İkinci Cilt: Sakine Cansız tarihe ışık tutuyor

Sakine Cansız’ın doğup büyüdüğü Dêrsim’den başlayarak 1996 yılına kadar yaşadıklarını anlattığı ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ adlı kitabının 2. cildi Mezopotamya Yayınevi tarafından basıldı.

Paris’te katledilen Cansız’ın hayatını, devrimciliği ve biraz da PKK tarihinin ilk yıllarını anlattığı kitabının ilk cildi Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de yoğun ilgi gördü. Merakla beklenen, Sakine Cansız’ı unutulmaz efsanevi bir kahraman haline getiren 2. kitap ise cezaevi günlerini anlatıyor. Kendi kaleminden okuduğumuz Sakine Cansız kitabında 1979’da Elazığ’da yakalanışından 1991 yılına kadar süren serüvenini anlatıyor.

Her an’ı her duyguyu en ince ayrıntısına kadar yakalayan Cansız yaşadığı olayları iç diliyle anlatırken hem eleştirel hem tavır koyucu hem de mücadeleci yönünü her fırsatta gösteriyor. Tarihe not düşecek, bugüne kadar bilinmeyen olaylara da kapı aralanan bu ciltte bir zindan direnişçisi, bir kadın, bir PKK’li, bir devrimci, bir Kürt olarak çıkıyor karşımıza Sakine Cansız.

İLK YAKALANMA

Cansız, bu ciltte ilk olarak 1979 Mayıs ayında Elazığ’daki yakalanışını anlatıyor. İhanetin kol gezdiği günlerdi o günler. Henüz PKK direnişçiliğinin ilk tohumlarının ekildiği ancak zirveye ulaşmadığı yıllar. Elazığ’da yakalandığı günlerde Sakine Cansız devrimci direnişçiliği nasıl ele aldığını ve ihanet karşısındaki tavrını şu sözlerle özetliyor: “Devrimci intikamcılık sınıf bilincinin derinliğini gerektirir. Kini, intikamı, öfkeyi, sevgiyi gerçek temeline oturtmayan hiçbir yaklaşım hedefini bulmaz. Anlık, kısa vadeli olur etkileri, sonuç vermez. Bilincini, duygularını, istemlerini idealine bağlamayanın, onun yatağına akıtmayanın cesareti, erdemliliği, güvenilirliği de olmaz.” O dönem Elazığ grubundan çıkan ilk ihanet olarak da adlandırılabilecek Şahin Dönmez’i derinlikli bir şekilde ele alıyor.

Ağır işkencelere maruz kalan Sakine Cansız’ı en çok öfkelendiren işkencenin ağırlığı değil, en yakınındakilerin itirafları, çözülmeleri ve direnmek yerine teslimiyeti seçmiş olmaları oluyor. Tüm bunlara karşı ise tek tercihi ‘direniş’ oluyor: “Coplarla bacaklarıma, bacak aralarıma, bele kadar nereye rast geliyorsa vuruyorlardı. İnsanın beynini uyuşturan acılardı. Ama ne zamanki bizimkiler konuşmaya başladı, çok ezik, çok zorlanarak söylenmiş sözler peşpeşe sıralandı, işte o zaman patladım…Hele işkencehane gibi bir yerde en ufak bir korku, en basit bir çekingenlik, ikircikli ruh hali çok önemli. Onda (Şahin Dönmez) sezdiğim her zayıflık bende güç haline dönüşüyordu. ‘O bunlarla düşmanı sevindirirse, ben de inadına düşmanı çatlatacak şeyler yaparım” diyordum. Hayır, bunları önceden düşünerek, tasarlayarak yapmıyordum, kendiliğinden oluyordu. Onu gördüğüm ilk anda da öyle oldu. Ayaklarımı yere basarken acı duyuyordum. Ama onu öyle şaşkın, öyle zavallı görünce yürüyüşüm değişmişti; daha dik başlı ve canlı yürümüştüm.”

CEZAEVİNDEN KAÇIŞ PLANLARI

Sakine Cansız daha Elazığ’dayken gözaltı ve cezaevinde direnişiyle, yoldaşları üzerindeki moral etkisiyle, sürekli bir iletişim, ilişki içinde olma çabasıyla ve belki de en fazla da bulunduğu mekana sığmaz kişiliğiyle sürekli bir arayış içerisinde oluyor. Kitapta pek de bilinmeyen yeni ayrıntılar var. Örneğin daha Elazığ’dayken kaçma planları yapmaya başlıyor. Ona göre bir devrimci asla ve asla cezaevinde olamaz. O dönem yine PKK kurucularından Kemal Pir’in de cezaevinden firarı Sakine Cansız’da da firar düşüncesini iyice perçinliyor.

PKK henüz o yıllarda grup aşamasından parti aşamasına yeni geçmiş olmasına rağmen Öcalan’a olan inanç ve sarsılmaz bağlılık inanılmaz düzeydeydi. Cansız bunu işkencecilerin karşısında o günlerde şu sözleriyle gösteriyor: ”Sen boşuna inat ediyorsun. Neyi savunuyorsun hala? Örgüt bu kadardı. Bir kaç kişi daha var, onları da yakalarsak tamamdır. Peşlerindeyiz’ dedi bir diğeri. ‘Buradakilerin hepsi de ihanet etse, herkesi yakalasanız, bir tek Apo kalsa yeter!’ deyince bir süre hepsi sustu, garip garip bana baktılar.”

Sakine Cansız günlük olarak kaleme aldığı yazılarında bizleri o yıllara, işkencenin ve direnişin en zirvede olduğu yıllara götürüyor. Her zorluk karşısında direncinin daha da keskinleştiğini görüyoruz Cansız’ın. Dêrsim’in bu asi kızı ilk sürgününü Malatya’ya yaşıyor.

VE CEZAEVİNDEN KAÇIŞ

Özellikle Malatya cezaeviyle başlayan günlerde Cansız kadının içine düşürüldüğü sorunları daha yakından görüp tanıma, sorunlara çözüm olma arayışını geliştiriyor. Farklı farklı nedenlerle hapse düşmüş kadınları anladıkça onlara daha da yakınlaşır ve kadının sorununun bir yerde ortak olduğunu görür. Erkek egemenlikli sistem.. Firar sevdası Malatya’da da peşini bırakmaz Cansız’ın. ve dışarısıyla bağlantısı çok sınırlı olmasına rağmen kendisini örgütler. İlk fırsatta müthiş bir planla soluğu dışarıda alır. Ancak hem dış bağlantıların sağlıklı olmayışı ve arkadaşlarının gelmeyişi hem de alanı tanımayışı firarın erkenden sona ermesine neden olur.

12 Eylül askeri darbesini de cezaevinde karşılar Cansız. Ve 1981’in Mart ayında Malatya’dan PKK’nin kuruluş kongresini yaptıkları Amed’e, bu kez tutsak olarak geri döner.

SAKİNE KAHRAMANLAŞIYOR

Diyarbakır Zindanı Sakine Cansız’ı Sakine Cansız yapan yer olarak tanınır, bilinir. Orda cunta rejiminin en insanlık dışı uygulamalarına maruz kalır. Her türlü işkence karşısında baş eğmeyen duruşuyla başta kadın koğuşunda bulunan yoldaşlarına ve tüm cezaevi yapısına üstün bir moral olur.

Diyarbakır Zindanı’nda Binbaşı Esat Oktay Yıldıran ile ilk karşılaşmasını ise Cansız şöyle anlatıyor:

”Aniden biri yanımızda beliriverdi, nereden gelmişti, rütbesi neydi? O ne biçim adım atıştı, o ne biçim surattı. Kalleş gözlerini kan bürümüştü! Sırıtıyor gibi duruyordu. Dudakları, ağzı işkenceciliğin şekillendirdiği sırıtkanlıktaydı. İnsan gülüşü, insan yüzü, insan bakışı değildi kesinlikle. Bazılarındaki insan siması ilk anda yanıltıcı olabilir. ‘Bu yüz ifadesi altında kişilik nasıl bu kadar işkenceci olabilir’ diyebiliyor insan. Ama hayır, bu yaratık ilk görüntüsüyle kendisini ele veriyordu. Belli ki bu işte yoğrulmuş. Önümde dikilmiş, ilk sorusu “Adın ne?” oluyor. Ben de “Sakine” dedim. “Türk müsün?” dedi, “Hayır, Kürdüm” diye cevap verdim. Şiddetli bir tokat indirdi. Yolculuğun verdiği yorgunluk, o an yaşananlar ve tokat, bir anda gözlerimin önü kararır gibi oldu. Evet, çok iyi anlaşılıyordu. Esat Oktay Yıldıran ile ilk tanışma! Amed zindanıyla ilk tanışma! Düşmanın tokadını yemek herhalde arzulanan bir şey değildi ama arkadaşların acısı biraz olsun hafiflemişti yüreğimde.”

İşkenceci Esat’a karşı direnişi işte bu sözlerle başlamıştı Sakine Cansız’ın. Ve sonraki günlerde cezaevine dayatılan tüm uygulamalara karşı kendi tavrını koymuştu ortaya. Öyle ki birçok koğuşta belirli şeyler kabul edilmiş olsa bile kadınlar koğuşunda direnmeyi bir gelenek haline getirmişti hatta bazen kadınlar koğuşu içinde tek başına direnmek bir ilkeydi onun için. Tüm baskılara rağmen ne direnişten ne de örgütlü yaşamdan tek bir an dahi geri adım atmadı. O sert işkence günlerinde tek amaç örgütlülüğü dağıtmakken Cansız ve arkadaşları tüm olumsuzluklara rağmen örgütlü bir duruş sergilemek için canla başla hem düşmana karşı hem de içe karşı büyük bir mücadele verirler.

Esat’ın kadınlar koğuşuna yaklaşımını ve direnişlerini şu cümlelerle özetliyor Sakine Cansız: “Esat’ın belki de en çok sevindiği an direnişi kadınlarda kırdığı an olmuştu. Onun dışında Esat hep hırçın, öfkeli ve istediğini yapamamanın saldırgan ruh hali içindeydi. Bize yansıyan yüzü böylesine iğrençti. Her koğuşa gelişte “Hayvanoğlu hayvanlar! Bir siz beni kızdırıyorsunuz” derdi. O küfürleri, o söyleyiş tarzı görülmeye değerdi. Düşmanın bu halinin insana ne kadar moral verdiğini şimdi nasıl anlatayım? O küfürler, o kudurganlık kendimize güvenimizi geliştirmeye yol açıyordu. Düşman bu kadar hırçınsa, düşman bu kadar kinliyse o zaman demek ki bizde yaşayan, direnen, ayakta duran yanlar hala vardı ve güçlüydü. Bazı kuralları kabul ettiğimiz halde bunları söylüyorsa, demek ki amacına ulaşmamış düşman. Duvara, parmağıyla sinek ezer gibi yapardı ama sorun Esat’ın dediği gibi, yaptığı gibi değildi, bizler sinek gibi ezilmemiştik. Avucuna sığacak kadar küçülmemiştik. Bunu o da biliyordu.”

Diyarbakır Zindanı’ndaki işkence politikası en ayrıntısına kadar anlatılıyor kitapta. Her an her yerden bağrışmaların eksik olmadığı, işkence altındaki insanların yaşadığı o ağır travmalar, direniş buna karşı teslimiyet ve ihanet. Hedefin tek tip itaat etmiş, teslim olmuş kişilikler yaratmak olduğunu söyleyen Sakine Cansız, Diyarbakır Zindanı’nı en sade tanımıyla Nazi Almanya’sı kamplarına benzetiyor.

TARİHE IŞIK TUTAN BİR KİTAP

PKK’nin kurucu kadroları olan Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Dörtler ve diğer tutsakların yaşamları, duruşları, direnişlerine götürüyor bizi kitap. İlk ölüm orucunun başlatıldığı eylemin de canlı tanığıdır Sakine Cansız. O günkü duygularını, ilk olarak karşıladıklarını an be an yazıyor kitabında.  Adeta okuyucuyu o günlere, 1980’li yılların Diyarbakır Zindanı’na götürüyor okuyucuyu. O kahramanlaşan, destanlaşan direniş hikayeleri, bugüne kadar birçok şekilde anlatılmıştı. Fakat ilk kez Diyarbakır Zindanı bir kadının dilinden hem de Diyarbakır Zindanı’nda direnerek efsaneleşmiş bir kadının, bir PKK militanının Sakine Cansız’ın dilinden anlatılıyor. Çağdaş Kürt tarihine yaşamıyla damgasını vurmuş olan Sakine Cansız Amed’den sonra Amasya ve Çanakkale’ye sürgün ediliyor. Gittiği her yeri bir direniş mekanına çeviren, bulunduğu her yeri adeta bir devrim sahasına çeviren özelliğiyle örgüt yaratan bir kadının inanılmaz yaşamını bulacaksınız Hep Kavgaydı Yaşamım kitabında.