebep şu idi: Feodalizmin son döküntülerinin tasfiyesi için alınan esaslı tedbirlerin tarihi bir ehemmiyeti vardır. Bunların millete ve dünyaya etraflı bir suretle bildirilmesi, İsmet İnönü’nün büyük nutkuna bırakılmıştı.”

Sabiha Gökçen anılarında Tunceli değil de Dersim adını kullanır ancak bu anlatıda ne bombalar vardır, ne ölen, yaralanan, göçe zorlanan insanlar, ne de Dersim Harekâtı’nın içeriğine dair herhangi bir bilgi. Gökçen’in Dersim’deki rolüyle ilgili olarak, ancak 1972 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938) adlı kitapta birkaç satır okumak mümkün olur: “Bu arada Demenanlı aşiret reisleri nezdinde toplantı halinde bulunan diğer aşiret reislerinin, havadan bombardıman edilmek suretiyle toplantıyı dağıtmak ve aşiretler üzerinde moral kırıcı bir etki sağlamak lüzumu üzerine Tayyare Alay Komutanı komutasında 15 uçaklı bir filo, Kırklar dağı-Darboğaz dere yolu-Zel Dağı-Kırmızı ve Kosur dağları kuzeyindeki Keçizeken (Yukarı Bor) köyünü havadan bombaladı. Bu hava taarruzunda özellikle Sabiha Gökçen hanımın attığı 50 kiloluk bir bomba Keçizeken köyünden kuzeye doğru kaçan asi grubuna oldukça ağır zayiat verdirdiği yapılan gözetlemeden anlaşılıyordu” (s. 377)

‘Üç maymunlar’

Bu açıklamaya rağmen, Sabiha Gökçen, 28 Haziran 1987’de Nokta Dergisi’nden Hıdır Göktaş’a verdiği röportajda harekât sırasında halktan ölenler olup olmadığı sorusunu da şöyle yanıt verecektir: “Yoktu. Keşif yapılıyordu, ordunun da istihbaratı vardı. Biliniyordu bu kötü kişilerin nerede olduğu. Çoluk çocuk olan yerleri doğrudan tahrip etmek insanlık dışı olurdu. Böyle bir şey olmamıştır.” O sırada, 19. Piyade Alayı’nda stajyer olarak görev yaparken Dersim’e gönderilen, geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı ve Kontenjan Senatörü, 12 Mart Muhtırası’nın imzacılarından Muhsin Batur yıllar sonra verdiği bir mülakatında okuyucularından özür dileyerek yaşantısının bu bölümünü anlatmaktan kaçınacağını söyler. Bunun nedeni sorulduğunda, Dersim’de tanık olduğu şeylerin bir devlet sırrı olarak kendisinde kalacağını, ancak o dönemde o yörede tanık olduğu ‘şeylerin’ günümüzde de yapılan ve karşısında olduğu ‘şeyler’ olduğunu söyleyerek sözlerini noktalar. Sabiha Gökçen’in suskunlukla geçiştirdiği, Muhsin Batur’un anlatmaya dilinin varmadığı şeyleri artık konuşuyoruz. Bu konuşmanın, bir çeşit ‘katharsis’ (konuşarak rahatlama) seansına dönüşmemesini, aksine kapsamlı bir tarih eleştirisinin ve kapsamlı bir telafi yaklaşımının ilk adımı olmasını dileyelim.

Kaynakça: Robert Olson, “The Kurdish Rebellions of Sheikh Said (1925), Mt. Ararat (1930), and Dersim (1937-38): Their Impact on the Development of the Turkish Air Force”, Welt Das Islams, Vol. 40, Number 1, March 200, s. 67-94; İhsan Nuri Paşa, Ağrı Dağı İsyanı, Med Yayınları, 1992; Emin Karaca, Ağrı Eteklerindeki Ateş, Alan Yayıncılık, 1991; Faik Bulut, Dar Üçgende Üç İsyan, Belge Yayınları, 1992; Ayşe Gül Altınay, “Ordu-Millet-Kadınlar: Dünyanın İlk Kadın Savaş Pilotu Sabiha Gökçen”, Vatan Millet Kadınlar (Derleyen Ayşe Gül Altınay), İletişim Yayınları, 2000, s. 246-279; Halit Kıvanç, Bulutlarla Yarışan Kadın: Halit Kıvanç, Sabiha Gökçen’le Söyleşiyor, YKY-THY ortak yayını, 1998; Sabiha Gökçen, Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, (Anıları kaleme alan Oktay Verel) Türk Hava Kurumu Yayınları II, Evrim Matbaası, İstanbul 1982.

Büyük patlama yeniden başlatıldı


Büyük patlama yeniden başlatıldı
14 aylık bir aradan sonra Büyük Patlama için düğmeye basıldı. Proton parçacıkları sisteme yüklenmesi bekleniyor.
Yüzyılın en büyük deneyi olarak kabul edilen, Büyük Patlama ortamının yaratılacağı Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (BHÇ), 14 ay aradan sonra tekrar çalıştırıldı.

Deneyi yürüten Avrupa Nükleer Araştırma Merkezinden (ANAM-European Organization for Nuclear Research (Cern)) sözcüsü James Gillies, BHÇ’ye proton parçacıkları yüklenmesi için yapılan ilk denemenin başlatıldığını söyledi.

Gilles, her şeyin yolunda gitmesi halinde bir parçacık demetinin çarpıştırıcıya ev sahipliği yapan 27 km uzunluğundaki tünelde birkaç dakika döndürüleceğini belirtti.

Bu denemelerin başarılı olması halinde deneyin ne zaman yapılacağı açıklanmadı.

Deney sırasında tünel boyunca ayrı yönlerde iki proton hüzmesi verilecek. Bu ışın demetleri ayrı istikametlerde, ışık hızına yakın bir süratle halka şeklindeki tünelde yol alacak. Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışmasının ardından bilim adamları, kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor.

14 milyar yıl önce evrenin doğumuna yol açtığına inanılan Büyük Patlama ortamını yaratmayı amaçlayan 10 milyar dolar değerindeki Hadron Çarpıştırıcısı, ilk geçen yıl çalıştırılmış, ancak bir ton helyumun tünele sızmasına yol açan elektrik bağlantısı arızası yüzünden sistem kapatılmıştı.

Bu ay başında da bir kuşun düşürdüğü ekmek parçası veya kırıntılarının BHÇ’de “küçük” bir ısınmaya yol açan bir kısa devreye neden olduğu belirtilerek, bunun üzerine sistemin kendini kapattığı açıklanmıştı.

Diyarbakır Amed, Batman Elih, Urfa Riha olsun!


ANF

16:13 / 20 Kasım 2009

URFA – DTP’nin Tunceli’nin adının `Dersim’ olarak değiştirilmesi teklifinin ardından bu defa da Diyarbakır’ın isminin ‘Amed’, Urfa’nın ‘Riha’ ve Batman’ın ise ‘Elih’ olarak değiştirilmesini istedi.

DTP Kadın Meclisi tarafından bir yıldır yürütülen ‘Namusumuz Özgürlüğümüzdür’ kampanyasının finali için Urfa’ya gelen DTP Grup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili Gülten Kışanak, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve Urfa Milletvekili İbrahim Binici, il binasında gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Bölgedeki yerleşim yerlerine eski isimlerin geri verilmesi konusunun tartışılmaya başlanması ve Tunceli’nin adının Dersim olarak değiştirilmesi konusunda esen olumlu rüzgarın kendilerini umutlandırdığını söyleyen DTP’li vekiller, “Artık, vatandaş bize eski isimlerini almak için ne yapmaları gerektiğini soruyor, yürüyüş, eylem, imza kampanyası yapma isteklerini dile getiriyor. Bunun için, hükümetin bu konuda anlaşılır, net bir tavır sergilemesi, izlenecek yolu, uygulanacak takvimi açıklaması gerekiyor” dedi.

KIŞANAK: DİYARBAKIR’A BİZ DE `AMED’ DİYORUZ

DTP Grup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili Gülten Kışanak, günlük yaşamda vatandaşların konuşurken Diyarbakır’a `Amed’ dediklerini söyledi. Meşru olan, yaşayan ve kullanılan ismin Amed olduğunu vurgulayan Kışanak, “Diyarbakır’a insanlar da, biz de Amed diye hitap ederiz. Halkın bu konudaki özleminin ve beklentisinin de farkındayız. Meşruiyet anlamında da Amed ismi günlük yaşamın içinde, hala kullanılan ve yaşayan isimdir. Bu birçok il için böyle. Somut çözüm olarak önerimiz 1923’te, Cumhuriyet kurulurken illerin, kasabaların, köylerin ismi neyse onu verilmesi yönündedir. Eğer yerleşik halk `Biz eski ismi değil yenisini istiyoruz’ diyorsa o talepte dikkate alınsın. İçişleri Bakanı’nın yerleşim yerlerine eski isimlerinin verilmesinin süreç kapsamında olacağını söyledi. Biz bunu olumlu bir gelişme olarak algılıyoruz. Bizim bu konudaki talebimiz oldukça net, yerleşim yerlerinin isimleri geçmişte neyse, bugünde ona dönsün. Şu dilden olsun, bu dilden olsun diye özel bir talebimiz yok. Talebimiz somut ve nettir, 1923’te Cumhuriyet kurulurken bu coğrafyada yerleşim yerlerinin isimleri tekrar iade edilsin” dedi.

BİNİCİ: ŞANLI ZATEN KULLANILMIYOR, RIHA OLSUN

DTP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ise, Kurtuluş Savaşı’nda Fransızlara karşı verdiği mücadele nedeniyle 1984 yılında TBMM tarafından Şanlı unvanı verilmesine rağmen, kentte bu unvanın hiç kullanılmadığını ilçe ve köylerde de insanların şehre `Riha’ diye hitap ettiğini söyledi. Kentin eski adının `Riha’ olduğunu ifade eden Binici, ismin yeniden iade edilmesi gerektiğini ifade ederek şöyle konuştu:

“Urfa’nın ismi eskiden Rıha’ydı. Hala ilçe ve köylere gittiğinizde, şehre gelen insanlara `Nereye gidiyorsunuz’ diye sorunca, `Riha’ya gidiyoruz’ yanıtını alırsınız. İnsanlar yıllar geçmiş olmasına rağmen Şanlı’sı çok yakın bir zamanda oluştu ama ne Urfa’ya, ne de Şanlıurfa’ya alışamadı. Dolayısıyla Urfa’nın gerçek ve tarihi ismi Riha’dır. Burası peygamberler kentidir ve bu ismin tekrar iade edilmesi gerekir. Bu konudaki duyarlılığımız bölgesel değil tüm coğrafyayı kapsıyor ve sadece Kürtçe ile sınırlamıyoruz. Baktığımızda Karadeniz ve Eğe’de de değiştirilmiş isimler olduğunu görürüz. Onun için biz 1923 yılından itibaren değiştirilen tüm isimlerin yeniden iadesini istiyoruz. Bu konuda halka da gidilse aynı cevap alınacaktır ve bunu yasalaştırmak meclisin görevidir, Başbakan’ın görevidir. Ayrıca, isimlerin iadesi aynı zamanda açılımın da bir parçasıdır”

ATA: HALKIN YÜZDE 98’İ BATMAN’A `ELİH’ DİYOR

DTP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata da, yüzde 98’i Kürt olan ve günlük yaşamda Kurmançi lehçesinin konuşulduğu Batman’da insanların kentlerine `Elih’ diye hitap ettiğini söyledi. Eski isimlerin iadesinin tartışılmasıyla halkın heyecanlandığını dile getiren Ata, şunları söyledi:

“Batman birçok yönüyle tek karakter özelliğine sahip bir şehirdir. Örneğin, Batman’da sadece Kürtçenin Kurmançi lehçesi konuşulur. Halkın yüzde 98’i Kürt, Müslüman ve sünnidir. Birçok konuda tek karakter hakimdir. Bu kapsamda halkın yüzde 98’i, günlük yaşamda Kurmançi konuşur ve Batman’a da `Elih’ ismiyle hitap ederler. Günlük yaşamda sokaklarda Batman ismini duyamazsınız. Sokakta, halk arasında `Elih’ vardır ve öyle seslenirler. Yani bu isim halk içerisinde meşrudur ve gelinen süreçte meşru olan bir durumun yasal çerçevede düzenlenmesi söz konusudur. Halkımızda da bu konuda heyecan var. Nasıl olacağını, ne yapılacağını merak ediyor. Bunun için hükümetin biran önce, süreci uzatmadan yöntemi ve takvimi belirlemesi gerekiyor.”

ANF NEWS AGENCY

Açılımı devlet yapıyor, AKP sadece imzacı.


Açılımı devlet yapıyor, AKP sadece imzacı.

İSTANBUL – Avukatlarıyla görüşen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan “Açılım deniyor. Aslında AKP’nin yaptığı hiç bir şey yok. Açılımı devlet yapıyor, AKP sadece imzacı. Devlet içinde belli bir güç var, bunlar karar verdi, AKP de uyguladı. AKP’ye düşen rol uygulamaktır’’ diye konuştu. “Kürtlere CHP ve MHP ile ölümü gösterip AKP ile sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar” diyen Öcalan, “Dersim’e ilişkin Öymen’in açıklamaları ortada. Kendi katillerini ayakta tutmamalıdırlar. CHP zihniyetini ayakta tutmamalıdırlar” ifadelerini kullandı.

İYİLEŞTİRME YOK

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgiye göre Öcalan, yeni cezaevine ilişkin şunları söyledi: “Burası eski yere göre daha kötü. Bunu bir gelişme olarak sunmaya çalışıyorlar ama aslında tecritin daha da ağırlaştırılmış halidir. Beni burada etrafımı daha da daraltarak, koşullarımı daha da ağırlaştırarak teslim almak istiyorlar. Evet, daha izole, daha kötü koşullar. Burada nefes alamıyorum, boğazıma kadar dolmuşum. Kaldığım oda 6 metrekare kadar, öncekinin yarısı kadardır. Pencereden vuran güneş tamamen yakıyor, hava almak için mecburen pencereye dayanıyorum, bu seferde güneş yakıyor ama hava almak için dayanmak zorundayım. Öbür yerdeki pencere daha iyiydi, dışarıyı görmek ve hava almak açısından. Bu pencere yukarıya bakıyor, dışarıyı göremiyorum. Yani şimdiki koşullarım daha kötü, geriye gitti, iyi olmadı. Buraya getirilenlerle henüz görüşmedim, bir aya kadar ancak olabileceğini söylediler. Bunu açılım, gelişme, iyileştirme olarak sunuyorlar ama öyle değil. Amaç iç kamuoyunu yanıltmak dış kamuoyunun, CPT’nin baskısını azaltmaktır. Durumum böyle bilinmelidir. İyileştirme falan yok.

BARIŞI BAHARA BIRAKMAYALIM

Hakkında açılan soruşturmaya ilişkin de bilgi veren Öcalan, “Hakkımda bir soruşturma açılmıştı. Buna ilişkin 8 sayfalık bir savunma sundum. Benim burada savaş kararı verdiğim iddia ediliyor. Savunmamda da belirttim, bu yanlış bir anlamadır. Benim burada talimat verme durumum olamaz. Ben sosyolojik bir tespitte, öngörüde bulunuyorum. Türkiye’de devasa açlık, işsizlik sorunları var. Bu durum bile çözümsüzlük halinde tehlikenin işaretini veriyor. Eğer sorun çözülmezse bunlar kendilerini savunacaklar, kendi çözümlerini kendileri ortaya çıkaracaktır. Ben burada bir çözüm yolu olarak, illa ki savaş olacağını söylemiyorum. Başka çözüm yolları da olabilir. Ben zaten burada açıkça talimat vermeyeceğimi, pratik önderlik yapamayacağımı deklere etmiştim. Ama bunları belirttiğim haftaki konuşmalarım hakkında “talimat veriyorsun” diye soruşturma açmışlar. Ben buradan talimat vermiyorum, zaten bu koşullarım da yok. Savaş talimatı da vermedim. Meclis çözüm yönünde bir adım atmalıdır. Barışı bahara bırakmayalım. Ciddi bir şekilde çalışalım ve bahara güçlü bir barışla girelim, çatışmayla değil. Ciddi yaklaşılırsa üç ayda sorun çözülür. ” diye konuştu.

AYRILANLARI KULLANACAKLAR

“Türkiye şunu bilmeli, PKK’den ayrılanları kullanarak, Barzani ve Talabani ile bizi köşeye sıkıştırarak bu sorunu çözemez, PKK’yi de tasfiye edemezler. Bu sorun böyle ucuz yöntemlerle çözülemez. Barış Meclisi’nin daha kapsamlı çalışma yapması lazım. Aslında onlar çalışmalarında biraz dar kalıyorlar. Barış Meclisi genişlemelidir, örgütlenmelerini geliştirmelidirler. Her ilde ve bölgede, yerellerde kendi barış komitelerini kurmalıdırlar. Yerellerde kendilerini barış komiteleri olarak örgütleyebilirler. Gelenler Barış grupları zaten barış heyetleridir, bunlar da Barış Meclisi’nin içinde yer almalıdırlar. Önce kendi içimizde barışı sağlamak lazım. Barış komiteleri bu misyonu oynayabilir. Bilge Katliamı gibi onlarca katliam gelişebilir. Öngörülü olmak gerekir. Muş’ta bir işadamı cinayeti oldu, yine Urfa’da öldürülmeler oldu. Gazeteleri okudum yirmi tane cinayet planları gördüm. Bunların hiç biri tesadüfü değildir. Tüm bunlar toplumsal barışa karşı geliştirilen planlardır, toplumsal barış yerine iç çatışmayı derinleştirmeye yöneliktir. Buna karşı barış sürecinde bu şekilde geçmişten gelen husumetlerin olmaması, iç çatışmaların olmaması, daha kanlı süreçlerin yaşanmaması için Barış Meclisi bu sorunlarla ilgili olmalı, bu kesimlere de ulaşabilmeli ve görüşebilmelidir. Devletin de bu çalışmalara karışmaması gerekir. Bu çalışmalar, demokratik çözüm ve toplumsal barış anlayışına da uygundur.”

EVET BENİMLE GÖRÜŞTÜLER

“Benim için Ergenekon davasında, Ergenekon-Öcalan ilişkisi diyorlar. İşte Öcalan ve PKK Ergenekoncudur, diyorlar. Emniyet Müdürlüğü’nün benimle ilgili bir raporunda da bundan bahsedilmiş. Birileriyle görüştüğüm söyleniyor. Hatta beni gizli istihbarat örgütleriyle şunlarla bunlarla ilişkili gösterip onlar tarafından yönlendirildiğim söyleniyor. Bu konuda açıkça şunu belirtebilirim. Evet gerek daha önce dışarıda ve gerekse sorgu sürecinde burada benimle görüştüler. Ancak bizi istedikleri noktaya getiremediler. Bizden birilerini etkilemiş olsalar bile bizi o noktaya çekemediler. İşte içimizden tasfiyeci gruplar çıkardılar. Tasfiyeci gruplar da böyle ortaya çıktı ama bizi tasfiye edemediler halen de edemezler. Bu tasfiyeci gruplar bizden birçok arkadaşımızı katlettiler. Böyle on on beş tane cinayet var. Bunlardan birisi Hasan Bindal cinayetidir. Burada beni sorgulayan bir görevliye “ben namus savaşçısıyım” demiştim. Bununla ilgili anım var. İşte çocukluk arkadaşım, çok değer verdiğim Hasan Bindal’la dolaşıyorum, onunla zaman geçiriyorum diye nenem; aileler arasındaki sorunlardan dolayı bana ‘ne işin var o namussuzla?’ diyordu. Ben bu namus anlayışına o zaman bile kuşkuyla bakmıştım. Bu cinayetler dışında bana da yönelimler, suikastler oldu.”

ÜST KİMLİK KARA DELİK OLAMAZ

“Barış olacaksa onurlu ve gerçek bir barış olmalıdır” diyen Öcalan, şu vurguları ön plana çıkardı: “Şimdi Ergenekon diye ortaya çıkarttıkları da Ergenekon’un çok küçük bir bölümüdür aslında. Bahçeli öyle sıradan birisi değil, ciddidir, serttir. Yine CHP’yi JİTEM yönlendiriyor. AKP de zik-zak çiziyor, ciddi yaklaşmıyor. Ekonomiyi kullanarak, Kürdistan’da kendilerine bağlı holdingler yaratarak, Kürtleri bu holdinglere dolayısıyla kendisine bağlamak istiyor. Baykal gibiler de şimdi diyorlar ki bir üst kimlik olacak, Türklük üst kimliktir diyorlar, onun altında da alt kimlikler olacak, bu korkunç birşey. Daha iyi anlaşılması açısından şöyle bir örnek verebilirim: Kara delik, sonu olmayan ve herşeyi yutan korkunç bir şeydir. Ben bu Türk üst kimlik tanımlamasına kara delik diyorum. Sadece diğer kimlikleri değil en başta Türk kimliğini yutan bir şeydir. Mümtazer Türköne kendisi milliyetçidir ama geliştirilmek istenen bu Türkçülüğü anlamıştır, bunun farkındadır. Benim geliştirdiğim kimlik kavramında üst kimlik yok. Bahsettiğim, iç içe geçmiş çemberler teorisidir. Bütün kimliklerin iç içe geçmesi, birbiriyle barışık bir şekilde ama birbirine tahakküm kurmadan geliştirdikleri bir sistem söz konusudur. Bütün kimliklerin birbirleriyle eşit olduğu ve özgür olduğu yan yana iç içe beraberce geliştiği bir durum. Ne Türklük, ne Kürtlük ne de diğer kimlikler birbirinden, biri diğerlerinden üstün olmamalıdır. Hepsi aynı şekilde kendini koruyup, kollayıp geliştirebilmelidir, birbirlerini geliştirmelidirler. Bu demokratik ulus diye tarif edilebilir. Baskın Oran da buna benzer şeyler söylüyor. Demokratik Türkiye Ulusundan bahsediyor.”.

TÜRKÇÜLÜK BİR MASKE

“CHP, tutturmuş bir Türklük kimliğidir gidiyor, “Türklük üst kimlik olacak” diyor. Bu Türkçülük ideolojisini geliştirenlerin kendileri de Türk değil zaten. Burada Türkçülük bir maske oluyor. Bu Türkçülük zihniyetine sahip yapı, kendini 1906’lardan bu yana bu şekilde yaşatıyor. Bu klik, İngiliz politikalarını yürüten bir kliktir. Fevzi Çakmak, İngilizler İstanbul’u işgal ettiğinde Osmanlı’nın Savunma Bakanı’ydı. Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’yü Ankara’ya İngilizler gönderdi. Bu gidişleri kendiliğinden değildir, gelişen mücadeleyi kontrol altına almak içindir. Fethi Okyar Mustafa Kemal’in çocukluk arkadaşıdır, ona Serbest Fırka’yı kurduruyor ve daha sonra Hükümetin başkanı oldu. Şeyh Sait olayındaki tavrı nedeniyle Hükümetten istifa ettiriliyor, yerine İnönü getiriliyor. Şeyh Said olayında iki kişiyi öldürüyorlar, ‘sen öldürdün’ diyorlar, bir askeri rütbeli de var yanlarında, bu rütbelinin yanında iki askeri vuruyorlar, “Şeyh Said öldürdü” diyorlar, böylece Şeyh Said’e yöneliyorlar. Şeyh Said’in bunlardan haberi bile yoktur, öyle isyan önderi olduğu da tartışmalıdır. Asıl gerisinde Azadi Örgütü var, onun başkanı da Cibranlı Halit Beydir. O dönem cezaevindedir. Dersim’e ilişkin Öymen’in açıklamaları ortada. Kendi atasını, dedesini öldüren, katleden bu sistemi yüz yıldır bizzat kendileri besliyorlar. Kendi katillerini ayakta tutuyorlar. CHP zihniyetini ayakta tutan yine kendileri. Kendi katillerinizi tanımadan, bunları iyi çözmeden, tarihi iyi bilmeden anlayamazsınız. Dersimliler ve bir bütün olarak halkımız, kendi katillerini ayakta tutmamalıdırlar. CHP zihniyetini ayakta tutmamalıdırlar. Mustafa Suphi’nin durumu ortada. Kim ortadan kaldırdı Mustafa Suphi’yi? Bunu bilmeden, Mustafa Suphi’nin başına getirilenleri bilmeden Türkiye’de sınıf mücadelesi, solculuk yapılamaz.”

MUSTAFA SUPHİLERİ KİM ÖLDÜRDÜ?

“Basında, benim söylediklerimin tersini gündemleştiriyorlar. Ahmet Altan’ın da bir yazısı vardı, okudum. Orada Anadolu’nun Büyük Selanik haline getirilmesinden bahsediyor. Bu, o kadar basit değil. Türkiye’deki sosyalistler de Mustafa Kemal’i tam çözemiyorlar. Bunları anlamadan Mustafa Suphileri kimin öldürdüğünü kavrayamadan Türkiye’de sol ve sosyalist mücadele doğru yürütülemez. Zaten Türkiye Komünist Partisi, Perinçek onlar kontrol altındalar. Kontrol ediliyor, yapamazlar. Devrimci Yol da bunu kavrayamadı. Sol, bunları kavramak durumunda. Ben Mahirlerden etkilendim. Ben Mahirlerin, Denizlerin en eski takipçisiyim. Onların mirasını aldık bugünlere kadar getirdik. Sakın kendimi övme gibi anlaşılmasın. Ancak bizim gelişim tarzımız ortadadır.”

AKP’NİN YAPTIĞI BİRŞEY YOK

“Açılım deniyor. Aslında AKP’nin yaptığı hiç bir şey yok. Açılımı devlet yapıyor, AKP sadece imzacı. TRT-6 gibi hamlelere de devlet içinde belli bir güç var, bunlar karar verdi, AKP de uyguladı. AKP’ye düşen rol uygulamaktır. Ama AKP’nin içinde de çözüm isteyenler var.‘’

ÜÇ AŞAMALI ÇÖZÜM FORMÜLÜ

“Yol haritamda üç aşamalı bir plandan bahsetmiştim: Birinci aşama Meclis’de bir araştırma komisyonunun kurulması, bu komisyon gelip beni de dinleyebilir. Ondan sonra Meclis’te bizimle ilgili, sorunun çözümüne ilişkin bir karar alırlar. Böyle bir karar alınırsa ikinci aşama devreye girer. İkinci aşama olarak; silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi devreye girer. Tamamen çatışmasızlık sağlanır. Bundan sonra üçüncü aşama devreye girer. Üçüncü aşamada anayasal ve yasal düzenlemeler yapılarak ona göre güçlerin ülkeye dönmesi sağlanabilir. Bunun dışındaki hiç bir öneri ya da görüş bizim çözümümüz değildir. 160 sayfalık çalışmam sadece bir yol haritası değil, çözüme ilişkin geniş bir çalışmaydı. Orada anlamlı çözüm önerilerim vardı.”

MAXMUR KCK BİRİMİDİR

“Maxmur için de aynı şeyi söylüyorum. Maxmur bir KCK birimidir. Maxmur’un üç kırmızı çizgisi var; kendi meclisleri, yürütmesi ve kendi öz savunmaları var. Bunların kabul edilmesi gerekir, bunlardan vazgeçemez. Bu hususlar görüşülür, tartışılır ve kabul görürse toplu olarak -ancak buna da kendileri karar verirler– geri dönerler. Geri dönüş koşulları oluşup da karar vermeleri halinde onlar için benim yerleşime ilişkin önerim şudur; onlara Cudi’nin eteklerinde bir kent kurulur, oraya yerleşirler. Geliş olursa ancak böyle olur. KCK sisteminin dört boyutlu örgütlenmesinin kabul edilmesi gerekir: Yol haritamda da KCK sistemiyle ilgili dört boyutu belirttim; Ekonomik, sosyal, siyasi-diplomatik, öz savunma. Sosyal boyut: bunun alt başlığında hukuk da var. Siyasi ve diplomasi boyutu: Kürtlerin yaşadıkları her yerde sınırlara dokunmaksızın demokratik çalışma yürütme ve bir arada örgütlenme, koordinasyon serbestliği olmalıdır. Üçüncü boyut: Öz savunma’dır. Kendi güvenliklerini kendileri sağlama boyutudur. Dördüncü boyut: Ekonomidir. KCK örgütlenmesi tanınmalıdır. Bizim çözüm anlayışımız budur. Bunun dışındaki çözümlerin çözüm olamayacağını belirtiyorum.”

İRAN HALKIMIZI SELAMLIYORUM

“İran’da idam edilen genç var. Onların anısı için çok büyük düşünüyorum. Onlara sabır ve metanet diliyorum. Tarihte hak ettikleri görkemli yerlerini alacaklardır. İran’daki halkımıza selamlarımı iletiyorum, örgütlenmelerini geliştirmelidirler. Davutoğlu’nun Ortadoğu’da yürüttüğü stratejide benden, benim fikirlerimden yararlanıyor ama bu onların yapabileceği, başarabileceği bir şey değil, gerçek sahiplerinin yapabileceği, başarabileceği bir şeydir. Zaten AKP hükümeti yedi yıldır burada benim söylediklerimi alıp kendine göre uygulamaya çalışıyor. PKK’yi PKK ile tasfiye etmeye çalışıyorlar. Benim fikirlerimi kullanarak Ortadoğu’da bir diplomasi geliştirmeye çalışıyorlar ve bunun temeline de PKK’yi tasfiye etmeyi koymuşlar ama bunu başaramazlar. Bizim projemizin asıl sahipleri varken, ortadayken taklidinin başaramayacağı açıktır. Devlet, burada PKK’nin ya da benim muhatap olamayacağımızı belirtiyor. Zaten ben tek başıma, PKK tek başına, DTP tek başına muhatap değildir. Bunların hepsi yeri geldiğinde muhataptır. CHP, MHP ve AKP aslında rol bölüşümü yapmışlardır. Kürtlere CHP ve MHP ile ölümü gösterip AKP ile sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Böyle bir zihniyet kabul edilemez. Onurlu, özgür Kürtler bunu kabul etmez.”

KADINLARI SELAMLIYOR BAŞARILAR DİLİYORUM

“Kadın sorunu için, beş bin yıllık tecavüz kültürü dedim. Nasıl Marks’ı anlamak için Hegel’i anlamak gerekir deniliyorsa, iyi bir kadın özgürlük savaşçısı olmak için de egemen olan beş bin yıllık tecavüz kültürünü iyi anlamak gerekir. Hegel’deki köle-efendi diyalektiği ben de kadın-zorba egemen erkek diyalektiği şeklinde ifadelendirilmiştir. Bu ilişkiyi iyi görmek gerekir. Hegel köle-efendi diyalektiği temelinde ele alıyor ama biz beş bin yıllık bir kadın-zorba erkek çelişkisini işleyip kendimizi, bu sorunu çözümleyerek bu güne kadar taşıdık. “sınırsız boşanma sınırsız aşk” demiştim. Ne ile boşanma? Bu beş bin yıllık egemen kültürden boşanmadır. Kadınlar bu beş bin yıllık pislikten kurtulmalıdır. Yine aşka nasıl çağrı yapıyorum? Aşka çağrım şu şekildedir; özgür ve demokratik bir yaşama olan aşktır. Kadınlar özgürleşmeden, toplum özgürleşemez. Hepsine selamlarımı iletiyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.”

1921-23 DÖNEMİ ROMAN OLACAK DÖNEMDİR

Öcalan, sözlerini “Cezaevlerinden mektuplar var. Muş cezaevinden bir arkadaş, Musul-Kerkük üzerine yoğunlaşması var. Bu konuya ilişkin cevaben şunları söyleyebilirim. O zaman İngilizler, Kürtlerin parçalanması ve kapitalizmi kabul etmeleri karşılığında Türkiye Cumhuriyeti’ne onay verdiler. Bu İngilizlerin, Fransızların ortak bir planıydı. Kürtleri önce Irak, Suriye ve Türkiye içinde parçalayarak bu şekilde kendilerine hizmet karşılığında Cumhuriyet’e onay verdiler. 1921 ile 25 arası önemlidir, araştırılması gerekir. Bu dönemin iyi anlaşılması gerekir. 1921-23 dönemi Kürtler için roman olacak bir dönemdir. Bu dönemin üzerinde durulabilir. Cezaevindeki arkadaşlar bu dönemi roman konusu yapabilir. Adıyaman cezaevinden, Bakırköy cezaevinden, Adıyaman ve Muş cezaevinden mektuplar aldım. Yine Ordu ve Trabzon cezaevlerinden gelen mektuplar var. Cezaevindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.” diyerek tamamladı.

ANF NEWS AGENCY

Binbir surat Kemalizm


Binbir surat Kemalizm

Yirminci yüzyıl, başından beri ideolojik yapılanma ve devrimlerle dolu bir süreç olmuştur. Bu yüzyıla, Ulusal kurtuluş ve sınıf çatışmalarının en yoğun olduğu dönemdir demek daha doğru olur kanısındayım.Böylesi çalkantı ve çatışmalı süreçlerin hep iki tarafı olmuştur: zalimler ve mazlumlar. Zalimler, faşizm ve benzeri baskıcı sistemlere sarılırken; mazlumlar bu sistemlerden korunmak veya kurtulmak için kendilerine en yakın olan düşünce sistemlerini benimsemişlerdir. Burada en bariz örnek Marksizm olarak karşımıza çıkmaktadır.Gerek yoksul halk tabakaları; gerekse ulusal hakları gaspedilmiş toplumların medet umduğu ideoloji olmuştur Marksizm. Dramatik atmosferin hakim olduğu dönemin dünyasında çokca yan düşünce ve doktrinlerin olduğunu da görmekteyiz. Bunlardan biri de Kemalizm’dir.

Kemalizm’in tartışılması gereken en önemli yanı, onun çok yüzlülüğüdür. Halk arasında, çok yüzlülüğün itibar açısından sıfır tolerans gördüğü ve en tehlikeli olma hali olduğunu tekrarlamanın geregi yoktur sanırım.Ama ne hikmetse: Kemalizm halen yaşama şansı bulabilmektedir.Oysa tarihe bir göz attığımızda, sevabından çok günahı olan bu düşüncenin çoktan tarihin çöplüğüne atılması gerekiyordu.Öyleyse onu bu kadar uzun yaşatan çok yüzlü karekterinden başka bir şey değildir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kemalist düşüncenin en rafine savunucusu olan CHP halen varlığını sürdürüyorsa, bu da aynı nedenledir.Altı ilkede şekillenen düşünce biçimiyle her yöne hitap eden bir yapılanma arzettiğini varsayabiliriz.Lakin o ilkeleri ne kadar savunduğunu ögrenmek için fazla derinlere gitmeye de gerek yoktur.Yani düçünce babası Mustafa Kemal geçmişte ne yaptıysa; bu günkü CHP aynı kulvarda yoluna devam etmektedir. Olup olmadığı meçhul olan bir ’kurtuluş savaşı destanı’yla Anadolu ve Mezopotamya halklarını avutup, kendi ırkçı ideolojisine hayat alanı açan Kemalizm, geçmişte nasıl koministlere yeşil ışık yakıp Sosyalist Sovyetler’in desteğini almışsa; CHP de bu sahte dostluk hikayesiyle cumhuriyet tarihi boyunca sola meyilli insanları; alevileri kandıragelmiştir. Yüz yıldan beridir yaşanagelen acıların tek sorumlusu olan Kemalizm’e, mazlumların ideolojisi demek mümkünmüdür? Şahsen, böylesi tanımlamalara onu yakın bulmak bile içimi burkar.

Gençlik yıllarımda sol düşünceler doğrultusunda aktifken, zamanın sol gurupları kendi aralarında Kemalizm’i tartışırlardı… kimi, ’Küçük burjuva’; kimi, ’milli burjuva’; kimi, ’milli burjuvanın sağı’; kimi, ‘…solu’; kimi de faşizmin ta kendisidir derdi. Evet bu gün eğer Kemalizm’in tanımı yapılacaksa: Faşizmin ta kendisir derim. Hem de en tehlikelisi! Çünkü hangi surat altında ne yapacağını bilemediğimiz bir faşizmdir Kemalizm.

Bu gün CHP’de Hitler’i aratmayan düşüncelere sahip Onur Öymen gibi faşistlerin varlığı söz konusu ise, bunun tek nedeni sahip oldukları Kemalist ideolojidir. Nitekim bilinç altlarında var olan katliamcı karekterleri ortaya çıkmaya başlamıştır.Yani takke düşmüş; kel görünmüştür. Bize düşen: o keli saklamak değil; onu şalpaklamaktır. Kemalizm bunu çoktan haketmiştir. Alevilere ve özellikle de Kürt alevilere ibret olacak sözleri sarf eden Onur Öymen ve gibilerine el uzatanları tükrükle boğmanın zamanıdır. Dersim Kürt-Kızılbaş katliamının 72. ci yıl dönümünde Seyid Rıza’nın kemiklerini sızlatmak isemiyorsak Kemalizm belasından ve onun CHP sinden kurtulalım. Bilelim ki, Seyid’imizi ve onun gibi büyüklerimizi ipe götüren Kemalizm ve onun cellatlarıdır. Kemal ise bu cellatların başıdır. Dersim Kürtlüğü onu asla afetmeyecektir.

İdam edilişinin 72. yıl dönümünde Seyid Rıza’yı şükranla anarken; onun onurlu duruşuna bütün Dersimli Kızılbaş Kürtleri sahip çıkmaya çağırıyorum.

Nuri Aslan, Kasım 09

nuriaslan@yahoo.de

http://www.nuriaslan.com